Bölüm 15

   Ahmet kendini metal bir dolaba kitlenmiş bir halde buldu. Buraya nasıl geldiğini hatırlamıyordu. Tek hatırladığı üst kata çıktığında birinin ona yardım etmesiydi. Sonra dolaptaydı. Kapağını açmaya çalıştı ancak kilitliydi. Dolap kapağı dışarıdan bir zincirle bağlanmıştı, bu nedenle kapı açılmıyordu. Ahmet kapak aralığından olayları izlemeye çalışıyordu. Tüm giysileri çıkarılmış bir adam elleri bağlanmış bir şekilde odanın ortasındaki bir masada yatıyordu. Daha sonra bir kadının ona yaklaştığını gördü. Ahmet ne olduğunu anlamak için konuşmaları dinlemeye başladı.

"Nasıldı?" diye sordu kadın. Bir sigara yaktı. İlk nefesi çeker çekmez öksürmeye başladı ve küfür ederek sigarayı kül tablasına bıraktı. Kül tablasını da hemen yere atmıştı, hem de sigara yanarken.

"Ben gitmek istiyorum," dedi adam, titrek sesiyle.

Kadın adamın yattığı masaya oturdu. Karşısında duran pencereye bakıp, "Ayıp olmaz mı?" diye sordu sakin bir ses tonuyla.

Adam kaçmak için çırpındı. Ancak bağlarını çözemedi. Bağırmaya başladı. Ahmet adamın gözünden yaş geldiğini de fark etmişti. Dehşet içerisinde olanları seyretmeye devam etti.

Kadın sağ elini adamın göğsü üzerinde gezdirdi. Adam daha yüksek bir sesle, "Yardım edin!" diye bağırıyordu. Kadın adamın bağırmasına sinirlenmiş olacak ki, adama bir tokat attı. Sonra elini yanağında gezdirerek onu sakinleştirmeye çalıştı. Ancak adamın daha çok korkmasına sebep oldu. Ancak bu sefer adam bağırmıyordu, anlaşılan daha fazla zarar görmek istemiyordu. Kadın işaret parmağını adamın dudaklarının üzerine yerleştirdi ve "Sessiz ol tatlım," dedi. "Sakın kımıldama! Uzun sürmeyecek."

Adamın korkusu zirveye ulaşmıştı. Çaresizliği yüzünden okunabiliyordu. Ahmet bile o çaresizliği hissedebiliyordu. Ahmet o an odada başkalarının da olduğunu fark etmişti. Bazı sesler duyuyordu. Bu sesler de korku doluydu. Sanki olacakları biliyor gibilerdi.

Kadın ağzını açıp adamın boynunu tüm gücü ile ısırdı. Ahmet kadının dişlerini net bir şekilde görebiliyordu. Dişlerin yanından kan sızıyordu. Adamdan boğulur tarza sesler çıkıyordu. Çırpınıyordu ancak kadın onu elleri ile zapt edebilmişti. Bir süre çırpındıktan sonra, adam aniden durdu. Nefessiz kalmıştı. Kadın masanın üzerinde duran bıçaklardan birini aldı ve elinde gezdirmeye başladı.

İki dakika boyunca kadına baktı Ahmet. Kadın işini bitirince kalktı ve "Sıradaki kim?" diye bağırdı. Odanın ortasında dönüyordu. Bir yandan elindeki bıçakla bir şeyi sayıyordu. Muhtemelen saydığı şey odadaki kişilerin sayısıydı. Çünkü kadın bir ara Ahmet'i de saymıştı. Tabi diğer bir olasılık, kadının dolapları saymasıydı. Ama neden dolapları saysın ki?

Kadın Ahmet'e doğru biraz gelince Ahmet onu tanıdı. O kadın Sibel'di. Onunla bu şekilde karşılaşmayı beklemiyordu. Bir şekilde o aleti Sibel'e de mi takmışlardı? Ya da o gerçekten karşısında duran kadın Sibel miydi? Sonuçta gördüklerinin gerçek olduğunu sanmak daha önceden işe yaramayan bir stratejiydi. Gördüklerine güvenmek ile Pamuk Prenses kitabını okuduğu için onun gerçek olduğunu düşünmek ile aynı şeydi.

"Sibel!" diye bağırdı Ahmet, dolabın içinde hareket ederek ses çıkarırken.

Kadın hemen Ahmet'e doğru döndü. Bıçağı elinde döndürüyordu.

"Sibel" diye bağırdı Ahmet yeniden. Kadın sesin geldiği yere yavaş yavaş yaklaşmaya başladı. Her adımda yerdeki ahşap döşemelerden gelen gıcırtı sesleri Ahmet'e daha da yaklaşıyordu. Kadın, Ahmet'in sesini tanımıştı. Bu yüzden onu seçmişti. Ancak Ahmet, Sibel'in ne yapacağını bilmediğinden ona karşı temkinliydi. Kadın dolabın önüne gelip dolaba sarılı zinciri çözdü.

Ahmet topallayarak dışarı çıktı. Daha rahat ayakta durabilmek için sırtını duvara yaslamıştı. Etrafına baktığında Sibel olduğunu düşündüğü kadını göremedi. Odanın ortasına doğru birkaç adım attı. Ayağı bir şeye çarptı. Oda yeteri kadar aydınlanmadığından yerdeki cisimleri fark etmek zordu. Bu yüzden Ahmet yerdekini fark edememiş, her neyse ona çapmıştı. Eliyle çarptığı cismi yokladı. Uzun bir şeye benziyordu. Cismi yakalayıp onunla tekrar kaktı. Şanslıydı, tuttuğu şey bir bastondu. Adına şans denebilirse tabi! Sonuçta bu insanların nerede olduğu aşikardı.

Ahmet bastonu kullanarak yürümeye başladı. Alt kata inmek istiyordu. Ancak nereye gideceğini bilmiyordu. Burası geldiği yerden daha da karanlıktı. Tek ışık kaynağı kapıların altlarından gelen ışıktı. Nasıl geldiğini hatırlamasını da ekleyince dönüş yolunu bulmak onun için iyice güçleşmişti. Sürekli bir yerlere çarpıyordu. El yordamı ile bulduğu kapıları açarak odaların içine bakıyordu. Sadece alt kata inen merdiveni bulmayı hedefliyordu.

Ahmet son kapıyı açtığında arkasında biri olduğunu hissetti. Bu onu çok tedirgin etmişti. İçinde hemen kaçma istediği vardı. Ancak belki de sessizce beklemesi daha doğruydu. Sonuçta sakattı ve hızlı koşamıyordu. Sonuçta ortam karanlıktı; belki de arkasındaki kişi her kimse onu görmeyecekti. Arkasında kimin olduğunu ve nerede olduğunu görmek için yavaşça arkasını döndü. Fakat, sadece boşluk gördü. Odanın arkalarına doğru hareketlenen bir şeyler vardı ancak kimse yoktu. Yanılmıştı, orada kimse yoktu. Bu yerde beklenen bir olaydı; sonuçta bu gece onu yanıltmayan bir şey yoktu. Ahmet önünü dönüp yürümeye devam etti. Bir sonraki kapıyı açtı. Arkasında biri vardı. Ahmet korkup geriye doğru zıpladı.

"Ahmet!" dedi, kapıdan karşılaştığı kişi. Tek gelen güçlü ışık kaynağı kişinin arkasında olduğundan yüzü gözükmüyordu. Bir süre kapının eşiğinde durdu. Sonra Ahmet'e birkaç adım yaklaştı. Cebinden bir çakmak çıkardı ve yaktı. O kişi Sibel'di.

"Ahmet'ciğim!" dedi sakince Sibel. Ahmet Sibel'in yüzünün ince, beyaz bir duvak ile örttüğünü fark etmişti. Çakmak olan elinden yayılan ışık Sibel'in çıplak kolundaki tüm dövmeleri aydınlatmaya yetiyordu. Yüzünde tatlı bir gülümseme vardı. Sibel ona çok dost canlısı bir şekilde yaklaşmıştı. Hatırlamak gerekir, dost canlısı bir ile en son karşılaştığında kurban edilmek istenmişti. O yüzden tetikte olmaya devam etmeliydi.

Sibel, Ahmet'e yer açmak için birkaç adım çekildi. Elindeki çakmak sönmüştü. Sibel çakmağı tekrar çakarak yanındaki bir mumu yaktı.

"Buradan çıkmak istiyorum," dedi Sibel. Ahmet bunu duyunca biraz rahatlamıştı. Sibel, Ahmet'in bacağını görünce "Ne oldu bacağına?" diye sordu.

"Emin değilim," dedi Ahmet. "Sana ne oldu?"

"Ben değişmedim. Aynı benim," dedi Sibel.

"Peki ya olanlar?"

Sibel anlamsız bir yüz ifadesi ile Ahmet'e baktı. "Hangi olanlar?" diye sordu. Kesinlikle Ahmet'in ne söylediği hakkında bir fikri yoktu. Bu az önce gördüklerinin gerçek olmayabileceğine dair bir kanıt olabilirdi. Güven güvenebilirsen!

Ahmet, Sibel'in söylediğine bir cevap veremedi. Sadece birkaç anlamsız hareket yapmak ile yetindi. İnsan gördüğü hiçbir şeye güvenemeyince böyle oluyor işte. Anlamsız hareketler ile yetiniyor. Sağa sola anlamsızca bakmak dışında bir şey yapamıyor. Bu kadar acıyı çekmek Dünya'nın en kötü durumu olsa bile, o acılar çok şey öğretiyor. Seni öldürmeyen şey güçlendirir.

"İyi misin?" diye sordu Sibel.

"Bilmiyorum," dedi Ahmet, derin bir nefes alarak. "Olmayan şeyler görüyorum. Daha doğrusu gördüğüm şeylerin var olup olmadığını bilmiyorum," diye ekledi.

Sibel Ahmet'e yaklaştı ve ona sarıldı. "Anladım," dedi. Ahmet de kolları ile Sibel'i sarıp ağlamaya başladı. Artık yaşadıklarını daha fazla dayanamıyordu. Olayların bitmesini istiyordu. Geldiğinden beri bir arkadaşının öldüğünü, insanların avlandığını ve en son kurban edildiğini gördü. Artık daha fazla vahşet yaşamak istemiyordu. Belki hiç direnç göstermemeliydi; papazın onu öldürmesini sakince beklemeliydi. Böylece tüm olanlardan kurtulmuş olurdu. "Sakin ol. Hepimiz çok şey yaşadık," dedi Sibel ve Ahmet'e daha sıkı sarıldı.

Ahmet de sarılarak karşılık verdi. "Şey... Mesut..."

"Biliyorum. Gördüm."

"Ne zaman... Ya da boş ver," dedi Ahmet hıçkırırken.

Sibel, Ahmet'i sakinleştirmek için birkaç kez onun sırtına hafifçe vurdu. "Sakin ol," dedi, "uzun sürmeyecek."

Ahmet'in tüyleri diken diken olmuştu. O kadın gerçekten de Sibel'di. Hemen Sibel'i itti. Sibel ağzını açtığında dişlerinde kırmızı alanlar görebiliyordu. Hemen solundaki kapıdan içeri girdi. Sibel ise arkasından onu takip ediyordu.

"Bunu neden yapıyorsun?" diye sordu Ahmet, yüksek bir ses tonuyla.

"Doğamda var," dedi Sibel. Adım adım Ahmet'e yaklaşıyordu.

Ahmet elindeki bastonu Sibel'e doğru salladı. Bir şekilde Sibel'i kendisinden uzak tutmaya çalışıyordu. Ancak Sibel, Ahmet'in tüm hareketlerinden sıyrıldı. Ahmet'i elindeki bastonu düşürüp onu ellerinden yakalamıştı.

Ahmet'in geriye kaçacak bir yeri kalmamıştı. Sibel'in boynunu tutarak onun kendini ısırmasını engellemeye çalışıyordu. Ancak Sibel her denemesinde Ahmet'in boynuna daha da yaklaşıyordu. Daha fazla dayanamayacağına anlayan Ahmet kendi camdan aşağı attı.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top