•Katil Papatya•

Merhaba😍 Arkadaşlar bu bölümde geçmişe gidiyoruz. Artık Tutku'nun uyuşturucuya ilk başladığı anlardan itibaren geçmişten bugüne sırasıyla kesitlerle geleceğiz. İlerledikçe ne demek istediğimi anlayacaksınız. Hem artık sizin içinde bir şeyler tamamen şekillenmeye başlayacak.♥️

•••

Göğsümün ortasındaydı o koca mezarlık.

Papatya mezarlığı.

Ölü papatyaların mezarlığı.

Deşilen toprağa uzunlamasına serilen ruhumun üzerine örtülen toprak, sert ve kuruydu. Kirpiklerimin uçlarına birikip yanaklarıma kayamayan her göz yaşı, göz çukurlarıma ilişti ve benim küçük göletlerim taştığı ilk anda, içime akıttı sularını. Ruhumun toprağı çamurlaştı. Yumuşak ve ıslaktı. Ruhum, kendi çamurunda intihara kalkıştı.

Acılı ve sancılıydı.

Zonklayan beynimin duvarlarından kayan taşlar algılarımın tüm oyuklarını tıkarken, donuk bakışlarımın odağı büyük şeridin üzerine iri harflerle yazılmış kelimeydi. Bedenime derin bir soluk aldıran, ruhumun ise soluğunu durduran kelime.

Amatem.

İçimde kelimelerin yüzeylerini kazıyan ve anlamlarını dahi anlamsızlaştıran bir çelişki büyüyor, hasta beynimi tüm sinsiliğiyle dişliyordu. İkna edici her cümle soluklaşıyor ve endişenin sivri dişlerine bulaşan kanım, hoyratlaşıyordu.

Avucumun içine kenetli yüzüklü parmaklara indirdiğim gözlerim titriyor, avucundan avucuma sızan his yaşamın güzelliğini vaat ediyordu. Bakışlarım yüzüne doğru tırmandığında, derisinin keskin kıvrımlarına tutunmuş endişe aşikardı ve kararsızlığımı besliyordu. Aslında, güzeldi. Gözümün önünden asla ayırmak istemeyeceğim kadar güzel ve özeldi.

Efkan Aslan.

Kalbim kalbine koşabilir miydi?

Koyu sarı saçlarının ön tutamlarının sindiği alnı, kaşlarının çatığında muazzam bir incelikle çizgilerini gözlerime sunarken, mavilerinin derinliğine daldım üzerime çevrilen bakışlarıyla. Etli dudaklarının solan pembesi, alt dudağının kenarı usul usul dişlemesiyle tekrar canlanırken, yakaladığı bakışlarım onu gülümsetti.

"Keşke yeşil kaydırakta da öpseydim seni."

Sesi bir çoçuk kadar yaramaz ama masumken, kelimeleri bir o kadar şeytansı ve günaha teşvik ediciydi. Tadının yayıldığı dudaklarım iki yana kıvrılarak aralandı. "Borcun olsun."

Yüzünü en derin çekici gülümsemesi kapladı yalnız mavilerinin içine sinmiş huzursuzluk, harelerinde huysuzlandı. Dudakları düzleşirken iri göğsünü şişiren derin bir nefes alıp, sakince geri saldı. "İyi ol." Diye konuştu. Bir beklenti veyahut istek yoktu sesinin tonunda. Saf, içtenlikti sesinin rengi. "Gerçekten iyi ol."

İyi olmanın nasıl bir şey olduğunu dahi hatırlamayan hastalıklı bir beyin için bu duygu yabancıydı. Tamam denir miydi, denilsede verilen söz tutulur muydu bilinmezdi ama başımı sallamakla yetindim.

Cılız parmaklarımı avucunun içinden çekip alnımı hafifçe kaşıdıktan sonra etrafa bakındım kısacık bir an. Ayaklarım geriye doğru gitmek istiyordu ancak sendeleyip düşmeden bu mümkün değildi. Alnımdaki elimi indirip, parmaklarımı önümde birbirine kenetledim. Efkan'ın mavi bakan gözlerini üzerimde hissettiğim anlarda, "Gidelim mi?" Diye sordu. "Hazırsan eğer."

Yutkundum. Yutkunuşum boğazımda yosunlaşmış taşlardan birini kaynayan midemin içine düşürdüğünde, hissettiğim burkulma küçük bir sancıyla taçlandı. Gitmeye dair gram isteğim yoktu ama dönüş yoluna sapmak benliğimi tırmalamaktan farksız olacaktı. Zihnimi kurcalarken, puslu bakışlarımın önüne bir isim düştü. O an başımı hızla kaldırdım.

"Emre... Emre'yi aramadım hiç." İrileşen gözlerim bir kaç kez kırpıştığında olduğum yerde rahatsızca kıpırdanışım, Efkan'ı da hareketlendirdi. Sık ve kıvrımlı kirpiklerinin altından bana bakarken, elini cebine attı ve telefonunu karın hizama doğru uzattı.

"Burdan arayabilirsin. Numarası vardı." Telefonu ağır hareketlerle alıp rehbere girdim. Boştaki elim boynumun kavisini kavrayarak usul usul kaşırken, telefon çalmaya başladı. Efkan'a arkamı dönerek yanından bir kaç adım uzaklaştığımda, telefonun ucundan Emre'nin sesi duyuldu.

"Buyrun Efkan bey." Sesi düz ve saygılıydı. Boynumdaki küçük noktayı kaşımaya devam ederken, dudaklarımı araladım.

"Emre benim. Tutku."

"Tutku? Sen, sen nerdesin kaç gündür?" Sesini cılız bir öfke kapladı. Öfkenin içine sinen merak, sesinin tellerinden başını uzattı. "3 gündür sana ulaşmaya çalışıyorum. Evde yoksun, telefonun kapalı, işe de gelmiyorsun, aklımdan kaç tane senaryo geçtiğine dair bir fikrin var mı?"

Başımı önüme eğip ayak ucuma değen taşa diktim gözlerimi. "Üzgünüm." Diye konuştum sesli bir solukla. "İyi değildim."

"Şimdi? Hem nerdesin sen?"

"Daha iyiyim sanırım." Derin bir nefes çektim solgun ciğerlerime. Boğazımda ki kaşıntının artması kaşlarımı çatarken, başım dikleşti. "Tedavi göreceğim. Amatem'e geldim, birazdan gireceğim içeriye." Dudaklarımdan çıkan kelimeler huzursuz ruhumu daha belirgin bir rahatsızlıkla kıvrandırdı.

"Efkan'lasın. Ve seni Amatem'e yatırıyor öyle mi?" Sesinde baş gösteren bir şaşkınlık vardı ama olumlu bir duygu sezemedim.

"Bu benim kararım." Dedim silik bir sesle. Doğruluğundan emin olduğum ama cesaretimin nabzını yoklayan kararım.

Emre konuşmak üzereyken, arkadan başka bir ses duyuldu. Küçük bir gürültüden sonra, Çağrı'nın sesini algıladım. Telefonu aldığını, ahizeden yükselen nefes sesinin sertliğinden anlarken, adrenalin saniyeler içinde damarlarıma ilişti.

"Tutku?" Avucumun arasındaki telefonu daha sıkı kavrarken, sessiz kaldım.

"Sakın öyle bir hata yapma!" Sesinden harlanan ateş kulaklarımdan sızıp, beynimin içine sıçradı. İrileşen gözlerim ve açılıp kapanan dudaklarımın arasından adı dökülmek üzereyken, sert sesi dudaklarımı kapattı. "Benimle konuştuğunu belli etme." Tıslaması derinden ve tehditkardı. Panik, kaşıntımın biriktiği kuyularımı azdırıp fokurdatırken soğuk sesi, derimin altında kıvranan kanımın itaatkar hücrelerini ayaklandırdı.

"E-evet." Zihnimin içine, tenime uyuşturucu sızdırdığı bir çok görüntü dolduğunda, dudaklarım tamamen kurudu ve şakaklarımda aşinası olduğum ağrı bıçak gibi kafamın içinde ki ince noktalara saplandı. Korkmaya başladım, korkumu anladı.

"Sakın oraya yatma. Buraya gelmelisin Tutku." Sesinin aniden düşen tonu, daha sakin ve uysaldı. Bütün kemiklerim çatırdayarak kırıldı ve bedenim sancıyla kıvranmaya başladı. Kaşıntı, bedenimin uç noktalarına kadar ulaştı. "Sana verdiğim hapı hatırlıyor musun?" Sesi tehlikeli bir şekilde nazik ve davetkardı. Cümlesi, beynimde ki ölü hücreleri uyardı.

Varlığının ağırlığını iliklerim boyunca hissettiğim Efkan'dan bir kaç adım daha uzaklaştım. Göz ucuyla baktığımda, kaşlarının derin çatığıyla karşılaşınca, önüme geri döndüm.

O hapı, sabahında geçirdiğim panik atağı ve 3 gündür beni perişan eden krizleri elbette hatırlıyordum. Bedenim zihnimden geçenlerle kasılırken, vücudumda hissettiğim cılız titremeler, dilimin etrafını dikenli teller gibi sardı. "Beni cezalandırdığın hap." Sesimden akan buz sarkıtları dilimi yarıp dudaklarımdan dökülürken, ona tüm kıvranışlarıma rağmen net davrandım. "Seninle ko-konuşmak istemiyorum."

"Hadi ama Tutku..." Ses tonu zihnimi deşeledi. Vücudumu saran titremeleri yok sayamadığım anlarda, midem şiddetle kasılmaya devam etti. Beynimdeki damarlar çatlayacakmış ve kendi soluğumda boğulacakmışım gibi hissettiğim anlarda, Çağrı konuşmaya devam etti. "Sende beni cezalandırdın. 3 gündür seni görmüyorum. Hem bak senin için küçük, minik süprizlerim var."

Sesim ruhum kadar sancılıydı. Midemde ki baskı artmaya başladı. Başımı iki yana şiddetle salladım. "Ha-hayır."

Sesli bir nefesin ardından, sesinde ki tüm sakinliği katletti. "Eğer bir saat içinde burda olmazsan, olacaklardan ben sorumlu değilim!"

Elimle sertçe alnımı ovmaya başladığımda, Efkan görüş açıma girdi ve bir kaç adım önümde adımlarını durdurdu. Kaşlarının çatığıyla harmanlanan kısılmış gözleri yüzümü hızlıca taradıktan sonra ifadesi değişti. "Kiminle konuşuyorsun sen?" Sorusuyla parmaklarımın arasında ki telefonu daha sıkı kavradım. Mavi gözlerinde ki şüphe, gözlerimin içine işledi.

Yutkundum. Telefonun ucundan Çağrı'nın sesli nefesi yayıldı kulağıma. Sessiz kalışımla, Efkan telefona doğru uzanırken, Çağrı'nın son cümlesi bedenimi olduğu yere çiviledi.

Transa geçmiş bir beden, geçmişe geçirilen bir sancı ve ruhu burkan çaresizlik.

Telefon parmaklarımın arasından sıyrılırken elim yanıma, boşluğa indi ve baldırımın hırçınlaşan etine ilişti. Açıp kapanan dudaklarım cılız titremeleriyle çeneme eşlik ederken, bakışlarımın odağında ki Efkan, telefonu cebine sıkıştırarak dibime yaklaştı.

"Bir şey oldu?" Dedi, temkininin içine şüphe tohumlandı. Mavi gözlerinde ki şeffaf perdeler iki yana sıyrıldı ve harelerinde ki merak filizlerini saldı. "Hadi, anlat bana."

Tırnaklarım, arasına dolan ete mezar olurken kalıntılarıma tuttum sessiz yasımı. Ona anlatamayacağım o kadar çok sırrım vardı ki; kelimelerin hangi ucunu tutsam kopan harflere ruhum ağıtlar yakardı.

"Bi-bişey yok." Gözlerim, gözlerinin hedefin şaştı ve kelimelerim ıskaladı. "Şu an iyi hissetmiyorum... Gidelim, gidip sonra gelelim."

Sesli nefesi kulaklarımı eşeledi ve ruhumun kuytu köşelerine daldı. Çenemde parmaklarını hissettiğim an, başımı hafifçe kaldırıp tekrar gözlerine bakmamı sağladı. Dudaklarının cansız pembesinde dilini usulca gezdirdikten sonra, yüzünü yüzüme hizaladı.

"Dudakların duymak istediklerimi konuşmuyor."

Elini tutup yavaşca yüzümden indirdim ve silik bedenimi geldiğimiz yöne çevirerek yürümeye başladım. Yerden tavana kadar uzanan büyük bir kitaplığın en üst rafında unutulmuş, eskimeye yüz tutmuş bir kitap gibi hissettim o an kendimi. Üzerim tozla kaplanmış, sayfalarımda o mistik koku ve sararmaya mahkum rengim. Yazılarımın hatırlanmayacak kelimeleri, hiç bir hafızaya yer etmeyecek satırlarım. Göğsümün ortasında kuruması için bırakılmış bir çiçek, belki bir papatya... Hiç yeşermeyecek, hiç kokmayacak ölü bir papatya. Tıpkı kalbim gibi.

Puslu bir karanlıkta, içimi delen korkularımla attığım her adım ruhumu dibe çekerken, bedenim zangır zangır titriyor, beynim korkudan kafatasımın içini deşiyordu. Karanlık ve ıssız sokakta, kulaklarımın içine kendi adımlarımın sesi doluyor ve bu ritmik ses zihnimin içinde yeni savaşlar doğuruyordu. Sık sık geriye dönen başım, göğsümde sıkı sıkıya birleşmiş kollarım ve birbirine dolanan ayaklarımın ürkek telaşı, içimdeki meşalelerin ucunu aleve veriyordu.

Ruhum vicdanımın gölgesinde alev alev yanıyordu.

Yerde boylu boyunca uzanan bedenin kıpırtısız görüntüsü, kırpışıp duran göz kapaklarımın içinden silinmezken boğazıma oturan hıçkırık, karanlık sokakta dudaklarımdan kaçıyor ve uğursuz sesim kendi kulaklarıma doluyordu. Bedenim bir katil olabilir miydi? Ruhum, bir ruhu katletmiş olabilir miydi?

Issız sokakta, sokak lambasının altından geçtiğim anlarda, ayaklarımın beni nereye götürdüğünü tüm bilinçsizliğime rağmen biliyordum. Eğer katil olduysam teslim olmam gerektiğinide biliyordum. Ama ruhumu nereye teslim edeceğimi bilmiyordum. Masum olmadığımı biliyor, vicdanıma bulaşan kanın kokusunu soluyordum.
Ölümün kokusu o adamın derisinden yükselirken yanı başında oluşum, çığlıklarım ve o donuk görüntü gözlerimin perdesinden asla sıyrılmıyordu.

Katil olmak istemiyordum...

Tanıdık sokağa attığım ilk adımda ayaklarımın sendelemesine engel olamayarak duvarın dibine doğru ilerledim zorlukla. Gözlerim Çağrı'nın tanıdık bedenini görmek için sabırsızlanırken, titreyen bedenimi onun gövdesine iliştirmek ve hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum. Duvarın dibine sindiğimde, ıslak bakışlarım sık sık kulübün kapısını yokluyordu ve canım boğazımda atıyordu. Korkuyordum ve bu korkunun bir an önce dinmesini istiyordum. Göğsümü sıkı sıkıya saran kollarımı gevşetip, ellerimle ıslak yüzümü hızlıca sıvazladım. Bulanık bakışlarım sık sık kapıya dönüyordu ama Çağrı hâlâ ortalıkta görünmüyordu.

Ansızın sırtımda hissettiğim el ile yüreğim ağzıma gelirken, olduğum yerde sıçradım panikle. Başım hızla geriye dönerken, karşımda duran adama korkuyla açılmış iri gözlerimi çevirdim. Korkuttuğunu anlayan genç adam ellerini göğsünün hizasında iki yana kaldırırken bana başını hafifçe eğerek baktı ve konuştu.

"Korkma... Beni Çağrı gönderdi. İyi misin?"

Mümkünmüş gibi daha çok korktum o an, gözlerim daha fazla irileşti ve yüzümde korkunun saf tohumları yeşerirken, dudaklarım titredi. "Çağrı nerde? O, o neden gelmedi, bişey mi oldu ona?"

Kalbimin ateşte kavrulduğunu hissettim. Ona bir şey olmasına dayanamazdım. Ona benim yüzümden zarar gelmesine ise asla dayanamazdım. Bedenim, ruhuma yüklenen güçlü duygularla şiddetlice sarsılırken, dizlerimin uyuştuğunu ve bacaklarımın bedenimi taşımakta güçlük çektiğini hissediyordum.

Genç adam başını iki yana hızlıca salladı ve elini bana doğru uzatarak, panikle havada savrulan kolumu yakalayarak duvarın dibine biraz daha çekti. Kulüp görüş açımdan tümüyle çıkarken, genç adam etrafa hızlıca baktı ve ardından siyah bakışlarını yüzüme çevirdi. "Hayır o iyi. O adama bakmaya gitti... Kendi evine. Benide seni götürmem için yolladı."

Acıyla yutkundum. Sırtım duvarın sert yüzeyine yaslanırken, bedenimi güçlükle ayakta tutuyordum. İnanılmaz sancılar etime dalga dalga vuruyor, bedenimi alaşağı ediyordu. Dudaklarımdan çaresiz bir inilti döküldü. "Hepsi benim suçum."

Genç adam sesli bir nefes salıp tekrar etrafına bakındı. Ardından tam karşıma geçip sıkıntılı bakışlarını yüzümde gezdirdi. "Çok gerginsin. Biraz toparlan."

Yabancı adama hayretle baktım. Ellerimi iki yanıma boşluğa düşürürken, yanaklarım ıslanmaya dudaklarım titremeye devam etti. Boğazımda büyük bir taş vardı sanki acıyla sarmanlanmış. "Belki de katil oldum!" Kelimeler boğazımdan sıyrılırken, genzim tahrişinden yandı. "Nasıl sakin olayım?!"

Genç adam elini ensesine attı ve bakışlarını tekrar tekrar çevrede gezdirip, bıkkınca bana baktı kısa bir süre. "Bir şeyler vereyim mi? Çağrı gelene kadar?"

Afalladım. Gözlerim önce irileşti, sonra hafifçe kısıldı. Neyden bahsettiğini henüz idrak ederken, bir kez daha iç çektim. Kararsızlığım boğazıma yapıştı. "Çağrı kızar." Diye konuştuğumda, ağzımın içinde gevelenen laf bile sancılandı. Çağrı, buna çok ama çok kızardı. Beynimin kıvranışları, beni olduğum yerde sarsmaya devam ederken esmer adamın siyah bakışları tekinsizce parladı.

"Çağrı gelene kadar kendine gelirsin. Bak, çok gerginsin ve bu halde başını daha çok belaya sokarsın. Biraz sakinleşmen lazım."

Yanımda kıvılcım çaksa alev alacak kadar gergindim ve korkuyordum ama kararsızlığım başımı daha çok döndürüyordu. Daha önce bir iki kez hafif bir şeyler kullanmış olmanın bilinci, bilinçsiz yanımı kamçılıyordu. Hâlâ titreyen bedenim, bu teklifle kanımı bile titretmeye başladığında, karanlık sokakta duvara biraz daha sindim. Genç adam cebini kurcalayıp, ardından parmaklarının arasına iliştirdiği küçük şeffaf poşeti karın hizama doğru uzattı.

"Al hadi. Çağrı anlamaz. Hem bir kereden bişey olmaz. Yatıştırıcı bu."

Hızla yüzümü sıvazladım. Ardından tüm kararsızlığımı bir kenara itip, tüm yoğunluğuyla hissettiğim acımasız duyguları bastırmak istedim... Sadece Çağrı gelene kadar... Bir katil olup, olmadığımı öğrenene kadar.

Küçük hapı dudaklarımın arasına aldım ve dilimin üzerine yuvalamasına izin vermeden, boğazıma yuvarladım. Başımı geriye kollarımı iki yanıma salarken içinde çırpındığım bu kaostan sıyrılmak için can attım. Canımın, canımdan gideceğini bilmeden...

Geçmişin dikenli çitlerinden atlamak, uçsuz bucaksız bir vadiyi aşmaya çalışmaktan farksızdı. O tanıdık sokakta, duvarın dibinde soluklanmak için duran bedenim sızım sızım sızlıyordu ve ben beni daha beter hale getiren o illet için şu an şuurumu yitiriyordum. Her şey bir şeridin kopan parçasından sızarak zihnimin kirli sularına saçılırken, ruhumun ırmaklarına akan yine benim kanımdı.
Çağrı son cümlesiyle, ayaklarımın altında ki sandalyeyi itmiş beni soluksuz ve cansız bırakmıştı.

Yaşamı arzulayan ve kısacık bir an bile olsa her şeyi bir kenara bırakıp iyileşmeyi umut eden tüm hücrelerime acıyarak bakıyordum. Geçmişimi unutuşum, Çağrı'nın içindeki o canavarın nasıl gaddar olduğunu, sessizlik yeminini bozarak yüzüme bir tokat gibi savurmuştu.

"Benim güzel katilim..."

Telefonu kapatmadan önce söylediği son cümle zihnimin duvarlarına şiddetle çarparken, soluklanmak için durduğum duvarın dibi daha çok kesiyordu soluğumu. Ellerimi yasladığım duvardan destek alıp kendimi öne doğru ittim ve tanıdık sokağa adımladım içim acıya acıya.

Efkan'ı kandırmış olmanın ağır suçluluğu altında kalbim ezilirken, ondan kaçıp buraya geldiğimi öğrendiği an yaşayacağı hayal kırıklığını düşünmek dahi istemiyordum. Bütün vücudum, bedenimden öte ruhum, derimin altında ki kanım ve tıka basa acıyı yaşayan beynimin bile ötesine geçen bir sancı vardı kaburgalarımın arasında. Bana güvenmek istemişti, hatta belki güvenmişti ama arkasını döndüğü ilk an kaymıştım avuçlarından.

Gök, üzerime çökmüştü sanki. Kısacık sürede ona bu kadar alışmışken, ondan yalanla gitmek zorunda kalmak tekrar tekrar içimi yakarken MorClup'ın kapısından içeriye girdim. Tanıdık acıları ve kirli bir geçmişi sığdırdığım duvarların yanından geçtim. Gündüz saatleri olduğu için boş olan mekanın içinden sıyrıldım ve merdivenlere cansız adımlarla tırmandım. Her adımımda kalbim ayaklarımın altında ezilirken, yarı aralık kapının önüne kadar ulaştım.

Bir an sonra ruhsuz ayak seslerime gür ayak sesleri karıştı ve yarı aralık kapı tamamen aralanarak, içeriden Çağrı'nın görüntüsünü sızdırdı. İri bedenini kapının eşiğine dikerken, son bir kaç adım kaldı aramızda. Uzun boyunun karanlık gölgesi cılız bedenimin üzerine düşerken, kahverengi gözleri tüm parlaklığıyla gezindi yüzümde. Dudakları iki yana usulca kıvrılırken, iri ellerini lacivert kumaş pantolonunun ceplerine koydu ve varlığımın memnuniyetinde, bedenimi baştan aşağı süzmeye devam etti.

"Hoşgeldin." Diye konuştu. Yüzündeki tehlikeli parıltılar, içimde sönmek üzere olan bütün kin ateşlerini çember içine alıp harladı.

Ruhum, ruhuna sarıldı diye öldürmüştü beni. Ruhum, ruhunun katili olmalıydı. Bilmeden, bana amacımı tekrar hatırlattı. İtaatkar bir tavırla ruhsuz bakışlarımı yere indirerek başımı önüme eğdim.

Ona doğru bir adım attım.

Bir adım daha.

Ta ki, Efkan'ın yeri göğü inleten gürlemesi, kulaklarımdan önce ruhumu yarana kadar.

"Tutku!"


Bölüm Sonu... Oy ve yorumlarınızı bekliyor olacağım...😍

•Efkan yanına komaaaaz... djkxkdkx

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top