•Gizlenen Utanç•
Bu bölümde çok ama çok özel misafirlerimiz var... oliveandturtle ile birlikte hazırladığımız ortak bir çalışmayla size güzel bir süpriz hazırladık ve onun YOL adlı hikayesinden karakterleri MorClup'a geldi. Kızlar sakince okuyun çünkü okuyan bilir, misafirimiz fazla çekicidir.😏 Okumayan bilmeyen varsa, gidip yerinde yakından tanıyabilir. İnşallah bir gün Arda'cığımı da misafir ederim diyorum ve sizi bölümle baş başa bırakıyorum. Amin diyin ayoll😂😂😂 Arda önemli.
•••
Bir kabusun içine sıkışıp kalmış ruhumun ayakları derin bir bataklığın içine doğru çekilirken, yüzümde kabusun izlerine tezat gülümseme, gözlerimin içine tutunan yaşlar vardı. Sırtımın kalınlaşmış derisine ardı ardına indirilen bakışların kasvetli ağırlığı, derimi kaşındırırken, gururun sıyırdığı dilim dişlerimin eziyetinde eziliyordu.
Ağırlaşan bedenimi zorlukla masaya doğru tekrar çevirdiğimde, Çağrı'nın öfkeyle kasılmış yüzü, parçalanan damarlarımdaki kanı göğüs kafesimin boşluğuna doldurdu.
Şaşkınlığın sıyırdığı yüzüm, yüzünün keskin hatlarına tutundu. Gözlerinin odağı sarışın kadındı. Çağrı, tonu biraz daha artan öfkeyle tekrar konuştu. "Sana özür dile dedim."
Sarışın kadın şaşkındı. En az benim kadar. Yüzünü saran şaşkınlık yerini öfkeye bırakırken, Efkan'a yöneltti bakışlarını. Efkan bedenini hafifçe çekerken, uzanıp masanın üzerinden biraz önce bıraktığım içki bardağını aldı. Tekrar koltuğa yaslandığı sırada sarışın kadın öfkeyle konuştu. "Bir şey demeyecek misin?"
Ben olan biteni şaşkınlıkla izlerken, Efkan sadece omuz silkti. Ardından gözleriyle Çağrı'yı işaret edip akıcı bir ses tonuyla konuştu. "O ne diyorsa o."
Gözlerim biraz daha aralanırken, derimin yüzeyine batan harfler kanımı huylandırdı. Çağrı ilk kez beni mi koruyordu yani? Ve Efkan, sabah ki sözlerinden sonra bana mı hak veriyordu şimdi? Uysallık dişlerini etimden çekerken, ezilen dilimden ucu eğrilmiş kelimeler döküldü. "Gereksiz, boş laflar bunlar." Masadaki tüm gözlerin üzerime çevrildiğini hissederken devam ettim. "Kimsenin korumasına, kimsenin de özrüne ihtiyacım yok."
Çağrı'nın yüzü öfkeyle kasılmaya devam ederken, arkama döneceğim sırada gözlerimin odağına giren mavilerde şaşkınlık vardı. Bedenim tamamen masadan ayrılırken, adımlarım sıklaştı ve yönümü bar tezgahına doğru çevirip hızlandım.
Kaç aydır diliyle ezip, bakışlarıyla döven Çağrı'yı onca zaman direttiğim hak savaşında ilk kez yanımda görmek hücrelerime kadar afallatmıştı. Bunun zihnimde inkarı yoktu ama delik deşik ettiği ruhum, heybetinin gölgesini artık üzerinde istemiyordu. Kendi zırhımı ellerimle ilmek ilmek işlemiş, kendi topraklarımın sınırlarını tırnaklarımla kazmıştım. Kimsenin acımasına ihtiyacım yoktu.
Bar tezgahına ulaştığımda, üzerime dönen mavi gözlere baktım. Emre kıvırcık saçlarını eliyle karıştırırken, yanıma yaklaşıp meraklı bir sesle konuştu. "Yine yüzüne balyoz inmiş bakıyorum."
Dirseğimi tezgaha yaslarken, elimle şakağımı hafifçe ovaladım. Başımın içini kemiren ince ağrılar, şiddetle gelecek olan ağrının temsilcisiydi. Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatırken soğuk bir sesle konuştum. "O balyoz birilerinin bir yerlerine inecek." Emre hafifçe kaşlarını kaldırdı. "Boşver, bi bardak su versene."
Hafifçe başını salladığında, artık Emre'nin de bana alıştığını görebiliyordum. En azından burada iki lafı bir araya getirip rahatça konuşabildiğim bir tek o vardı ve beni her zaman anlıyor olması, gereksiz açıklama yapma gereksinimi hissettirmiyordu. Kısa bir süre içinde bardağı bana doğru uzatırken, yüzünde oluşan merak, endişenin kalıntılarıydı. Bardağı kavrayıp dudaklarıma iliştirdiğimde konuştu.
"Haftanın ilk günü, bırak bulaşma kimseye. Denilene aldırma. Olan sana oluyor.."
Soğuk su kuruyan boğazımı ıslatırken, etimin altında kuruyan damarlarımın meçhul sonu içimi burkuyordu. Hissettiğim susuzluk hissi yalın bir şekilde kendini belli ederken, ilk kez bu kadar çabuk ihtiyaç duyduğum zehri, tüm uzuvlarım boyunca arzuluyordum. Bu beni ürkütüyordu.
Cevapsız bıraktığım Emre'nin uyaran bakışlarına karşılık gözlerimi hafifçe kısarak, boş bardağı ona doğru uzattım.
"Çok konuşuyosun." Emre bardağı alırken, gözlerini hafifçe kıstı. Direteceğini bildiğim için, onu başıma sarmamak adına daha ılımlı bir kaç kelime seçtim. "Deneyeceğim. Çek şu mavişlerini üzerimden." Emre gülümsedi. Ben gülümseyemedim, dudaklarım sanki kıvrılmamak üzere lanetliydi ve zorlarsam etimin yırtılacağını hissediyordum.
Emre yeni gelen siparişleri hazırlamak için uzaklaştığında, içimi kemiren merak duygusunun zapt edemediğim ipleri gerdanıma dolandı ve boynum onların olduğu tarafa doğru yöneldi.
Saat ilerledikçe kalabalıklaşan mekanın içinde, insanların arasından seçebildiğim kadarıyla masaya göz attığımda, sarışın kadının gitmiş olduğunu gördüm. Efkan'nın sırtı bana dönüktü, Çağrı ise düz bir ifadeyle ona bakıyordu. Ara sıra başını sallıyor ama dudakları kıpırdamıyordu. Yanında oturan esmer kadının yüzünde sahte bir gülümsemeyle omuzunu, geniş gövdesine doğru yasladığını görünce sessizce yutkundum. Çağrı başını kıza doğru çevirdi ve bir şeyler söyledi. Kızın suratında geniş bir gülümseme oluşurken, Çağrı'nın bakışları önüne döndü. Yüzü hâlâ ifadesizliğini korurken, keskin bakışları hissettmiş gibi beni buldu. Birkaç saniye göz göze kaldığımızda, donuklaşan bakışlarımı üzerlerinden çekip, gerdanımı saran ipleri ellerimle kopardım ve önüme döndüm.
Asık suratımın dökük izleri çehreme düşerken, başımı önüme doğru eğip durdum bir süre. Emre morelimin düşük olduğunu görmüş olmalıki, dinlenmeme ilişmeyip siparişleri diğer garsonlara yönlendirdi. Doldurup uzattığı su bardağını tekrar kavradığımda içindeki suyu kafama dikip boş bardağı uzattım. Bu kadar su içmemem gerekiyordu ama boğazımdaki kuruluğu bir türlü gideremiyordum. Uyuşuklukla oturup kaldığım tabureden yokluğum anlaşılmasın diye kalkıp, yavaşça arkama döndüğümde, önüme iri bir beden dikildi.
En az gözleri kadar soluk olan mavi tişörtün sahibini tanıyor olmak, bakışlarımı yüzüne doğru çıkarttı. Yüzünde belli belirsiz bir sakinlik olan Efkan, soğuk gözlerini yüzüme dikip etli dudaklarını araladı. "Misafirlerim var." Başıyla arkasındaki bir noktayı gösterip, "Senin ilgilenmeni istiyorum." Diye konuştu.
Başım yavaşça dikleşti, ellerim önlüğümün kumaşına sürtünürken ilgilenmek kelimesinin altına yüklediği sıfatlar tekrar zihnime ilişti. Üzerimde kıldığı etki, kanımın önüne engeller döşüyor, hastalıklı damarlarıma ince düğümler atıyordu. Dudaklarının esaretinden kurtulup yüzüme düşen her kelimesini ona yedirmek için can atıyorken, söylediklerinin altında yatan gerçeklik asiliğimi törpülüyor ve boynunu önüne eğdiriyordu. Efkan, asiliğimi geri püskürtüyordu ve ben bu hisse ısınamıyordum.
"Biraz önce sergilediğin tavır Teresa'yı üzdü yalnız." Dudaklarımdan zorlukla sunduğum asi kelimeler dökülürken ilk kez kelimelerimin ipini tuttuğumu hissediyordum. "Benim tavrım da misafirlerini üzmesin?"
Efkan başını yana doğru hafifçe yatırdığında uzun saçlarından sıyrılan bir kaç tutam alnına döküldü. Mavi gözlerini saran şeffaflık bana dikkatle bakarken, göz kapakları hafifçe kısıldı. "Unut gitsin." Diye konuştu. Kaşlarım hafifçe havalandığında, cümlesinin devamı beklemediğim sulardan geldi. "Sabah olanları... Unut gitsin."
Dudaklarımda hissiz bir gülümseme belirmek isterken, alt dudağımın içini dişlerimin arasına sıkıştırdım. Parmaklarım önlüğün kumaşını avuçlarımın içinde bükerken, sakin suretine bakmayı sürdürdüm. Ve yalanın bükemediği dilimden nadir anlarda ortaya çıkan küçük bir yalan peydah olup dilimden düştü. "Benim zihnim dardır, her söylenini hatırlamak bünyeme ters zaten." Elimi cebime atıp not defterini çıkardıktan sonra, yalanım dudak kıvrımlarıma ulaştı. "Hem sorun değil, önyargı ve insan. Sıradan şeyler."
Yanından ayrılmaya yüz tutan adımlarımı zorlukla hızlandırırken, ağzımın içine yükselen nabzım damağımın yüzeyine çarpıyordu. Neydi şimdi bu? Bir tür özür mü? Beynimin dar filitrelerinden geçen her kelimesi, harflerine kadar tıka basa acıtmamış gibi davranmak hangimizin vicdanını rahatlatacaktı şimdi? Fahişe sıfatını yükleyen Efkan'ın mı, yoksa bunu asla unutmayacak olan ölü bedenimin içindeki zihnimin mi?
Yinede... Diye fısıldadı beynimin içinden başını uzatan bir ses. Yinede, böylesi daha iyi.
Masaya ulaştığımda iki genç kızın karşılıklı oturduğunu gördüm. Yine bir sarışın ve yine bir esmer diye beynimin içine gönderilen komutları duymazdan gelerek siparişlerini sordum. Dalıp gittikleri muhabbetin içinden sıyrılıp siparişlerini verdikleri sırada uyuşukça not aldım. Gitmek için hareketlendiğim sırada esmer olan konuştu.
"Bir arkadaşımız daha var, benim içeceğimden ona da alalım, seni bir daha yormayalım." Not defterine küçük bir çizik atarken, başımı hafifçe salladım. "Sorun değil, işim bu." Parlayan cildine yerleştirdiği samimi ifadesiyle gülümsediğinde, bende kırık bir gülümseme yollayarak masadan ayrıldım.
Nadir de olsa böyle müşterilerin olması bir nebze içimi rahatlıyordu. En azından bazı insanların üzerime yaydığı kasvetin içinden sıyrılarak, daha normal hissedebiliyordum. Çoğu müşteri, bedenimden yansıyan hastalıklı görüntünün izlerini yüzüme diliyle vururken, nadir de olsa kendimi sıradan bir garson gibi hissetmek hastalıklı hücrelerime iyi geliyordu.
Hazırlanan siparişleri alıp masaya döndüğümde, kulaklarıma dolan genç bir sesin eşliğinde içkileri masanın yüzeyine bırakmaya başladım. "Ne bu surat, suratsız? O kadar uzun saatler boş sayfalara baktın ki üniversiteyi kazanman bile mucizeydi aslında, en çok senin kutlaman lazım bu geceyi."
İçkisini bıraktığım sarışın kız sırtını koltuğun mor yüzeyine yaslarken hafif bir sitemle konuştu. "Diyene bakar mısın? Asıl sen mezun olduğunda yaşıtların emeklilik dilekçesi veriyor olacak."
Kumral tenli genç adam alaylı sesiyle konuştu. "Güzelim benim sorgulanabilir bir yeteneğim yok ki işim tamamen matematik. Sonuçta farklı konulardan bahsediyoruz."
Sarışın kız yerinde doğrulup ellerini masanın yüzeyine koydu. "Anlamadım sen şimdi bana yeteneksiz mi demek istedin?"
Masaya çerez tabaklarını bıraktığım sırada genç adam bu kez esmer olan kıza döndü. "Ben öyle mi demek istedim?"
İçten içe alt dudağımı kemirmeye başladığımda, esmer kız oyunu sürdüren bir sesle devam etti. "Bilmiyorum. Öyle mi demek istedin?"
Siparişleri bıraktığım için doğrulup gideceğim sırada yüzüme canlı bir parlaklıkla bakan mavi gözleri görünce durdum. Biçimli kaşlarını kaldırıp, pembeye çalan dudaklarını kıvırırken sözlerini bana yöneltti. "Bilemedim ki, dedim mi demedim mi?"
Gözlerim hafifçe aralandı. Elimde tuttuğum tepsiyi bacağımın yanına bastırırken kaşlarımı hafifçe kaldırdım ve soğukluktan arındırmaya çalıştığım sesimle konuştum. "Evet, dedin."
Mavi gözleri gülüşüyle kısılırken, esmer kız parmağını ona doğru hafifçe salladı. "Sen var ya, çok üç kağıtçısın sen."
Gülüşünü uysal bir gülümsemeye dönüştürürken hafifçe omuzlarını silkti. "Hiç de bile. Bak masamızı aydınlatan güzel bayana karşı beni yanlış tanıtmayın."
Hafifçe gözlerimi devirdiğimde, dudaklarıma erişmek için can atan gülümsemenin şaşkınlığını içten içe yaşıyordum.
Sarışın olan kız eliyle hafifçe genç adamın koluna vurdu. "Eşşek." Ardından mekanın sürekli değişen ışıklarının bile gizleyemediği ışıltılı gözlerini gülerek kıstı. "Sen Bora'nın kusuruna bakma."
Bu samimi tavırların getirisi olarak yüzümde sergilenmek için çırpınan bir gülümseme dudaklarımda cana geldi. Hissettiğim samimi ton sesime yansıdı. "Masada iki çok güzel bayan varken yanlış anlarım tabii."
Adının Bora olduğunu öğrendiğim genç adam kaşlarını hafifçe kaldırıp yüzüne sahte bir alay kondurdu. "Kim? Bunlar mı? Bunlar cadı sen görmüyorsun. Senin gibi bir güzelliğin yanında."
Şakacı tavırlarının içine sinen küçük iltifatlardan rahatsızlık duymadığıma kendim bile inanamıyordum. Sarışın olan kız ayıplarcasına konuştu. "Bak hala aynı şeyi yapıyorsun."
Bora ona gözlerini hafifçe kırpıştırırak baktığında, yüz hatlarına yerleşen sempatikliği hareketleriyle taçlandırıyordu. Çağrı'nın bir çok arkadaşını görmüştüm ama Efkan'ın böyle arkadaşları olduğunu görmek beni şaşırtan bir diğer unsurdu. Zihnimin içinden küçük bir detay, düşüncelerimi deşeleyip gün yüzüne çıktı. Efkan'ı henüz hiç tanımıyordum bile, şaşırmam garipti. Düşüncelerimden beni sıyıran esmer kız oldu.
"Cidden, şey adını bilmiyorum, ama nolur bir şikayet etsen de şunu dışarı attırsak?"
Güldüm. "İsmim, Tutku. Sorun değil aksine onur duydum."
Bora yüzünde o sempatik gülümsemesiyle kızlara gördünüz mü dercesine bakarken, sarışın kız gülerek omuz silkti. "O zaman ben karışmam." Esmer kız da gülerek ve kafasını sallayarak, "Tutku çok yanlış. Çok yanlış." Diye konuştu.
Bora tekrar söze girerken yüzü daha sakin bir hale büründü. "Şaka yapıyorum tabi ki umarım yanlış anlamamışsındır. Elbette çok güzelsin, o kısım hariç."
Gülümseyerek başımı salladım. "Teşekkürler. Neşeniz bana da bulaştı." Gitmem gerektiğini biliyordum ama masadan resmen kopamıyordum. Onlarında şikayetçi gibi bir hali yoktu, aksine keyif aldıkları yüzlerinden belli oluyordu. O yüzden kendimden beklenilmeyecek bir şekilde dilime düşen soruyu onlara yönelttim. "Tebrikler bu arada. Hangi bölümleri kazandınız?"
Sarışın olan kız konuştu. "Öncelikle ben Pelin, fotoğrafçılık. Bora finans. Ece ise besyo'da okuyor."
Beğeniyle kaşlarımı alnıma doğru yükselttim. "Sizin adınıza sevindim." Tepsiyi iki elimle kavrayıp karnıma doğru bastırdım. "Siparişleriniz bu kadar. Başka bir isteğiniz var mı?"
Pelin gülümsedi. "Şimdilik yok. Çok teşekkürler."
"Ama olabilir. Sen getirdiğin sürece." Diye konuşan Bora şakacı bir tavırla göz kırptı. Onlara tekrar gülümseyerek konuştum. "Ben buralardayım. Tanıştığımıza memnun oldum kızlar." Bakışlarımı şakacı genç adama çevirip ekledim. "Ve, Bora."
Adımlarımı masadan ayırırken, uzun zamandır sahip olamadığım bir şeyle uzaklaşıyordum yanlarından. Gerçek bir gülümseme.
Gözlerimin odağına işleyen bedenle, yüzümdeki gülümseme inine yavaşça geri çekilirken, soluk mavi gözlerin dikkatli bakışlarının altında bar tezgahına doğru ilerledim. Siyah taburelerden birine yerleştirdiği bedeninin yarısı tezgaha yaslıydı ve bacağının üzerine yasladığı dövmeli kolu gözlerimin odağına dolanıyordu. Adımların yaklaştıkça, bakışlarımı üzerinden çekip önüme döndüm. Yanındaki taburenin önünde durduğumda, keskin bakışları yüzümde hüküm sürüyordu. Çok geçmeden memnun sesini kulaklarıma yaydı. "Misafirlerimi sevdin galiba?"
Bakışlarım buz mavisi gözlerine çevirmeden, raftaki içki şişelerinde gezdirmeye devam ettim. "Evet." Diye konuştum. Ardından duyamayacağına emin olduğum bir şekilde ağzımın içinde mırıldandım. "Senin aksine."
İrislerim üzerine düşmemek için direnirken sol kolumda hissettiğim dokunuşla başım hızla o yöne döndü. Kolumun ince derisinde hissettiğim dokunuşun ona ait olmaması karşısında kaşlarım çatılırken, garson kız bana dikkatle bakarak konuştu. "Çağrı Bey seni çağırıyor." Ona başımı sallamakla yetinirken, üzerimden çekildiğini fark ettiğim mavi gözleri tekrar odağıma almadan bedenimi oradan ayırdım.
Ayaklarım merdivenin basamaklarını tırmanırken, yüzümden kaybolan gülümsemenin yerini çoktan bir boşluğa bıraktığını biliyordum. İfadesizliğin en koyusuyla sarmaladığım yüzüm mümkünmüş gibi biraz daha asılırken, ağırdan aldığım adımlarımla son basamağa ulaştım. Siyah kapının önünde durduğumda, derin bir soluk alıp paslanmış ciğerlerime doldurduktan sonra kapıyı tıklattım. İçeriden gelen gür ses hoşnutsuzluğun gizli temsilcisiydi. "Gel."
Kulpunu kavrayıp araladığım kapıdan içeriye girdiğimde, Çağrı'nın ayakta dikilen bedeniyle karşılaşınca gözlerim hafifçe kısıldı. Attığım adımları izleyen gözleri durduğum noktada yüzüme doğru yavaşça çıkarken, çehresinde belirgin bir öfke vardı. Siyah kaşları olağanca çatılırken kahverengi harelerinin attığı oklar yüzüme saplandı. "Neşeniz bol olsun Tutku Hanım." Diye kinayeyi yerleştirdiği sesiyle konuştuğunda kaşlarım hafifçe çatıldı.
"Anlamadım?" Diye konuştum. Sesimin içine düşen boşlukları cümlelerinin doldurmasını beklerken.
Heykellerin sert hatlarını andıran, kemikli çenesini biraz daha sıktı. Dudaklarının arasından dökülecek kelimeler, suyumun yüzeyini bulandırıyordu. "Müşterilerle flörtleşmen..." Diye konuştuğunda, berrak suyuma sıçrattığı çamur, genzimin içine doldu. "Gülüşmeler, bi' haller?"
Kıyım kıyım olan etimin ürperdiğini hissederken, çenem hafifçe dikleşti. "Sanane bundan?" Sözlerim öfkesini kamçılarken, heybetli bedeni üzerime doğru atıldı. Tok ayak sesleri beynimin içini delerken, adımları tam önümde durdu. Üstten bakışları sertçe yüzümü dövüyordu.
"Demek banane?" Diye tısladı dişlerinin arasından. "Daha bu sabah yatağımdan çıktın." Sözlerinin sivri harfleri algılarıma batıyordu. Sıktığım avuçlarımın içine dolan parmaklarım uyuşukluğu tattı.
"Bu, senin hiçbir şeyin olmadığım gerçeğini değiştirmiyor." Diye konuştum düz bir sesle. "Ne bekliyosun?" Bakışlarım yüzüne tırmanırken, koyulaşan gözlerinde kendi cesedimi görüyordum. "Sana sadık bir kölemi?"
Kemikli parmakları etimin üzerine dolanırken, omzum sertçe gövdesine çarptı. Birbirine karışan sık kirpikleri, birleşmek üzere olan göz kapaklarının arasından sızan koyu bakışlarını gizlemiyordu. "Öyle!" Diye kükredi.
Ruhum, ruhuna takılıp tökezliyordu.
Kolumu kenetlediği parmaklarının arasından kurtamaya çalıştım ama çabam yersizdi. Dibini tutuşturduğu öfkem harlanırken dilim sert konuştu. "Çok beklersin!"
Çağrı boştaki elini belimin ince kıvrımına dolarken, etimi yağmalayan parmakları hep aynı noktaya ilişiyordu. Bedenimde parmak uçlarının şiddetinin yarattığı küçük morluklar, onun imzasını taşıyordu.
Gergin yüzünü yüzüme biraz daha eğdi. Nefesinin sıcağı etimin üzerine düşüp pürüzlenirken, ruhuma derin bir yarık attı. "Senin beklediğin gibi mi?"
Göz kapaklarımın içine düşen bir çok görüntü vardı, silinmesini arzuladığım. Vuracağı noktayı biliyor olması, düşüp kalmış ruhumun azabını arttırıyordu. Başını yüzüme doğru biraz daha eğdiğinde, yanağının yüzeyi alnımın derisine sürtündü. "Bana gülümsemezken, başka bir erkeğe gülümsemen..." Diye konuştu ama devamı gelmeyen cümlenin katilinin kendisi olduğunu bilmiyordu.
Göz kapaklarım kapanırken, sesimin kırık tonu yüzüne döküldü. "Gülüşlerimi sen çaldın." Bir zamanlar sadece onu gördüğümde bile kalbime kadar gülümsüyordum halbuki. "Şimdi gocunman yersiz."
Belimdeki elini biraz daha bastırıp, bedenimi bedenine tamamıyla yasladı. Teninin sıcağı, kıyafetlerin altında buz kesen tenime işlerken dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. "Yine gülümseyeceksin." Diye konuştu, beklentisinin içine sızan hiçbir aşağılama olmadan. Kanımın içinde çığlık çığlığa kaçışan hücrelerimin öfkeli isyanını dindirmek zordu. Bu söylediğinin imkansızlığını, kendisininde bildiği kadar. "Bana direnmeyi bıraksan, her şey daha kolay olabilir."
Başımı güçlükle kaldırdığımda, dudaklarının yumuşak baskısını çenemin üzerinde hissediyordum. Kaybettiğim gücü, bir zamanlar acıyla kavrulmuş kalbimden tekrar alırken, dilimin hoyratlığı beni ayakta alkışlıyordu. "Asla... Sana bir daha asla ne kalbimi, ne de gülüşlerimi teslim etmeyeceğim."
Bedeni, bedenimin üzerinde kasıldı. Kendini geriye çekerken, koyulaşmış harelerini aralanan gözlerimin içine dikti. "Defol git o zaman." Diye konuştu anında diline bürünen öfkeli sesiyle. "Umrumda mı sanıyosun sikik duyguların?"
Ondan uzaklaşan bedenim birkaç adım geriye sendelerken, başımı iki yana ağır ağır salladım. "Sen hastasın." Dilim, içinde kaybolduğu çelişkileri sunuyordu. "Dengesiz bir ruh hastasısın."
Öfkeyle kısılan gözlerini bana diktiği esnada, birbirine geçmiş dudaklarını ruhumu parçalamak için ayırdı. Ama dilinden düşüp, beni enkaza çevirecek sözlerin üzerine başka bir ses kapandı.
"Noluyor burda?" Ardımda hissettiğim Efkan'ın sesi.
Hissizliğin içine yerleştirilen yumrular üst üste dizilirken, boğazımdan inemeyen yutkunuşum gırtlağıma dolandı. Çağrı öfkeli yüzünden taviz dahi vermezken, ben Efkan'ın ne kadarına şahit olduğunu bilememenin huzursuzluğuyla yerimde kaskatı kesildim. Çağrı'nın hastalıklı hallerinin tek şahidi olan benliğim, sınırları siyah boyayla çizilmiş ince çizgilerin ötesine kimsenin geçmesini istemiyordu. Sadece ikimizin bildiği kasvetli gerçekler ortaya çıkarsa bu benim için utanç olurdu.
Efkan meraklı gözlerini üzerimizde hizalarken, Çağrı başını bana doğru çevirdi. "Çık." Diye konuştu huysuz bir tavırla. Diretmedim. Çelimsiz bedenimi zeminin yüzeyinden ayırıp, ardımda hızlı ve tok adımlar bırakarak Efkan'nın yanından geçtim ve çıktım. Ardımdan örtülen kapının sesi kulaklarıma ulaşırken, kendimi tırabzanlara yasladım.
İçime tohumlarını atan merak duygusu serpilip zihnimin bulanık sularına ulaşırken, adımlarımı kapının önünden bir türlü ayıramıyordum. Grubun mola saati olması işime gelirken, arka fonda çalan dans müziğinin cansız ritmi, kabarttığım kulaklarıma engel olacak kadar yüksek değildi. Çağrı'nın ne diyeceğini bilmem gerekiyordu. Efkan'a benimle arasında olan tuhaf durumu açıklamasına tahammülüm olamazdı ki; kimsenin bilmesine tahammülüm yoktu. Birkaç adım daha geriye gidip kapıya biraz daha yanaştığımda, Efkan'ın sesini duydum.
"Artık anlatsan diyorum. Kim bu kız? Niye tartışıyordunuz?" Haklı bir soruydu onun açısından. Merak uyandıran birçok şeye şahit oluyordu sabahın kör ışıklarının günü aydınlattığından beri. Nefesimi tutup Çağrı'nın vereceği cevaba odaklandım.
"Ne bok yemeye soruyorsun?" Diye konuştu, gür ve öfkeli bir sesle. Yüzünün asabi şekli gözlerimin kapaklarına, hafızamdan yansıyordu.
"Nasıl sormayayım?" Diye konuşan Efkan'ın sesi daha sakindi. "Patron çalışan ilişkisi olmadığı aşikar." Kelimelerine iliştirdiği iğneleyici ton, kulaklarıma batıyordu. Sesli bir nefes daha aldım.
"İrdeleme." Dedi Çağrı, sesine yansıyan bir baskınlığın hüküm sürmesini beklerken.
Efkan sakin ama ısrarcı cümlelerini sarf etmekten çekinmedi. "Sevgilin mi diyorum yok diyorsun. Sabah gecelikle evinden çıkıyor, akşam mekanda garson. Takılıyorsunuz desem, öfkesi mantıksız. Sana ruh hastası diyor, ki; öfken yersiz değilse, söylediği doğru."
Kalbimin sıkıştırıldığı mengeneye, kanım bulaştı. Çağrı'nın susması gerekiyordu ama daha fazla susmayacağını adım kadar biliyordum.
"Karışık bir durum." Diye konuştu daha sakin bir sesle. Gözlerimi sımsıkı kapatırken devam ederse yaşayacağım utancı iliklerime kadar hissediyordum. "Tutku bir eroinman, Efkan."
"Ve eroini senden alıyor?"
"Evet. Anlamaya çalışma gerisini. Çünkü bende çözemiyorum. Kimsesiz ve yalnız. Dilinin sivriliğiyle beni zorlasada, onu kapı dışarı edemiyorum." Diye konuştu. Gözlerim belirgin bir şekilde açılırken, tuttuğum nefesim dudaklarımın arasından sıyrıldı. Söylememişti. Söylemeyecekti. Çünkü bu utanç, onunda ruhundaydı. Hastalıklı zihninde, bir köşeye tutunmuş utanç, benim benliğimden sıyrılmadıkça ondan da sıyrılmayacaktı.
"Tedavi ettir. Belli ki acıyorsun. Kurtarsana madem, daha da boka sardıracağına." Diye çıkıştı Efkan. Dudaklarımda buruk bir gülümseme belirdi. Bu gülümseme içimi acıttı, kaburgalarıma birçok çivinin sivri ucu çakıldı.
Bu cümle, imkansızın içine sinmiş bir sınırdı. Azrailden dilenen yaşamdı.
"İstemiyor." Diye kestirip attı Çağrı. Dudaklarından doğan yalan, gerçekliğin sırtına tırmandı. "Kurcalama sende artık."
Kısa bir sessizlik oldu ardından. Ruhuma çelme takan kelimeler Efkan'ın dudaklarından döküldü. "Sen bu kıza aşık mısın?"
Aşk... Dünya üzerine yerleştirilmiş bedenlerin kalplerinde hissettiği yalancı, ruhlarımıza yabancı his. Daha fazlasını duymaya ihtiyaç duymayan bedenim kapıdan ayrıldı. Titremeye yüz tutan cılız kollarım birbirine dolanırken, zihnimde oluşan gerçek ruhumu büküyordu.
Toprağın dibine gömülen utanç, başarıyla gizlenmişti ve üzerine ruhumun ölü kalıntıları serilmişti.
Ve bedenim, geçmişi omurgalarının üzerinde taşıyan bir esirdi.
•
Bölüm sonu...
•Efkan rengini belli ediyor gibi?
•Nedir bu utanç?
Yeni bölümde, geçmişten bir kesit olacak Tutku'nun zihninden yansıyan. Şimdilik hoşçakalın...♥️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top