•Geçmişten Gelen İz•
Hikayenin gelişme bölümünde geçmişe sık sık döneceğiz ama bu belli zamanlarda kafa karıştırmayan bir yapıda olacaktır. Geçmişte bir çok ip ucu var bakalım kimler neler yakalayacak? Yorumlarınızı bekliyorum. Keyifli okumalar.🙏
•••
Esaretin kayıp halkasıydı boğazıma dolanıp gırtlağımın üzerine oturan. Bedenime sarılı zincirden fırlayan ve ruhumun boynuna dolanan halka, gözle görülmezdi. Kimseler göremez ve bana verdiği ızdırabı hissedemezdi. Ölüm kokusu sızan o halka soluğumu keserken, pası etimi deşerdi ve yüzümde acının binbir tonu sergilenirken ruhuma bakmayan esaretimi asla bilemezdi.
Çağrı yüzüne bakmaya cesaret edemediğim saniyelerin içinde bedenimi gördü ama ruhumu görmedi. Ruhuma sokuldu sesli nefesi, kulak içlerimi didikledi ve pervasızca sömürdü bilincimi.
"Hadi canım." Saniyeler tek tek üzerimden devirilirken dudaklarının döktüğü kelimeye karışan gülme sesi allak bullak etti beynimi. Başım hızla kalktı ve onun yüzünü buldu. Dudakları müthiş bir sahtelikle kıvrılmış, yüzümü süzen gözleri ise anında ruhumu kıvrandırmıştı. "Efkan'la takıldığınızı bilmiyordum." Bu ateşin içine sızdırılmış düzenbazlıktı.
"Takılmıyoruz." Sesim bedenimden daha çok titredi. Bakışlarım zemindeyken burnumun ucuna dolan koku ölümün üzerinden kalkan kirdi.
"Efkan'la aynı sitede oturuyoruz, gözümle gördüm... İnkar etmesene canım, utandırdım mı yoksa?" Diye konuştu esmer kadın. Ruhumdaki girinti ve çıkıntıların nasıl hasar alacağının idrakında değildi.
"Daha fazla utandırma tamam." Dedi Çağrı. Sesi, geleceğin acılı ezgisi gibiydi. İnsanlar sadece ezgiyi duyabilirdi ama bana ulaşan acıydı. "Tutku, sen gidebilirsin. İzinlisin bu gece."
Beynimin üzerinden toz bulutu yükseldi ve şakaklarıma saplandı kum taneleri. Başım hafifçe sallandı ama ürkek bir kabullenişin ötesindeydi bu onay. Korkunun bile safına inen, sek bir ürkeklik derimin içinden donan kanıma sızarken gözlerim ikisininde yüzünden sıyrıldı ve kuru zemine basan adımlarımı izledi. Koridoru döndüğüm an peşimden gelen ayak sesine Çağrı'nın sesi karıştı. "İdil sen rahatına bak, geliyorum ben."
O bana ulaşmadan ben kapıya ulaşmayı saniyeler içerisinde o kadar çok diledim ki, bir daha hayata dair hiç bir dilek hakkım kalmamış dahi olabilirdi. Elim kulpa uzanırken göğsümün ortasında muhteşem bir patırtı oluştu ve sırtım kürek kemiklerimden başlayıp bel çukuruma kadar kıyım kıyım kasıldı. Parmaklarım soğuk metale değdiği ve kapıyı açtığı an enseme demirden sert parmaklar dolandı ve sırtım onun taş kesilmiş gövdesine saplanırken, ensemden kayan parmakları ağzımın üzerine kapandı. Kıvrak bir hareketle bir kaç adım geriledikten sonra açtığım kapıyı biraz daha araladı ve saniyeler sonra duvarları bile sızlatırcasına bir hızla kapattı.
Kulaklarım uğuldarken, göğsümün ortasında ki patırtılar büyüdü ve şiddetli bir deprem başladı kaburgalarımın arasında. Gittiğimi düşündürdü ve zeminin üzerinde görünmediği halde tabanlarıma saplanan yer kazıklarının üzerinde çekiştirerek beni koridorun sonunda ki odasına sessiz bir vahşilikle tıktı. Kulağımda beyin zonklatan sesli nefesleri varken, "Sakın sesini çıkarma." Diye fısıldadı gürültüleri tümüyle lanetleyerek. Sesimi sessizliğe gömdü ve bedenimi gövdesinden ayırarak odanın içine doğru ağzımdan çektiği eliyle itti sırtımı. Gözleriyle delik deşik ettiği sırtım ona dönükken, "Kımıldamayacaksın." Diye konuştu. Öfke kısık sesini esir almıştı. "Nefes aldığını dahi duymayacağım."
Öfkesinin sarsacağı bangır bangırken, dudaklarımdan titrek bir nefes kaçtı. Başım yere eğik, boynum kalın zincirin hırçınlığında incelmiş bir halde donakaldım. Aynı sert adımlar geriledi ve kapı ardımdan kapanırken etimi ateşe verip, kanımı parmak uçlarımdan akıtan o kilit sesi doldu uğursuz odanın içine.
Ve Çağrı, zihnimin içinde acımasızca koştu geçmişe.
•
Şafak devrilirken gece yerini güneş ışıklarının umutsuzluğuma parladığı güne bıraktı. Sindiğim koltukta sessizce ağlıyor ve yanaklarımın ıslaklığıyla titreyen dudaklarımın kuru tabakasını yeşertiyorken yeni yeni açılan zihnim gözlerimin gerisinden geliyordu. Göz kapaklarım bir kez daha turuncuya çalınmış duvara aralandığında, kulaklarıma ilişen ses yabancıydı.
"Yeter ağladığın..." Başım gerimden gelen sese dönmek için çabalamazken buz kesmiş ellerim baldırlarımın arasında ısınmak için, kalbim ise Çağrı'nın varlığına sokulmak için sabırsızlanıyordu.
"Neden hâlâ gelmedi?" Dudaklarımdan içinde bulunduğum çaresizliğin yansıdığı bir ses dökülürken, kirpiklerimden bir damla daha sarktı soluk renkli tenime.
"Aradı sen uyurken, gelmek üzeredir." Genç adamın kulaklarıma doldurduğu bu yeni bilgi düşük başımı kaldırdı ve bedenimi geriye doğru yorgun bir halsizlikle döndürdü. İçimi saran endişelerden cehennemin en derinine yol oluyordu ve ayaklarım bu yolda pervasızca yürüyordu. Gözlerim esmer adamın pencereden sızan ışıklara rağmen gece gibi duran siyah gözlerini buldu. İlk sorum önceliğimmiş gibi bencilce dudaklarımın arasından döküldü.
"Anlamaz değil mi? Söylemezsin." Aldığım hapın etkisi henüz vücudumdan sıyrılıyordu ve bütün duygularım tüm şiddetiyle daha ağır bir çöküntü şeklinde içime geri doluyordu. Genç adam güven aşılamak istercesine soğuk bir gülüş sundu.
"Delirme. Duyarsa ağzıma sıçar. Asıl sen bir şey söyleme."
Bu adamı daha önce hiç görmediğime çok emin olmama rağmen Çağrı'nın beni üçüncü bir şahısa emanet edişinde duyduğu güven kırıntısına tutunuyordum. Yoksa henüz ellerimi kana bulamışken bir yabancıyla aynı evde bulunmak şu an ki bilincim için yapabileceğim en son şey bile değildi. Çağrı gelsin istiyordum ve dünya nüfusunu teke düşürmek için kalbimle defalarca bunun bir an önce olması için çırpınıyordum.
Bakışlarım tekrar baldırlarımın arasına sıkıştırdığım ellerime düşerken bu soğuk evin kime ait olduğunu bilmeyişimin yanı sıra neden burada olduğumu bile bilmiyordum. Bildiğim tek şey saklandığımızken, saklanamadığım tek şey vicdanımdı. Göğsümün ortasına yuvalamış büyük bir vicdan çetelesi tutulmak için bileklerini sıvamış bekliyordu.
Sonunda çelişkilerle dolu zihnimin içine somut bir ses karıştı. Çalan zil sesi bir kaç saniye öncesinde halsizlikten kımıldayamayacak halde olan bedenimi ani bir hızla ayağa dikti. Esmer adam benden daha atik bir hareketle yanımdan geçti ve küçük salonda sol köşede kalan metal kapıya ulaştı. Kapı aralandığı an saatlerdir görmeyi deli gibi beklediğim beden belirdi o eşikte ve küçük odayı daha da küçükleştiren heybetiyle Çağrı içeriye adımladı. Ayaklarım ona koşarken onun kolları cılız bedenime aralandı ve ben onu gördüğüm an tuttuğum nefesimi onun sığınılası göğsünde verdim.
"Tamam, geçti..." Sesinden önce kokusunu algıladım o an. Her kirpiğim ayrı bir damlayı avuçlarının arasından salarken, Çağrı'nın kolları üşümekten titreyen omuzlarıma dolandı. "Nerde kaldın? Ölmedi de nolur ölmedi de."
Göğsünü sığınak bellemiş bedene daha çok sarıldı ve saçlarımın üzerinden dudaklarının sıcağıyla derimi kabartan bir öpücük bıraktı. "Donmuşsun." Diye konuştu ve sözlerini üzerimden çekerek bir başka bedene yöneltti. "Isıtıcın falan yok mu hayvan herif?"
"Yok abi, kullanmıyorum ki burayı. Sen öyle deyince..."
"Tamam kes, battaniye falan bişey getir." Titreyen bedenimi avuç içleriyle ısıtmaya başladığında, göğsüm bu şefkat karşısında bencilce çarpıyordu. Bilincim bilmediklerimi aklımdan sıyırmak üzereyken, ipin ucunu son anda yakaladım ve ağır başımı zorlukla kaldırdım. "Çağrı nolur artık bir şey söyle."
Çağrı sert yüz hatlarının gerginlikle daha çok parlayan keskinliğini ortaya sererken, gözlerini ağırca açıp kapattı. "Hastaneye götürdüm." Diye konuştu, sesi buram buram sıkıntılıydı. "Durumu fazlasıyla ağırdı."
Görüşüm onun hayranlık duyduğum yüzünü seçemeyecek kadar bulanıklaşırken, dudaklarımdan ıssız bir hıçkırık kaçtı. Göğsümde yükselen ateş dilime kadar ulaştı ve ağzımdan dökülen kelimeler lav olup ağaran güne karıştı. "Ben... Katil mi oldum?"
"Henüz belli değil..." Diye konuştu ve yüzümü avuçlarının arasına alıp, harelerime umut kondurdu. "Ölmeyecek, iyi düşün iyi olsun."
Yanağıma sıcak avucunun içine sığdırıp bir kaç damlayı daha göz kapaklarımın arasından sonsuzluğa uğurladım. "Düşünemiyorum Çağrı..."
Çağrı'nın aralanan dudakları esmer adamın içeriye girmesiyle kapanırken, yüzümdeki eller kaydı ve bel boşluğum kemikli parmakların nazik baskısıyla koltuğa yöneltildi. Yorgunluktan ölüp ölüp dirilen ve zeminin üzerine akmaya meyilli bedenim koltuğa yerleşirken Çağrı battaniyeyi aldı ve iri bedenini üzerime eğerek battaniyeyi üzerime örttü. Omuzlarıma tutunan battaniye onun sıcaklığının kırık bir zerresini bile bana vermezken, Çağrı yanağımı hafifçe okşayarak yüzüme çiçekler ekip doğruldu ve esmer adama döndü.
"Kimseye bir şey söylemedin değil mi?"
"Hayır abi, ne dediysen onu yaptım."
Çağrı hafifçe başını salladı. Sesi biraz daha ciddileşti. "Adamın durumu belli olana kadar Tutku'ya göz kulak olacaksın. Ama burası olmaz. Bize başka bir yer lazım..."
"Abi halamın şehrin çıkışında bir evi var. Sadece yazları gelirler, oraya gidebiliriz."
Çağrı'nın kalın paltonun altından dahi gerginliği gizlenmeyen sırtını izlediğim anlarda yüzündeki ciddi ifadeyi görmesemde ezberimden biliyordum. "Tamam. Ama..." Diye konuştu. "Beni sana güvendiğime pişman edersen eğer, vücudunun bütün parçalarını farklı yerlerden toplarlar biliyorsun değil mi?"
Esmer adamın yüzünü göremesemde sesinden endişenin saf tonunun aktığını duyabiliyordum. "Biliyorum abi. Sana bu zamana kadar hiç yanlışım olmadı, olmazda."
"O yüzden buradasın Kerem." Çağrı sözlerine sabırsızlığı iliştirdi. Ardından elini cebine attı ve bir miktar para çıkarttıktan sonra tekrar konuştu. "Şimdi git arabada bekle."
Adının Kerem olduğunu öğrendiğim genç adam seri adımlarla evden çıkarken, Çağrı ağır hareketlerle bana döndü ve iki büyük adımla yanıma geldi. Koltukta biraz daha kayıp ona yer açtığımda bütün vücudumu tek bir dokunuşuyla uyuşturan bedenini koltuğa yerleştirip beni göğsüne çekti. Sıkıntılı bir nefesle şişen göğsüne başım sokulurken, beyaz gömleğinin üzerine tüneyen siyah bir leke gibi hissettim kendimi. Kendi ellerimi kirletmiştim. Düşüncelerim beni tartaklarken, gözlerim tekrar buğulandı ve bacaklarımı karnıma çekerek dizlerimi Çağrı'nın kalın baldırına yasladım.
Elini battaniyenin altına sızdırdı ve omuzumu kavramadan önce usulca okşadı. "Şimdi bana her şeyi baştan anlat hadi." Diye konuştu. Sesinde kadifemsi bir yumuşaklık vardı kelimelerini ipeklere saran.
"Çağrı ben..." Dudaklarımdan dökülmek isteyen kelimelere prangalar dolanmıştı ve dilime yüklü bir ağırlık bağışlanmıştı sanki. "Ben sana sürpriz yapmak istemiştim sadece, so-sonra kapı çaldı ben... ben sen geldin sandım." Durup sesli bir nefes aldım ve göğsüne iyice sokuldum. Bir doğum gününü, başka bir bedenin ölüm gününe çevirmiş olabilirdim. Bu canımı tekrar tekrar yakarken, dilimde ki sisler zihnime dolan görüntülerle dağıldı. "Sonra kapıyı açtım, o adam seni sordu ve içeri girmek istedi. Ben içeri a-almak istemedim bilmiyorum içime sinmedi görüntüsü. Dışarıda beklemesini söyledim ama sarhoş gibiydi yani tu-tuhaf görünüyordu. İ-inat etti Çağrı gerçekten zorla girdi içeri ve ben ne yapacağımı bilemedim. Sonra etrafı kurcalamaya başladı, gözü dönmüş gibiydi. Korktum dışarı çıkmak istedim ama bu kez bana sardı ve tuhaf bir isim söyledi. Tam ha-hatırlamıyorum gerçekten, sürekli nerde olduğuna dairler sorular soruyordu."
Her kelimemle Çağrı biraz daha taş kesilirken iplerini kavrayamadığım göz yaşları ısrarla yanaklarımdan süzülmeye devam etti. "Sana zarar verdi mi?" Diye sordu bir kez daha. Onu aradığım an kulaklarıma dolan ilk cümlesindeki endişeyi tekrar hatırlamak kanımı çekti.
Başımı iki yana usulca salladım. "Ama vermek istedi... Her şey bir an da gelişti Çağrı ben anlamadım bile en son, yere yığıldığını ve elimde bi bı-bıçak tuttuğumu..." Ağlamamın yersiz şiddetlenmesi sözlerimi sertçe keserken Çağrı kollarını omuzlarıma dolayarak sırtımı usulca okşadı. "Tamam, tamam hadi sakinleş geçti."
Başımı geriye çekip yüzümü parmak uçlarımla silerken, gözlerimi onun kahverenginin en ıssız tonlarına sahip gözlerine diktim. "Ya ölürse? Neden polise gitmiyoruz?"
Heybetinin en büyük temsilcisi olan yüz hatları gerilirken kaşlarının alışkın olmadığım çatığı çeldi zihnimi. Dudakları açılıp kapandı. Sırtımdaki eli enseme doğru uzandı başımı göğsüne tekrar bastı. "Kansızın biri yüzünden hapse girmene izin veremem." Diye konuştu. Sesi kademe kademe sertleşirken, göğsü ciğerini dolduran solukla tekrar yükseldi ve sıcağı yanağımı ısıtırken, sözlerinin devamı korkumun dizginlenmeyi isteyen yanlarına dokundu. "Ben bir yolunu bulacağım, sadece güven bana olur mu?"
Göğsüne yaslı elimi usulca boynuna doğru uzatırken, başımı geriye çektim ve hissettiğim tüm acılı duyguları bir köşeye iterek gözlerime değen dudaklarına baktım. Sıcaklığıyla kanımın içini çiçeklerle dolduran adama, küçük cesaretimle uzandım ve dudaklarının üzerine usulca dudaklarımı bastırdım. Aralanan ağzından şifa doldu damağıma ve onun kan kaynatan tadı, benim korkularımın içine karıştı. Güven... Onu ilk gördüğüm an tanıştığım en masum duygu, ona duyduğum sevgiden bile daha dolu dizgin hissettiğim en büyük hazinemdi.
Saniyeler sonra sessizce verilen sözün altını dudaklarımız imzaladı ve bedenlerimiz usulca ayrıldı. Benim gözlerimde ona duyduğum aşk, onun gözlerinde sıcacık bir şefkat vardı. Zihnimi bile uyuşturan bir gülümsemeyle beni kollarının arasından sıyırdı ve ayağa kalkarak üzerimde ki battaniyeyi aldı. Kapıya doğru ilerlerken temkinli bir sesle konuştu. "Adamın durumu belli olana kadar Kerem'le kalacaksın. Daha iyi bir çözüm bulana kadar idare etmelisin. Kerem iyidir ama ben babama bile tam olarak güvenmem. O yüzden kendine dikkat etmeni istiyorum." Onu dikkatle dinleyip sözlerini başımla onaylasam da zihnimden geçen düşünce suçluluk duygusu hissettirdi.
Saatler önce bana uzattığı hap yüzünden Kerem'e tam olarak güvenmemekte haklıydı ama bunu ona söylemem bana olan güvenini de fazlasıyla sarsardı. Bir anlık hatamın bedeli bana yüklü bir suçluluk duygusu olarak dönerken sessiz kaldım.
Arabanın yanına ulaştığımızda dudaklarım ince bir sızıyla titrerken, Çağrı kulpa uzanıp arabanın kapısını araladı ve geçmem için elini uzattı. Kalbim onun üzerine yüklediğim bu bela yüzünden sıkışırken, arabaya binmeden önce kollarımı boynuna sardım ve yüzümü göğsüne gömdüm. Onun kollarıda saniyeler içinde cılız bedenime dolanırken, titreyen sesim mahçupluğunu doğurdu. "Özür dilerim... Doğum gününü mahvettiğim için çok özür dilerim."
"Senden değerli değil." Diye konuştu yatıştırıcı bir giz vardı sesinde. Benim için ise onun dışında her şey değersizdi. Sevgim safdı ama bencilliğini esirgemezdi. Başımı geri çekip sakalsız yanağına küçücük bir öpücük bıraktım ve sakin adımlarla onun sıcağından bir kez daha kopup arabaya bindim.
Çağrı kendi arabasına geçerken, Kerem içinde bulunduğumuz arabayı çalıştırdı ve dikiz aynasından o siyah gözleriyle yüzümü kısaca taradı. "Sağol." Diye konuştu bir an sonra. Kaşlarım anlamadığımı belli edercesine havalandığında, gülümsediğini belli edercesine gözleri kısıldı. "Çağrı'ya sana hap verdiğimi söylemediğin için."
Suçluluk duygumu körüklediğini bilmiyordu. Bu kez kaşlarım çatıldı. Araya koymam gereken mesafenin ölçümünü dağınık zihnimin içinde tamamladıktan sonra, kuru dudaklarımı araladım. "Bir daha asla bana o haplardan vermeyeceksin. Yoksa ikimizide inan yakarım."
Siyah gözleri hırçın bir dalga gibi kısa bir an dalganlandı. "Merak etme." Diye konuştu ve ardından ağzının içinde zorlukla seçtiğim kelimeleri mırıldandı. "Nasıl olsa vermem için kendin yalvaracaksın..."
O an idrak edemeyecek kadar dalgındım ya da ayırt etme yetimi yitirecek kadar yorgun. Ama bu hiç bir ilkin, tek ve son olmayacağının kulaklarıma ilişmemiş canhıraş çığlığıydı. Cehennemin dünya üzerinde ki varlığına giden yollar, bizim hataya meyilli zihnimizin kanıtıydı.
•
Komidinin kenarına çökmüş bedenimde titreyen uzuvlarımın yatışmayan ve ipe sapa gelmeyen sarsıntıları, beynimin içinde aralanan eski defterlerin içimi sızlatarak gözlerimce okunmasıydı. Komidinin üzerine iliştirdiği küçük toz birikintisini saran şeffaf poşete uzanmak isteyen parmaklarımın kontrolünü git gide kaybediyor oluşum, avuçlarımın arasındaki bütün ipleri sağa sola savuruyordu.
Kalbimin ortasına bıraktığı o büyük sevginin, en can yakıcı bombalardan biri olduğunu asla bilemezdim. İçimi ateşe verip kalbime kurduğu sevgi bombasını patlattığında, benden geriye kalan darmadağın bir ruh ve bedendi. Şefkatiyle okşadığı tenim şimdi en büyük tiksintilerin bile ötesinde hissettirirken, ona zamanında nasıl körü körüne güvendiğime tüm aklımla şaşıyordum. Acıyordum. Kendime.
İdil isimli kadının geceye karışmaya başlayan iniltileri kulaklarımı delerken, saatlerdir verdiğim mücadeleyi yavaş yavaş kaybediyordum. Çağrı içimde hâlâ varlığını koruduğuna inanıyor ve o depremden kalmış bir kaç başı dik duyguyuda yerle bir etmek için elinden geleni yapıyordu. Ve başarıyordu. Aşktan yoksun, sevgisi eksik ve tutkunun ucunun bile değmediği kadının kulak tırmalayan iniltilerini bana bile isteye dinletiyordu. Tiksiniyordum.
Geçmişte ona hayran olan her zerremle.
Kriz sinsi bir yılan gibi süzüle süzüle etimden içeriye girip zihnimin içine sızdığında saatlerdir gözlerimi ayırmadığım o şeffaf poşeti elime aldım. Sadece saniyeler sürdü hayatımı bir kez daha tepetaklak etmem. O zehir kanıma karışmadan, lanet beynime karıştı. Saatlerdir yanı başımda tıslayan yılan kendi arzusunda köşesine çekildi ve kıvrılarak başını kendi ince gövdesine yasladı.
Sonrası siyah bir toz bulutunun içine sıkışıp kalmak, sağa sola pervasızca saplanmak ve un ufak olana kadar dağılmaktı. Katran karası bir duygu birikintisi dakikalar sonra zihnimden içeriye sızdığında, uyuşan beynim ölümün soğuk kucağına uzanmış ve avutulmayı bekliyordu. Eroin, kanımdan sızıyor, ruhumu benden bir kez daha alarak etimden geri çıkıyordu. Milyonlarca şahit toplasam da yaşıyor denilemeyecek bir hayatın içinde paçavra gibi sürükleniyordum ve bunu kendi iradesizliğimin huzurunda gerçekleştiriyordum. Aylardır değişmeyen tek bir gerçek vardı bildiğim. Hiç bir ilk, tek ve son olarak kalmıyordu.
Acınasıydım.
Ahşap kapının açıldığını işittim ama kuru bir gürültüden öte bir şey değildi bu. Yarı kapalı gözlerim, geriye düşük başım ve uğuldayan kulaklarım algılamaktan çok uzaktı. Odaya dolan iri bedeni tırnağımın ucu kadar umursamazken, boğazıma dolan şiddetli bir kahkaha yumağı vardı. Yüzüm boştu ama zihnimden beyin yakan kahkahalar lanetli geceye karışıyordu.
"İnadın kısa sürmüş." Duyduğum ses kalın ve toktu. Gördüğüm ise sadece silik bir silüetten ötesi değildi. Dilim konuşmaya dahi meyillenmedi. Sergilediğim bir köşeye çökmüş, hayatta uzaktan yakından bağlantısı kalmamış soluk bir bedendi.
"Söylesene." Dediğini işittim ama kulaklarıma dolan cızırtılı ses ilgimi çekmeye yetmedi. Bulanık görüş açıma çıplak bir gövde doldu, ıslak ve iriydi. Altına geçirdiği eşofmanın ceplerine iliştirdiği ellerini çıkardı ve karşıma geçip diz çöktü. Kafalarımız belli bir mesafeden eşitlenmişti ama yüzüne bakmaya dair gram istediğim yoktu. O suretine yakışmayan bir kire ve benden daha acınası bir karaktere sahipti. Hastalıklı olan benim kanımdı ama onun zihniydi. "Söyle haydi, sence... hangimiz daha iyiyiz?"
Sessizlik yemin gibiydi dudaklarımda ama boğazımdan yükselmek isteyen kahkaha berbat bir inatla direniyordu. Çağrı, kirli elini yüzüme doğru uzattı ve alnımdan dökülmüş saçı geriye doğru hafifçe itti. "Günlerce beraberdiniz. Öpüşmekle kalmadınız değil mi?" Kendi ızdırabını kendi diline dikiyordu. Acınasıydı. "Haydi söyle Tutku, sence yatakta kim daha iyi?"
Sonunda esir tuttuğum kahkaha dudaklarımdan salındı ama can çekişir gibi boğuktu. Hâlâ saçımda duran parmaklarını saniyelerimi harcadığım bir güçle iteledikten sonra berbat bir ağırlığa sahip başımı kaldırdım. Tehlikenin somutlaştığı gözleri yüzümün her santimindeydi. Sorusunu zihnimde bir kez daha tarttığımda onu çıldırtmanın dilimden dökülecek tek bir cümleye baktığını biliyordum. "Bu soruyu cevaplamak için..." Dudaklarımdan kelimeler dilimi yararak çıkarken damağımdaki buz kesmiş kurulukla bir kaç kez yutkundum. Feri kaçmış ruhu sömürülmüş gözlerimi gözlerine diktim ve konuşmaya devam ettim. "Seninlede sevişmem gerekmez mi?"
Gözleri şiddetle karardı. Yüzünde hali hazırda ne kadar yaşam damarı varsa ölümü çağırırcasına kabardı. Geceye son bir kahkaham daha karıştı. Bu test önce onu sarsmalıydı.
"Kafam benden daha güzel doğru ama... Efkan'la yaşadıklarımı unutacak kadar değil..."
Saniyeler içinde yakalarımı kavradı ve et yığını kalmış bedenimi gazabı çağırırcasına yatağa fırlattı. Sesine ölüm sinerken, "İlk yemini sen bozdun!" Diye bağırdı. Hayır kükredi. O an tüm uyuşukluğuna rağmen beynim bile ne olacağını anladı. "Her zerrenden o soysuzun izini sileceğim!"
Bir daha kahkaha atamadım hiç bir kelimesine veyahut ağzından çıkan hiç bir cümleye. Gözlerinde kini, öfkeyi ve daha nicesini gördüm. Doğruydu söylediği... İlk yemini ben bozmuştum. Üzerinde ki eşofmanı binbir hırsla çıkarttığını gördüğüm an korkunun dolandığı gözlerle son kez yalvarırcasına soludum.
"Yapma..."
•••
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum...
•Geçmiş hakkında genel düşünceleriniz?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top