•Kafes•


Yorumlarınızı merakla bekliyorum...😂🙏

•••

Tükenirken kurulan hayallerdi yaşamım. İyileşmeyeceğimi bellemiş zihnimin vazgeçişine itaat edemiyordu, iyileşeceğim kelimesinin inancı ve direnci.

Odamın içini aydınlatan güneş ışıkları yüzümü sıyırırken, yatağa gömülmüş bedenimin hazin sonuna acıdım. Bedenimi kıpırdatmaya olmayan mecalimin dibini sıyırıyordum. Et yığınına dönen kollarımı zorlukla yatakta gezdirirken, ağır göz kapaklarımı yatağa çevirdim. Parmak uçlarıma değen telefonu kavradım ve görüş alanıma alırken, ekranı kaydırdım. Boştaki elimle gözlerimi ağırca ovaladıktan sonra, rehbere girip Emre'nin numarasını buldum ve aradım. Birkaç çalış sonunda, telefonun ucundan Emre'nin sesi kulaklarıma doldu.

"Efendim bebeğim." Neşeli sesine tezat, kuruyan dudaklarımı ıslatıp kırık bir sesle konuştum.

"Emre, MorClup'a geçtin mi?" Arkadan gelen araba sesleri dışarıda olduğunu ispatlarken, Emre'de derin bir nefes saldı. "Kapat Tutku kapat. Geliyorum."

Sesimin düzeyinden, beni fazla kelime israfından kurtaracak şekilde ne istediğimi anlaması karşısında rahatlarken, kendi kelimelerini yüzümde israf edeceğini biliyordum. Elimle gözlerimi ovalamaya devam ederken, zorlukla konuştum. "Beynimi yiyeceksen, gelme."

"Ben gelene kadar duşunu almış ol." Diye konuştu, neşesi tamamen kaybolurken. "Yataktan kalkacak halim yok." Dediğimde derin bir nefes daha saldı. Uzun zamandır bu kadar kötü olmadığımı biliyordum. Bu zihnimin içini tırmalarken, derin bir nefes almaya çalıştım.

"Başımın belası." Diye konuştu. Her yardım isteyişimde hayıflanması, bana yardım ettiği gerçeğini değiştirmiyordu. "Tamam geliyorum. Kalkma sen."

Telefonu kapatıp yatağın içine geri bırakırken, ellerimle yüzümü tekrar ovaladım. Parmaklarımı saçlarımın arasına daldırırken, görüş açıma dolan tavanın puslu beyazı, içime garip bir huzursuzluk yerleştirdiğinde gözlerimi tavandan çektim. Odağıma aldığım siyah kitaplığa kayarken bakışlarım, ruhumun daraldığını hissettim. Kaç saattir uyuduğumu bilmiyordum ve zaman dilimini kestiremiyordum. Tek bildiğim, genelde bu kadar düşük bir vaziyette olmadığımdı. Kitaplığın üst rafında duran kuğu biblosunun gözlerimin odağında büyüyüp küçüldüğünü gördüğümde, gözlerimi irice açıp o noktada takılı kaldım.

Boğuluyormuş gibi hissetmeye başlasamda, yinede gözlerimi biblodan ayıramıyordum. Derimin altından sızan kanın içine endişe işlerken, beynimin bana oynadığı oyunun boyutunu kestiremiyordum. Midemin içine bir çok taş oturmuş gibiydi ve yüzeylerini yakan asitin tadı ağzımın içine doluyordu. Ellerimi saçlarımdan indirip, boğazımı kavradığım anlarda, boynumu nefes almaya zorlar gibi ovalamaya başladım.

Buradan gitmem gerekiyordu.

Bedenimi saran endişe, hızla yerini dehşet veren bir korkuya bırakırken, biblonun karardığını gördüm. Gözlerimin odağı hepten bulanıklaşırken, boynumu ovalayan ellerim hızlandı. Boğazımı yarmak isteyen taşlara çığlık atma iç güdüm sarmalanırken, ağır bedenimi zorlukla yataktan sıyırdım ve akan zamanın içinde kendimi yataktan kazıdım.

Tırnaklarımın boynuma verdiği hasarın tespitini yapamazken, tek bir an kırpılmayan göz kapaklarım biblonun tamamıyla siyaha dönmesiyle, şiddetle aralandı. Dudaklarımı yaran bir çığlık boğazımdan koparken, ellerimi hızlıca yüzüme kapadım ve gücü çekilen bacaklarımla olduğum yere yığıldım. Bedenimi sinsi bir titreme dalgası sararken, zihnimi ayık tutmaya çalışmak çok zordu. Aklımın odağına dolmaya başlayan katranlaşmış anıların görüntüleri göz kapaklarıma düşerken, nefesimin hızlandığını hissediyordum. Göğsümün ortasında baskı uygulayan kalbim, bombardımana tutulmuş gibi hızlanırken, bunların normal olmadığını bilecek kadar bilinçliydim.

Zapt edemediğim bir titreme dalgası daha etimi sardığında, gözlerimin göz kapaklarımın altından kaydığını hissettim. Dişlerimin birbirine sımsıkıya kenetlendiği anlarda, aralamaya çalıştığım dudaklarımı kıpırdatmak bile imkansızdı. İçime dolan nefeslerin, saniyelik solukları ciğerlerimi tatmin etmeye yetmezken, dehşet veren bir korkuya kapıldım. Ellerim boğazıma dolanırken, tişörtümün yakalarına uzanıp çekiştirmeye başladım ama nafileydi. Tıkanıyordum. Aldığım nefesler bana yetmiyordu.

Güçle çarpan kalbimin avucumun içine dolan hızı, hücrelerime kadar beni çığlığa boğarken, dudaklarımın arasında kaybolan sesimi bulamıyordum. Başımın içini yaran güçlü zehirler beynimin etrafını kuşatırken, zeminin soğuk parkesinin üzerinde bacaklarımı karnıma çektim ve kollarımı etrafına sarıp, başımı dizlerimi gömdüm.

Öleceğim...

Gözlerim sımsıkı kapanırken, bu anın bitmesini istiyordum. Ama beynimin içini dişleyen bir diğer kelime tüm kanımı donduruyordu.

Ölmek istemiyorum...

Bedenim sarsıntılı bir sürecin içine girerken, kanımı yudumlayan zehrin, kirli dişleri etimi kemiriyordu. Bütün bedenim tarifi zor bir çöküntüyle cebeleşirken, bana ne olduğunu kestirememenin bilinçsizliği boğazımı kurutuyor aldığım nefesleri hepten kesiyordu.

Öleceğim...

Ölmek istemiyorum...

Kulaklarıma ilişen kapı sesiyle aklımı yitireceğimi hissettim. Atamadığım çığlık, tekrar boğazımın içinde kaybolurken zangır zangır titreyen bedenime kollarımı daha sıkı sardım. Başımı kaldırmak imkansızken, zihnimin ağır uyuşukluğu geçmiyor ve fırtına etkisiyle bir çok düşünceyi ipe seriyordu.

"Tutku!" Adımı duyduğum an başımı kaldırmak istedim ama gücüm yetmedi. Omuzlarımda hissettiğim ellerin baskısıyla dudaklarımın birbirine yapışan yüzeyini yırtarak, büyük bir çığlık attım. Aynı ses tekrar konuştu.

"Kendine gel Tutku, sakin ol. Sakin ol... Bana bak. Hadi kaldır başını Tutku bana bak."

Kime ait olduğunu kestiremediğim sesin etkisiyle bir çığlık daha attığımda, bedenimin yana çevrildiğini hissettim. Başımın güçlüce tutulduğunu hissettiğim anlarda, kapalı gözlerimi aralamaya cesaretim yoktu.

Yolun sonundaydım. Ölecektim.

"Tutku! Kendine gel, sakin ol!"

Yüzümde hissettiğim baskı artarken, alamadığım nefeslerle bedenim dahada şiddetli bir sarsıntının içine girdi. Derim yüzülecek ve kanım bulunduğum zemine akacak gibi hissediyordum. Nabzımı damağımın içinde attığını duyuyordum. Kulaklarımda güçlü bir basınç vardı, beynimi ezmeye çalışıyordu.

"Noluyor burda? Tutku! Noldu ona?" Sonunda Emre'nin sesini duyduğumda, aitliğini hâlâ kestiremediğim bir diğer ses tekrar konuştu. "Muhtemelen panik atak geçiriyor."

Kıymıklaşıp batan beynimde güçlü bir şimşek çaktığında kısa bir an algılarımın açıldığını hissettim. Yüzümü saran ellerin baskısı göz kapaklarımı aralamaya çalışırken, sesin sahibindeki tanıdık tonu anlamaya çalıştım. "Tutku, lütfen sakinleşmeye çalış. Panik atak geçiriyorsun. Hadi gözlerini aç ve bana bak. Geçecek, hadi aç gözlerini."

Efkan. Varlığını tanımlarken, nefeslerim düzene giremesede gözlerimi zorlukla aralamayı başardım. Gözlerimin odağına dolan mavi gözlerle, nefeslerim biraz daha sıklaştı. Dudaklarımı aralamaya çalıştım.
"Ne-nefes a-alamıyorum... Ö-öl-"

"Hayır." Dedi yüzümü avuçlarıyla biraz daha sarmalarken. "Sakin olman gerekiyor. Sadece panik atak. Geçecek, birazdan geçecek. Bana odaklan. Gözlerime bak."

Kaskatı kesilen ellerimle kollarına tutunurken, gözlerine bakmaya zorladım kendimi. Kalbim şiddetini daha da arttırdı. "Ka-kalbim... Sö-külecek gibi."

Efkan başını yüzüme biraz daha eğerken, gözlerini gözlerimden asla ayırmıyordu. "Geçecek. Korkma, nefes al, yavaş ve derin nefesler al hadi Tutku, başarabilirsin."

Kalbim o kadar şiddetli atıyorduki, göğüs kafesimde kırılan birkaç kemiğin olduğunu düşünüyordum. Bedenimin kontrolünü tamamıyla yitireceğimi düşünmek ise, nefeslerimi dahada kesiyordu. Bir çok duyguyu aynı anda hissetmekten yorulan zihnimi zorlamaya çalışmak ise, mümkün değilmiş gibi gözüküyordu. Baktığım mavi gözlere takılı kalırken, parmaklarımı biraz daha sıkarak, kollarından destek aldım.

"Tutku... İyi olacaksın, nolur sakinleş." Diye konuşan Emre'nin sesinden akan çaresizliği hissettiğimde, beynimin algılarında yaşadığım çakışmanın üzerine serilen toz bulutunun dağılmaya başladığını düşündüm. Bu kez Efkan konuştu. "Evet, böyle... Derin derin nefes al. Geçecek, geçiyor."

Geçip geçmediğini kestiremesem de, derin derin nefes almaya çalıştım. Başarabiliyor muydum bilmiyordum ama gözlerimin yaşardığını, Efkan'ın puslanan mavilerinden anlayabiliyordum.

"Geçiyor gibi." Diyen Emre'nin sesini, "Geçiyor." Diyen Efkan'nın sesi onayladı.

Bir derin nefes daha aldığımda, başımın döndüğünü ama kaskatı kesilen bedenimin ince bir sancıylada olsa gevşediğini fark ettim. Efkan'ın gevşeyen ellerinin baş parmakları yanaklarımı hafifçe okşarken, başımı göğsüne doğru çekti. Alnım inip kalkan göğsüne yaslanırken, aldığım derin nefeslerde keskin erkeksi kokusunu soluduğumu hissetmeye başladım.

"Geçti." Diye konuştu endişenin arındığını kavradığım sesiyle. Bedenimdeki şiddetli titremeler usulca dinerken, kollarına tutunan ellerim hafifçe gevşettim. Aralık gözlerim, kolunda parmaklarımın bıraktığı kızarıklara kayarken, suçluluk duygusu içimi sardı. "Özür dilerim..." Diye konuştum, zar zor duyurabildiğim sesimle. Başımı göğsüne biraz daha bastırdığında, zihnimi saran suçluluk duygusunun içine sızan bir duyguyu daha algıladım. Ama adını koymaya zihnim izin vermedi.

"Saçmalama... İyisin değil mi?" Diye konuştu. Başımı hafifçe geri çektiğimde, ellerini yüzümden çekti. Tam o noktada gözlerimiz tekrar kesiştiğinde, mavilerinin berraklaşan tonu ruhuma işledi. Gözlerimi kırpıştırarak hafifçe başımı salladım ve anın içinden sıyrılmaya çalıştım.

Bunu kendine yapma Tutku. Aynı kuyuya tekrar düşme. Tutulduğun kahverengi gözlerin, sana anımsattığı toprağa diri diri gömüldün. Şimdi okyanusları andıran iki mavi göze dalıp da, toprakla dolan ciğerlerini suyla boğma. Toprak ve su... Balçık olur kalbin, kendi çamurunda boğulursun. Bunu kendine yapma.

Bir kumaş parçasının üzerine ilmek ilmek işlenen nakış gibiydi hayatım. Yaşamın beyazlığına, yazgımın siyahı işleniyordu. Delinen bedenimken, kanayan ruhumdu ve bu eziyetin içinde çırpınmaktan halsiz düşen zihnim, isyanlarını bir an olsun susturmuyordu.

Sırtımı yasladığım koltukta, karnıma çektiğim bacaklarıma kollarımı dolamışken, dizlerimin üzerine yatırdığım başım hâlâ şiddetlice ağrıyordu. Gözlerimin odağındaki geniş pencereye bakarken, irislerime tutunan görüntülerin kesitlerini beynim algılamıyordu. Boş bakıyordum ama baktığım yer doluyordu.

Ölümün kıyısında yalın ayak yürüdüğüm ayaklarımın altında oluşan soyut yaralar canımı yakmıyordu ama geçirdiğim panik atağın beynimin içine sızdırdığı ölüm korkusu beni afallatıyordu.

Bunun tekrar olmasından korktuğumu adım kadar biliyordum. Beni sarsan, basit bir panik atağın bana sunmaya çalıştığı zifiri karanlık anılardan başka bir şey değildi. Geçmişin kıvrandıran sancıları daha ağırdı ve o anıların omurgalarımda taşıdığım yükü, etimi ezmeye yetiyordu.

Burnumun ucuna doğru uzatılan kupanın içinden sızan keskin kahve kokusu silindire dönen algılarımın içine sızarken başımı geri çekip, gözlerimi caddeye bakan penceremden ayırdım. Başımı hafif bir açıyla kaldırdığımda, yüzünün rengi hâlâ atık olan Emre ile karşılaştım. Mavi gözlerine tutunan hüznü gizleme gereği duymadan yüzüme bakarken, kahveyi ağzıma doğru iyice uzattı. "Hadi al şunu." Diye konuştuğunda, onu daha fazla yormak istemedim ve hâlâ tam gevşememiş kaslarımı kıpırdatarak uzandım ve sıcak kupayı kavradım.

Emre'ye alttan bakışlar atarken, çehresine düşen yıkıntıyı görebiliyordum. Tek arkadaşımdı ve onun üzülmesine içten içe kıyamıyordum. "Sağol." Diye ağzımın içinde mırıldandığımda, yanıma oturdu. Efkan'ın karşı koltukta ki bedenini o anlık es geçerek suçluluk duygusuyla Emre'ye çevirdim başımı. Yüzünü önüne eğmişti ve parmaklarının arasına sıkıştırdığı tişörtünün ucuyla oyalanıyordu. Hafifçe ona doğru kayıp, başımı omuzuna koyduğumda, sessiz kaldı. Efkan'ın bakışlarının ağırlığını üzerimde hissetsemde, umursamadım ve düşük bir sesle konuştum.

"Yapma böyle... Üzgün olduğumu biliyorsun."

Emre başını diğer tarafa doğru çevirdi. "Üzgün olman bir şeyi değiştirmiyor Tutku." Ses tonu yıpranmıştı. Alt dudağımı hafifçe dişleyerek, derin bir nefes aldım ve kupadaki sıcak kahveyi dökmemeye dikkat ederek, boştaki kolumu karnının üzerinden sardım. Emre, bu hayatta değer verdiğim nadir insanlardandı. O bana abi olmuştu, ben ona kardeş.

"İnan neden böyle oldu bilmiyorum. Hadi asma suratını."

Hafifçe dikleşip kolunu omuzuma doladı ve bana sarıldı. Gözlerim anında dolarken, başımı omuzuna gömdüm. Ağlamamak için tüm gücümle direnirken, Emre'nin titreyen sesiyle alaşağı oldum. "Bana aynı acıyı tekrar yaşatma." Sözleriyle, dolan gözlerimden yaşlar tane tane aktı, beyaz tişörtünü ıslattı.

Birbirine sımsıkı bastırdığım dudaklarım titrerken, Emre kendini geri çekti ve kısacık anda kollarımın arasından sıyrıldı. Zemine düşen tok ve telaşlı ayak seslerinin ardından ise, dış kapının pervazını dolduran ses duyuldu.

Yan oturduğum koltukta dirseğimi başlığa yaslarken, alnımı avucumun içine aldım ve birkaç damlanın daha yanaklarımdan süzülmesine izin verdim. Elimdeki kupayı bacağımın üzerine indirdiğimde, hissettiğim sıcaklığa aldırmasamda, Efkan'ın ağır bakışlarını hâlâ hissedebiliyordum.

"Güçlü bir arkadaşlığınız olmalı." Diye konuştu. Islak kirpiklerimle ağırlaşan gözlerimi ona çevirmeden hafifçe başımı salladım. "Senin için çok endişelendi." Diye ekledi. Nedenini biliyor olmak, içimi yakarken yutkundum ve kuruyan dudaklarımı ıslattım.

"Kız kardeşi..." Diye konuştum tekrar yutkunurken. Yanağıma bir damla daha süzüldü. "Eroinmandı. Yüksek dozdan..." Gözlerim sımsıkı kapanırken, sesim daha çok titredi. "Yaşamını yitirdi."

Kısa bir sessizlik oldu. "Bilmiyordum..." Diye konuştu, ses tellerine tutunan hüzünle. "Sana çok değer veriyor, bu belli."

Burukça gülümsedim. "Biz birbirimizi yaralarımızdan tanıdık onunla."

"Sende mi kayıp verdin?" Diye sorduğunda, yanaklarımdan birkaç damla daha düşüp, kuru dudaklarımın arasına ilişti.

"Evet." Dedim ses tonumu duyurmaya çalışırken. Başımı ona doğru çevirdiğimde, yüzünde durgun bir ifade vardı. İçimi sızlatmaya yeten kelimeleri dilimden döktüm. "Abim ve annem ben küçükken öldü."

Dudaklarını birbirine bastırırken, ağır ağır başını salladı. "Başın sağolsun." Hafifçe yutkunup, başımı salladım. Parmak uçlarımla, yanaklarıma düşen yaşları sildiğimde, "Ya baban?" Diye sordu, mavi gözlerini hafifçe kısarak.

Çehremdeki üzüntüye boşvermişlik yerleşirken, omuz silktim. "Yolda görsem tanımam. Klasik terkedilmişlik." Ardından kaşlarım hafifçe çatılırken, ağlama isteğim geriye çekildi. Ruhsuz bir fısıltı gibi, dudaklarımdan aksi kelimeler çıktı. "Neyini deşeliyosun?"

Israrcı davranmayarak oturduğu koltukta bedenini dikleştirdi. "Annen ve abin neyden öldü?"

Kabuk bağlayan yaraları, dile döktükçe kanatmaya mecalim yoktu. "Girmesek o konulara." Dedim, huysuzlanmaya başlarken. "Sonra ben çıkamıyorum."

"Başka kimsen yok mu?" Diye sordu, benim kapatmaya çalıştığım konuları, inatla geri açarken. Suratım tamamıyla asıldı. Sadece sorusu havada kalmasın diye cevapladım. "Ananem var, Mersin'de yaşıyor. Birde babannemle dedem. Anadolu yakasındalar. Bir kaçta hala, amca, akraba."

Biçimli kaşlarını hafifçe kaldırdı. "Neden yalnız yaşıyorsun öyleyse?"

Derin bir nefes alıp, sesli bir şekilde geri saldım ve kendimle alay eder gibi bir tavır takınıp konuştum. "Ananem yaşlı bir kadın, şu halimi görse kalpten gider heralde. Babannem ve dedemle çok nadir görüşüyorum. Onlarda aynı şekilde, üzülmesinler diye."

Hafifçe başını sallarken, yüzüklü parmaklarını çene kemiğine yaslayıp hafifçe ovuşturdu. Beyninin içini kurcalayan bir şeyler varmış gibi, düşünceli bir ifadeye büründüğü anlarda dudaklarından uğursuz bir cümle döküldü. "Çağrı hapse girseydi eroini kimden alacaktın?"

Eşit ağırlıkla terazinin üzerine koyulan bu soruda, hissettiğimden çok cevaplarımın çelişkisini yaşıyordum içinde. Ama bunu dile dökmeye niyetim yoktu. "Bulurdum bir yolunu. Tek satan o değil ya."

Çenesindeki elini indirip, bacağının üzerine bırakırken, kaşları hafifçe çatıldı. Mavi gözleri, yüzüne itaat edercesine soğuklaştı. "Çağrı'nın sana maaş vermediğini biliyorum Tutku. Sigorta kaydın yok, orada çalıştığına dair tek bir belge bile yok. Nasıl bir yol bulacaksın?"

"İrdelemesene." Diye çıkıştım, ruhsuz bir sesle.

Efkan koltukta hafifçe öne doğru eğildi ve doğrudan gözlerimin içine baktı. "Bak, benden sana tavsiye, hatta istersen destek. Çağrı temiz biri değil, eninde sonunda paçayı kaptıracak. Gel tedavi ol. Yol yakınken..."

Cümlesini hızla kestim. "Yol yakınken mi?" Yüzüme bariz bir alay yerleşti ve kırıntıları, dudaklarımın sahte kıvrımlarına yuvaladı. "Evet, o yol baya yakın. Ama kurtuluşa değil Efkan. Ölüme."

Efkan'ın kaşları fazlasıyla çatıldı. "Öyle mi?"

Kaşlarımı hafifçe havalandırdım. "Değil mi?"

Başını iki yana salladı. Suratında belirgin hale gelen ciddiyet yerini korurken, dudaklarını araladı. "Değil Tutku. Eğer istersen kurtulabilirsin. Gerçekten tek yapman gereken bunu gerçekten istemek."

Cümleleri karnıma yumruk yemişim gibi hissettirirken, yüzümde mimik oynamıyordu. İfadem, ruhum kadar soğuktu. "İstemiyorsam?"

Efkan'ın yüzüne çok açık bir dille yazılmış öfkenin tohumları indi. Mavi gözleri alev almış gibi parladı. "Tabii, o zaman ben sana zevkle söyleyeyim. Çağrı hapise düştüğünde mala ihtiyaç duyacaksın. Önce, varsa olan paranı yatıracaksın eroine. Seni bir frenleyen olmayacak. Belli bir süre sonra, evinde işe yarar eşyaları satmaya başlayacaksın. Hatta, belki evini bile satarsın ki; illa ki satacaksın. Sonra, o çok sevdiğin ananene gideceksin, bir süre türlü yalanlarla ondan para koparacaksın. Bir alırsın iki alırsın, üçüncüde artık ananen de olsa vermek istemeyecektir. Muhtemelen, sırf üzülür diye karşısına çıkmadığın kadının yakasına yapışacaksın. Şimdi kıyamadığın kadını, yarın hırpalayacaksın. Babannen ve deden içinde aynı şeyler geçerli olacak. Elbet bir gün o musluklarda kesilecek çünkü muhtemelen, zorladığın sabırları yüzünden seni polise şikayet etmiş olacaklar."

Sesinden akan öfkenin binbir tonu, beynime sıçradı. En az onun kadar yükselen sesimle bağırdım. "Yeter kes şunu!"

Efkan, hırsını alamamış gibi oturduğu koltuktan fırladı ve ayağa kalktı. Histerik bir tavırla, konuştu. "Dur bak dur. Daha en can alıcı kısmı anlatmadım."

Bedenimi anında saran kıvılcımlar, sinirlerimi ateşe verdi. "Efkan sus!"

Efkan üzerime doğru yürüyüp, tüm öfkesini kusarcasına konuşmaya devam etti. "Elin kolun bağlandı. Cebinde beş kuruş yok. Krizede girdin. Nolcak biliyorsun değil mi? Seninle ilk karşılaştığımız gün, hayvanlık edip sana söylediklerimi hatırla. Sana itham ettiğim şeyi hatırla. Sana fahişe dediğimde, nasılda kaldırdın o başını onu hatırla Tutku. Yüzüme çarpar gibi dedin ben fahişe değilim diye. Ben ne dedim sana? Öyleyse henüz değilsin, dedim!"

Bedenim acıyla sarmalandı ve her kelimesinin ateşe verilmiş közlü uçları etime battı. Beynimin içi şiddetle sarsılırken, ayağa kalkıp karşına dikildim ve avazım çıktığı kadar bağırdım. "Yeter, sus artık Allah'ın belası sus!"

İnatla daha da yaklaştı, yüzüme doğru eğdi başını. Sinirden kızaran suratını burnumun ucuna kadar sokarken, mavi gözleri cayır cayır yandı, lavları benim gözlerime aktı. "Biri çıkacak yine karşına. Sana fahişe diyecek, işte o zaman sen o başını kaldırıp inkar edemeyeceksin Tutku!" Dişlerini öyle bir sıktı ki çenesi gerildi. Alnında beliren damarlardan yaşam değil, kin aktı. "Çünkü, çünkü işte anladın sen orasını. Şimdi düşün tekrar. Şu an yürüdüğün yol hangisine yakın? Kurtulaşa mı, ölüme mi?" Kendini bir adım geri çekerken, tüm öfkesini akıtmış gibi, hırslı bir soluk aldı. "Otur bunu iyice tekrar düşün!"

Bütün algılarım gerçeklerin ötesine geçmek için sabırsızlansa da, kabullenmediklerimin öfkesi düştü dilime. Güçsüz ellerimle, geniş gövdesini ittiğimde, beklemediği hamlemle hafifçe sendeledi. "Sanane be adam! Sanane!" Boğazımı yırtan kelimeler, kaybetmeye yüz tuttuğum benliğimin apaçık kanıtıydı.

"Nesin sen, kimsinde bunu sorguluyorsun? Sana mı kaldı benim hayatımın çetelesini tutmak! Dün bir bugün iki, düştüğümü görüpte bir tekmede sen atmayıp, elini uzattın diye tutacağım mı sanıyosun?" Ona içimi yaran öfkeyle baktım. "Kimsin ki sen? İyilik perisi mi!" Ağzımdan düşen hiçbir kelimeyi, kulaklarım duymak istemesede aynı hınçla devam ettim. "Karışma, bulaşma!"

Sinirden kaskatı kesilen yüzünde gerilen kasları gözlerime dolarken, hızla inip kalkan göğsünün bile kaskatı kesildiğini gördüm. Mavi gözleri donuklaştı, buz tuttu. "Kabullenemiyorsun." Diye tısladı. Yumruk şeklini alan elini çözüp, işaret parmağını bana doğru sallarken, sözlerinde gerçeğin somut izleri vardı. "Sonunun ne bok olacağını çok iyi biliyosun ama kabullenmiyosun!"

Gözlerimi birbirine sımsıkı kapatıp, tekrar araladım. Derin derin soluklar alırken, boğazıma öfkemin bin misli taş dizildi. "Bu beni ilgilendirir!" Öfkeyle parlayan gözlerimi üzerine tüm ruhsuzluğumla dikerken, hızımı alamayıp devam ettim. "Hem ne diye güveniyim sana! Sen değil misin kendi arkadaşını satan. O baskından haberin olmasına rağmen susan sen değil misin?"

Efkan'ın kasılan yüzüne ince bir afallama ilişti. Çağrı'nın türlü türlü pislikle uğraştığını bilen zihnim, dilimden döktüklerime anlık bir pişmanlık yüklerken, kasvetli bir sessizlik oldu. Kulak verdiğim sesten Efkan'ın haksız olmadığını fısıldayan sözlerini duysam da, yüzüm tavizsizliğini korudu. Efkan'ın havada asılı duran eli indi ve elleri iki yanında sallandı. Omuzları düşerken, yüzünü esir alan hayal kırıklığı, göğsüme saplandı ama döktüklerimi toplamaya yönelik hiçbir hareket sergilemedim.

"Haklısın." Dedi başını hata yapmış gibi sallarken. Gözlerindeki buzlar erirken, geriye saf bir tiksinti yerleşti. "Büyük bir aşkı dinamitliyordum az kalsın değil mi?" Sesi buz gibi olurken, yüzünü buruşturdu. "Merak etme, sevgilin anca kendi çöplüğünde boğulur. Benim onla işim kalmadı."

Sözleriyle öfkem içime sığmadı taştı. "O benim sevgilim değil! Anladın mı değil! Şunu söyleyip durmayı kes artık! Ona ne olacağıda umrumda değil. Senin ne yaptığın umrumda hiç değil. Kime neyi anlatıyorum ki ben?"

Efkan'ın sinirden dönmüş gözlerinden alay doğdu. "Ne olduğunuzu çözemedim zaten. Ve doğru dedin. İnan benimde umrumda değil."

Sertçe yutkundum. Ardı ardına defalarca. İçimde bir çok kırık vardı ve kemiklerimin körelmiş uçları etimi ince ince deşiyordu. "Ne diye burdasın ki sen, gitsene!" Diye konuştuğumda, tüm kararlılığım onun yüzünü daha fazla hayal kırıklığına boyadı. Alt dudağını dişlerinin arasına sıkıştırıp, yüzünü etrafta öylesine gezdirdi. Ardından bakışları tekrar bana döndüğünde, dişlerinin arasından sıyrılan dudağının kırmızılaşan tonu, kanımı çekti.

"Dün gece içtiğin hapı gördüm. Çağrı'nın o hapı sana özellikle verdiğini bilmiyosun tabii. Sırf bizi yakın gördüğü için sana bile isteye verdi o hapı. Uyandığında bu hale geleceğini adı kadar biliyordu." Sözleriyle gözlerim irileşirken, Efkan dudaklarını büküp omuz silkti. "Onunla birlikte evden çıktım. Sonra aklım sende kaldığı için geri geldim. Ama haklısın. Sana uzatılan eli tutacak kadar aptal değilsin."

Bir yapboz kutusunun içindeki, yapboz parçaları gibiydim. Bizi yakın gördüğü halde, Efkan'ın yanında susan ama bulduğu ilk fırsatta canıma okuyan tavırları doldu zihnime. Gününden önce tek bir gram bile vermezken, üç gün varken farklı bir hap verişi, beynimin kıvrımlarına oturan bir başka parça oldu. Tüm o sakinliği... Başıma geleceği bildiği halde, beni yalnız bırakmış olması... Çağrı, beni cezanlandırmıştı. Sinsi bir sessizlikle ve tüm tehlikesiyle. Donup kalan bedenim, hafifçe sarsıldı.

"Efkan, ben..." Kelimeleri toparlamaya çalıştım ama mantıklı bir cümle kuramayacak kadar kendimi yorgun hissediyordum. Ellerimi saçlarımın arasından geçirdim.

"Bak," Dedi ve durdu. Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda, kararlıkla devam etti. "Sana söyledim. Aranızda ki tuhaf şeyi gerçekten bilmiyorum ve kestiremiyorum. Ama oynadığın oyun çok tehlikeli. Beni siktir et ama kendini yakma." Susup, seslice yutkundu. "Çağrı'yı benimle vurmaya çalışma. İnan pişman olan sen olursun."

Ona titreyen gözlerimle baktığımda, dümdüz bir ifadeyle baktı gözlerimin içine. "Onu yenmek istiyorsan, seni tıktığı kafesin içinden çıkmaktan başka çaren yok."

Kirpiklerim ağırlaşırken, parmaklarımın arasına tişörtümün ucunu sıkıştırdım.

"Ve o kafes Tutku." Gözleriyle aklıma tüm ciddiyetini kazırken, işaret parmağını şakağına hafifçe bastırdı. "O kafes, senin zihninde."

Haklıydı... Her cümlesinden, her harfine kadar haklıydı. Yanaklarımdan sessiz bir damla düşerken, itaat eder gibi hafifçe başımı salladım. Elini usulca indirdi. Sonra gözlerini üzerimden çekip, etrafa kısaca baktı. Adımları birbirini yokladı. Hissettim ki, gitmek ve kalmak arasındaki kör noktada sıkışıp kaldı. Sırtını bana döndüğü an, durup derin bir nefes aldı. Geniş sırtı aldığı nefesle inip kalktı.

Zihnimin içinden bir perde kalktı. O perdenin gerisinde, yüzümü avuçları arasına alan Efkan vardı. Zihnimden bir perde daha kalktı. Bu kez gözlerimin odağında, bana kurtuluşu fısıldayan Efkan vardı. Bir perde daha kalktığında, ortaya irice bir kafes çıktı. O kafesin içinde, bedenim ve ruhum vardı. O kafesin kilidine bir el uzandı. Ürktüm önce belki, kızdım, öfkelendim. Sonra anladım ki, bu bir yazgıydı sonunu tırnaklarımla kazımam gereken. Tüm irademi ayaklarıma yüklerken, bir adım attım. Bir adım daha. Ve bir adım daha.

Kollarımı belinin iki yanından sarıp başımı sırtına yasladığımda, yanağıma ulaşan sıcaklığından önce, sardığım kollarımın arasında kaskatı kesilen bedenini hissettim. Tüm şaşkınlığına ve tüm şaşkınlığıma rağmen, sessizce fısıldadım.

"Ya ölüp kurtulurum, ya da ölümden kurtulurum." Durup, burukça gülümsedim. "Yani... Kötü bir ölümden..."

Karnının üzerinde ki soğuk avuçlarımın arasında sıcak tenini, ellerimin üzerinde ise, sıcak avuçlarını hissettim.

Onun uzattığı eli ben itmiştim. Ama o benim ona uzanan elimi sardı, sarmaladı.

Ve sakat ruhum, hastalıklı beynime yabancı bir hissin yaklaştığını fısıldadı. O his, güven duygusunun minik tomurcuklarıydı. Bu, okyanusa atılan ilk adımdı.

•••
Bölüm sonu... Beğendiyseniz eğer, oy ve yorumlarınızı bekliyor olacağım♥️ Dağılmış 2'nin yeni bölümünde görüşmek üzere.♥️

•Çağrı'nın ilk hamlesi?

•Efkan'nın söyledikleri?

•Efkan ve Tutku?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top