KEŞİF
EYLÜL-2011
TRABZON
Mert yurttan çıktığında bir sigara yaktı. Bir iki nefes çektikten sonra sigarayı söndürüp çöpe attı. Aç karna sigara bile içilmiyor diye düşündü. Ağzına tuhaf, çamurumsu bir tat vermişti sigara. Bu yüzden bir iki nefes ancak dayanabilmişti ona. Normal bir zamanda hayatta böyle yarım atmazdı sigarasını. Sonuna kadar içerdi. Hatta sigaranın en keyifli yerinin sonu olduğunu iddia edenlerdendi.
Yokuştan aşağı inmeye başladığında lisede sövdüğü yokuşu anımsadı tekrar. Yokuş çıkıp inmekten kurtuldum sanıyordum ama yine bir yokuşa denk geldim. Dört sene boyunca bu yokuşa katlanmak zorundayım diye düşündü. Üstelik bu yokuş lisedekine göre daha uzun ve daha dikti. İnmesi kolaylık sağlıyordu ama çıkması baya zorlayıcıydı. Zamanla alışırım dedi Mert. Alışmak zorundasın diye düzeltti iç sesi. Mert ona cevap vermek istemedi.
Kampüsün girişindeki güvenlik kulübesine gelene kadar etrafta bir tane bile öğrenci görmedi. Yarın okul açılıyor, nerede bu öğrenciler diye geçirdi içinden. Acaba okulda kendisinden başka herkes uçakla mı seyahat ediyordu? O yüzden son bir saat öncesine kadar içleri rahat bir şekilde evlerinde oturuyorlar mıydı? Sonra iç sesi onu yine düzeltti. Uçakla seyahat etse dahi birkaç saat önceden oraya gitmesi gerekirdi. Sonuç olarak her yolculuğun belli başlı zorlukları vardı.
Girişte bekleyen güvenliğe yakınlarda bir yerde yemek yiyeceği bir yerler olup olmadığını sordu. Adam etraftaki restoranlarla anlaşma yapmış gibi hepsini tek tek saymaya başladı. "Buradan aşağı in ve yola çık. Sola doğru dönersen az ileride balık ekmek yapan küçük bir kulübe var. Bir aşağı sokağın başında çiğköfteci var, onun ilerisinde kebapçı, onunda ilerisinde dönerci var, bunların hiçbirini yemezsen de biraz daha ileride güzel yemekler çıkaran bir lokanta var. Ama orası biraz pahalıdır. Baştan uyarayım seni. Eğer buradan aşağı indiğinde sola değil de sağa dönersen..." diye devam ediyordu ki Mert araya girmek zorunda kaldı.
Yoksa bu adam sabaha kadar burada kendisine yemek yiyebileceği yerler tarif edecekti. "Teşekkür ederim. Ben hemen yakındaki balıkçıya giderim." Dedi gülümseyerek. Adam bu kez balıkları anlatmaya başladı. "Aslında bu zamanda balık yemeyi sevmem ben. Bana göre en güzel balık ilkbahar sonunda olur..." diye devam eden uzun bir konuşma yapacaktı ki Mert yine konuşmasını yarıda kesti adamın. "Kusura bakmayın. Ben gitmek zorundayım." Dedi ve adamın ne diyeceğini beklemeden aşağı inmeye başladı.
İçinden adam konuşacak birini arıyormuş resmen dedi. Orada kalsa adam mesaisi bitene kadar onu lafa tutacaktı muhtemelen. İç sesi ona acıdı. Onun da canı sıkılıyordur dedi. O zaman kitap okusun dedi Mert. İç sesi hemen "O zaman gelen gideni göremez." Dedi. Mert ona hak verdi. Allah kolaylık versin, dedi.
Adama dediği gibi hemen yakındaki balık ekmek satan yere geldi. Adamdan yarım balık ekmek istedi ve geçip küçük taburelerden birinde oturdu. O sırada gözü ilerdeki reklam panolarına takıldı. Aynen şöyle yazıyordu "Şehrimizin insanları İstanbul Türkçesi konuştuğunuzda sizi gayet net anlayabilir. Lütfen her cümlenin başına "Uyy, Haçan veya da vb." kelimeler eklemeyiniz. Biz bile artık bu kelimeleri çoğunlukla kullanmıyoruz." Yazıyordu.
Üstelik bu yazıyı yazdıran sıradan bir adam değildi. Beldenin belediye başkanıydı. Adam nasıl bir bezmişse reklam panosuna yazdırmak zorunda hissetmiş kendini. Ama burada bir tuhaflık vardı. Çünkü Mert ne zaman bir Karadeniz dizisi görse belediye başkanının kullanmamalarını öğütlediği, yöreye özgü kelimeleri (uyy, haçan, da.) sıkça kullandıklarını duyuyordu. Ya dizilerde bir sıkıntı vardı ya da belediye başkanı takıntılıydı. Bunu zamanla tecrübe ederek öğrenirim dedi içinden.
O sırada balıkçı balık ekmeğini getirdi. Mert ilk defa balık ekmek yiyecekti. Evet, daha önce balık yemişti. Annesi arada bir balıkçıdan hamsi alırdı. O da ayda bir falan olurdu. Çok sık yapmazdı. Evin koktuğunu söylerdi. Haklıydı da balık yemek güzeldi ama kokusuna katlanmak da zordu. Balık yapılan günler daha eve girmeden sokakta balık yapıldığını anlardı. Evde kokuyu çekecek davlumbazın olmamasının da bunda büyük payı vardı elbette.
Mert ekmeğinden bir ısırık aldı. Balığın enfes tadını damağında hissetti. Aç olduğundan mı bu kadar lezzetliydi acaba? Yoksa bütün balıklar bu kadar lezzetli mi olurdu? Mert ilk defa hamsi dışında bir balık yiyordu ve görünüşe göre çok da güzeldi. Farklı olan sadece balık değildi. Ekmek de farklıydı. Kendi memleketindeki somuna pek benzemiyordu. Galiba bu somunlara taş fırın ekmeği diyorlardı ve bu somunların diğer somunlara nazaran daha lezzetli olduğunu daha önce de duymuştu. Şimdi onlara hak vermişti.
Mert yemeğini yedikten sonra bir sigara yaktı. Sigarasını içerken şöyle bir etrafı gezeyim diye düşündü ve nereye gittiğini bilmeden yürümeye başladı. Sahil yolundan yürümeye başladı. Sırasıyla adamın söylediği çiğköfteciyi, kebapçıyı ve dönerciyi gördü. Hepsi ne kadar da yakınmış diye düşündü. Yolun karşısında galeriler vardı. Mert biraz daha ileride bir oto yıkama gördü. Onun da ilerisinde yine güvenliğin bahsettiği lokanta vardı. Önünden geçerken güzel kokuları hemen aldı Mert. Bir ara gelip burada da yiyeyim diye düşündü.
Yürümeye devam edince ileride bir cami, bir mobilya mağazası ve bir de benzin istasyonunu geçti. Yolun karşısında tek dikkatini çeken şey TRT binası oldu. Bir de belediye vardı tabi. Mert etrafı inceleyerek bir stadyuma kadar yürüdü. Burası atletizmle uğraşanların antrenman yaptığı bir yere benziyordu. Mert içeri doğru biraz baktı. Sonra geri dönmeye karar verdi. Çünkü yeterince yürüdüğünü düşünüyordu. Biraz da yorulmaya başlamıştı. Daha yokuş çıkacağım diye düşündü. Anlaşılan bu yokuşu hiçbir yerde aklından çıkaramayacaktı.
Geri dönüş yolunda Mert bir sigara daha yaktı. Sokakların bu kadar sakin olması onu şaşırtıyordu. Çünkü Gaziantep sokakları hep tıklım tıklımdı. Özellikle de çarşısında nefes almakta bile zorlanırdınız. Her yerden insanlar gelir giderdi. Hepsi de telaşlı olurlardı. Sanırdınız ki onlar acele etmese dünyanın sonu gelirdi. Son zamanlarda şehir çok hızlı büyüdüğünden artık insanlar alternatif yerler arıyorlardı. Bu yüzden sokaklar yerine, istedikleri zaman oturup dinlenebilecekleri alışveriş merkezlerine akın ediyorlardı. Burada alışveriş merkezi de görünmüyordu. Galiba henüz küçük bir yer olduğundan alışveriş merkezi sahiplerinin dikkatini çekememişti burası.
Mert yurda geldiğinde odada birini gördü. Gözlüklü, şişman bir çocuktu bu. Mert selam vererek odadan içeri girdi. Çocuk onun selamını aldı. Ayağa kalkıp ona doğru geldi ve elini uzattı "Ben Mustafa." Dedi. "Memnun oldum. Ben de Mert." Dedi yüzünde sahte bir gülümsemeyle. Mustafa meraklı ve heyecanlı görünüyordu. "Sen de mi bu odada kalacaksın?" diye sordu. Mert kafasını sallayarak onayladı. Bu kez de "Kaçıncı sınıfsın?" diye sordu Mustafa. "Ben de senin gibi birinci sınıfım." Dedi Mert gülümseyerek. Mustafa da gülümsedi "Nereden anladın benim birinci sınıf olduğumu?" diye sordu.
Mert soru sormasından ve heyecanlı olmasından anladığını söyledi. Mustafa buna güldü. "Ne yapalım bea sormayalım mı?" dedi. Mert şivesine güldü. Onu sempatik buldu. Nereli olduğunu sordu Mustafa'ya. Balıkesirli olduğunu öğrendiğinde kendisinin de Gaziantepli olduğunu söyledi. Bir süre daha sohbet ettiler. Mert onun Matematik öğretmenliği öğrencisi olduğunu öğrendi. Ama ikinci öğretim olduğunu söyleyip, ödediği yüksek harç miktarından yakınıyordu. Bu konuyu papağan gibi birkaç defa tekrarlayınca Mert rahatsız oldu.
Ona kendisinin buraya normalin altında bir puanla girdiğini ve ikinci öğretim olduğunu hatırlattı. İkinci öğretimde çalışan akademisyenlere daha yüksek ücretler verildiğini bu yüzden de onlardan daha yüksek harçlar alındığını söyledi. Bunları söylerken bu konudan sıkıldığını da belli etti. Mustafa durumu anladı. Konuyu bir daha açmadı.
İlerleyen saatlerde odaya bir öğrenci daha geldi. Onun adı da Berk'ti. Berk okul öncesi öğretmenliği üçüncü sınıf öğrencisiydi. Ancak Berk bölümünden daha çok "Okul öncesi öğretmenliği kulüp başkanı" sıfatından bahsetti. Öyle bir abartarak anlattı ki gören, duyan onu belediye başkanı falan sanırdı. Mert onun cidden önemli bir iş yaptığını düşündü. Ancak bir insanın daha yeni tanıştığı bir insanla da arasına bu tarz bir mesafe koyma girişiminde bulunması ve böylesine tepeden bakmasını da yadırgadı. Berk'in Konyalı olduğunu öğrendiği sırada içeri biri daha girdi.
Berk ile yeni gelen çocuk birbirlerini tanıyorlardı. Çünkü aynı sınıftaydılar. Yeni gelen çocuğun adı Ardahan idi. Ardahan Giresunluydu. Mert onun şanslı olduğunu düşündü. Çünkü yol en fazla iki saat sürüyordu. Üniversitenin yakın olması onun için bir avantajdı. Mert biraz düşününce bu fikri saçma buldu. Eğer kendisi de yakınlardaki bir üniversiteye gitseydi ailesi onun her hafta sonu eve gelmesini isterdi. Bu yüzden Mert bunun bir dezavantaj olduğunu düşündü. Uzakta olması onun için daha iyiydi.
İlerleyen saatlerde bir öğrenci daha geldi. Mert şivesinden onun da Karadenizli olduğunu anladı. İsmi Erdem idi. Erdem sınıf öğretmenliği üçüncü sınıfta okuyordu. Ordu'lu olduğunu söylemişti. Biraz da fındık getirmişti. Mert ve odadaki diğerleri fındığa hücum ettiler. Mert fındığın ilk defa tuzlanmamış, kavrulmamış halini yiyordu ve çok beğenmişti.
Onlar fındık yemeye dalmışken içeri bir öğrenci daha girdi. Mert herhalde bütün oda dolacak diye düşündü. Sekiz kişi ile bu oda çok kötü olurdu. Çünkü bu oda sekiz kişiyi kaldıramayacak kadar küçüktü. Hem de sekiz erkek öğrenci bir arada çok büyük sıkıntılar çıkarabilirlerdi. İçeri gelen öğrenci önce eski arkadaşlarıyla selamlaştı. Sonra yeni gelenlerle tanıştı. Hafif kilolu ama güler yüzlü birine benziyordu. Onun ismi de Demir idi. Demir Iğdırlıydı ama Azeri olduğunu söylemişti. Fen bilgisi öğretmenliği üçüncü sınıfta okuyordu. Demir fındıkları görene kadar biraz da sohbet ettiler. Ancak sonra o da fındıklara hücum etti.
Odanın yedinci üyesi kapıdan girdiğinde Mert onun güneyden bir yerlerden geldiğini hemen fark etti. Çünkü güneyliler gibi esmer ve sıcakkanlıydı. Bu yeni üyenin ismi Ümit idi. Ümit de üniversiteyi yeni kazanmıştı. Sınıf öğretmenliği bölümünde okuyacaktı. Mert onun Mersinli olduğunu öğrendiğinde tahminde yanılmadığını öğrenip sevindi.
Mert okul ile ilgili bazı şeyleri Berk'e sordu. Berk ona ilk gününde nereye gitmesi gerektiğini ve ne yapması gerektiğini anlattı. Mert onu büyük bir dikkatle dinledi. Yarın okulundaki ilk günüydü ve Mert şimdiden heyecanlanmıştı. Acaba sınıfında kimler olacaktı. Arkadaşları nereli olacaktı? Kendi memleketinden Gaziantep'ten gelen var mıydı, diye soruyordu kendi kendine. Bunların hepsinin cevabını yarın öğrenecekti. Ama önce gidip iyi bir uyku çekmeliydi. Yarın sabah erken kalkması gerekecekti.
İnstagram: bzkrtmslm1
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top