•Geçmişin Dehşeti•
Merhaba... Çok büyük bir soru işaretinin cevabını öğreneceğiz bu bölüm. Hazır mısınız?
Bol yorum fena olmazdı😂🙏
🌼
•••
Dönen bir film şeridi kafamın içinde saniyeler içinde kendi asırlarını devirirken daha bir soluktu gözlerime bulaşan tavan. Göz kapaklarımda geçmeyen ve dinmeyen bir acı vardı uykusuzluğun dağarcığında asılı kalmış harelerime yansıyan. Yutkunamamanın verdiği muazzam bir huzursuzluk boğazımda ki tüm hakimiyeti ele geçirmişken, avuçlarımın arasında yoğurduğum çarşafın düz yüzeyi zihnim kadar kırışıktı şimdi. Daralmış kanım damarlarımı zorlarken sezgilerimin fısıldadığı kelimeler diken üzerinde duran bedenimi huysuzlandırdı. Derimin altında gezinen ince titremeleri uzuvlarımın her bir noktasında hissederken yavaşca yataktan doğruldum.
Hava karanlıktı. Beyaz perdenin arkasından sızan ürkütücü soluk siyahlık gözlerimi geri çekmemi sağlarken, bu odayı sevemediğimi düşündüm. Aşağıya inmem gerektiğini bilecek kadar yerinde olan zihnim aynı şekilde aşağıya inmemem için beni tekrar tekrar ikaz ediyordu. Büyük bir çelişkinin arasında yoksunluğa girmek için sabırsızlanan bedenimi uysal tutmak zordu.
İnce parmaklarımı nemlenmiş saçlarımın arasından geçirirken ayaklarımı koyu renkli parkelerin olduğu zemine indirdim. Soğuk, ayak parmaklarımda cana gelirken ürperti, bedenimde yaşama tutunurcasına canlandı. Tüm bedenim titredi. Bu güçlü ürpertiyi sadece soğuğu hissettiğimde yaşamayı özlediğimi fark ettim. Uyuşturucunun çirkin izlerinden biriydi bütün vücudu saran titremeler. Yok sayılamayacak kadar göze batan ve kontrolün avuçlarında olmadığını ispatlayan türden titremeler.
Kırıştırdığım yataktan tümüyle sıyırdığım bedenimin üzerine geçirdiğim soluk renkli tişörtün uçlarını parmaklarımın arasına aldım. Altımda cılızlığımı göz önüne seren fazlasıyla bol bir eşofman vardı. Efkan'ın dolabının içine soktuğum başım, en dipte kalmış eşyaları hassas bir özenle bulmuştu bu bana mutluluk vermişti.
Nereyi gittiğini bilmediğim gibi, gelip gelmediğini de bilmiyordum. Ama aşağıdan gelen tıkırtılar evde birinin olduğunu düşünmemi sağlamaya yetti. Beynimin içinde özensiz bir savaş vardı, galibiyeti kimsenin umursamadığı. Koridora ulaştığımda, aşağıda ki tıkırtıların İdil'e ait olmasını istemedim. Hayatıma bir anda dahil olmuş olması, beni mutlu etmiyordu. Aksine içimde büyüttüğüm huzursuzluğu hayatıma adım atan insanlar besliyordu.
Ama Efkan... O başkaydı. Gözlerim onun varlığına alışmak için can atıyordu.
Çıplak ayaklarımın zeminin üzerinde bıraktığı ıssız seslerle birlikte salona indim. Ve siyah koltuğun içine gömülmüş gibi oturan Efkan'ı gördüm.
Bir yanım ateş oldu o an. Önce alev alev yanan bir ateş topu geçti üzerimden. Sonra gözleri bana döndü ve buz kesti diğer yanım. Onun mavilerinde hem üşüten hem ısıtan fevri bir asilik vardı. Uyumsuzdu. Kanımı kanına çekecek kadar.
"Uyanmışsın." Diye konuştu. Sesi sönük bir alkol ateşi yaydı. Adımlarım ona yaklaştıkça parmaklarının muazzam duruşunu destekleyen yüzüklerinin, elindeki cam bardağa özet gibi yansıdığını gördüm. "Gelsene." Dibi gelmiş bardağı eğildi ve ayak ucuna bıraktı. Ardından parmaklarını siyah koltuğun yüzeyine yaydı ve ritmik bir melodi gibi hafifçe koltuğa vurdu.
Yüzüne tırmanan bakışlarımdan önce, kaburgalarımın arasında kokmaya yüz tutmuş kalbim ona ulaştı. Üzerimde kıldığı etki, hoşuma giden en nadir şeydi. Duygu. Sarıya çalan saçları alnı boyunca dağılmıştı.
Ona baktığımda, nefes alma ihtiyacı duyamayacağım kadar etkiliyordu beni.
Yanına gidip oturdum. "Kıyafetlerini aşırmam gerekti." Dedim. Gözlerim çoktan kendi üstümü gelişi güzel taramaya başlamıştı. Tişörtün kırıştırdığım uçlarının hâlâ parmaklarımın arasında olduğunu gördüğümde, ellerimi çekip kucağıma koydum.
"Kaybolmuş gibisin içlerinde." Diye konuştu. Alkolün kokusu daha netti. Cümlesi ise garip bir şekilde boğazıma takılan bir yutkunuş oldu.
Kayboldum. Zamanın içinde.
"Sende." Dedim. Bakışlarını üzerimde ağırlığımca hissedebiliyordum ama gözlerimi yüzüne çevirmedim. Parmaklarımda ki titremeleri gizlemenin derdindeydim. Gözlerim kucağımdaydı.
"Ne bende?" Diye sordu solurken. "Sende kaybolmuş gibisin." Yanıtım dilimden dökülendi ama kurduğum cümle benim bile hoşuma gitmedi. Ensemde parmak uçlarını hissettim. Parmakları saç diplerimin içine doğru gömülürken, etinin altındaki kanın sıcaklığını derimde hissedebiliyordum. Bu, göğüs kafesime çivi çakmak gibiydi. Sonra o çivilere papatya resimlerinin olduğu çerçeveler asmak gibi.
"Daha önce hiç böyle güzel kaybolmamıştım." Sesinde, imkansızı mümkün kılmaya yetecek muhteşem bir melodi vardı. Kulağıma ninniler seriyor olmalı diye düşündüm.
"Bana çıkıyor bütün yollar." Dedim içimde fokurdayan sahiplenme hissi, dişiliğimin sivri dişlerini biledi.
Parmaklarının arasına doladığı saçlarımı hafifçe çekti. Sırtım koltuğa yaslanırken, başım ona dönüktü. Boynum, ılık bir su gibi ona sunuldu. Yarı kısık gözleri gözlerimdeydi, tutuşu sert değildi ama naifliğinde ötesinde bir çizgideydi. Gözleri dudaklarıma indiğinde, pembe dudakları aralandı. "Sende kaybolduysam demek ki." O bende, sesi dudaklarımın arasında kayboldu.
Diğer insanlar renklere bulanıyordu. Biz ise kızıla çalıyorduk. Onun dudaklarını ne zaman dudaklarımın arasında hissetsem hissettiğim buydu. Yoğun bir kan kırmızısı. Arsız bir kızıllık.
"Öhöm... Öhöm..." Sahte öksürük sesi dudaklarımızı anlık bir telaşla ayırırken, bedenimi geriye çekişim koltuğun diğer ucuna kadar oldu. Efkan'a kısa bir bakış attığımda sadece sırtını geriye yasladığını görebildim. Saniyeler öncesinde saç diplerimi uyuşturan parmaklarını dizine yasladı.
"Kahve yapmıştım." Diye konuştu İdil karşı koltuğa geçerken, "Sende içer misin Tutku?"
Belli ki geleli epey olmuştu. Başımı geriye atıp ensemi koltuğa yaslarken, "Sağol, almayacağım." Diyerek yanıtladım. Damağımda dolaşan tattan memnundum.
İdil üzerinde ki kırmızı salaş elbisenin eteklerini bacaklarını arasına toplayarak oturuşunu dikleştirdi. Kahvesinden bir kaç yudum aldıktan sonra oturduğu koltuğun köşesinde duran gri torbayı işaret etti. "Senin için bir kaç kıyafet getirdim."
Efkan sessizdi. Sadece düzenli nefes alışverişlerine kulak kabartabiliyordum. "Gerek yoktu." Diye konuştum İdil'e. "Zaten evime geçeceğim." Sürekli burada kalacak değildim. Çağrı'nın şu an göz altında tutulduğunu düşünüyordum. En azından umuyordum. Evinde hiç bir yasak madde barındırmayacağını bilecek kadar onu tanıyor olmam beni kaygılandırmaya yetiyordu.
"Oda nerden çıktı?" Efkan'ın sorusuyla başım ona doğru döndü. Yüzünde karmaşık bir ifadenin soyut izlerini taşıyordu. "Unut bunu."
Gözlerimin kenarlarında oluşan çizgileri hissedebiliyordum. Kaşlarım ince birer dal parçası gibi çatırdadı ve yüzüm asıldı. "Sürekli senin evinde kalamam." Dedim sefil bir kararlılıkla. Düzene aykırı sönük bir hayatımın olduğunu biliyordum. Ama bir çok katlanılamaz anıma şahit olsada kendi evimi seviyordum.
"Çağrı'yı içeride tutamayacaklardır. Bu ay içinde verilen ikinci ihbar olduğundan dolayı hala göz altında olduğuna eminim." Dedi katı bir sesle. Bu durumun onu fazlasıyla rahatsız ettiğini, mavilerinin içinde hüküm süren siyahlığın artmasından anlayabiliyordum. Çağrı'ya öfkeliydi. Bunu gizleme gereği duymuyordu.
"Biliyorum." Dedim aynı katılık benimde sesimde canlanırken. Beynimin içinde bilenmeye hazır kör bıçaklar vardı ve etime saplanmak için sabırsızlanıyorlardı. "İlk ihbarıda sen yapmıştın... Belki de kalıcı bir çözüm bulmalısın. Belli ki ihbar etmekle iş bitmiyor." Sivrileşmek neden sadece saniyelerimi almıştı kestiremedim o an. Efkan ve Çağrı arasında gizemli savaşı bilmemekten kaynaklanıyor olabilirdi dilimin pervasızlaşması.
"Dedi, çözüm aramak yerine kendini onun kölesi olmaya mahkum bırakan kız." Diyerek mırıldandı İdil. Uzattığı yardım elinde dikenlerin çıktığını görmesemde acısını avucumun içinde hissedeceğimi seziyordum.
Kafamın içinde bıçaklar saniyeler geçtikte kelimelerin arasında bilenmeye devam ediyordu. Öfke, titreyen etimin altına sızıp kanıma hızla büyüyen bir tümör gibi yayılıyordu. "Yargılamak kolayına geliyor belli ki." Diye çıkıştım aksi bir sesle. Garip bir şekilde üzerine atlayıp onu dövmemek için bütün hücrelerimle savaşıyordum.
"Tamam." Diyerek meydan savaşının ortasına kafasını uzattı Efkan. "Kesin şunu." Sesinde var olmaya hazırlanan dalganın izleri vardı.
İdil ipe sapa gelmez bir şekilde oturduğu koltuktan ayaklandı. "Görmüyor musun?" Dedi sitemi bana, sözleri Efkan'a olurken. "Şu kabullenmiş hali beni çıldırtıyor."
"Ne çabuk o raddeye geldin?" Diyerek mümkün olduğu kadar yüzümle yansıttım öfkemi. "Dün bir bugün iki. Tek bir ana şahit oldun diye, bütün yaşantımı mı sorguluyorsun?"
"Sakinleşin artık." Efkan'ın bedenide ayaklanırken, bileğimde soğuklaşmış parmaklarını hissettim. Beni kendine doğru çevirdi. Bir kaç derin nefes alıp yüzünde ki kızgın ifadeyi mimikleriyle besledi. İki donuk buzu andıran gözlerinin içinde küçük kıvılcım tanelerini görmek mümkünken, "İdil bana her şeyi anlattı." Diye konuştu.
Bileğimde ki parmakları baskısını kaybederken, avucundan etime ulaşan teninin soğukluğu dilimin etrafını sardı. "Her şeyi mi?"
"O geceye dair her şeyi." Diye tekrarladı Efkan. Kaşlarım alnıma doğru yükseldi. Bıçakların ucu artık dokunsam kanımı akıtacak kadar keskindi. Kalbim uyuşuk bir temponun içine girdi. Yüzümü aynada görsem tiksineceğim bir alay, zihnimi çirkin bir iç güdü kapladı. Dudaklarım ruhsuzca aralandı. "Çok ses çıkarttığından da bahsettimi mesela?"
Kendi nefeslerimi bile duyamayacağım bir sessizlik oldu. Efkan'ın yüzünde yaşam vaat eden tek bir mimik dahi oynamadı. Gözlerim İdil'e döndüğünde, donup kalmış yüzünü seçmemle dudaklarım tekrar ağzıma kan doluyormuş gibi aralandı. "Belki de bahsetmesine gerek yoktur." Gözlerim tekrar Efkan'a döndü. "Bunu zaten biliyorsundur."
Tamam diye haykırdı zihnimde bir ses. Sus artık. Kırdığım kalbin çıtırtısını işittim sanki o an. Efkan'ın yüzü saniyeler içinde şaşkınlık içinde kaldı. Asiliğim pervasızlığımı önüne katıp beni ıslıklarla alkışlarken, kaybolduğum mavilerin içinde dibe batıp batıp çıktığımı gördüm.
"Sen ne saçmalıyorsun?" Bu İdil'den çok kırılan kalbinin sesiydi. Ama sağır olmak zihnimi tatmin etmeye yetti. "Her şeyi bir kenara koyduğunda, eskiden arkadaşımla takıldığını biliyorsun."
Alay sanki tenimde kademe kademe beslenerek büyüyordu. Gözlerimin önüne Efkan'la ilk karşılaşmamızın görüntüleri düştü. Kucağında ki sarışın kadın İdil'in arkadaşıydı. "Rahibe Teresa'yı bilmem mi?" Diye konuştum. Bileğimde hâlâ varlığını koruyan parmaklardan etimi söker gibi çektim. Bu canımı fazlasıyla acıtmaya yetti. Sağlıksız davrandığımı haykıran bir ses vardı beynimin içinde ama onu dinleyemeyecek kadar öfkeyle doluydu kafamın içi.
"Yalandan yapıyorsun." Diye konuştu Efkan sonunda şaşkınlığından tümüyle sıyırılırken. Ellerini yıkar gibi kurtuldu ayak üstü kurduğum kuruntulardan. "Sana yardım etmeyelim diye bu çaban değil mi?"
"Bizde amma meraklıymışız Tutku hanıma kurtarmaya. Sıçratmadığı bok kalmayacak belli oldu." İdil kızgınlıkla ağzına geleni saymaya başladığında, duyularım huzuru buldu. İşte bu kadar diye geçirdim zihnimden. Bu işin peşini bırakmalarını sağlamak için adaletsizce sataşmak. Gerçi onlara ettiğim ithamın önce beni parçalara ayırdığını başımı eğmesemde burnuma dolan kan kokumdan anlıyordum.
"İstediğin kadar diren." Diye konuştu Efkan, İdil gibi ağıma düşmeye meyilli değildi. Fırlattığım oklar zırhına çarpıp yeri boylarken, beni tekrar koltuğa çekip omuzlarıma bastırarak otutturdu. "Onun seni nasıl tehdit ettiğini dosdoğru anlatmadığın sürece yakandan düşmeyeceğim."
"Düşmeyeceğiz." Diye düzeltti İdil. Ona irileşen gözlerle baktım. Efkan'ın zekasını asla hafife almamam konusunda artık tamamen emin olsamda, İdil'in azmine imrenerek bakıyordum. Ben olsam şimdiye kendimi yere serip pataklamıştım.
Pes edişlerden nasibimi alırken, "Bunu niye yapıyorsunuz?" Diye sordum ciddi bir hayretle. "Bi çözüm yok, ondan kurtuluşum yok. Neden bunu anlamamakta ısrar ediyorsunuz?"
"Çünkü bir şeyler eksik." Dedi Efkan düşünme gereği bile duymadığı net bir sesle. "Yeterince dürüst davranmıyorsun. Bak, hâlâ ona aşık olduğunu düşünmüyorum. Bakışlarında ki tiksintiyi görebiliyorum ona karşı. Ama sırf eroin için değil onunla kalışın. Çünkü bırakmayı istediğini de yine senin gözlerin gördüm. O yüzden... Dilinin altında her ne varsa onu öğrenmeden bırakmayacağım."
Tekrar sevemem sanıyordum. Kalbim bulutların üzerine tırmanamaz, zihnim tıka basa bir insanın görüntüsüyle dolamaz ve ciğerlerim sökülürcesine bir kokuya saplanıp kalamaz sanıyordum. Zihnimin içinde ki dehşetleri kimsenin silemeyeceğine inanıyordum. Ruhumda kimse yaşayamaz artık diyordum. Ta ki o ana kadar. Efkan'ın gözlerinde beni gerçekten anladığını gördüğüm o ana kadar.
Dilimde ki zincirler sağa sola doğru ağzımın içini hırpalayarak kırıldı. "Elinde görüntüler var." Dedim teslim olmuş bir sesle. "Öldürdüğüm adamın eve girişi ve be... benim e-evden çıkışım." Ve daha fazlası.
"Yalandır belki. Sen izledin mi görüntüleri?" Sorusunda umudun kokusu vardı. Dudağımın kenarını dişledim usul usul. Gözlerim boşluktaydı ve o boşluktan içeri sızan bir çok görüntü vardı göz kapaklarıma yansıyan. Hafifçe başımı salladım.
"İzledim. Defalarca."
•
Derin bir ağırlık çöktü ruhumun üzerine. Omuzlarımı çökertti, başımı önüme eğdi ve ne olacağını kestiremediğim geleceği ayaklarıma doladı. Daha bir kaç gün öncesine kadar tek telaşım sevdiğim adamı mutlu etmek için çaba sarf etmekten ibaretken, tökezlediğim ilk adımımda bir çok hata üzerime acımasızca yığıldı.
Birini öldürmüştüm.
Uyuşturucunun ağına düşmüştüm.
Ve sevgilimin bir uyuşturucu satıcı olduğunu öğrenmiştim.
Her bir başlık büyük bir kaosu tek başına yaratabilecek güçteyken, hepsinin üzerime ve beynimin içine yığılması beni bedenen ve ruhen çökertiyordu.
Yok oluyormuşum gibi hissediyordum. Çaresizce bir deliğe sıkışıp kalmıştım ve o delikten burnumun ucunu dahi çıkaramayacak kadar ürkektim. Bunlara tezat birde bütün vücudumu ele geçiren bir öfke duyuyordum. Her şey pamuk ipliğiyle düğümlenmiş gibi birbirine bağlıydı ve bu beni bitirmeye yetiyordu.
Sevgim, göğüs kafesimin içinde acınası bir hale bürünüyordu.
Sürekli hırpaladığım parmaklarımın kucağıma sürtünen baskıları bilinçsizlikle dolup taşan bir kuyu gibi derin ve dibi karanlıktı. Aynaya baktığımda, dibim karanlıktan ve ruhuma dolan balcıktan görünmüyordu. Başımda hissettiğim dehşet veren bir ağrı vardı ve kafatasımın içinde ki bütün damarları tek tek çatlatmaya yetiyordu. Vücudum, alışkın olmadığım bir ritimde titriyor, ölüm sanki baş ucumda son nefesimi azad etmemi sabırsızlıkla bekliyordu.
Körü körüne kötüye gidiyordum.
"Açıkmadın mı?" Kulaklarımın içine sızan sese duyduğum tiksinti midemde ki şiddetli bulantıyı arttırmaya yeterken, gözlerim sabırsızca taradığı duvarları görüyor ama beynim algılamıyordu.
"Sen iğrenç bir insansın." Dudaklarımdan, mide bulantımı yansıtan ve soğukluğu utanç duyacak bir insanı etkileyecek kadar berbat çıkan sesim Kerem'e hiç dokunmuyordu.
"İltifata doyurdun beni..." Diye konuştu, git gide dahada berbat bir hal alan ve duymaktan usandığım sesinin tınısıyla. "Sen ne asi bir kız çıktın öyle?"
"Seni parçalamadığım için kendini şanslı saymalısın adi herif." Kızgınlığım, dilimin her zerresinde ayrı bir boyuta bürünerek sesimden dökülüyordu. Kerem, oturduğu koltuktan ayaklanarak yanıma doğru geldiğinde kımıldamadım. Koltuğun kolçağına oturdu. Sesli bir nefes alıp, israflık bir nefes saldı.
"Benide mi doğrarsın?" Diye sordu. Vicdanıma yerleşmiş tırmıkların göğsümü parçalayan uçlarını biliyordu. Yanağıma parmak uçlarını yerleştirip boynuma doğru çirkin bir yol çizdiğinde başım geriye doğru kendiliğinden savruldu. İçim dışıma çıkana kadar kusmak istiyordum. "Hadi asma yüzünü, hem ne der büyüklerimiz... Ölenle ölünmüyor."
Gözlerim ani bir hızla gözlerini buldu. Kurtulduğum eli havadaydı. "Yaşarken ölündüğünü öğrettiniz bana." Dedim fevriliğim öfkemi bastırmaya yetmiyordu. "Bunu haketmedim."
Eli saçlarıma dokundu. Merhametin zerresini sunmayan bu dokunuş, sırtımı tümüyle koltuğa gömerken Kerem siyah gözlerini yüzümde tekinsizce gezdiriyordu. "Herkes bir şeyleri hakeder Tutku."
"Kes şunu." Diye bağırdım. "Adımdan da tiksindirme beni. Ve şu iğrenç ellerini benden uzak tut."
Kerem'in kaşları havalandı. Dudaklarında beliren gülümseme masumiyetin en kirli haline bürünürken, eli omuzuma kaydı. "Benimle güzel geçin." Diye mırıldandı. Gözlerinde hırsla örülmüş siyah perdeler vardı ve her cümlesi o perdeleri biraz daha araladı. "İhtiyacın duyduğun bir çok şeye sahibim."
Direncim acınası bir boyutta ısrarcıydı. "Hiç bir şeye ihtiyacım yok benim." Hücrelerim, bir şeyler yuvarlamak için çıldırıyordu ama ona bunu belli etmek ahmaklık olurdu. "Çağrı geldiğinde her şeyi ona anlatacağım. Sonrada onunda kıçına tekmeyi basacağım. Ve gidip teslim olacağım." Dedim hızlı cümleler kuruyordum ama tek bir kelimeyi bile faaliyete geçirecek mecalim ve cesaretim yoktu. Korkuyordum. Olanlardan çok, olacaklardan.
Kerem küçük bir kahkaha attı. Bulunduğumuz oda sıcak ve küçüktü. Sesi duvarlarda yankı yapacak kadar da boştu. Bir kaç kanepe, eski bir soba ve tiftiklenmiş yer kilimlerinden başka hiç bir şey yoktu.
"Hem güzel, hem cesur, hemde..." Diye konuştu ve parmaklarını kolum boyunca bileğime kadar usul bir dokunuşla indirdi. "...Hayalperestsin."
Kolumu kendime doğru çekerken, tekli koltuğa daha çok gömüldüm. "Bana dokunmayı kes." Diye parladım. "Midemi bulandırıyorsun."
Kerem alt dudağını ıslattı. "Bulantının sebebi bu değil güzelim." Elini saçlarıma attı ve omuzuma dökülen saçlarımı avucunun içinde toplayarak sol omuzumun üzerine bıraktı. Gözleri, açığa çıkan boynumda gezinirken, "Hapa ihtiyacın var." Diye konuştu. "Başın çatlayacak gibi ağrıyor, miden bulanıyor, eklemlerinde ağrılar hissediyorsun, vücudun titriyor ve en önemlisi nefeslerin o kadar sık ki yetmeyecek gibi geliyor. Ciğerlerin tatmin olmuyor değil mi?"
Her cümlesi kelimesi kelimesine doğruydu. "Vicdan yoksunu." Diye bağırdım. Vicdan kelimesi gırtlağıma yerleşmiş bir yumruydu. Ben katildim. Bir cana kıyan katil. "Bunu bana sen yaptın!"
Kerem başını iki yana hastalıklı bir sakinlikle salladı. "Hayır. Bunu kendine kendin yaptın." Yüzleştirmek için karşıma koyduğu doğruları beni hırpalıyordu. "Ben uzattım, sen aldın. Ve üzgünüm... Artık dönüş yok."
Benim hatamdı. Bu hayatıma mâl olan çok büyük ve geri dönüşü olmayan bir hataydı. Hayatımın küçücük bir hapla alt üst olacağına ve bunu kendi ellerimle yapacağıma söyleseler inanmazdım. Ben bunu, okyanusa atılan küçük bir çöp sanmış hafife almıştım.
"Çağrı ne zaman gelecek?" Diye sordum. Buradan çıkmalıydım ve teslim olmalıydım. Ama önce ona hesap sormalıydım. Büyük bir beyazlığa sürülen kirli siyaha göz göre göre körü oynamazdım.
"Bilmiyorum." Diye konuştu umursamazca. "Neden senin varlığını hatırlayıp gelene kadar, güzel vakit geçirmiyoruz?" Ona içimden kopup gelen bir iğrentiyle baktım. Gözlerim kısık, kaşlarım çatıktı.
"Asla." Diye çıkıştım. "Sakın bana yaklaşmaya kalkma."
Kerem alt dudağını bir kez daha ıslattı. Siyah gözlerinde arsızca cirit atan kızıl şeytanlar vardı. "En fazla bir saate hissettiklerin dayanılmaz bir hâl alacak." Dedi elini tekrar bana doğru uzatırken. Parmakları omuzumda oyalanırcasına hareketlendi. Elini sertçe ittiğimde, güldü. "O zaman kucağımda olmandan büyük bir zevk duyacağım."
Gözlerim birden sızlayarak yanmaya başladı. Ağlayamadım ama yutkunuşlarımın sertliği göğsümün ortasındaki basıncı tıkadı. Genzimde ipsiz sapsız bir acı birikintisi oluşurken, Kerem yüzündeki bütün mimiklere işleyen bir arsızlık ve açlıkla gülümsemeye devam etti. Ardından elini cebine attı ve gazete parçasına sarılmış küçük bir paket çıkarttı.
"Bunlar..." Diye mırıldandı gözlerimin içine bakarken. "Kıyafetlerini çıkartmaya yetecektir."
Kollarım korkuyla bedenimi sardı. Oturduğum yerden öyle bir fırladım ki, Kerem daha idrakına varamadan kendimi lavaboya atmayı başardım. Kapının kilidini çevirdiğim an, tahta kapıya sert bir yumruk darbesi indi ve kulp şiddetlice zorlandı. Sarı tonlarının hakim olduğu küçük banyoda kapının arkasına sindim ve tüm birikmişimi kusar gibi içim dışıma çıkana kadar ağladım.
Dakikalar geçti, boğazımda ki acı arttı.
Dakikalar geçti, gözlerimde ki yanma arttı.
Dakikalar geçti, muhtemelen zamanda devrilen saatlerdi... Hissettiğim tüm ağrı ve sancılar arttı. Nefeslerim artık bana yetmezken, kalbimin yüzeyi ritminin hızıyla etimden ayrılırcasına yırtılmaya başladı. Çağrı gelmiyordu. Kerem, kestiremediğim aralıkla kapıya geliyor ve açmamı söylüyordu. Vücuduma olanları söyleyerek, psikolojimi daha berbat bir hale sokmayı başarıyordu.
Direncim, hücrelerimin boynuna ilmeği geçirip onları tek tek asıyordu. Dayanamayacağım bir boyut, büyük bir kasırga gibi bedenime çarpıp geçiyor, beynimin etrafını saran toz bulutu doğruyu ve yanlışı ayırt edemez hale geliyordu.
Kapı bir kez daha Kerem tarafından tıklatıldı.
"Git burdan!" Haykırışım, kendi ciğerimi parçaladı. Teslim olamazdım. Bunu kendime yapamazdım.
"Hadi ama... Ne inatçı çıktın sen öyle?" Kapıya beynimi çıldırma eşiğine taşıyan bir ritimle vurmaya başladı. "Aç kapıyı, istediğini vereceğim."
"Hayır!" Diye bağırdım bir kez daha. Nefesim biraz daha daraldı. Sıkışıp kaldığım delik küçüldükçe etim ezildi. Derimden akan soyut kanlar, üzerime yapışan duvarlara sıçradı. "Defol git!"
"Merak etme, bu küçük sırrımız sonsuza kadar sürecek... Bırak direnmeyi." Sesinden akan iğrenç ima kaynayan kanımı dondurmaya yetti. Alnımdan sicim gibi akan ter damlaları üzerimdeki kazağın boynunu ıslatırken, hem deli gibi terliyor hemde katlanılmaz bir şekilde üşüyordum.
"Allah kahretsin!" Tekrar ağlamaya başladığımda, pes ediş sinsice tenime sızıyordu. Saat geçiyor, akrep zehrini yelkovana akıtarak onu ölümle tehdit ediyordu. Zaman su gibi geçiyordu. Zorlukla ayağa kalktım ve lavabonun üzerinde ki tezgaha yasladım avuçlarımı. Musluğa uzanıp, gücü çekilmiş parmaklarımla vanayı çevirirken, suyun kulaklarıma dolan şırıltısı bile beynimi sarsıyordu. "Bana ne yaptın böyle..." Hıçkırıklarım, duvarların içindeki çürümeye yüz tutmuş tuğların bile içine işlerken, isyanıma bir tek Kerem sağırdı. Avuçlarımın arasına suyu doldurup, yüzüme çarpmamla bedenimde ki şiddetli titremeler saniyeler içinde daha da arttı ve katlanılmaz bir boyuta ulaştığında, bıçak şah damarıma ucunu yasladı.
"Aç şu kapıyı artık." Kerem'in sesi bıkkınlık vardı. Benimse beynimde teslimiyet.
Dayanamıyordum.
Suyu hızlıca kapatıp, ıslak ellerimi pantolonuma sürterek kuruladım. Çağrı geldiğinde gırtlağına yapışacak ve insanlara bu zehri sattığı için ona hesap soracaktım. Uyuşturucu kullandığımı anlaması artık gram umurumda olmazken, bütün öfkemi ona saplayacaktım.
Kapıya ulaştığımda, elimi kilide attım ve derin bir iç çekişle kilidi kendi boynumu kesercesine açtım. Araladığım kapının ardında bekleyen pervaza yaslanmış Kerem, yüzünde ki tüm tehlike çanlarını çınlatan bir gülümsemeyle beni karşıladı.
"Ver şunu." Dedim artık konuşamaz hale gelirken. Dilim, sesimden daha çok titrerken sıkılmaktan ağrıyan çenem kaskatı kesilmişti.
"Vereceğim..." Diye konuştu, dudağı yana doğru kıvrılırken. Ardından avucunda tuttuğu küçük paketi gözlerimin hizasından geçirerek karın hizasına doğru indirdi. Diğer eli, üzerinde ki siyah badinin ucunu kavrayarak hafifçe yukarıya çekerken, paketi kot pantolonunun ve bel kemiğinin arasına sıkıştırdı. Elleri iki yanına düşerken, gözlerini yüzüme çevirdi üzerime doğru yürümeye başladı. "Ama önce haketmen gerekecek..."
Omuzlarım ağlamaktan sarsılırken, Kerem aramızda ki bütün mesafeyi kapattı. Yüzümü avuçlarının arasına aldığında, dudaklarıma ilişen kendi utancımın ve hissettiğim aşağılanmanın göz yaşlarıma bulanan tadıydı. Dudaklarım titreyerek aralanır ve onun dudaklarını hissederken, elleri boynuma indi. Hiç bir karşılık vermedim ama tepkisizliğim onun iğrenç bedenini bedenimin her yerinde hissetmeme engel olmadı. Başını boynuma gömerken, eğildi ve bedenimi kucakladı. Saniyeler sonra hareketleri fevrileşirken, ağlamamak imkansızdı. Banyoda ki küçük tezgahın üzerine bedenimi sertçe bırakırken, üzerimdeki kazağı hızlıca sıyırdı. Gözlerim sımsıkı kapalıyken, dudakları iç çamaşırımın açıkta bıraktığı noktalarda tüm iğrençliğiyle gezinmeye başladı.
"Yeter..." Diye bir uğultu cansız sesimden dökülürken, başını geriye çekti. Bitti sandığım an, sert bir duvara bilinçsizce tosladığımı hissettiren manevrasıyla kendi üzerinde ki badiyi de çıkarttı ve bir köşeye fırlattı.
"Daha yeni başlıyoruz." Konuşmaktan çok, iğrenç bir hırıltıydı kulaklarıma dolan. Ellerini belime yerleştirdi ve beni tezgahın ucuna kadar çektikten sonra parmaklarını dizlerime kaydırdı. Avuçlarını yerleştirdiği elleriyle bacaklarımı sertçe araladı ve bedenini bedenime yasladı.
Başını boynuma gömmesiyle benide diri diri toprağa gömdü.
Çağrı'nın dehşet içinde kalmış, balçığa sıvanmış kahverengi topraklarına.
Kapının pervazında dikilen beden, bundan sonra sadece kuraklıktı.
Saniyeler içinde elini avucunu kendi adamının kanına buladı. Bağırışları kulaklarımı, evin duvarlarını tek tek yıkarken üzerimize avucunun altında durmak üzere olan, belki de çoktan durmuş olan bir nabız vardı.
Ellerini çekti. Koca heybetiyle duvarın dibine çöktü ve sadece gözlerimin içine baktı. Sonra...
O kadar çok ağladı ki, gözyaşları içinde varlığından habersiz olduğum canavara kan, can oldu.
O canavar onun masumiyetinin katili, benim ise ölümüm oldu.
•••
Bölüm Sonu...👻 Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.
•Çağrı'nın bütün hakaretlerinin altında yatan sebebi öğrendik...?
•Yeni bölümde bizi neler bekliyor sizce?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top