Bölüm 13
Ahmet, onu ne olmadığını bilmediği şeyden kurtaran adamla beraberdi. Görünen o ki, henüz gördüğü o şeylerden etrafta bolca vardı; Ahmet ve adam onlara görünmeden hareket etmeliydiler. Katın ortasındaki büyük odanın arkasına doğru sessizce yürüdüler. Arka taraftaki bahçeye çıkan bir kapıdan geçtiler. Daha sonra, uçan şeylerden birini fark edince, bir çalının arkasına saklanmak zorunda kaldılar.
"Bunlar ne? Ya da kim?" diye sordu Ahmet yanındakine.
Adam ona sessiz olmasını işaret etti. "Gölgeler," dedi kısık bir sesle. "Gidince, o her şeyi açıklar."
"Kim?" diye sordu Ahmet, bir yandan da gölgeyi gözlerken. Bu sırada gölge denen şey yanlarından geçmişti. Bunu gören adam tekrar hareket etti. Gölgelerin verdiği korku, açıklama alabileceği düşüncesi ile birleşince, Ahmet adamı takip etmeye başladı.
Binanın arkasında bulanan, ağaçlarla kaplı, aralarında birkaç bank ve yürüyüş yolu bulunduran bir bahçedeydiler. Ahmet, başından geçen hatırlayarak olayları anlamlandırmaya çalışıyordu. Adına gölge denilen şeyler vardı. Mantıklı değildi, sonuçta bunlar ruh gibi bir şey gerçek olamazdı. Ancak o gölgenin yanında olduğunda vücudunun kontrolü o şeye geçiyordu. Daha sonra nerede hata yaptığını anladı. Mantıklı olması gerekmezdi! Kendisinin (veya başkasının, anlaşılan o lanet icat kırılmamıştı) kafasında yarattığı bir şeydi. Mantık aramaktan ziyade kurtulmak gerekirdi. Ancak bu şeyden nasıl kurtulunabilirdi? Belki de sadece kendisine gölgenin gerçek olmadığını hatırlatması yeterdi.
Ahmet elinde değnek olarak kullandığı bir sopa ile adamı takip etmeye devam etti. Sağ bacağındaki ağrı hala devam ediyordu ancak ağrı azalmıştı; Ahmet bu ağrıya artık alışkındı. Sadece normalden biraz daha yavaş yürümesi gerekiyordu. Adamın durup bir çalının arkasına girmesi ile Ahmet de yakınlardaki bir çalının arkasına saklandı. Gölgelerden biri önlerinden geçiyordu. Ahmet sessizce bekledi. Gölge yanına yaklaştığında uzuvlarının kontrolünü tekrar kaybettiğini hissetti. Gölgenin gücü ona bir hareket yaptırmıyordu. Ama diğer yandan kendisi de hareket edemiyordu.
"Gerçek değil! Gerçek değil!" diye fısıldadı Ahmet. Sonra kolunu kaldırmaya çalışsa da başaramadı. Yapacak tek şey sessizce beklemekti. Ahmet dönüp saklanan adama bakmak istiyordu; ancak sadece isteyebiliyordu.
Gölge çalılara iyice yaklaştı. Ahmet ile aralarında çok az bir mesafe vardı. Ahmet bulunmak üzereydi. Son umut nefesini tutmaya karar verdi. Gölge, Ahmet'e biraz daha yaklaştığında gölgeye doğru bir taş fırlatıldı. Gölge hareket etmeyi bıraktı. Sonra taşın atıldığı tarafa doğru döndü. Gölgenin ondan biraz uzaklaşması ile Ahmet başını taşın geldiği tarafa çevirme şansını buldu. Onu birinin ön binaya doğru koştuğunu görüyordu. Kim olduğunu seçemiyordu, çünkü etraf çok karanlıktı.
"Spor salonuna," diye bağırdı gölgeden kaçan adam. Gölge onu süzülerek takip ediyordu. Ahmet bu fırsatı kaçırmamak için ayağa kalktı. Kalkışı çok ağrılı olmuştu. Ancak bir şekilde kalkıp olabildiğince hızlı bir şekilde yürümeye başladı. Bir yandan da adamı seyrediyordu. Adam bir müddet gölgeden kaçtıktan sonra sendeledi ve düştü. Yerdeyken arkasını dönmüş, gölgeye bakıyordu. Yüzünde ölüm korkusu vardı. Birkaç saniye sonra gölgenin onu yakalayacağını biliyordu. Ama kaçmak için bir çaba göstermiyordu. Olacaklara razıydı sanki.
Ahmet spor salonuna yürürken peşinde bir gölge daha olduğunu fark etti. Ondan bir takım anlaşılmaz sesler geldiğini de duyuyordu. Var gücü ile yürüyüp spor salonuna kapısının önüne geldi. Şanslıydı; kapı sonuna kadar açıktı. Hemen içeri girdi ve kapıyı kapattı. Durup bir nefes aldı. Kapıdaki camdan kendini göstermeden baktığında gölgenin başka bir yöne gittiğini görmüştü. Yere oturup dinlendi Ahmet. Gölgenin gidişi onu çok rahatlatmıştı. O gölgelerin sardığı korkuyu kimse bir daha yaşamak istemezdi.
"Sonunda geldin," dedi arkadan gelen bir ses. "Sen de şahit oldun!"
Ahmet arkasına döndü. O orta yaşlı, kendisine papaz denen adam karşısındaydı. Ellerini açmış Ahmet'i selamlıyordu. Ahmet onu görünce yavaş yavaş ayağa kalkmaya başladı. Papaz, onun zorlandığını görünce "Yaralandım mı evladım?" diye sordu ve Ahmet'e yardım etmek için onun yanına gitti. Ahmet'in ayağa kalkması ile ikisi ortaya doğru yürüdü. Spor salonunun bu katının her yerinde yakılmış mumlar vardı. Sanki bir ritüel yapıyorlardı. İnsanlar dizlerinin üzerine çökmüş, gözlerini kapatmış dua eder gibi bekliyorlardı. Ahmet diz çöken insanların bir daire oluşturduğunu da fark etmişti. Odadaki kimse konuşmuyordu, sadece sessizce bekliyorlardı.
Papaz, Ahmet'i insanların yatığı dairenin tam merkezinde bulunan bir masaya yatırdı. Bazıları gelip Ahmet'in sağ bacağı ile de ilgilenmişlerdi. Ahmet rahatlamıştı, etrafındaki herkes sakindi. Belki de hastahanenin bu bölgesi güvenilirdi.
"Seni gördüğüme sevindim," dedi Ahmet. "O şeyler neydi?" diye sordu.
"Neyler, evladım?" diye sordu papaz.
"O uçan şeyler," dedi Ahmet. Sesinden korktuğu belli oluyordu.
"SPH," dedi papaz. Dizlerinin üzerine çökmüş kişilerden bazıları gülüyordu.
"O değil," diye bağırdı papaz. Ciddi ve sinirliydi. Sonra bir anda o sakin haline geri döndü.
"Ne demek?" diye sordu Ahmet.
Papaz onu sakinleştirmişti. "Fark eder mi?" diye sordu. Sonra, eli ile Ahmet'in etrafındaki adamların uzaklaşmasını işaret etti. "Şimdi her şey son bulacak. Sana bunu garanti ederim. Doğum gerçekleştirdi. Bunu sende gördün değil mi?" dedi, sakin bir ses tonuyla.
"Evet," dedi Ahmet. Ancak yeni doğmuş bir çocuğun onları nasıl kurtaracağını anlamamıştı.
Papaz, " Sadece karşılığını vermemiz gerekiyor. Biz karşılığını verdiğimizde bebek bizi kurtaracak," dedi. Sonra ellerini birleştirip bir şeyler fısıldamaya başladı. Ahmet söylediklerinin sadece bir kısmını anlayabiliyordu:
"Tanrım... bize onu gösterdiğin için... her zaman olduğu gibi kehanetin..."
Ahmet dikkatle papazı dinledi. Konuşmanın sonuna gerilmeye başladı.
"Bize verdiğin kurtuluş yolu için bu kurbanımızı kabul et," dedi ve giysisinin kollarından bir bıçak çıkardı. Ahmet durumu anlamıştı; çocuğun doğuşuna karşılık teşekkür için verilen bir kurbandı kendisi. Papaz bıçağı hızla hareket ettirdi ancak Ahmet bir hareketle bıçaklanmaktan kurtuldu. Masada yuvarlanarak yere düştü. Ellerini ve sağlam ayağını kullanarak yerde süründü; olabildiğince hızlı bir şekilde papazdan uzaklaşmaya çalışıyordu.
"Kaderinden kaçamazsın doktor," diye arkasından bağırdı papaz. "Tanrı bir canı öylesine vermez. Bu mucizevi doğumun karşılığında bir şey verilmelidir."
Ahmet ayağa kalkabilmişti. Topallayarak papazdan kaçmaya devam ediyordu.
"Kalkın kardeşlerim," dedi papaz ellerini yana doğru açarak. "Kalkın. Kaderimizi ve kurtuluşumuzu tamamlayın." Dizlerinin üzerindeki adamlar yerden kalktı ve yavaşça Ahmet'e doğru yürümeye başladı. Herkes aşırı derecede sakindi, hiç konuşmadan Ahmet'in etrafını sarıyordu. Ahmet kapıdan çıkmak istiyordu ancak birkaç kişinin kapıda bir bariyer oluşturduğunu gördü. Kalbi hızla çarpıyordu. Etrafına bakındı, bir kaçış yolu arıyordu. Ancak bulamadı. Umudunun tükendiğini düşünen Ahmet son saniye bir merdiven gördü. Merdiven üst kata çıkıyordu. Bu onun son şansıydı. Var gücü ile merdivene doğru koştu.
Sonraki olaylar tuhaftı. Kimse Ahmet'i takip etmek istemiyordu. Ahmet'in yukarı çıktığını görünce durmuşlardı. Papaz, Ahmet'in yukarıya gittiğini görünce. "Peki öyle olsun. Sen ölünce tamamlarım bu yolculuğu," dedi ve arkasını döndü. Az önce ne olmuştu? Kendisini öldürmek isteyen adamlar neden bir anda o yokmuş gibi davranmaya başlamıştı?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top