•Bir Buket Papatya•
İyi geceler...😍 Yorumunuz bol olsun.♥️
•
Ağaç dallarının arasından sızan güneş ışığı kadar huzur verici bir tondu o. Kalbimin derinliklerine sızmış, adını gövdeme kazımıştı. Nabzımın ritmiyle uysalca oynayan gözlerin ve bedenimi aşıp ruhuma uzanan kelimelerin sahibiydi.
"Mümkün olsaydı eğer, seni kendime saklardım." Demişti bir keresinde.
İkinci kez adımımı attığım mekanın mor koltuğu üzerinde, beni özel kılacak şekilde bedenimi sarmalarken.
Gülmüştüm. Yeri geldiğinde bir çocuğu avuturcasına gösterdiği şefkatiyle küçük kız çoçuğu, bir başka zaman ayakları üzerinde durduğunu hissettirdiği güçlü kadını olurdum. Üzüntüyü tattırdığı anlar nadirdi. Kendimi nadir hissettirdiği anlara alışıktım.
"Benim için koca mekanı kapattın." Demiştim. O an küçük bir kız çoçuğuydum. Bundan mutluluk duymuş, kollarının arasında büyümenin hevesiyle dolmuştum.
"Mümkün olduğunca seni kendime sakladım işte."Demişti omuzlarını hafifçe kaldırıp gülerek. Kendi mekanını kapatmış olması ikimizede komik gelmişti. Ama aynı zamanda değerli. Kalbimin bu sahiplenmenin altında sızım sızım sızlamasını aşka yormuştum.
"Beni kıskanmana gerek yok." Demiştim bir an sonra. Göğsünde duran elimi boynuna doğru usulca sürüklerken, parmak uçlarımın altındaki teninin sıcağıyla mayışıyordu küçük kız. Ve derin bir uykuya dalıyordu. Parmakların boynuna ulaştığında, içimdeki kadının ayak seslerini duyuyordum bu kez. Sesim daha bir güçlü çıkıyordu. "Gözüm senden başkasını görür mü sanıyorsun?"
Memnuniyetle kıvrılan dudaklarına uzanmak için kıvranıyor ama güçlü bir kadına yaraşırcasına bu şevki onun görmesini, onun gözlerinde görmeyi bekliyordum. Çok geçmeden kavradığı belimi güçlü parmaklarına tezat bir uyumla okşarken, gözlerinin toprağından serpiyordu kalbimin üzerine.
"Göremez." Diyen fısıltısı, daha bir derinleşiyor, mümkün olmayanı bile mümkün kılabilecek bir tona bürünüyordu. Aklımı başımdan, ruhumu bedenimden, kalbimi göğüs kafesimden çekip çıkaran bir büyüyle dengemi alt üst ediyordu. "İzin vermem."
Bir başarının tadı yayılıyordu damağıma. "Gördün mü?" Diye fısıldamıştı dudaklarım. "Ben senin zaafınım."
Beyaz odanın soluk duvarlarının dibine çöküp kalmış bedenimle, zihnimin içindeki pembeliklerin tüm renkleri yutan siyaha dönüşmesini izliyordum.
Kulaklarıma ilişen kapı sesiyle algılarımı açılması için zorlasamda, kaldıramadığım başım eğikti. Bünyemde yaşam belirtisi gösteren tek organım midemdi ve şiddetle bulanıyordu. Yırtılmış boğazımdan, tahriş olmuş kelimeler döküldü.
"Geldin mi Allah'ın belası?"
Kısık gözlerimin odağına dolan karanlık siluet bir kaç adım ötemde durmuş, büründüğü kişiliğin karanlıkta kalmış yanlarını aydınlatmak için ellerini ovuşturuyordu. "Geldim geldim. Özledin mi?"
Cevapsız kalmak için kapattığım dudaklarımın arasında kamaşan dişlerim birbirine kenetlenirken, başımı zorlukla duvara yasladım.
"Çok dirayetsiz çıktın sen," Dedi düşünceli bir sesle. "Gerçi dirayetsizliğin kendini ilk krizde sunmandan belliydi."
Uyumak istiyordum. Uyumak ve bir daha uyanmamak. Kaç gündür aşağılanıyordum? Değişen kelimelerle, aynı tiksinç tonu kaç kez duymuştum?
"Defol git." Dedim tırnak uçlarıma kadar sızlatan bir acıyla.
"Ha sen sevdin burayı? Güzel, uysallaşıyorsun."
Hissiz bir kahkaha attım. Hiç tatmadığım duyguları yaşıyordum günlerdir. Kaç gün önceydi beni kollarıyla sarmalaması? Şimdi delik deşik ettiği kollarımı, nazikçe okşaması kaç gün önceydi? Bilmiyordum. Düşünmeden duramıyor, algılarım açıldıkça çıldırıyordum.
Uyumak istiyordum. Ölümüne uyumak.
"Napıyorsun bana?" Dedim bir kez daha. Tırnaklarımın geçtiği boğazımın derisi acıyor, bilinmezlikle dolu bir kuyuya şiddetle indirilip geri çekiliyordum sanki.
"6.Doz..." Dedi keyifli bir sesle. Elinde bir şırınga tuttuğunu şimdi daha net görüyordum. Önümde eğildi ve dizlerini yere yaslarken, koluma doğru uzandı. Beynim uysallaşmam için yalvarıyordu ama zihnimin ayık kalmış bir kaç hücresi buradan kaçmam için avazı çıktığı kadar bağrıyor, çırpınıyordu.
"Neden yapıyorsun bana bunu..." Dedim güçsüz kolumu parmaklarının arasından kurtaracak kadar azime sahip değildim. "Pes et artık Çağrı. Bırak gideyim artık, pes et Allah'ın cezası."
"Sana bunu neden yapıyorum?" Dedi kelimelerimi düşünceli bir alayla tekrarlayarak. Bileğime uzandı ve parmaklarını etime doladı. Gözleri gözlerime değerken elindeki şırıngayı bacağının yanına ağır hareketlerle bırakıp, diğer parmaklarıyla avucumu araladı. Parmak uçlarımla oynarken hafifçe omuz silkti.
"Başladığın işi tamamlıyorum."
Uyuşturucuyu ilk kullanışımda istediğim bir bağımlı olmak değildi. Psikolojik bir çöküşün, eğik bükük bir zaman diliminin içinde sıkışıp kalmışlığımı sığdırmaya çalıştığım bir kaçıştı sadece. Yanlış olduğunu biliyordum... Ama bu raddeye gelmek beni şimdi kahrediyordu.
"Sana ne yaptığım sorusuna gelirsekte, aslında senin kendine ne yaptığını anlatayım." Dedi ve elimi bırakıp derin bir nefes aldı. Yere oturup kollarını bacaklarının üzerinde birleştirdi ve yere dönük ellerinin parmaklarını birbirine kenetledi.
"Uyuşturucu bağımlısı olduktan sonra, bir döngünün içine girecektin. Bırakmak isteyecek ama bırakamayacaktın. Çünkü dünyada cenneti yaşadığını tattın. O cennetten kovulduğun ilk an ise tekrar başlayacaktın. O suni cennet zamanla körelecekti ve sen sadece ağrılarını dindirmek için bu zehire devam edecektin. Hatta sırf bu yüzden kendinden nefret edecek ve daha yüksek dozlar kullanarak, senin bile anlayamadığın bir hızla altın vuruşa koşacaktın."
Kelimelerinin çoğunu seçemesemde, tıkalı algılarımdan geçenler tek bir ortak kelimeye çıkıyordu. Ölüm.
"Mesela... Ben sana bir haftada sadece çok az miktarda dozlar verdim. Aslında git gide artış göstermesi gerekirken, ben gitgide azalttım. Dile getirmesende, yaşadığın hazzı sevdiğini biliyorum. Senin iradene bırakırsam, vazgeçmen imkansız." Dedi ve hastalıklı bir sesle güldü. "Gerçi bırakmanı istemiyorum orası ayrı..."
Ellerini çözüp tekrar koluma uzandığında geriye doğru çekildim ve duvara iyice sindim. Anlattıkları korkunçtu. Git gide içimde büyüyen yersiz cesaretin kanatları altına giriyordum ve onu burada tüm gücümle boğmak, ardından cesedini bu odaya kilitleyip kaçıp gitmek istiyordum. Beni bağımlı yapıyordu... Bana verdiği şey eroindi. Onun tüm uyuşturucuların içinde en tehlikelisi olduğunu biliyordum. Beni ölümden çektiğini sanıyordu ama beni ölüme itiyordu. Ben bunu istemiyordum.
"İkna olmadın mı? Pekala..." Dedi bacağının yanına koyduğu şırıngayı görüş açısı kadar havaya kaldırırken. "İllede direneceksen bir hafta kendini gözlemle. Başarırsan şayet söz veriyorum gitmene izin vereceğim." Dediğinde sessiz kaldım. Konuşursam bağırırdım. Hem başarabilirdim. Belki yanlış olan bu yolun dönüşünü kaybolmadan bulabilirdim.
"Ama bilki," Dedi gözlerini hafifçe kısarken. Çehresinde beliren şeytanın ta kendisiydi. "Bana yalvardığını görmek beni mutlu edecektir."
"Asla." Dedim ani bir bağırtıyla. "Sana asla yalvarmam."
Hafifçe dudaklarını büktü. Şırıngadaki sıvıyı usulca zemine dökmeye başladı.
"Ben düşünmüştüm ki, bunu yaşamana gerek kalmaksızın vücudunu belli bir doza alıştırayım." Dedi boş şırıngayı bir köşeye rastgele fırlatırken. Sanki kalbimide diri diri söküp atmıştı.
Bu benim sevdiğim adam olamazdı. İçimde acıdan ayak basacak yer bırakmamaya yemin etmiş bu adam, benim, dudaklarından mutluluk topladığım adam olamazdı.
"Çağrı git." Tiksinti hiç bu kadar hakim olmamıştı sesimde. "Defol git."
Yaşadığım hayal kırıklıklarını geçmişti artık bu hissettiğim duygu. Bütün vücudum, derimi sırılsıklam bırakacak kadar terliyor, her damla sivri uçlu bir iğne olup bedenime batıyordu sanki. Ama karşımda gördüğüm adamı tanıyamayışım kadar yakmıyordu canımı fiziksel acı.
"Pekala..." Diye konuştu. Ellerini hafifçe silkip doğrulurken, gözlerini üzerimde hissedebiliyordum.
Kapıdan çıkacağı anda anlık bir içgüdüyle konuştum. "Kaç gün oldu?" Sesim acınasıydı. Zaman kavramını yitirmek, çıldırmış beynimi daha çok çileden çıkartıyor ve yaşadığım bu tutsaklığa yükleyemediğim anlamlarla beni daha çok ürkütüyordu.
Çağrı kapıda hafifçe bana doğru döndü. Görüş açım bir nebze daha netleştiğinde, başını düzenbaz bir edayla yana yatırdı ve ifadesine düşündüğünü belli eden bir ton yerleştirdi. "3...5...7... Belkide 10. Bilemedim şimdi."
Zevk alıyordu. Güçsüzlüğümden iğrenç bir zevk alıyordu. İçim öfkeyle doldu. Sanki dibi olmayan bir kuyuydum ve içime sürekli nefret atılıyordu.
"Aşağılık şerefsizin tekisin." Dedim öfkeyle.
Umursamazca omuz silkti. "O güzel ağzına küfür yakışmıyor."
İnadım ve cesaretim harlandı. "Siktir git."
Yüzünün rengi attığında, bu kelimelerin bana bir dönüşü olabileceğini düşünmüştüm ama bu saniyeler sürmüştü. Beynim tekrar çökerken, zorlukla açık tuttuğum gözlerimi kırpıştırarak yüzüne bakmaya devam ettim. İçimden bir ses yankılandı zihnimin kıyılarında ve benden bağımsızca vurdu dilime damağıma.
"Hiç mi sevmedin?"
Bir kapı açıldı, bir kapı kapandı. İçimde yıkık dökük koca bir şehrin enkazı vardı.
•
Yürüdüğüm sokağın taş kaldırımında ölümün ayak izlerini takip ediyordum.
Bütün ısrarlarımın sonu çıkmaz bir sokaktan farksızken, kırılıp yitirilmiş dirayetsizliğimle peşine takıldığım ölüm beni bir çıkmaza tekrar sokuyordu. Katlanılmaz ağrıların baş gösterdiği bu sokakta, bedenimin şiddetli dalgalarını törpüleyecek o sona yalın ayak koşuyordum.
Düşe kalka yürüdüğüm bu yolda, günün birinde düşüp kalkamayacağımı çok iyi bilmeme rağmen, hastalıklı beynimi dizginleyemiyordum.
Eylül'ün hafif serin havasına rağmen derimin üzerine tüneyen ter damlalarının vücuduma tıpkı bir iğne gibi batışını ve kafatasımın içinden başlayarak bütün eklemlerimi bir virüs gibi saran ağrıyı, iliğim kemiğim boyunca hissederken, artık bitsin istiyordum.
Ölümün ayak seslerine kulak kabartırken, bulunduğum noktada gözüm hiç bir şey görmüyordu. İhtiyacım olan dışında. Biraz ileride, köşe başında duran genç bir çocuğu gözüme kestirdiğimde, ayaklarımı son bir gayretle kımıldattım ve karanlığın içinde yanına ulaştım.
"Sen," Diye seslendim sırtı elektrik direğine yaslı çoçuğa. Bakışları bana döndü. Tişörtündeki mor çizgiden, satıcı olduğuna emin oldum. "Şey, neydi adın?"
Kumral çoçuk bana biraz garipseyen, biraz da şaşkın bakışlarla baktıktan sonra yaslandığı direkten sırtını ayırdı.
"Beni boşverde sen hayırdır buralarda?"
Ben onu Çağrı'nın dosyasındaki sembolden tanıyordumda, o beni neden tanıyormuş gibi bakıyordu? Çekingen bir tavırla elimi dirseğime sarıp, tırnaklarımı derime bastırdım.
"Bana şey lazım..." Dedim boğazımdan tuhaf çıkan bir sesle. Derin bir nefes almaya çalıştım ama bu ciğerlerimden çok genzimi zorladı. Bakışlarımı kaçırdım. İhtiyacım olan şeyin, sokaktaki adını bilmiyordum. "E-eroin."
Çoçuğun kaşları çatılırken üzerime doğru tek adımla yaklaştı ve etrafta kısaca göz gezdirdikten sonra bakışlarını yüzüme dikti.
"Kızım git benim başımı belaya sokma."
Elimi hızla altımdaki kotun cebine attım. Efkan'ın cebinden çaldığım parayı karşımdaki çocuğa uzatırken, utançtan ağlamak üzereydim. Ama hücrelerime kadar dadanan ağrı daha keskin ve baskındı. Bu işkence bitsin istiyordum. Zihnimin kıyılarında can çekişen cesetlerin ruhlarını azad etmek, bana huzuru sunacaktı.
"A-al parası burada, biliyorum işte sattığını ne diye uzatıyosun?"
Çoçuk başını iki yana ağır ağır sallarken, bir adım geri çekilip tekrar sırtını direğe yasladı. "İyi ya, kimin adamı olduğumuzuda biliyorsundur öyleyse." Diye konuştu ve sesindeki ciddiyeti bir tık daha arttırdı. "Bizden sana mal çıkmaz. Git şurdan."
"Ya bak..." Dedim gitgide şişen suratımın, almaya çalıştığım her nefesi yarım bırakırken, bu kez ben bir adım öne attım. "Anlamıyorsun galiba... Bana er-"
"Kızım adını söyleyip durma şunun!" Diye tısladıktan sonra, gerilmiş yüzünü sıvazladı. Ardından, "Sen Tutku değil misin?" Diye sordu.
Şaşkınlıkla, "E-evet." Diye mırıldandım.
Çoçuk hafifçe başını salladı. "Peki sana uyuşturucu satarsam benim başıma gelecek olanı biliyor musun?"
İznim olmadan tek bir gram bile alamazsın, boşuna ite kopuğa sunma kendini.
Kerem'in başına gelenden sonra açıkçası hiç birini umursamıyordum. Sonuçta onlarda kaç tane hayatı karartıyordu. Bu umrumda değildi, hatta şu an dünya yansa umrumda değildi ama yinede mimiklerimi korudum.
"Kimseye söylemem." Dedim artık gardım elimden avucumdan kayıp giderken. "Yemin ederim ki söylemem."
"Sen daha sokağın başına girdiğinde uçmuştur Çağrı'ya haber." Dedi artık kafama vura vura anlatmaya çalışır gibiydi. "Ve sen şu an direterek benim başıma iş açıyorsun."
"Kim beni nerden tanısın?" Dedim artık yalvarmanın acınası eşiğine ayaklarımı sürterken.
"Git onuda Çağrı'ya sor anasını satıyım." Dedi iyice fevrileşerek. "Ama bu çevreden sana kimse zırnık vermez haberin olsun. Boşa uğraşma."
Çaresizlikten ağlayabilirdim. İçimda lavları öfke olan bir yanardağ vardı ve patlamak üzere yüzyıllık uykusundan usulca uyanıyordu. "Pekala." Dedim sinirden saç diplerimi çekiştirirken.
"Karşıya gitsen belki..." Dedi arkamı döndüğüm an. Başım ona çevrildiğinde, gözlerinde bana acıdığını görebiliyordum. "Ama ordada harcarlar seni, demedi deme."
Tekrar önüme döndüğümde, bu kez ayaklarım ölümün değil hiçliğin peşine takıldı ve ben bir kez daha lanetleri ardı ardına geceye sıraladım.
•
Mor duvarların ruhumu boğan kasvetinde, beynim taş kesilmişti ve uyuşmak için canhıraş çığlıklar atan hücrelerim ayaklarımın altına serdiğim gururum kadar acınası haldeydi.
Kalabalığın içinden soyut bir çizgi gibi biçimsiz adımlarla sıyrıldım ve merdivenleri zorlukla tırmandım. Vücudumda yaşam belirtisi gösteren tek bir noktam kalmamışcasına yorgun, ama asla kafamı yastığa koyamayacağım kadar sancılıydım. Siyah kapının önünde taş kesilip kaldığımda, dilimin ne kadar pervasız olabileceğine dair fikrim yoktu. Buraya gelişim bile haysiyet sahibi kalmış bir kaç hücreme bana sırtını çevirtirken, birde ona yalvarmak kendimi köprüden atmaktan beterdi. Yinede bu arsızlığın taşlarıyla dizilmiş köprüden geçmek zorundaydım. Şansım varsa, belki kendimi o köprüden aşağı yuvarlardım.
Nefes almak gitgide daha zor bir hale gelirken kapının yüzeyine parmak boğumlarımı yasladım ve ardı ardına bir kaç kez vurdum. İçeriden gelen ses bile bütün nefret hücrelerimi ayaklandırırken, kapıyı araladım ve içeriye sızdım.
"Gözlerim beni yanıltıyor olmalı." Diye konuştu gözleri anında bitap düşmüş bedenimi süzerken. Oturduğu koltukta geriye yaslandığında, yüzünde şaşkınlıktan ziyade keyifli bir ifade vardı. "Bu ne sürpriz mi desem... Bu ne yüzsüzlük mü bilemedim." Belli ki geleceğimden gerçekten haberi vardı.
"Senden ala yüzsüz görmediğime göre... Gocunmam dert etme." Diye konuştum dümdüz bir sesle. Saçlarım kızgın maşalar gibi kafatasımı yakıyor, ağrı gitgide şiddetleniyordu. Dilimin sivriliği, beni nakavt edecek güce sahipti ama ehlileşmiyordu.
"Sakin, sakin..." Dedi siyah kaşlarını alnına doğru havalandırırken. Göz kapakları hafifçe aralandı ve yapay bir şaşkınlıkla "İte köpeğe dil döküyormuşsun öyle duydum." Diye konuştu.
Sertçe boynumu kaşımaya başladım. Öfkem patlamaya hazırdı. "Halbuki henüz sana ağzımı açmamıştım."
Kaşları çatılır gibi olsada kısa bir an içinde toparladı. "Dilin çok uzamış." Başını beyaz gömleğinin sardığı omuzuna doğru hafifçe yatırdı. "Efkan neyle besliyor seni?"
Tüm ızdırabıma rağmen tahribat gücü yüksek bir bombadan farksızdım. "Özelimizi yaymayı istemem ortaya..." Diye konuştum. Alnında belirginleşen ince damarı, iğne ucu kadar kalmış göz bebeklerimle dahi görebiliyordum. "Ha illa dinleyeceğim diyorsan bilemem tabi."
Üzerime atılıp boğazıma yapışmakla, koca bir kahkaha atmak arasında gidip geliyormuş gibi bir ifadeye büründü yüzü. Kalın alt dudağını dişlerinin arasından geçirirken, masadan ağır hareketlerle kalktı. "Aslında artık çok da umursamıyorum." Büyük yalanları ustalıkla söyleyen adamın, küçücük bir yalanda böyle tökezlemesi gülünçtü. "İşimde gücümde takılıyorum öyle, gördüğün gibi." Diye mırıldandı masanın ucuna otururken.
"Ne hoş." Dedim ikna olduğumu düşünmesini sağlayacak kadar umursamaz bir sesle. Ardından siyah kotun cebine sıkıştırdığım ve benim için artık lanetli hale gelen parayı çıkarttım. "Tıkadığın yollardan geçemedim." Diye konuştum ve yanına gidip parayı karın hizasına doğru titreyen elimle uzattım. "Şunu al benide bi müşterin say madem."
Başını geriye atarak alaylı bir kahkaha attı. Ardından gözlerini gözlerimin içine dikerken, yüzünde varlığını koruyan ama artık benim için hiç bir şey ifade etmeyen gülümsemesi vardı. "Al gülüm ver gülüm diyorsun." Diye konuştu. Başını hafifçe sallarken hâlâ gülüyordu. "Güzel, sevdim."
"Uzatmasan." Dedim ruhum etimden çekilirken. Parayı masanın üzerine bıraktım. Ayaklarımın altında etimi delen çiviler vardı sanki ve hastalıklı kanım topuklarımdan sızıyordu.
"Bilemedim." Dedi dudaklarını bükerken. "Ne güzel hasret gideriyoruz..." Diye devam edip kısa bir an düşünür gibi gözlerini kıstı. Ardından iri elini dizine hafifçe vurdu. "Gel madem, bir şeyler ikram edeyim."
Bu kez kahkaha atan ben oldum. "Kolunada takacak mısın beni?" Dizine oturacak olmam, beni koluna takıp aşağı indirmesi kadar imkansızdı. Bunu ikimizde biliyorduk.
Gözleri dudaklarıma kaydığında, yapay gülüşümü hızla sildim. Çağrı'da yüzündeki düşük dalgınlığı silerek tekrar sesine alayı vurguladı. "Yok güzelim, geçti senden o günler."
"Ne mutlu bana." Dedim ip gibi uzayan ve git gide gerilen konudan sıkılarak. "Halbuki geçen gün basılmış kuyruğunla, kapıma polisi dayayacağın konusunda fazla iddalıydın."
Elini sakallarının arasında gezdirirken, kendinden emin bir tavır takındı. "Çıkarlarım söz konusu oldu diyelim. İyi halden yırttın şimdilik."
"Tamam." Dedim beynime bir balyoz darbesi yemişim gibi bir ağrı daha saplanırken. "Hadi ver artık."
Kotumun üzerinden baldırımı sertçe kaşıyan elime uzandı ve bakışlarını indirirken, "Biraz hasret giderelim." Diye konuştu. "Acelen ne?" Parmaklarıyla avuç içimi açtığında, gözleri iyileşmiş yaranın üzerinde geziniyordu.
"Yüzün tahammül sınırımı zorluyor." Dedim dişlerimin arasından sıyrılan ve nefret barındıran bir sesle.
Sağ elinin parmaklarını bileğime nazikçe dolanırken, sol elinin parmaklarıyla ince yara izinin üzerini okşamaya başladı.
"Peki bu?" Diye mırıldandı yutkunarak.
"Sadece mide bulantımı arttırıyor."
Elimi sertçe iterek bıraktı ve ayağa kalkarak heybetli bedeniyle karşıma dikildi. "Kapı arkanda. Defolup gidebilirsin." Buz gibi sesiyle bakışlarımı ayaklarımın altındaki zemine diktim.
"Ver gideceğim."
Bir kaç saniye ikimizdende ses çıkmadı. Ardından ilk sessizliği Çağrı bozdu.
"Pekala... Ama şartsız olmaz."
Sesli bir nefes saldım. Çıldırmanın sınırlarındaydım. "Ne istiyorsun Allah ın belası?"
Ellerini belimin iki yanına yerleştirip beni kendine çekerken, bedenimi baldırlarının arasına sıkıştırarak başını yüzüme eğdi. "Bir tutam yakınlığını diyelim." Diye fısıldadı.
Beynim bunu şiddetle red etti. Hızla omuzlarından ittim. "Asla."
Belimdeki elini sırtımın yüzeyinde kaydırarak, direncimi kırmaya çalışırken, göğsümün ortası cayır cayır yanmaya başladı. Şimdi gerçekten midem şiddetle bulanıyordu. "17 gün önce kucağımda oturuyordun." Diye konuştu terslenerek.
"Sen bana tecavüz etmeye kalkışmadan önceydi o!" Diye bağırdım bu kez ve kalan gücümle omuzlarını daha güçlü itmeye çalıştım. Çabam yersizdi ama Çağrı kelimelerimle afalladı ve ellerini ateşe değmişcesine hızla geri çekti.
"İkisi ayrı şeyler haklısın." Dedi ruh hali saniyeler içinde bir bina gibi çökmüştü. "O gün için üzgünüm." Diye mırıldandı.
Ama benim onun enkazının altında kalmaya niyetim yoktu. Tiksintim arttı. "Umrumda değil ne hissettiğin."
Histerik bir şekilde güldü. "Hiç umrunda olmadı ki."
"Hakettiğimizi yaşıyoruz işte." Dedim daha güçlü bir sesle. Ben uyuşturucuya uzattığım elimin bedenimi ateşe vermesiyle kavrularak yanıyor, her gün biraz daha ölüyordum. O da beni soktuğu zavallılık durumuyla, her gün benim nefretimi kazanarak yaşıyordu.
Belkide İdil ve Efkan gerçekten haklıydı asıl gerçeği göremeyen bendim. Belkide onun acısı gerçekten bendim. Gözlerimin önünde kaç kez yıkılışını görmüştüm bilmiyordum. Belki her red edişimde, belkide ona her yalvarışımda.
Benim gitgide ağrıdan dolan gözlerimle, onun kendini toparlamış gözleri kesiştiğinde yine sessizliği bozan o oldu. "Açıkcası geleceğine ihtimal vermiyordum."
"Sokaktaki adamları tembihlemesen gelmezdim."
"Onlar en başından beri tembihliler." Dedi derin bir çekerek. Ardından hafifçe geriye doğru uzanıp siyah ceketini alırken umursamaz bir tavıra büründü. "Kerem'e olanı biliyorsun." Dedi ve ayağa kalktı. "Onlarda biliyor."
Gözlerimin önünde işlediği cinayeti bana hatırlatmasına gerek yoktu. Çünkü içimi sızlatmayan bir ölümün vebalinide yüklenecek kadar vicdan sahibi değildim. "Açma şu lanet konuyu."
Ceketinin düğmesini iliklerken alttan ters bir bakış attı. "Düzgün konuş."
"Sende ver şu lanet şeyi!" Diye bağırdım bu kez. Aşağıdan gelen gürültü, sesimi her ne kadar dışarıya bastırsada, odanın içi boğazımdan kopan bağrışla dolmuştu.
"Yok!" Onunda sesi sertleşti. Ama ben kelimenin ifade ettiği anlamın afallamasını yaşadım.
"Ne, ne demek yok?"
"Burda yok." Dedi beni çıldırtmaya çalışırcasına sakin ve ağırdan alarak kuruyordu cümlelerini. "Efkan'ın ispikciliği sağolsun."
"Nerde peki?" Doğrudan sonuca varmak istiyordum artık, yoksa birilerine hatta belkide kendime zarar vermeye başlamam an meselesiydi. "Bak dayanamıyorum. Nerdeyse getir ver işte."
"Yürü." Dedi önümden geçerek.
"Ben seninle gelmem." Diye çıkıştım bu kezde.
Çağrı eli kapının kulpundayken bana dönerek, tüm ciddiyetini sesinden döktü. "Bende bu kapıdan gram sokmam."
"Nerde olduğunu söyle." Dedim. Beni tekrar bir yerlere kapatabilirdi. Geldiğimden beri gösterdiği sabır, onun hasta ruhunun bir kurnazlığı olabilirdi. Sabır çekerek kapıyı araladı.
"Alırız yol üstünde birinden, seni zulaya götürcek kadar ahmak değilim."
"Ama sonra bırakacaksın."
"Evine bırakırım." Diye konuştu bomboş bir ifadeyle.
"Söz ver."
"Ne?" Çehresini şaşkınlık sardı.
"Duydun, söz ver."
Bu sefer güçlü bir kahkaha attı. "Oradan bakınca verdiği sözleri tutan birine mi benziyorum?" Hâlâ yüzünde kahkahanın izleri vardı.
"Zeyno'nun üzerine söz ver." Dedim pat diye.
Zeyno'nun adını böyle bir şeye karıştırdığım için kendimden bir kez daha utandım. Ama beni tekrar bir yere kapatmasının ihtimali bile zıvanadan çıkmış bedenimi darbelemeye yetiyordu. Beklediğim oldu ve Çağrı üzerime atılırcasına dibimde durdu.
"Tutku!"
Gözlerimi sımsıkı kapattım. Ve sonunda içimde savrulan tüm duygular bir hortum misali gözlerimin içinden geçerken ağlamaya başladım. "Söz ver dedim!"
Sesim zar zor duyulurken. Beni buradan zorla çıkartamazdı çünkü mekan tıka basa doluydu. Ama buradan çıktıktan sonra beni salacağından emin olmam gerekiyordu.
"Sana Zeyno'nun adını ağzına asla almayacaksın demedim mi lan ben?" Bağırışıyla zihnim tuz gibi saçılırken, kolumu parmaklarının altında ezdiğini algıladım.
"Sana güvenmiyorum!"
"Sen bana hiç bir zaman güvenmedin!" Ne benim, ne onun, ne de ortaya attığım Zeyno'nun bir önemi kalmıştı çünkü içimde ki yanardağ dünyayı yok etmeye yetecek kadar büyük bir şiddetle patlamıştı.
"O güveni elleriyle parçalayan sendin!"
"Ulan! Kes sesini!" Parmakları bu kez boğazıma dolanmıştı. Zaten güçlükle aldığım nefesler hepten kesilirken, son gücümle dudaklarımı araladım.
"Söz ver! Yoksa bi fırsatını bulur Zeyno'ya her şeyi anlatırım."
"Siktir git lan burdan!" Dedi elini boğazımdan çekip bedenimi iterken. "Ne halin varsa gör!"
Atladığım gerçekle yüzleşmem saniyelerimi aldı. Bildiğim halde unuttuğum gerçek şuydu ki, Çağrı için yapacaklarımın asla hiç bir önemi olmazdı. O sadece yaptıklarımı ciddiye alırdı.
Ve bende zaten kendimide yırtsam Zeyno'ya ulaşamazdım. Çağrı'nın biricik kız kardeşinin adını ağzıma bile alamazdım. Almamalıydım. Varlığını bile sayılı insanın bildiği bir kız kardeşi vardı. Hiç bir zaman anlam veremesemde Çağrı'nın insanlara karşı duyduğu sevginin çok bencilce ve hastalıklı olduğundan emindim. Çünkü canı pahasına, sevdiği insanı sır gibi gizliyordu. Ona dair bilmediğim yığınlarca şey olsada, bu altına imzamı atabileceğim gerçeğiydi. Çünkü beni nasıl sakladığını ve insanlardan sakındığını artık daha iyi anlayacak kadar tanıyordum onu.
Oluşan sessizlikte zemine çakılı ayaklarım ısrarla kıpırdamazken, "Çağrı." Diye fısıldadım iyice elden ayaktan düşerek. 8 aydır adı ağzımdan ikinci kez çıkmıştı. "Lütfen..."
Yüzüne bakamayacak kadar şiddetle bir şekilde ağlamam arttığında, kapının aralandığını işittim.
"Yürü." Dedi buz gibi bir sesle. "Söz."
Peşi sıra merdivenlerden indiğimde saat gece yarısını çoktan geçmişti ve mekanın gürültülü sesi kulaklarımdan içeriye sızarak beynimi tetikliyordu. Çağrı'nın bir kaç adım önümden ilerleyen kaskatı kesilmiş bedenine ayak uydurmaya çalışırken, omuzumda hissettiğim elle durdum. Arkamı döndüğümde, kıvırcık saçlarının alnına dökülmüş tutamları ve mavi gözleriyle Emre karşımdaydı.
"Tutku?" Dedi beni görmenin şaşkınlığını yaşayarak. Göz ucuyla Çağrı'ya baktığımda çıkış kapısına doğru yürüyordu hâlâ. Bakışlarımı tekrar Emre'ye çevirdiğimde titreyen bedenimi kendine çekerek sıkıca sarıldı. Gitmem lazımdı.
"Gitmem lazım." Dedim hızlıca. Titreyen bedenimi ve yüzümü sarmış ter damlalarını fark ettiğinde, durumu anladı. Başını iki yana sallarken, "Önce günlerdir ne halt yediğini anlatacaksın." Diye konuştu.
Kollarımı elinden kurtardım. O sırada Çağrı peşinden gitmediğimi fark etmiş olmalı ki, Emre'nin bakışları arkamdaki noktaya takıldı. "Sonra," Dedim alelacele. "Söz arayacağım seni."
"Nereye gidiyorsun onu söyle." Dedi bakışlarını yüzüme tekrar dikerek.
Derin bir nefes aldım. Öfke bünyemde tekrar belirmeye başlarken, "Sonra." Dedim ve cevap vermesine izin vermeden hızla yanından uzaklaştım.
Ben dünya üzerindeki en berbat arkadaştım.
Çağrı tekrar kapıya doğru yöneldiğinde, peşinden ilerlemeye devam ettim. Bir kaç dakika sonra gecenin serin soğunu tenimin her santiminde hissederken, Çağrı'nın arabası geldi. Seri adımlarla arabaya bindiğimizde, ben titreyen çeneme hakim olmak için dişlerimi kıracak kadar birbirine bastırıyordum. Çağrı ise buz gibi suratıyla sessizce arabayı kullanıyordu. Kısa bir zaman sonra, kaç sokak geride bıraktığımızı bilmediğim bir caddeye girdik. Rengarenk tabelaların arasından geçtik. Ruhum bu karmaşayı kaldıramayacak kadar yorgundu artık. Midem şiddetle bulanıyordu.
"Dayanamıyorum artık." Dedim oturduğum koltukta iki büklüm olurken.
"Az kaldı." Diye konuştu. Bana yaşattığı her şeye rağmen, o kadar rahattı ki ondan bir kez daha nefret ettim.
Kemeri çözüp bacaklarımı karnıma çekerken, aldığım her nefes bir yılanın dişlerinin arasından sızan zehir kadar tehlikeliymiş gibi acıtıyordu ciğerlerimi. Bütün vücudum kontrolden çıkarak titrerken, ölüme geçirilmiş ilmeğin diğer ucu boğazıma dolanmış bir şekilde boşlukta sallanıyordum.
Geçmişin sızılı anıları dehşet veren bir boyutta zihnime akıyordu. Her geçen saniye, üzerime kapanıp bana zorla eroin vermesini göz kapaklarıma sunuyordu. Arabanın içi hıçkırıklarımla dolarken, kaybettiğim bilincim çok uzaktaydı.
"Ben bunu haketmedim." Dudaklarımdan dökülen sesle, damağıma kendi gözyaşımın tuzlu tadı karışıyordu. Canım çok yanıyordu.
"Hiç mi sevmedin?" Dedim ağlamam gitgide şiddetlenirken.
Araba gitgide hızlanıyor, sokağın üzerinde resmen kayıyordu. "Sevdim." Dediğini duydum. "Çok sevdim."
"İnsan sevdiğine bunu nasıl yapar?" Diyen haykırışım kemiklerimden sıyrılan etimin feryadıydı. Dayanamıyordum.
Bir şeyler diyordu ama artık onu duyamayacak kadar yorgundum. Acı, bedenimin eşiğini yırtıp geçerken bilincimi daha çok kaybediyordum.
Beyaz odanın soluk duvarlarının arasında olan bedenim, tüm dirayetsizliğiyle kapının dibine çöküp ellerini soğuk zemine ardı ardına vuruyordu. "Aç." Diye yalvarıyordu. "Nolur Çağrı aç kapıyı!" Ama kimseye sesini duyuramıyordu. Ruhum tekrar tekrar bedenimden sökülürken, beynim dilime sadece tek bir komut yolluyordu. Dilimden onun adı dışında hiç bir kelime dökülmüyordu. "Çağrı..." Zihnim kendine geldiği ilk an, tekrar iç yakan yalvarışları sunuyordu. "Dayanamıyorum nolur aç kapıyı! Çağrı..."
Bir an sonra boşlukta sallanan bedenimin uçurumdan aşağı yuvarlandığı hissetmeye başladım. Soğuk tenimi yakıyordu. Hem korkudan avazım çıktığı kadar bağırmak, hemde sonunda kollarına uzanacağım ölümü tebessümle karşılamak istiyordum.
"Kurtuluyorum." Diye fısıldadım.
Gözlerimi sımsıkı kapatırken, tenimde hissettiğim şiddetli bir acı oldu önce, sonra derin bir huzur yayıldı tenime. Ölümü çok ciddiye almışım diye düşündüm. Çünkü hâlâ yaşıyormuşum gibi hissediyordum. Beynimdeki sızı gitgide hafifliyor, eklemlerimi kangren eden ağrılar usulca çekiliyordu. Gülüyordum. Hatta kahkahalarla gülüyordum. Bir an sonra ağlamak geliyordu içimden, yitirdiğim yaşamdan çektiğim avuçlarımı sımsıkı bedenime sarıyordum ve hıçkırarak ağlıyordum.
Bir kuş kadar hafif, asla var olmamış gibi yoktum. Hiçtim, kimseydim.
Gözlerimi açtım. Karanlığa sarıldım. Gözlerimi kapattım huzura sarıldım.
Başarmıştım. Sonunda yok olmayı başarmıştım.
•
Beynimin içi savaş sonrası bir enkazı aratmayacak kadar dağınıkken, birbirine kenetlenmiş kirpiklerimi araladım. Göz kapaklarım bir kaç kez kırpışırken, allak bullak olmuş beynimin içinde sisler dağılıyordu. Gözlerimin odağı duvar olurken, midemden ağzıma kıvılcımlar yükseldi ve gözlerimi irice açtım. Kafamı kaldırmaya çalıştığım an, milyonlarca iğne derime battı ve dudaklarımdan acı dolu bir inleme kaçtı.
Gözlerimi tekrar aralamaya çalıştığımda, beynimdeki sisler çekildi. Geceye dair görüntüler hafızama yığılırken, bir noktadan sonrası tamamen boşluktu. Başımı daha temkinli bir şekilde kıpırtdattığımda, odamda olduğumu farkettim. Yatağımdaydım. Saniyeler sonunda belimin üzerineki ağırlığın, sert bir kol olduğunu fark ettiğimde, gözlerimi tekrar sımsıkı kapattım.
Lütfen Allah'ım. Lütfen yanımda ki Efkan olsun.
Gözlerimi tekrar araladım. Başımı usulca sağıma çevirdim. Ve beynime saplanacağını umursamayacağım kramplarla yatakta sertçe doğruldum.
Derin bir uykuda olduğu belli olan Çağrı saniyeler içinde gözlerini aralarken, başını yastıktan hafifçe kaldırdı ve anında çattığı kaşlarıyla yüzümü inceledi. "Yine mi kusacaksın?" Dedi boğuk bir sesle.
Hızla belimin üzerine doladığı elini ittim. Duvarın dibine sinerken, dehşet içinde kalışımı gram umursamayan adama bakakaldım. "Senin burada ne işin var?" Dedim sesimi zorlukla bulurken.
Parmaklarıyla yüzünü ovuşturduktan sonra sırt üstü döndü ve yatağın içinde toplanarak sırtını başlığa yasladı. "Uyanmanı bekliyordum." Dedi. Üstünde hiç bir şey yoktu ve belinde duran pikeyi hafifçe karnına doğru çekerken, dudaklarını araladı. "Uyuyakalmışım."
"Benim yatağımda mı!" Diye bağırdım.
Yüzünü buruştururken, alnını sıvazlıyordu. "Kızım bağırma ya."
Ayaklarımla bacaklarını itmeye başladım. "Kalk, kalk çabuk! Çık yatağımdan!"
Olduğu yerden gram kımıldamazken, "Kalkamam." Diye homurdandı. "Hem abartmıyor musun? İlk kez mi beraber uyuduk anasını satıyım?"
Bunun bir önemi yoktu. Şu an evimde olması bile yanlıştı. Hızla yataktan kalktığımda, üzerimde sadece siyah bir atlet, altımda ise iç çamaşırım vardı. "Allah belanı versin!" Diye bağırdım. Hızlı adımlarla kıyafet dolabına yönelip elime ilk geçeni üzerime geçirdiğimde, bakışlarını çekmiş ağır ağır ensesini kaşıyordu.
"Gece hiçte öyle demiyordun." Dedi mırıldanırcasına. Ağzım hayretle açılırken, görüş açım saniyeler içinde bulanıklaştı.
"Bir şey olmadı?" Dedim aksini duymaya tahammülüm bile olmadığı bir sızıyla. Kaburga kemiklerim ciğerlerime batıyordu.
Çağrı başını yatağın başlığına yaslarken hafifçe dudaklarını büktü. "Bilemiyorum."
Yalan söylüyordu. Aksi imkansızdı. Bunu yapmış olamazdı. Saniyelerce yüzümü büyük bir keyifle izledikten sonra büyük bir kahkaha attı. "Şaka yapıyorum."
Derin bir nefesle gözlerimi kapatıp açtım.
"Efkan?" Diye mırıldandım. "O nerde?"
Çağrı hafifçe omuz silkti. Üzerindeki örtüyü beline sararak ayağa kalktığında, bir kez daha şaşkınlığın derin ağına düştüm. "Sen çıplak mısın!"
Tekrar güldü. "Çıplak sayılırım." Diye konuştu. "Normalde kasmamda, fazla gerginsin, birde evin içinde böyle dolanırsam boğazıma yapışırsın diye korkuyorum." Sesinde ince tınılı bir alay vardı.
Dudaklarımı aralamama fırsat vermeden, "Gece boyunca kustun." Diye konuştu ve yanımdan geçerek salona doğru yöneldi.
"Ben çıkarken Efkan evdeydi." Dedim aklımın zincirine takılan soruyu dile getirirken. "Karşılaştınız mı?"
"Hıhım." Dedi salondaki koltuğa otururken. "Seni benim kucağımda görüce biraz bozuldu yalnız, haberin olsun."
Sertçe alnımı ovarken, "Saçmalama." Diye konuştum. "O beni hayatta seninle bırakmaz." Efkan'dan bu kadar eminken, karşılaştınız mı diye sormam bile saçmalıktı.
"O kadar emin olma derim." Dedi düşünceli bir sesle.
"Eminim. Görse bırakmazdı." Dedim kelimeleri inatla vurgulayarak.
"Peki aynı yatakta görürse ne yapar?" Diye sordu. Öylesine sormuş gibi bir tavrı yoktu. Seside yüzüde fazlasıyla ciddiydi.
Bunun cevabını bilmiyordum.
"Efkan sen değil." Diye konuştum kuru bir sesle. "Neyse. Hadi kalk git artık."
Çağrı hafifçe omuzlarını silkti. "Kıyafetlerimin kurumasını bekliyorum." Diye konuştu. Gözlerimle etrafı kısaca taradığımda camın önündeki pervaz demirine astığını gördüm.
Kurumamış olsada yapabileceğim bir şey yoktu. Bir an önce defolup gitmeliydi. Varlığı ruhumu bile huzursuz etmeye yetiyordu. Ona sırtımı dönerek cama ilerledim. Pencereyi açtım ve kolumu beyaz gömleğe uzattım.
O an gözlerimin odağına dolan, hafif morarmış derimin içindeki iğne iziyle dehşet içinde kaldım. Boğazıma taş oturmuşcasına nefesim kesilirken, bir kaç saniye donup kaldım.
Damardan mı vermişti eroini? Beynim bunu kabullenmek istemiyordu. "Bunu bana nasıl yapar-" Cümlemi yarıda kesen saksının içine dikilmiş bir buket papatya oldu.
Beynimden vurulmuşa döndüm. Eroini aylar sonra damardan almak bile canımı daha az yakarken, saksının içindeki papatyalara uzandım.
"Artık bir cevabın vardır." Diyen Çağrı'yla, sertçe yutkundum ama boğazımdaki yanma alev aldı. Göğsüm alev alev yanmaya başlarken, Çağrı bir kez daha konuştu.
"Efkan sabah bizi gördü Tutku..."
•
Bölüm sonu. Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Lütfen.♥️
•Durumlar böyle...🤷♀️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top