•Sonsuzluk kısa bir soluk•

Merhaba. Bir gün içinde yazdığım bir bölüm oldu. Kafamda onlara dair bir çok cümle vardı yazmak için sabırsızlandığım. Biraz dağıttım ortalığı ama size sunmak istediğim onlara ait bir kaç parça paragraf vardı. Artık daha rahatlamış hissediyorum. Lütfen yorumlarınızı esirgemeyin.

•••

Eğer kendi ateşimi hücrelerime kadar fütursuzca hissetmeseydim, küçük bir kıvılcım tanesiyken, büyük bir alev topuna dönüşmenin bu kadar kolay olacağını asla bilemezdim.

Çevremi sarmış olan kızıl ateş çemberinin üzerinden yükselen gri dumanları solurken, kıvılcımlarımın büyüyerek beni yaktığını ve iri bir alev topuna dönüştürdüğünü görüyor, o çıtırtılı sesi duyuyor ve iliklerime kadar hissediyordum.

Yakan bendim. Kendimi. Kendi beynimi, kendi ruhumu ve bedenimi.

Şimdi bir alev gibi dalgalanıyor, oturduğum yerden yükseliyor ve soluk tavana doğru üzerimden yükselen dumanın duvarda oluşturduğu islerini izliyordum. Bedenim karıncalanırken hem dehşet veren bir güç, hemde ürperten bir güçsüzlük hissediyor ve bu garip çelişkiden kıyasıya ürküyordum. Dipleri yenmiş tırnaklarım kollarımı ve eriştiği tüm noktaları yakıcı bir hisle tırmalarken, beynimde bastıramadığım isyanın ayaklanmasını duyuyordum. Sanki beynimin içinde milyonlarca insan aynı anda ayaklarını zemine çarpıyor, huzursuzluk kaygı veren bir uğultuyu aynı ağızdan fısıldıyordu.

İhtiyaç duyuyordum. Ama neye ihtiyaç duyduğumu bile algılayamayacak kadar yorgundum. Üstelik yorgun ve bitkin olan bedenimken, beynimin bu kadar zinde ve kışkırtıcı şekilde gürültülü olması nabzımı hızlandıracak kadar beni endişeye düşürüyordu.

"Bana bir şey oluyor." Titreyen ağzımdan dökülen kelimeler hissettiğim bilinmezliğin özetini yapar mıydı bilmiyordum ama yardıma ihtiyacım olduğunu hissediyordum.

Kerem'in koltuğa yayılmış bedeni ustaca bir sakinlikle doğrulurken, üzerime dikilen bakışlarında algıladığım garip tınının huzursuzluğumu kamçılaması sadece saniyeler sürdü. "Hım..." Diye bir mırıltı çıkardı ve parmaklarını çenesine yasladı. "Ne gibi şeyler oluyor?"

"Bütün vücudum yanıyormuş gibi. Beynimde bir ayaklanma var sanki. Kerem ben hiç iyi değilim..." Ağzımdan dökülen kelimelerin ona ulaştığını biliyor ama üzerine takınmadığı endişeden dolayı tatminlik veren bir karşılık alamıyordum. "Çağrı'yı mı arasak?" Diye sordum. Durumun ciddiyetinin beni ürküttüğünü henüz fark etmiş gibi yüzünü anlık bir durgunluk ardından bilgeç bir ifade sardı. Oturduğu koltuktan avuç içlerinin desteğiyle yükselirken ise, yüzünde yarım bir gülüş belirdi.

"Arayalım tabi..." Diye konuştuğunda, dudaklarında kaşlarımı çatan alaycı bir gülümseme doğdu. Ağır adımlarla yanıma doğru geldi ve koltuğun kolçağına avucunu yaslayarak eğilip, yüzlerimizi hizaladı. "Ne diyelim ona? Tutku iyi değil, muhtemelen uyuşturucu krizine girmek üzere... Diyelim mi?"

Uyuşturucu krizi.

Uyuşturucu.

Krizi.

Yüzümü saran dehşet ona mutluluk vermiş gibi başını omuzuna doğru yatırdı ve bu kez daha geniş bir şekilde gülümsedi. O gülümsedikçe ona karşı ağır bir tiksinti hissetmeye başlamam uzun sürmezken, küçük alanda kendimi koltuğa daha çok yasladım. "Ne? Na-nasıl, nasıl geçecek bu? Ben, ben ne yapacağım?"

Siyah gözleri ışıldadı. Doğruldu ve elini çektiği kolçağın kenarına oturdu. Parmakları cebine giderken, yüzünde hüküm süren gülümsemenin katili benim içten içe duymaya başladığım öfke oldu.

"Sevgiline layık bir kadın olacaksın." Diye konuştu ve cebinden küçük bir şeffaf poşet çıkardı. Gözlerimin odağına küçük haplar dolarken, çiğnemeyi unuttuğum lokma boğazıma oturup kalmış gibi soluğum tıkandı.

"Ne saçmalıyorsun?" Sesimden akan saf bir korku, huzursuz bir kıvranış ve endişeydi. Kerem parmak uçlarına sıkıştırdığı şeffaf poşeti kucağımdaki ellerime doğru indirirken, kindar bir sesle fısıldadı.

"Sevgilinin sattığı uyuşturucuları sana tattırdım. Artık, bir uyuşturucu satıcısına layık bir kadınsın."

Bedenimdeki cansız titremeler şiddetle artarken, ruhum atak geçirir gibi derimi zorladı ve ayaklarım hırsla yere bastı. "Ne saçmalıyorsun ruh hastası!" Dudaklarımdan kopan kızıl kıyamet onun kin dolu yüzüne patlarken algıladığım cümlelerden çıkan anlam korku ve inkar karışımıydı. "Ben senin sevgilin falan değilim!"

Yüzünde bariz bir şaşkınlık belirirken aralanmış gözleri düşünürcesine kısıldı ve oturduğu kolçaktan ayaklanıp karşıma dikilirken işaret parmağıyla çenesini hafifçe kaşıdı. "Ha sen bilmiyorsun?"

Sabrımın bitmek tükenmek bilmeyen bir sınırı varmışta, azimle oraya koşuyormuş gibi bir tavrı olan Kerem'e daha sert bir sesle bağırdım. "Ne, neyi bilmiyorum Allah'ın cezası?"

Yüzünde öyle bir gülümseme belirdiki kanım parmak uçlarımdan çekiliyormuş gibi hissettim. "Çağrı'nın uyuşturucu baronu olduğunu."

Beynimdeki bütün ayaklanma durdu. Zangır zangır titreyen bedenim ve derimi parçalamak için can atan ruhumda durdu. Saniyeler saliselere karışırken yer ayaklarımın altından kaydı ve tavan sanki üzerime yıkıldı. Kabullenmek öte sindirmek geri dursun, algılamak bile dakikalarımı aldı. Sonunda kaskatı kesilmiş çenemden itiraz cümleleri yankılamaya başladı.

"Hayır. Hayır sen yalan söylüyorsun! Çağrı uyuşturucunun adından bile nefret eder. Hem si-sigara bile kullanmaz o. Ne satıcısı, ne baronu? Saç-saçmalık bu."

Kerem kaşlarını ustalıkla kaldırıp indirdi. Yüzünde nefretin izlerini taşıyan bir sakinlik vardı. "Ha o mesele." Diye konuştu. "İşi bil ama işe gitme demişler. Sattığı ve sattırdığı boku biliyor, ne diye kullansın?"

Sanki parçalanmak üzereymiş ve kanımı oluk oluk tırnak köklerimden akıtmak istermiş gibi hırslanan ellerim saçlarımın arasından bir silindirin arasına dalar gibi geçti ve tekrar havada savruldu. "Yalancısın sen!"

Kerem gözlerini devirdi. Yüzünde aldığı tepkiden haz aldığını ispatlayan bir ifade vardı ve midemin içindeki şiddetli karmaşayı arttırıyordu. "Yok, satıcıyım. Şahsen bende kullanmıyorum. O yüzden sevgilinin en güvendiği adamı benim ya." Sözlerinde yatan alaydan bile Çağrı'ya duyduğu nefreti sezebiliyordum.

Başımı iki yana şiddetle salladım. "O kötü biri değil! Kötü olan sensin! Neden verdin bana o hapları söylesene! Ne bu nefret? Ne istedin benden?"

Küçük bir kahkaha attı. "İnan seninle ilgili şahsi bir sorunum yok. Ama hapları almaya meyilli olan sendin. İstemeseydin sana zorla yutturamazdım değil mi?"

Bir kıvılcım tanesiyken, alev topuna dönüşmek... Başkasının çaktığı kibriti üflemek yerine avuçlamak benim tercihimdi. Haklıydı. Hata benimdi. Kendimden saniyeler içinde daha fazla nefret ederken, bedenimi esir alan titremeleri tekrar hissetmeye başlayışım zihnime büyük bir korku saldı.

"Allah belanı versin." Dudaklarımdan dökülen lanet aslında kendi çaresizliğimdi. Bedenim burkulan ve ardı ardına tekme yiyormuşum gibi kasılan midemle yere çökerken, çaresizliği hiç bu kadar saf bir tonda hissetmediğime emindim. "Ya Çağrı'ya olan öfken niye?" Dudaklarımdan çıkan cansız soru, boğazımdan yükselen öğürtüye karışırken, elimi ağzımın üzerine bastırıp gözlerimi sımsıkı kapattım.

"Öylesine," Dediğini işittim. "İnsanları zehirlediği için, bir çok masum gencin kanına girdiği için ve daha nicesini sebep olarak sunabilirim sana ama esas cevabım şu; kılım ona sadece. Yaktığı canlar kadar canı yansın. Bakalım, sevgilisinin uyuşturucu bağımlısı olduğunu öğrendiğinde ne yapacak?" Keyif alırcasına bir kahkaha daha attı. "Ah, tam seyirlik."

Boğazıma yükselen safran tadını daha fazla bastıramazken güçlükle ayaklandım ve gücümün son kırıntısıyla bağırdım. "Söylediklerinin hiç birine inanmıyorum! Bana yaptığını bırakmayacak yanına! Duydun mu beni? Yanına bırakmayacak!"

Ben aldığım hızımla lavaboya doğru koşarken, arkamdan gür bir sesle bağırdı. "Ben sana hiç bir şey yapmadım aptal! Kendi seçimindi! Önce bunu söyle o çok güvendiğin sevgiline!"

Lavaboya girmek üzereyken işittiğim son cümle ise can alıcı bir vuruştan ötesi değildi. "Hatta dua ette, en sağlam müşterisini öldürdün diye, oda seni öldürmesin!"

Müşterisini, en sağlam müşterisini.

Öldürdün.

Ölmüş müydü?

•••

"Bir söz okumuştum eskiden..." Diye mırıldandım, karşı koltuğumda kıpırtısızca oturan bedene. Saatler süren sessizliğimin bozuluşunu idrak edememiş gibi önce başını kaldırdı kuru zeminden, ardından tek kaşını havalandırarak baktı yüzüme.

"Mayınlar da sessizdir. Ta ki üzerine basana kadar... Demiş yazan."

Durup kuruyan dudaklarımı avucumun arasındaki şişeden yudumladığım içkiyle ıslattım ve başımı geriye yatırdım. Onun keskin bakışlarını tüm ağırlığıyla üzerimde hissederken, histerik bir gülümseme sundu içkinin acı tadının kaldığı dudaklarım. "Sık sık geçmiş geliyor şu sıralar aklıma... Sana nasıl güvendiğimi anımsıyorum. Delilik gibi, iliklerime kadar işleyişi o güvenin."

"Nereye varacak bu konuşmanın sonu?" Diye sorduğunu işittim. Her şeyin bir sonu olduğunu tekrar tekrar hatırlatır gibiydi sorusu. Sesli bir iç çektim onun geniş salonunun duvarlarına kadar yayılan.

"Senin bir mayın olduğunu, üzerine bastığımda anladığıma..." Derin bir iç daha çektim içimdeki kırık dökük parçaların arasından sızıp ciğerlerime ulaşan. "Beni nasıl parçalara ayırdığına. Hatta..." Sözümü yarıda kesip, avucumun arasında ki şişeyi bir kez daha dikledim ve dudağımın kenarından akan bir kaç damlayı elimin tersiyle iteleyip gözlerimi fırtına öncesi sessizliği andıran yüzüne çevirdim. "Parçalarımı bile parçalamaya çalıştığına."

Beklediğimin aksine yüzünde fırtınalar kopmadı, sesinde gök gürültüleri oluşmadı ve gözlerinde kasırgalar çıkmadı. Sustu sadece. Kırgınlığımı, kızgınlığımı görürcesine izledi yüzümün her zerresini. Dolgun dudakları önce açılır gibi oldu, kısa bir vazgeçişle kapandı geri. Dizlerinin üzerinden sarkan ellerinin parmakları zemine dönükken, başıda usulca eğildi önüne. Gözleri gözlerimden sıyrıldı ve ayaklarının ucunda ki halının sade desenine indi.

Tekrar gözlerimi çektim ondan. Başımı geriye yasladım ve içimdeki garip konuşma isteğinin bastırılması, sönükleşmesini beklemek yerine biraz daha geçmişin içine daldım. "Seni ilk gördüğüm günü hatırlıyorum." Diye konuştum. Yüzümde oluşan içkinin sek tadı kadar acı bir ifadeydi. Onu tanıdığım gün tanıştığım güven, şimdi hayatımın köşelere saçılmış parçaları kadar un ufaktı.

"Anlatsana." Diye konuştu. Masanın üzerinden çektiği içki şişesinin tok sesi kulaklarıma ilişirken, benim gibi bir şişeyide onun sahiplendiğini anlamam için görmeme gerek yoktu. Başım hafiften dönerken, "Neyi?" Diye sordum. "Bana karşı hissettiğin ilk şeyi."

Güldüm ama içten bir gülüş değildi bu. Dudaklarımın acılar tarafından iki yana yırtılırcasına çekiştirilmesi gibi bişeydi. İtiraz etmedim. Dönen dilimin el vereceği kadar bir sakinlikle bir kaç kez yutkundum önce, sonra konuşmaya başladım. "Başa saracağım biraz ama."

"Sorun değil. Duymak istiyorum." Sözleriyle onaylarcasına mırıltılar çıkardıktan sonra, uyuşuk bacaklarımı kalçamın altına aldım ve içkimin dibindeki son yudumlarıda midemin içine saldım.

"Lisenin bitimiyle aynı sınıftan olan bir arkadaşımız küçük bir veda partisi düzenlemişti. Bir güzel eğlendik, dans ettik, içtik... Saat geç olunca yavaştan herkes dağılmaya başlamıştı, sadece 7-8 kişi kalmıştık. Aslında bende giderdim ama biliyosun, şimdi olduğu gibi ne karışanım var ne bir merak edenim. Hoşlandığım bir çoçuk vardı, o da orada olunca kaldım bende."

"Hoşlandığın çoçuk?" Diye sordu. Kaşlarımı hafifçe çatıp işaret parmağımı ona doğru salladım. "Şş, böleceksen anlatmayayım." Yüzü kasılsada sessiz kalarak elini devam et dercesine salladı.

"Hoşlandığım dediğime bakma, ben buna zil zurna bildiğin platoniğim. Hatta partiye bile sırf onun için gitmiştim ya neyse. İşte sonra saat geçti, bizim kafalar iyice güzel falan derken, klasik bir ortam oyunu vardır bilirsin. Doğruluk mu cesaretlik mi diye bi zırvalık. Başladık oynamaya, tabi içkiler gitgide arsızlaşan kızlar onlardan yüz bulan erkekler derken konularda sorularda sapıttıda sapıttı. En son şişe bana geldi. Sarp mıydı neydi adı, sordu dedim cesaret... Demesin mi, şişe bir daha sana gelene kadar tişörtsüz duracaksın."

"Kodumun piçi." Diye hırladı. Ona uyaran bakışlar attığımda, içkisini kafasına dikip bir kaç büyük yudum aldı ve "Ee." Diye ağızının ucuyla homurdandı. Eskiden olsa bu kıskançlığının bana mutluluktan taklalar bile attıracağını bilirken, şimdi yüzümde minik bir tebessüm dahi oluşmadı.

"İşte tam ağzımı açtım ki cevap vereyim, hoşlandığım çoçuk ulan Tutku üzerini çıkartsa nolur? Kız bildiğin düz! diyerek benimle alay etti. O an o kadar gürültülü güldüler ki, kimse yıkıldığımı, kırıldığımı ve parçalara ayrıldığımı duymadı."

"Onunda ağzına sıçayım." Diye bir kez daha hırladığında elimdeki boş içki şişesini itiraz edercesine halının üzerine doğru yuvarladım. "Anlatmıyorum!"

"Tamam." Diye tısladı dişlerinin arasından. "Devam et dinliyorum."

Masanın üzerinden yeni bir şişeye uzanmama rağmen sessiz kaldığında kıkırdadım. Kaşlarını çatar gibi olsada, bulanık görüşüme rağmen dudaklarının kıvrıldığını görür gibi oldum. "Ne gülüyosun?" Diye sordu.

Omuz çektim. "Triplerime hala kanman komik." Ardından yüzüme ciddi olduğumu belirten bir ifade yerleştirip gülümsememi bastırdım. "Tamam devam ediyorum... İşte ertesi gün bir gece kulubünde toplanmak üzere konuşulup anlaşıldı ve bende içimdeki tüm kırıkları benimle alay edenlerin gözüne sokmak için gittim. En çok da o Serdar bozuntusunun tabi. O gün önce gittim çok şık bir elbise aldım. Ardından kuaföre gittim ve saçlarımı kestirdim biraz da makyaj yaptırdım."

"Kan kırmızısı, vücudunu saran ve uzun bacaklarını sergileyen elbise. Omuzlarına inen dalgalı saçların, koyu göz makyajın ve sen giydiğin için muhteşem duran o stilettolar." Diye tamamladı sözlerimi. "Sen kırmızıya değil, kırmızı sana sığınmış gibiydi. Tıpkı adın gibiydin."

Ondan kendimi dinlemeyeli aylar olmuştu belkide. Şaşırdım dudaklarından dökülen kelimelere ama içimde cılız bir ateşten ötesi kımıldamadı. Bana bahşettiği en büyük acıya varmak üzere olan kelimelerim benim boğazımdan tek tek döküldü düğümleri çözülürken. "Şanş." Diye mırıldandım. "Seçtikleri mekanın senin olması... Ders vermek için gittiğim gecenin, Serdar'ın akıl almaz sarkıntılıklarıyla taçlanması ve senin onun ağzını yüzünü kırarak beni kurtarman. Düz bir klişeden ibaret olan tanışmamızda bile bana o gece hissettirdiğin güvenin, zamanla korkunç anılara kucak açacağını bilseydim eğer, yemin ederim o gece oradan geçip gideceğin sırada senden yardım istemezdim."

"Suçlamaya devam etme beni." Diye konuştu vicdanından geriye tek bir gramın dahi kalmadığını ispatlarcasına. "O güveni ilk yıkan sendin. Atladığın, ayağını üzerinden çektiğin gerçek bu."

Ölümün kucağına düşmüşken, ölüme yaşamı anlatmaya çalışmak gibiydi ona hatalarını anlatmak. Öylesine yabancıydı haksızlığına. İçindeki canavara öylesine yabancıydı.

"Bırak vicdan temizlemeyi. Benden uyuşturucu satıcısını olduğunu gizledin. O gece sana sürpriz yapmak için gitmiştim ben evine ve krize girmiş bir müşterindi evini basan. Defalarca polise gitmek istedim, hep susturdun beni. Bir kanı bozuk yüzünden içeri girmene izin vermem derken, kendi bozuk kanın ortaya çıkmasın diye beni salmadığını gizledin benden. Beni ite köpeğe teslim edende sendin!"

Konuşmak, içimi kusmak için sarhoş olmam gerekiyormuş belkide. Konuştukça bağırdıkça içimden azalan yükün bana nasıl ağırlık verdiğini, hasar görmeye başlamış organlarımın dahi hafiflemesinden hissediyordum.

Çağrı, alev aldı. "İt köpek dediğinin altına ya-"

"Sus!" Öyle bir haykırış koptu ki dudaklarımdan, avucumdan kopup giden şişenin zeminin üzerinde binlerce parçaya ayrılan sesi bile cılız bir yankıdan öte gidemedi. "Tek kelime daha etme! Sakın!" Avucumun içine ne zaman aldığımı bilemediğim camı onu iri bedenine doğru fırlatırken, boğazım kısılırcasına bağırmaya devam ettim. "Sakın tek kelime daha çıkmasın ağzından!"

Bu feryadın içine sızan bin tane acı vardı.

"Aptal!" Diye hırlayarak üzerime doğru atıldı ve anlayamadığım bir hızla bileğimi kavrayarak havaya kaldırdı. O ana kadar hissetmediğim acıyı, gözlerimin içine dolan yoğun kan birikintisiyle dehşet veren bir soluk kesilmesi eşliğinde hissetmeye başladım. Başım saniyeler içinde dönmeye başlarken, biri mideme sertçe tekmeler savuruyordu sanki. "Elini kesmişsin!"

Avucumun içindeki alev almış gibi yanan sızıya dahi odaklanamayacak kadar başım dönerken, midemden yükselen asitin iğrenç tadı damağıma yayılıyordu. Bacaklarımın güçsüzleştiğini hissederken, dizlerimin arkasında hissettiğim koltuğa omuzumun üzerine çöken elin baskısıyla oturduğumda, Çağrı elimi bıraktı ve yanımdan sert, telaşlı ve kulak uğuldatan bir hızla uzaklaştı. "Kıpırdama sakın!" Diye bağırdığını duyduğum anlarda, kendimi konuşamayacak kadar güçsüz hissediyordum zaten.

Kısa bir an sonra geri döndüğünde kapalı gözlerim ısrarla açılmasada, elimin üzerine bir şey doladığını algılayabiliyordum. Acı keskindi ama yavaş yavaş beliren bir yayılmaydı bu keskinlik.

Tıpkı Çağrı'ya aşık olmam gibi. Yavaş, telaşsız ama bir o kadar da soluk dahi almadan göz açıp kapamak kadar kısa bir zamanda.

"Sonsuzluk ne kadar sürer diye sormuş Alice... Bazen sadece bir saniye demiş beyaz tavşan." Diye mırıldandım bütün gürültüleri susturup sadece avucumun içindeki güçlü acıyı hissederken.

"Ne saçmalıyorsun?" Diye tısladı iri avucunun içine aldığı elimde oluşan yara kadar ruhumda açtığı yaralara özen göstermeyen adam.

Güldüm. İçimdeki son ateşide söndürür gibi.

"Seni sonsuza kadar seveceğimi sanardım hep... Ta ki sonsuzluğun tek bir saniye sürdüğünü anlayana kadar."

"Tutku..." Uzun zaman sonra ilk kez sesinde gerçek bir acı hissettim. İri avucununun içinden elimi çektim ve acıyan elimi elinin üzerine sarıp, göğsümün üzerine doğru çekerek bastırdım. Avucu göğsümün üzerine sinerken, kaburga kemiklerim son kez acı çekerek çıtırdadı ve kırıldı.

"Hisset." Diye mırıldandım can çekişir gibi. "Burası artık papatya mezarlığı."

•••

Bölüm Sonu. Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.

•Bir çok şey ortaya çıkmaya başladı geçmişe dair. Ne düşünüyorsunuz?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top