DAVET
Mert'in ailesinin bazı adetleri vardı. Mesela il dışına giden, askerliğe giden veya herhangi bir sebepten dolayı ailesinin yanından uzun bir süre ayrılanları yemeğe davet ederlerdi. Bu olay döndüklerinde veya tatile geldiklerinde de olurdu. Mert'in abisi Ceyhun üniversiteye gideceği zaman da bütün akrabaları eve yemeğe çağırmıştı. Şimdi aynısı Mert için olacaktı. Sırayla bütün akrabaları, en azından şehirde oturan bütün akrabaları onu çağıracaklardı. Belki bazıları cebine bir harçlık bile koyabilirdi. O yüzden bu iş Mert'e eğlenceli görünüyordu ve işin aslı biraz da kendisini değerli hissettirmişti.
Davetlerin ilki büyük dayısından geldi. Dayısı cimrilikte babası ile yarışacak kadar iyiydi. Babasıyla aynı işi yapardı ve nedendir bilinmez bütün sülale dayısının çocuklarıyla onları kıyaslardı. Muhtemelen yaşları aynı olduğundan yapılırdı bu. Ceyhun üniversiteyi kazandığında dayısının en büyük çocuğu olan Mustafa da üniversiteyi kazanmıştı. Ancak o şehir dışına gitmemiş, Gaziantep'te kalmıştı. Belki de babası çok masraf olmasın diye onu burada okumaya zorlamıştı. Ama asıl mesele bu değildi.
Ceyhun ve Mustafa aynı bölümleri kazanmışlardı. Bu da sülalenin onları birbirleriyle kıyaslamasına daha çok zemin hazırlamıştı. Mert'in rakibi olarak görülen kuzeni ise İmam-hatip lisesinden mezun olan Özge idi. Özge'de bu sene sınavlara girmişti. O ilahiyat kazanmıştı. Mert hiçbir zaman onunla kendisini kıyaslamamıştı. Onu kendisine rakip olarak bile görmemişti. Ama akrabaları hatta ağabeyleri bile onları birbirleriyle kıyaslıyordu. Mert hiçbir zaman bu konuları kafaya takmamıştı. Onun için böyle şeyler çok saçmaydı.
Davet akşamı yemeklerini yediler. Burada davetlerde genelde lahmacun yapılır, yanına da cacık konurdu. Bu ikiliyi kim bir araya getirmek istemiş bilinmiyor ama yaz aylarında hep bu ikili birlikte servis edilir. O akşam da sofrada bu ikili yine birbirlerini bulmuştu. Mert için problem değildi. Çünkü ikisini de severdi.
Yemekten sonra sıra çay içmeye geldiğinde sohbetler de başladı. Özge'nin babası "Şimdi sen Trabzon'a mı gideceksin yeğenim?" diye sordu Mert'e. Mert "Evet dayı." Dedi. Dayısı bu soruyla yetinmedi. Ne zaman gideceğini, otobüs biletinin fiyatını ve kaç saat sürdüğünü dahi sordu. Mert hepsine tek tek cevap verdi. Arada bir babası da araya girip kendi fikirlerini söyledi. Babası denizden bahsedince Mert'in içi bir hoş oldu. Mert denize âşık olmuştu çünkü. Hayatında belki ilk defa deniz görmüştü ama çok beğenmişti. En çok da denizin uçsuz bucaksız oluşunu sevmişti. Orada öylece duruyor, istediği zaman hırçınlaşıyor, istediği zaman duruluyordu. Kimse ona karışamazdı, kimse ona tek bir laf edemezdi. Çünkü o çok güçlüydü ve aynı zamanda da özgürdü.
Mert düşünmeye başladı. Özgür olmak isteyen her insan güçlü de olmak zorunda mıydı? Bu soruyu kendi içinde cevaplaması uzun sürmedi. Evet, kesinlikle güçlü olması da şarttı. Güçlü olunmadan özgür olamazdınız. Hatta öyle bir güç olmalıydı ki bu, kimse sizi yerinizden bile kıpırdatamamalıydı.
Dayısı bir süre sonra kızıyla Mert'i kıyaslamaya başladı. Mert bundan rahatsız oldu. Ancak misafir olduğundan sesini çıkarmadı. Sonra bu kıyaslamaya oğlu Mustafa da katıldı. Kardeşinin kazandığı üniversiteye Diyarbakır'daydı. Diyarbakır ile Trabzon'u kıyaslamak ile işe başladılar. Sonra yolun kaç saat sürdüğünü karşılaştırdılar. O da yetmedi. İllerin iklimlerini karşılaştırdılar. Bununla yetinmediler. İllerin nüfuslarını kıyasladılar. Hangi şehrin daha büyük olduğunu karşılaştırdılar. Mert bütün bu kıyaslamaları çok saçma buldu. Müdahil olmaya da hiç niyeti yoktu. Ancak iş okudukları bölümü kıyaslamaya kadar varınca Mert sinirlendi.
Özge kendi bölümünün Mert'inkinden daha iyi olduğunu iddia etti. Mert bunun üzerine "Senin girdiğin bölüme benim puanım yetiyordu ama ben tercih etmedim. Tercihi aklımdan bile geçirmedim. Benim hoca olmaya niyetim yok. Hoca olmayı küçük gördüğümden değil. Benim için çok kutsal bir meslektir. Ancak ben böyle dini bir vazifeyi para karşılığında yapmayı uygun bulmuyorum. Hem sen bir kadın olarak imamda olamazsın. Ne yapacaksın acaba ilahiyat fakültesine gidip?"diye sordu alaycı bir ifadeyle. Özge Mert'ten bu kadar sert bir çıkış beklememişti.
Çünkü Mert yıllardır bu ailede pek konuşmayan, çekingen bir çocuk olarak bilinirdi. Bu yüzden herkes onunla istediği gibi konuşabileceğini düşünürdü. Özge de öyle olduğunu düşünmüş bu yüzden gayet rahat bir şekilde atıp tutmuştu. Şimdi Mert'in böyle üstüne gelmesi onu afallatmıştı. Ama onunla laf dalaşına girmekten de kaçınmayacaktı. "Ben Din kültürü öğretmeni olmayı düşünüyorum." Dedi kendinden emin bir şekilde. Mert güldü "Az önce öğretmen olmanın zorluklarından bahsediyordun. Şimdi kendinde öğretmen olmak istediğini söylüyorsun." Dedi. Özge hemen cevap verdi "Ben okul öncesi öğretmeni olmanın zorluklarından bahsettim. Sen çocukların altını bile temizlemek zorundasın. Çocuk bakıcısından hiçbir farkın yok." Dedi.
Özge işi iyice çığırından çıkarmıştı. Mert sinirden köpürdü "Ben çocukların altını falan temizlemek zorunda değilim. Hiçbir öğretmenin de böyle bir zorunluluğu olamaz. Üstelik tuvaletini kendisi yapamayan çocuklar anaokuluna alınmıyor. Her öğretmenlik bölümünün kendine göre zorlukları var. Mesela sen de ortaokulda gençler tam ergenliğe adım atarken onlarla karşılaşacaksın. Bence sen benim küçük çocuklarla ne yapacağımı düşüneceğine kendini düşün. Benim küçük çocuklarla iletişimim her zaman iyi olmuştur. Onların dilinden anlarım. Onlara kendimi sevdirmeyi başarabilirim. Ama sen daha doğru düzgün konuşmayı bile beceremiyorsun. Bir de bu halinle o ergenliğe yeni adım atmış çocukların karşısına çıkarsan seni perişan ederler. Hepsinin alay konusu olursun." Dedi.
Mert daha konuşmaya niyetliydi ama abisi Ceyhun onu dürttü. Çünkü Mert işin ölçüsünü kaçırmıştı. Çok sert konuşuyordu. Özge'nin gözleri dolmuştu ve Mert bunun farkında bile değildi. Çünkü damarına basmışlardı. O hiçbir zaman insanların kalbini kırmak istemiyordu. Ama o sessiz kaldıkça insanlar daha çok üstüne geliyor, onun duyguları yok gibi davranıyorlardı. Mert artık bu duruma sessiz kalmak istemiyordu. Bundan sonra herkesle hak ettiği gibi konuşacaktı. Annesi çağırmasaydı belki de Özge bu lafların altında kalmayacaktı ama sessizce kalkıp gitmek zorunda kaldı. Mert'in bu sözlerinden sonra hiç kimse üniversitelerle ilgili tek bir şey söylemedi.
Özge annesi ile on dakika sonra geri döndü. Ellerinde meyve tabakları vardı. Mert'in tabağını verirken gözlerinin içine baktı. Mert bu bakışta kin ve nefret gördü. Az önceki sözleri Özge'nin çok ağrına gitmişti. İçinden "Oh olsun." Dedi. Bunca zamandır konuşmamıştı ama bundan sonra susmayacaktı. Hak edene ağzının payını vermekten geri durmayacaktı. Ne de olsa artık üniversiteye gidiyordu ve bu insanları ayda yılda bir tatillerde belki görürdü. Bundan sonra özgürdü ve herkese karşı dik duracaktı. Herkese ne kadar güçlü olduğunu gösterecekti. Bu akşam bunun ilk adımını atmıştı ve aldığı sonuçtan gayet memnundu.
İkinci davet amcasından geldi. Amcası bazı konularda eski kafalı bir adamdı. Mesela sülaledeki kızların kendi akrabalarıyla evlendirilmesi gerektiğini düşünüyordu. Ailede ki herkes bunu biliyordu. Mert ve Ceyhun da buna dâhildi. Üstelik amcası bir kızın amcasının oğluyla evlendirilmesini daha doğru buluyordu. Bu yüzden Mert oraya giderken bir şekilde evlilik konusunun açılacağını biliyordu ve buna hazırlıklı olarak gitti.
Amcası yemekten sonra sohbete başladı. Önce Mert'in babasına işlerin durumunu sordu. Aralarında bir süre sohbet ettiler. Sonra sözü yavaş yavaş çocuklara getirdi. Bu zamanda çocuk yetiştirmenin de zor olduğunu söyledi amcası. Önce okul masraflarından bahsetti. Sonra da çocukların daha askere gitmediğini söyledi. Askerlik yaptıktan sonra evlilik masrafları olacağını söyledi. Sonra da daha en başında niyeti bu değilmiş gibi Ceyhun'a döndü ve "Daha evlenmeyi düşünmüyor musun oğlum?" diye sordu. Ceyhun buna hazırlıklı değilmiş gibi afalladı. Birkaç dakika ne diyeceğini bilemedi.
Biraz kendisine gelince "Ben daha okuyorum." Dedi. Amcasının tabi ki buna vereceği cevap hazırdı. "Okulunu yine oku. Ama şimdiden kendine bir kız bul. En azından okulun bitmeden bir nişan yaparsın. Okuldan sonra da evlenirsin." Dedi. Ceyhun kızarıp bozarmaya başladı. Verecek cevabı yok gibiydi. En iyisi hep yaptığı şeyi yapmaktı. Sıkıştığında topu Mert'e atardı hep. Sonra da bir köşeye çekilir Mert'in bütün o nasihatleri dinlemesini keyifle seyrederdi. Mert hiç konuşmaz kafasını yukarı aşağı sallayarak onaylamakla yetinirdi. Ceyhun "Ben sıramı Mert'e verdim." Dedi. Bahsettiği sıra konuşma sırası değildi elbette.
Evlilik sırasından bahsediliyordu. Güneydoğu'da bir erkek evlenmek istiyorsa ailede kendisinden büyük bekâr erkek olmaması gerekiyordu. Eğer varsa da onun rızasını alması gerekiyordu. Çünkü evlilikte bile bazı gelenekler vardı ve ailesi bu geleneklere hala bağlıydı. Bu yüzden abisi "Ben sıramı Mert'e verdim." Diyerek kendisinin evlenmek istemediğini ama Mert'in evlenmek de özgür olduğunu, ona bir zorluk çıkarmayacağını söylüyordu.
Amcası bu kez de Mert'i hedef aldı. "Sen de var mı bir şeyler?" diye sordu. Mert bu gece her zaman yaptığı gibi sessiz kalmaya niyetli değildi. Bu kez içinde ne var ne yoksa dökecekti. "Amca ben daha on sekiz yaşındayım ne evlenmesi?" diye sordu sinirli görünmeye çalışarak. Amcası "Oğlum bizim zamanımızda on sekizinde yaşında çocuk sahibi oluyordu erkekler." Dedi. Mert gayet ciddi bir tavırla "O senin zamanındı. O zaman geçti, gitti." Dedi.
Amcası Mert'in böyle cevaplar vermesine şaşırdı. "Şimdikiler de erken evleniyor. Siz de bir an önce evlenin. Sonra kız bulamazsınız bak." Dedi. Mert bütün bu konuşmaları gayet saçma buldu. Ama yine de cevap verdi. "Merak etme amca. Kızların nesli tükenmedi hala. Ben askerliğimi yapmadan, görevime başlamadan evlenmeyi düşünmüyorum." Dedi gayet sert bir tavırla. Amcası ezberden konuştuğundan cevabı hazırdı. "Şimdi sen on sekiz yaşındasın. Okulun dört sene sürecek. Oldun mu yirmi iki? Sonra bir de askerlik var o da altı ay, bir de atanması var. En az yirmi beş yaşına gelirsin. O zamana kadar sülalede bir tane bile kız kalmaz." Dedi biraz da alaycı bir tavırla.
Mert ağzının kenarıyla güldü. "Kalmazsa kalmasın bana ne sülaledeki kızlardan? Ben akraba evliliğine karşıyım. Göz göre göre çocuğumun hasta ya da engelli doğmasına razı olamam." Dedi. Amcası bundan sonra cahilce konuşmalara başladı "Oğlum sen o okullarda söylenene bakma. Onlar akrabalar birbirleriyle evlenmesin diye öyle diyorlar. Maksatları aşiretler dağılsın, akrabalıklar bozulsun. Yoksa biz hepimiz akrabalarla evliyiz, içimizde hiç engelli var mı?" diye sordu. Amcası kendinden emin bir şekilde sormuştu bunu.
Mert ise hazırlıklıydı ve hiç bekletmeden cevap verdi "Var amca olmaz olur mu? Mesela bazı akrabalarımız zihinsel engelli. Hala asırlar öncesinden kalma adetleri, gelenekleri uygulamaya çalışıyorlar. İnsan biraz kendini geliştirir, zamanına uyum sağlar." Dedi. İçeri yengesi elinde kahvelerle girmeseydi Mert daha konuşacaktı. Ancak yengesi kahvelerle gelince bir anda herkesin dikkati ona yöneldi. Babası da bu boşluktan faydalanarak "Oğlum yeter bu konuyu daha fazla uzatma." Dedi ve konu orada kapandı.
İnstagram:bzkrtmslm1
Sizin memleketinizde de gençlere eski gelenekler konusunda baskı yapılıyor mu? Akraba evliliği vb.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top