•Kaçışın İlmekleri•

•Ali Atay-Yalan💔

İçi boş bir mezara bakar gibi bakıyorlardı bana. Hayatıma giren herkesi bu yanılttı. Baksalardı eğer, gerçekten baksalardı... Göreceklerdi cesedimi ruhumun taşıdığını.

Ölüydüm. Öldürülmüştüm. Üstelik kelimelerle. Cesedimi kucaklayan ruhumun yüzünde acı vardı. Saf bir acı. Gözleri boşluğa dalmıştı... Kollarında bedenim. Hayır cesedim.

"Tutku."

Adımı duyduğumda durdum. Kimdim ben? Tutku. Bir soyadım bile yoktu benim.

Bir an sonra kollarıma dolanan elleri hissettim.

"Tutku dur ne bu halin! Noldu sana böyle, ne bu halin! Efkan mı? Efkan'la mı kavga ettiniz?"

"İdil," Dedim başımı kaldırarak. "Bana bişey sorma." Kollarımı ellerinden çekmeye çalıştığımda, daha güçlü doladı parmaklarını.

"Nasıl sormayayım acaba? Halinden haberin var mı senin?" Bedenimi çekiştirmeye başladı. "Yürü bana geçelim, çok kötü gözüküyosun!"

Sesinde dehşete tanık olmuşcasına bir ton vardı. Kollarımı tekrar ellerinden kurtarmaya çalıştım.

"İdil, bırak beni gitmem lazım."

"Tutku kes saçmalamayı. Hayatta bırakmam seni bu halde. Hem nereye gitmen lazım noluyor?" Dedi gözlerime bakmaya çalışarak.

"Gitmem lazım." Diye soludum bir kez daha.

"Tamam. Söz veriyorum bırakacağım seni ama önce gel bana gidelim. Bi elini yüzünü yıkayalım hadi güzelim gel."

İdil koluma girip beni evine doğru götürürken, yanaklarıma tek tek inen sıcaklığın boynuma doğru usulca soğumasını hissediyordum.

Efkan'ın iki iri buz sarkıtını andıran bakışları zihnimi asla terk etmezken, onu kazanmadan kaybetmenin acısını yaşıyordum. Göğsümün ortasında derin bir yangın vardı. Ne zaman sönmeye başlasa kendiliğinden harlanan sürekli yanan bir ateş. Beni kavuran bir yangın.

Hiçbir kelime dökemeyen dilimi ısırdım. Nasılda tükenmişti kelimelerim karşısında, nasıl büyük bir utançtı bu taşıdığım... Kaldıramıyordum. Hiçbir şey söylemeden gidişim, ondan bir kez daha gidişim söylenecek hiçbir şeyin hiçbir anlama gelmeyecek olduğunu bilmemdendi.

Biliyordum. Burdan dönüş yoktu.

Benim kapkaranlık dünyama tezat olarak rengarenk olarak döşenmiş evin içine girdiğimizde, bir kez daha irkildim. Olduğum her yere öyle aykırıydım ki. Bu aykırılık bile beni acıtmaya yetiyordu.

İdil'in yönlendirmesiyle üçlü mor koltuğa oturdum. Yerler açık renk parkelerle döşenmiş, mor koltukların ortasına beyaz bir halı serilmişti. Kocaman bir televizyon ünitesi, pahalı olduğu belli olan tablolar, biblolar ve dahası süs eşyalarıyla doluydu salonun dört bir yanı. Koltuklara uyumlu perdelerin önüne altı kişilik beyaz bir masa koyulmuş, üzeri yine aynı süs ıvır zıvırlarıyla doldurulmuştu.

Gözlerim telefonunu kulağına tutan İdil'e kaydı.

"Kimi arıyorsun?" Dedim kaşlarım çatılırken.

"Efkan'ı?"

"Hayır arama sakın arama." Diyerek ayaklandım. Ani kalkışımla, ayaklarımın altında derin bir sızlama belirdi ve acım yüzüme yansıyarak, dudaklarımdan küçük bir inilti kaçtı.

"Ta-tamam sakin ol." Dedi telaşlanarak. "Aramıyorum bak bıraktım telefonu." Telefonu karşımdaki koltuğun üzerine bıraktı.

Ona güvenip güvenemeyeceğimi bilmiyordum. Yüzümü ifadesizleştirmek için çabaladım ama ayaklarımın altındaki sızılar artık yok sayamayacağım bir boyuta ulaşmıştı. "Benim gitmem lazım." Dedim tekrar kapıya yönelerek.

"İyide kuzum nereye? Gerçekten hiç iyi görünmüyorsun. Ayakkabıların nerde senin, ayakların mahvolmuş." Dedi İdil bir kez daha kolumdan tutup beni koltuğa çekerken.

Nereye gideceğimi bile bilmiyordum... Nasıl gideceğimi... Öyle bir çaresizlikti bu, kendimi tutamayarak başımı önüme eğdim. Düğüm düğüm olan boğazımdan, boğuk bir ses döküldü. "Ben her şeyi mahvettim."

İdil yüzüme düşen saçlarımı geriye iterken, kolunu omuzuma sarıp beni kendine çekti. "Tamam, tamam sakin ol." Kendimi tutamadığım anlarda, ağlamam içimden gelen değil, içimden taşandı.

İdil sakin bir tonla konuştu. "Gel bi duş al hadi."

Onunda desteğiyle ayağa kalktığımda, "Yardım etmemi ister misin?" Diye konuştu.

İstediğim sadece içimden taşanı onun gözünün önünde daha fazla yaşamamaktı. "Hayır."

Banyoya geldiğimizde araladığı kapıdan girdim.

"Tamam sen al duşunu, şurdaki havlu temiz. Ben sana giyecek bir şeyler ayarlıyım."

Onu başımla belli belirsiz onayladığımda, banyodan çıktı ve kapıyı kapattı. Bütün kirimi atmak, üzerimden bütün ağırlığımı sıyırmak istercesine soyundum. Engel olamadığım gözyaşları, göz kapaklarımı ağırlaştırırken küvetin içine girdim ve suyu açtım. En soğuğa ayarladığım su, beni şiddetli bir girdabın içine girmekten kurtarabilecek tek şeydi. Olası bir krizin kıyılarında sürünen ayaklarımdan başlayarak, dişlerim birbirini dövercesine titreyene kadar buz gibi suyun altında yıkandım.

Efkan'ın bakışları kadar değildi bu soğukluk. Etimi döven bu soğuk, onun bakışları kadar acıtmıyordu.

Beyaz bornozu vücuduma sararak banyodan çıktım. Burası İdil'in odası olmalıydı. Kırmızı nevresimli çift kişilikli yatağın üzerine bırakılmış kıyafetlere uzandım. Etiketi üzerinde olan siyah iç çamaşırlarını giydim. Ardından hayatım boyunca üzerime hiç sokmadığım ama İdil'in üzerinde hep gördüğüm salaş elbiselerden birinide üzerime geçirdim. Küçük mavi çiçekleri olan beyaz bir elbiseydi. Dizlerimin biraz altına gelen salaş etekleri ve gövdemi saran kalıbıyla kendimi bir fanusun içine sıkıştırılmış süs balığı gibi hissettim.

Elbisenin ince askılarını düzelttikten sonra, mavi sandaletleride ayağıma geçirdim. Ayaklarımın altı biraz daha sızlarken, fiziksel acıyı yoksayabileceğim kadar ruhsal acıların içindeydim. Zihnim karmaşıklığında gitgide hafifleyen ayaklarımın altındaki sızılarla salona girdim.

"Daha iyi misin?" Dedi İdil oturduğu koltukta köşeye kayarak bana yer açarken.

"Evet." Dedim yanına oturup. Halbuki içimde göz gözü görmüyordu karanlıktan.

"Anlatmak ister misin?"

"Hayır."

"Yardım edebileceğim bişey var mı?"

"Yok."

"Çağrı mı, Efkan mı?" Dediğinde başımı kaldırdım.

"İkiside değil." Bendim. Benim hatalarımdı beni bu hale getiren.

"Hadi artık anlat bana."

"Sana güvenebilir miyim?" Dedim sonunda biraz da pes ederek.

"Bana zaten güveniyorsun." Dedi tek kaşını kaldırarak.

Haksızda sayılmazdı. İsteseydim ilk karşılaştığımız anda çekip gidebilirdim. Kalbini dilediğim şekilde kırabilirdim. Ama öylesine dolmuştum ki, artık kendi içimde patlaklar vermekten alıkoyamıyordum kendimi. Derin bir nefes aldım ve o bana merakla bakarken bütün olan biteni tek tek anlattım.

Anlattıklarımla renkten renge giren İdil çıldırırsasına sıçradı yerinden.

"Allah'ın belası pislik! Şerefsiz, haysiyetsiz bu adam! 26 yıldır az çok her türlü pisliği gördüm, çok iğrençliğe şahit oldum ama bu adam başka. Bu bildiğin kötülüğün ete kemiğe bürünmüş hali! Bunu nasıl yapabilir ya? Bir insan bunu nasıl yapabilir?"

"Bu kadar ileriye gidebileceğini ben bile düşünemezdim." Dedim başımı iki yana sallayarak. Her şeyi videoya çekmesine değildi şaşkınlığım ama bunu Efkan'a gönderecek kadar kendinden nasıl taviz vermişti anlayamıyordum. Hastalıklı kıskançlığını bildiğimdendi şaşkınlığım.

"Senin o kadar ileriye gidebileceğinide ben düşünemezdim." Dedi İdil kaşlarını kaldırarak. Çağrı'yla yakınlaşmış olmamı kast eden bakışlarını görmezden geldim.

"Kurtulmak istedim ondan. Gerçekten kurtulmak istedim. Dokunduğu yeri çürütüyor, gözünün değdiği yer küf pas içinde kalıyor onun."

İdil tekrar yanıma oturdu. "Bir şeyler döndüğüne emindik zaten. Ama neden bizden yardım istemedin? Belki başka bir çözüm yolu bulurduk."

"Bu benim meselemdi."

"Aklım almıyor." Dedi iç çekerek.

"Benim aklım aldı işte. Gözüm yedi. Biraz tiksintiye boyun eğerim sandım. Bana olan zaafını kullandım günlerce. Tek istediğim bana yaşattıklarının cezasını çekmesiydi. Hayatımdan kökünü kazımak istedim." Düşündükçe bütün vücudumun diken diken olduğunu hissediyordum.

"Ama hayatın pahasınada olsa, onun olmayı kaldıramadın."

Başımı hafifçe salladım. "Evet. Anlatamıyorum da. Öyle bir tiksintiydiki bana dokunması. Eskiye dair ara sıra anımsadığım güzel anıları bile sildi zihnim yemin ederim. Öyle bir tiksintiydi."

"Birde her şeyi kayıt altına almış şerefsiz."

"Bana tam olarak güvenmediğini biliyordum ama bunu yapabileceğini düşünemedim." Dedim oturduğum koltukta iyice küçülerek. Bu utançtan daha fazlasını ömrüm boyunca bir daha yaşamayacağıma emindim. Öyle büyüktüki hissettiğim utanç. Öldürdüğü yerden tekrar tekrar diriltiyor, sonra yine kesiyordu nefesimi.

"Adam sana neler neler yapmış... Şaşırmıyorum ama kabullenemiyorumda." Diye konuştu hâlâ süren öfkesini belirtmekten çekinmezken. "Peki nasıl kaçtın?"

"Yüksek doz uyuşturucu vardı elinde. Birde o cinayete dair görüntüler. Kaçtım işte, elime ne geçtiyse fırlattım üstüne gözüm döndü. Zaten her şeyi tetikleyen, en son kriz geçirdiğimde bana damardan eroin vermesi olmuştu. Beynimde bir baskı vardı, o hissi unutamıyorum. O gün karar vermiştim onu hayatımdan kazıyarak çıkarmaya. Ondan kurtulmayı o kadar çok istedim ki, bedenimi kullanmak bile gözümü korkutmamıştı."

"İşin özü son duruma bakarsak, sen onu zaafından vurdun. Oda seni zaafından vurdu."

"Efkan benim zaafım değil." Dedim başımı iki yana sallayarak. Maruz kaldığım hastalıklı sevgi hayatımı öylesine mahvetmiştiki, bir başkasını sevmem mümkünken, çok sevmem bile mümkün değildi. Çok kelimesi bile ürpertirdi artık beni.

"Hangi sıfatı yüklediğinin bir önemi yok. O sana iki seçenek sundu, sen kaçtın. O da üçüncü bir seçenek olarak, hamlesini Efkan'dan yana kullandı."

"Biliyordu çünkü. Efkan'a geleceğimi biliyordu." Dedim onu onaylayarak.

"Seni burdada bulabilirdi ve öldürebilirdi. Ama belliki önce bütün yollarını tıkamak istedi."

"Tıkamak mı? Bildiğin yaktı yıktı."

İdil başını sallarken, yüzüne hüzün düştü. "Efkan çok kötü olmuştur. Emindi bir şeyler döndüğünden ama günlerdir bekledi. Sen gel diye bekledi. Seni onun elinden ne zaman kendi çekip alsa, geri onun yanında buluyordu çünkü. Bu yüzdendi suskunluğu ve sessizliği günlerdir."

Aklıma attığı mesajı geldi. Her arkamı döndüğümde, seni onun yanında bulmaktan yoruldum.

"Bende hep ona gitmeyi istedim. Çağrı'dan kurtulup ona gitmeyi istedim. Belki kabul etmezdi kirlenen bedenimi ama yinede ruhumu ona tertemiz götürmek istedim."

"Onun yerinde kim olsa bu tepkiyi verirdi. Onuda anlamak lazım." Dedi İdil dudaklarını birbirine bastırırken.

"Anlıyorum zaten."

"Çok ileri gitmiş miydiniz?" Diye gözlerini hafifçe kısarak.

"Ne?"

"Çağrı'yla diyorum." Dedi sesini alçaltarak. "Ne kadarı vardı videoda?"

"Son noktaya kadar..." Dedim gözlerimi kaçırırken. "Durmasını söylediğim ve patladığım ana kadardı videoda. Yani devamı varmış gibi yansıtmış tabi. Zaten devamı olmasa nolur? O noktaya kadar olanlarda yutulacak türden değil."

"Efkan bir delilik yapmasa bari." Diye konuştu şüpheyle.

"Sanmıyorum."

"Bence durmayacak. İntikam işlerinde çok bezi olduğu söylenemez ama..."

Hiç aklımda olmayan bir ihtimaldi bu ama yinede dudaklarımdan bir şeyler sıyrıldı. "Zamanında Çağrı'nın mekanını ihbar etmişti.

"Evet." Demesiyle kaşlarım havalandı.

"Sen biliyor musun?"

"Neyi?"

"Çağrı'yla, Efkan'ın arasında ne geçtiğini."

"Yani çok bir şey bildiğim söylenemez ama Suna bir şeyler anlatmıştı." Diye mırıldandı.

Ona beklentiyle baktığımı görüncede sırtını koltuğa yaslayıp bedenini dikleştirdi.

"Çağrı'yla Efkan'ı, Suna'nın anlattığı kadar biliyorum aslında. Eskiden çok iyilermiş, iş ortaklığından tut aynı evde yaşamaya kadar. Çağrı'nın uyuşturucu ayaklarını hiç onaylamamış Efkan ama pek dişe dokunur bir şeyde yapmamış işin özünde. Bir kopukluk girmiş aralarına o dönemlerde, Efkan'da basmış Amerika'ya gitmiş. Diğer yandan aile tarafıda baya köklü, zengin insanlar. Babasının Lojistik firması var diye biliyorum. Yurt dışı ayağı birazda ordan Efkan'ın. Neyse en son Türkiye ye dönüşünde, Çağrı'nın malı mekana kadar soktuğunu falan öğrenmiş Efkan. Zaten içi razı değilmiş ya baştan beri, oda son nokta olmuş. Önce evi ayırmış, ardından ortaklığı bitirmiş. En sonda işte, ihbar etmiş MorClup'da uyuşturucu satıldığını."

Baskının olduğu güne dair görüntüler aklıma çığ gibi düştü. "Anladım... Çoğu parça birleşti zaten kafamda."

İdil gözlerini hafifçe kıstı. "Benim anlamadığım, senin olaya nasıl dahil olduğun. Yani kendi aralarında çektikleri bu silahların yönü sana nasıl döndü?"

Burukça gülümsedim. "Bende olaya tam o baskında dahil oldum işte."

"Nasıl yani?"

"En başından beri bir yeminim var benim. Hep dedim... Onun elinden gelenle, kendi ellerimle diye. Çağrı bana uyuşturucuyu sadece hafta sonları verirdi. O gece, yani Efkan'ın Türkiye'ye geldiği günden bir önceki gece... Morclup'da bir müşteriyle tartışmıştım, Çağrı'da sinirlendi ve bana uyuşturucu vermeyeceğini söyledi. Bende delirdim tabi, zaten krizin eşiğindeydim, ileri geri konuştum hepten delirttim onu. Bedenimi koydum bir nevi ortaya tartışma esnasında. Gider başka yerden bulurum falan filan. Oda çıldırdı tabi, onun evine gitmemi söyledi. Karşılığındada eroini damardan almama izin vereceğini... Zaten yemin etmişim ya aylardır yerleşmiş kafama, kabul ettim. Kazanacaktım güvenini, ondan eroin ala ala biriktirip en son ona basacaktım yüksek dozu ve mutlu son."

İdil'in iri gözleri biraz daha irileşti. "Öldürecek miydin onu?"

"Bir bağımlıya çevirip, sonrada hapse tıktırmaktı hedefim. Sonra da intihar ederdim muhtemelen. Hakettiğim şekilde bir ölüm olurdu." Dedim burukça gülümsemeye devam ederken.

İdil elini havada savuşturdu. "Deme öyle ölüm falan. Ee sonra?"

"İntikamım uğruna kendimi ortaya koymama rağmen bana dokunmadı. Verdiği dersle kaldım öyle. Ama gerçekten nasıl aşağılayacı olduğunu bilsen... Sakın bilme... Yine kendi gramına kadar ayarladığı tozu verdi sadece. Damardan vermedi tabii. Sonrası yok zaten. Uyandığımda Efkan ve Suna'yla karşılaşmıştım. Üstümde saten gecelik, yüzüm gözüm ne halde kim bilir. Efkan fahişe olduğumu düşünmüştü hatta. Böyle açık açık fahişeler beni ilgilendirmez demişti yüzüme."

"Her şeyin göründüğü gibi olmadığının bir kanıtı daha. Tıpkı videodaki gibi." Dedi İdil.

"Öyle. İlk karşılaştığımızda hakkımda ne düşündüyse, yine aynısı düşündü. Ama bu kez haksız değil, işin içine kanıtlarda girdi."

"Tamam düşünme şimdi orayı..." Dedi İdil kolumu hafifçe sıvazlayarak.

"Sonra o baskın işte. O gece Efkan'la yukarki katta kullanılmayan bir bölme var, orda sigara içiyorduk. Baskın olunca apar topar kaçıp bana gitmiştik. Anahtar mekanda kaldığı için kapıda kalınca, mecbur çilingir çağırdık onu bekliyorduk. O gün, yine durmadım tabii. Çağrı'nın geldiğini görünce, Efkan'a yaklaştım. Çağrı'nın canını yakmak istedim. Aklım sıra bir oyun oynadım. Ama..."

"Ama?"

"Çağrı'yla Efkan'ın hali hazırda kırılma noktalarında olduklarını bilemezdim. Efkan ta o gece söylemişti ihbar edenin kendisi olduğunu zaten. Tartışmışlardı. Üzerine benim oyunda eklenince, işler saçma sapan bir hal aldı. Hemen o gece vazgeçtim ki, Efkan'da anlamıştı zaten niyetimi."

"Resmen pimi yanlış zamanda çekmişsin."

"Garip olan şu ki, o pimini çektiğim bombada benim elimde patladı. Tarifi güç bir çekim vardı aramızda, böyle karşı konulamaz bir duygu, his ne denirse. Aşk, sevgi gibi kavramlardan bahsetmiyorum. Tamamen tensel çekimdi ama öylesine güçlüydü ki, kapıldım. Arkadaş değildik, sevgili hiç değildik. Bir yanda Çağrı faktörü, diğer yanda kendiliğinden gelişen o yakınlaşmalarımız..."

İdil hülyalı bakışlar atarak geriye yaslandı. "Ah o tensel çekim... Her insana rastlamaz işte o. Bilirim. Ama bişey diyim mi?" Dedi iç çekerek. "Sizin, size fırsatınız olmamış."

Öyle doğruyduki kurduğu cümle, gülümsemekten alıkoyamadım kendimi.
"Haklısın. Başka bir zamanda, belki başka şartlarda tanışsaydık eğer her şey o kadar farklı olabilirdiki..."

"Hiçbir şey için geç değil." Dedi gülümseyerek.

İrkildim birden. Gülüşüm hızla silindi. "Yapma İdil. Bana umut verme. Burdan dönüş yok."

"Ne yapacaksın peki? Kaçacak mısın yine?"

Gözlerim boşluğu yokladı. "Kaçacağım. Bu kez gerçekten ama. Kalıp savaşacak mecalim yok benim. Yeterince kan ter gözyaşı döktüm. Kalırsam zaten öldürecek beni. Gideceğim yerde bulamaz. Elindekileride polise vercek kadar kararırsa gözü, o zamanda en azından polis gelir bulur beni. Hapise girmeye bile razıyım."

"Vercek olsa çoktan verirdi. Kendi başıda yanar, senin susmayacağını çok iyi biliyor."

"Evet."

"Peki nereye gideceksin?"

Oturduğum koltukta rahatsızca kıpırdandım. "Kızma ama bilmesen daha iyi. Kırılma ama olur mu? Bu benim son şansım."

İdil dudaklarını birbirine bastırarak burukça gülümsedi. "Madem öyle, ne diyeyim. Kaç ama daha çok saplanmayacaksan kaç." Dedi dostça bir sesle.

"Bilmiyorum. Ama elimden gelenin fazlasını yapacağım."

İri gözlerini masum masum dahada irileştirdi. "Beni ararsın dimi? Unutmazsın dimi?"

Ona sarılmak istedim. Ama kollarım gitmedi. "Unutmam. Ararım. Yaz bir kağıda numaranı."

"Bir gün tekrar karşılaşırız belki." Dediğinde gözleri dolu dolu olmuştu.

"Belki."

Kollarımı ona sardım.

Bölüm Sonu...

•Galiba son 1-2 bölüm kaldı...

•Aklınıza takılan bir şey varsa lütfen söyleyin. Belki benim göremediğim, atladığım bir açık vardır. Aklımızda kalmasın.💕

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top