Peki Öyleyse

2.Gün

Şaşırtıcı şekilde hâlâ elektrikler gitmedi. Etraftaki insanların sesleri artık hiç gelmiyor. Yiyecek stoklarımızı saydım: Dört paket mısır cipsi, iki paket yuvarlak cips, on üç bisküvi, iki buçuk litrelik gazoz, üç paket şekerleme, dört paket noodle, iki hazır sandviç. Bunların dışında sebzeler de var, çürümeden yemeyi planlıyoruz. Annem öldürüldü.

3.Gün

Akşam saatlerinde elektrikler gitti. Havalandırmalardaki farelerin seslerini duyuyorum. (Son not: Eğer haşereler de dönüşüyorsa bittik.)

6.Gün

Umarım fareler dönüşmüyordur. Ciyaklama sesleri sinirimi bozuyor. Telsizle abime ulaşmaya çalıştım, başardım da. Sadece adımı söyledi ardından çığlıkla konuşmamız yarıda kaldı. Aramaya geri dönüş yapmadı. Kendimi berbat hissediyorum. Odama gidip ciddi ciddi kafama sıkmayı düşündüm. Annem hayatta en çok sevdiğim kişiydi. Vurulduğu an bile elinde dördümüzün fotoğrafı vardı. Neden o resmi tutuyordu bilmiyorum. Şimdi ise geriye kırık çerçeveler, kanlı fotoğraflar kaldı. Kendime zarar vermiyorum çünkü yaparsam bir daha birbirimizi göremeyeceğimizi biliyorum. Anne... Seni seviyorum.



Salgın ilk başladığı andan itibaren on gün oldu. Alt katta ki oturma odasının camını kırdılar, öncesine camların önüne malzeme yığdığımız için sorun olmadı. Her geçen saniye etrafıma toplanmaya devam ettiler. Hastalıklıları boş vermiştim, etrafta dolaşan manyak daha tehlikeliydi. Yakalanırsak bizi affetmeyecekleri kesindi, annemi affetmemiştiler. Diğerlerini nasıl ikna edeceğimi bilmiyordum ama gözlem yapmak, yemek toplamak istiyordum. Keşke sadece istemekle kalsaydı, yapmak zorundaydık. 

Belki gece kimseye görünmeden dışarı çıkabilirim. Sıranın Olivia'da olduğu zamanı seçersem şüphelenmeyecektirler, tuvalette gitmem gerektiğini söylerim. Nöbet sırasını bana atana kadar tahminen iki saatim olur. Tabi... Hastalıklıların ışığa duyarlı olup olmadıklarını öğrenmeliyim. Etrafımı göreceğim derken kendi ölümüme sebebiyet vermek istemem. 

"Hey Liv, sana kahve yaptım." Bardağı  tezgaha bıraktı ( elektrikler olmadığından soğuk su ile kahve tozunu karıştırıp yapmıştı. Normalde olsa yaptığı tuhaf karışımın yüzüne bile bakmazdım). Hafifçe gülümsemeye çalıştı. Üstünde benim siyah deri cekettim, koyu yeşil taytım vardı. Dalgalı kıvırcık saçları ekstra arkadaş canlısı gözükmesini sağlıyordu. "Pars'ta yanımızdayken konuyu açmamda yarar var." Ne diyeceğini kestiremiyordu, kafasını önüne eğdi. "Artık evden gitmemiz gerektiğini düşünüyorum. Abinden çağrı gelmiyor, yemek stokumuz azalıyor, her saat daha çok hastalıklı etrafımızı sarıyor." Kendine noodle hazırlamakla meşgul olan Pars bu tarafa dikkat kesilmiş, taburesini çekip oturmuştu. 

Olivia'nın dediklerine sonuna kadar katılıyordum. Yakın zamanda evi terk etmeliydik, bundan kurtuluşumuz yoktu. "Seninle aynı fikirdeyim."

 "Ne yazık ki ben değilim. Yemeklerimiz henüz bitmedi. İllaki salgını kontrol altına almış yerlerden yardım gelecektir." Çatalını tabağına daldırdı. Ağzına tıkabileceğinden de çok yiyeceği aynı an da tıkmıştı. Normalde yavaş yavaş yemek yiyen birisiydi, bu kadar çok yemeği aynı an da tıkması konuşmak istemediğini gösteriyordu.

 "Daha önce bir geri zekalı olduğunu hiç  demiş miydiler? Ya nasıl tüm derslerinden tam not alıp bu denli salak olursun?" Arkasına yaslanıp pis pis sırıttı. Saldırmamak için zor duruyordu. Açıkçası ikisi kavga ederse ben sadece tezahürat yapabilirdim. Kavgayı kimin yeneceği açıktı, ayırmaya çalışırsam Olivia beni tavana fırlatırdı. 

 Kendime not: Pars ağzını tekrar açarsa Olivia'yı üstüne itip kaç. İki dakika sonra geri gelip mutfağı temizle. 

Mutfağın mermerinin üzerinde paketleri açılmış dikiş ipleri vardı, benim kendimi diktiğim dikiş setiydi. Kullandığımız eşyaları gelişigüzel bırakıyor, arkamızı toplamıyorduk. Hiçbirimizin morali evi temizlemekle uğraşabilecek kadar iyi değildi. Yerlere bırakılmış yiyecek çöpleri, garip notlar görmek haliyle de tuhaf olmuyordu. Elektrikler kesilmiş, sular kesilmemişti. Musluktan gelen damla sesleri sinirimi iyice bozmuştu. Yeterli yiyeceğimiz olsaydı evde uzun süre kalabilirdik. Başımı hafifçe önüme eğdim.

Tüm perdeleri her daim kapalı tutuyorduk. İçerisi gündüz olsa bile karanlık, serin oluyordu. Sarı mutfak dolapları karanlıktan ötürü  kahverengi gözüyor, gri zeminle uyum içinde duruyordu. Burada korkuyla saklandığım  sürece hiçbir şey yapamayacaktım, kendi ölümümüzü getirecektim. Harekete geçmeliydim. 

Tek kelime etmeden ikisinin ellerinden tutup üst katta doğru çekiştirmeye başladım. Basamakları çıkarken konuşup sorular sorsalar da hiçbirine cevap vermedim. Eşya odasına girdiğimizde duvara yaslanmış süpürgeyi aldım, uzatarak tavandaki minik kapıyı açtım. Üstümüze düşen onlarca örümcek yavrusuna lanetler okudum. Çatı katından mahalleyi güvenli şekilde izleyebileceğimizi umuyordum. 

"Merdiveni uzatır mısın?" Cevap beklemeden merdiveni kendim alıp kapakçığın altına yerleştirdim. "Şey... Merdiven oraya uzanmıyor da... Popomdan iter misiniz?" 

İç çekişlerini görmeniz lazımdı. Şahsen saatlerce bakıp kahkaha atabilirdim. Yukarı çıktığımda Olivia'yı ardından da Pars'ı yukarı çektim. Minicik bölmede sıkış tokuş kalmıştık. Geldiğimiz gibi geri düşmemek için yakın duruyorduk. Odanın tavan yüksekliği  doksan santim ya vardı ya da yoktu. Genişliği iki metreye yakın olsa da her tarafa kutular yerleştirilmişti. Sadece iki uçtaki camların altları ile durduğumuz nokta açıktı. Tozlar hapşırmama yol açtı. Buraya gelmeyeli on yıldan fazla olmuş olmalıydı. En büyük kutunun üstündeki tebeşir kutusundan iki renk aldım.

"Buraya neden geldiğimizi aşağı yukarı tahmin ediyorsunuzdur." Tebeşirlerle çatıya mahallenin krokisini çiziyordum. "Benim önerim markette gitmemiz veya direkt olarak ormanlık alana kaçmamız. İkinci askeri sığınak ormanın içerisinde, altmış kilometre uzağımızda. Dümdüz ilerlersek iki günde alana ulaşabiliriz. Her şeyi ucu ucuna planladım." 

Pars'ı kendinden iterek az da olsa uzaklaştırdı.  "Planını anlamamız gayet kolay, uygulamamız zor olacak."

Tebeşir tozlarına üfleyerek konuşmaya devam ettim.  "Etrafımız tamamen sarılı durumda. Yani kapılardan ve pencerelerden kaçamayız ama balkondan yan binanın balkonuna rahatlıkla inebiliriz." 

"Dümdüz direkt ormana." Pars kafasını sallayarak onaylamıştı. Böylece kesin karar verilmiş oldu. Artık aşağıya inebileceğimizi söylemeye hazırlanıyordum ki sokakta koşuşturan kız dikkatimi çekmişti. Onu önceden gördüğüme yemin edebilirdim. Kanlar içinde kalmış ipeksi saçları koştukça aralarına giren rüzgar ile havalanıyordu. Üstünde kırmızı şort, mavi yazlık atletlerden vardı. Ayaklarının tamamen çıplaktı. "Dönüşenler nasıl hâlâ fark etmedi?" 

Sorusuna cevap verememiştik. Yardım etmeyi düşünsem de etrafımızı saran dönüşmüşler yüzünden yardım edemezdim. Çok geçmeden üstüne hastalıklılar koştu. Uzakta olmasına rağmen yüzündeki korkuyu net şekilde görebiliyordum. Adeta çığlıkları kulaklarımı tırmalıyordu. Hastalıklının arasında kalmıştı. Her saniye mesafesi azalıyor, ölmeye daha da yaklaşıyordu. Isırılmasına otuz santimlik mesafe kaldığında üç adet, arka arkaya tabanca sesi duyuldu. İkisi hastalıklılara, biri kızaydı. Tam on ikiden, kafalarından vurulmuştu. 

Arkalarından gelen sarışın iri yarı adam kalan hastalıklılara da ateş etti. Üstündeki kolsuz gömleğin önü açıktı, altına da kırmızı tişört giymişti. Isırılmaya karşı korunmaya ekstradan hiç özen göstermemişti. Ya mırıldanıyor ya da sesini duyamadığımızdan dolayı bize öyle geliyordu. Arkadaş grubu yanına vardığında öfkeyle yeşil tulumlu kadına saldırmaya çalışmış, kızıl saçlı kızın tutması ile durmuştu. 

"Hemen gitmeliyiz! Çabuk olun yanınıza ne alacaksanız alın. Sakın çantalarınızı çok ağırlaştırmayın. Uygun kıyafetler giyin. En geç yarım saat içinde çıkmış olmamız gerek. Sokakta gezme sebepleri binaları yağmalamaları." Korkuya kapılmıştım, öldürülmek istemiyordum.

Normalde olsa yavaş yavaş aşağı inmeye çalışırdım ama resmen yere atlamıştım. Kalbimin atış hızından dolayı nefesim yetmiyormuş gibi geliyordu. Beklediğim şey oluyordu, insanlar bir yerleri yağmalamak için birbirlerini öldürüyordu. Yerden kalkıp üzerimdeki tozları silkeledim. Eğilmekten dolayı dizlerim acımıştı. Koşarak abimin odasına gidip dolabındaki lacivert spor çantasını aldım. Kolaylıkla kullanabileceğimizi düşündüğüm silahları çantaya yerleştirdim. 

Yolculuğumuzda illaki kesiğimi temizlemem gerekecekti: Dikiş ipliklerini, iğneleri, sargı bezlerini gelişigüzel koydum. Kıyafetlerimi değiştirmeyecektim, zaten her an saldırılara karşı uygun giyiniyordum .Sırt çantamla elimde tuttuğum spor çantası tıka basa dolmuştu. Aklıma tavşanım geldi. Onu ne yapabilirdim? Tavşanım için iki seçenek vardı, ya bizimle gelecekti ya da evde kalacaktı. Tavşanlar ses çıkarmayan canlılar olduğu için şanslıydım. Olivia'nın tatbikat amaçlı hazırladığı çantasını yeniden düzenleyip tavşanımı yerleştirdim. Hırka ona yumuşak alan sağlayacak, ezilmeyecekti. 

İnsanlar neden evleri yağmaya başlardı ki? En önemlisi de neden tüm evleri yağmalarlardı? Birkaç adet evi yağmalamak onlara aylarca yeterdi. Daha fazlasını yapmak tamamen aç gözlülüktü. Gerçi adamların psikopat olduğunu varsayarsak pekte tuhaf gelmiyordu. Ben hazırlandığımda diğerleri de çoktan hazırlanmıştı. 

"Hadi gidelim! Acele edin." Çantayı omzuma taktım. 

Üst katın balkonundan karşı binanın balkonuna kolayca geçeceğimizi planlamıştım, aynen de öyle yapmıştık. Geçerken aşağıya düşmekten çok korkmuştum, yere düşersem çıkan sesle dönüşmüşler etrafıma toplanacaktı. İç kanamdan ölmeden beni yemeye başlayacaklar, ölürken son anlarımda acı çekecektim. Neyse ki atlatmıştım. Olivia'yla kardeşim her zaman benden daha iyi hareket ediyordu, onlar benim aksime hep cesur olmuştu. 

Karşı binanın köpeği bizi görür görmez havlamıştı, susmuyordu. Akılsız bir köpek yüzünden yerimizin beli olması fiyasko olurdu. Eğer kısa sürede susmazsa tüm planladıklarımız suya düşerdi. Artık kedileri kesinlikle çok seviyordum, köpeklerin yanında akıllı kalıyorlardı. Boncuk boncuk akan terler alnımdan aşağı iniyordu, elimin tersiyle sildim. 

"Şşş!" Susmasını sağlamaya çalışmış, taş fırlatır gibi yapmıştım. Anlık olarak sussa da sesini yükselterek havlamaya devam etti. "Salak hayvan. Seni bahçemize işediğinden beri sevmiyorum."

 "Harika, evin içerisine de giremeyeceğiz. Köpeğin iki katımız olduğunu demiş miydim?" Köpek o kadar büyüktü ki bizi sakız niyetine çiğneyip kemiklerimizi protein tozu yapabilirdi. "Evin bahçesine sarkalım. Bahçe duvarlarından atlarız." derken yere atladı. Sırıtarak gelmemizi bekledi. Harika biz nasıl geçeceğiz?  "Sıra sizde." 

"Ben diyorum size bu mal diye, dinleyen mi var?" Çantasının kenarına bağladığı halatlı alıp balkonun parmaklıklarına bağladı. "Pars tut." Çantasını kardeşimin kafasına fırlatmış, yere pataklanmasını sağlamıştı. Kahkaha attı, halatı elime tutuşturup inmemem yardım etti. Demirlerin çiçek işlemeleri gözüme girmesin diye ekstra çaba harcamam gerekmişti. "Sıra bende." İnerken hiç tereddüt etmemiş, ustalıkla yere ulaşmıştı. Kendisine hayran kalmamak elimde değildi. 

Kıyamet kopması komşumuzun bahçesine izinsiz girmişiz hissini gidermiyordu, aslına bakılırsa gerçekten de izinsiz girmiştik. Komşumuzun dönüşmüş olduğunu tahmin ediyordum, zaten şehirde çoğu kişi dönüşmüştü. Eski anılar gözlerimin önünden geçiyordu: Bahçesinde nöbet tutar, kimsenin girmesine izin vermezdi. Gelen kuşları da kovardı, ne kadar kafayı yemiş olduğunu kelimelerle anlatamazdım.

Duvarların kenarlarına türlü türlü meyve ağaçları dikmiş, bahçenin tam ortasına gölet oluşturmuştu. Gölettin içinde türlerini bilmediğim dev Japon balıklarından vardı. Hemen yanlarına bırakılmış masa takımının altındaysa pekin ördekleri yatıyordu. Babamla komşumuzun eski konuşmalarından hatırladığım kadarıyla ördeklerin fiyatı oldukça pahalıydı, özel bir cinstiler. Para eski komşumuz için sorun olmamıştı, zengin bir aileydiler. Kasabamızda çoğu aile zengindi ama onlar herkesten zengindi. Altın kaplama pencere pervazlarından, son model arabalarından, hatta evlerinin her yerini boyadıkları gümüş rengi boyadan kolayca para durumları anlaşılıyordu. 

Eşyalarımızı yüklenip bahçenin doğu tarafına koştuk.  Ayak sesimiz kısa çimenler sayesinde emiliyor, dönüşmüşlerin ilgisini  çekmiyordu. Yağmur bulutları yüzünden gökyüzü kararmıştı. Duvarların, binanın çatılarına konmuş kargalar ciyaklayarak hastalıkları üstümüze çekmeye çalışıyordu. Duvarın üzerinden atlayıp karşı tarafa geçmeyi düşünmüştüm, planımı ona göre yapmıştım. Tabi duvarın arkasındaki insanları gördüğümde geriye adım atmak dışında yapabileceğim bir şey kalmamıştı.

"Yağmacılar, duvarın arkasındalar." Eğilmelerini işaret ettim. Duvarın arasındaki boşluktan onları izliyor, aralarında neler konuştuklarını dinliyordum. 

Elinde tüfek tutan adam eve girmeyi aklına koymuştu. "Havlama sesi buradan geldi. Dört kişi kontrol edeceğiz, uslu durun."  Görme açımdan çıkıp evin girişine ilerlediler. Arabanın içinde olan sarışın kız direksiyonu sıkıca sıkıyor, yaklaşan hastalıklara küfür ediyordu. 

Beni omzumdan tutup geri çekti, kardeşinin görülmesini istemiyordu. "Bahçede saklanamayız, alan yok." Silahının korumasını açtı, mermilerini kontrol ediyordu. "Hazırlıklı olun. Buraya gelecekler." Olumsuz anlamda kafamı salladım. "Ne? Liv başka ne yapabiliriz?" Sesinden kızdığını anlıyordum.

"Üç dediğimde karşı tarafa atlayıp ormana doğru koşmaya başlıyoruz. Şuan evin içine varmış olmalılar." Derince nefes aldım. Her şekilde yakalanacaktık, en azından şansımızı deneyerek ölmeyi tercih ederim. "Bir, iki, üç!" 

Duvara tırmanmayı bırakın, resmen üzerinden atlamıştım. Beceriksizliğim yüzünden geride kalırım sanmış, yanılmıştım. Arabanın içindeki sarışın kızla koşarken göz göze gelmiş, afallamıştım. Sanki aramızda tuhaf bir bağ hissetmiştim, normal bir günde olsaydık arkadaşlık teklifi edeceğim kişilerden olurdu. Çok sevimliydi. Ama bağırarak bizim yerimizi işaret ediyor, diğerlerinin gelmesini söylüyordu. 

Arabanın hizasını geçememiştik ki silah sesleri sokakta yankılandı. Binadan çok hızlı çıkmıştılar. Henüz görünürde kimse olmadığından koşmayı sürdürüyorduk, biz onları tam anlamıyla göremiyorsak onlar da bize nişan alamazdı. Kızın olduğu araca doğru gidiyordum, amacım arabanın arkasına saklanmak olsa da çalmak cazip gelmişti. 

"Hey! Hey! Hey!" Tabancasını doğrultarak yaklaştı. "Ben Cherly bebeklerim." Kocaman gülümsedi.  "Silahlarınızı bırakın ki size minik öpücükler kondurabileyim." Pembeyi çağrıştıran kızıl saçları gözlerinin önüne gelip uçuşuyor, bembeyaz teniyle buluşuyordu. "Eğ ne bekliyorsunuz?"

Biz cevap veremeden arabanın ön camına ateş etmişti. Cam parçaları kızın yüzüne girmiş, parçalamıştı. Boş sokakta ayak sesleri yankılanmıştı, hastalıklılar geliyordu. Ekip üyelerinin geri kalanı geldiğinde artık onlarca silah sesi duyulmaya başlamıştı. Kimse birbirine ateş etmiyordu, sadece yamyam yaratıklara ateş ediyordular. Mücadeleye ilginçtir ki biz de dahil olmuştuk, o an bunu gerektirmişti.

Pars kolumuza asılmış, topuklamamızı söylüyordu. Olduğumuz yerde kalmalıydık, evi kontrol eden dört adam da gözünü bana dikmişti. Kaçmaya çalışırsak ateş edeceklerine emindim. Çaresizce mermilerimi yeniledim.  Üstü kan içerisinde kalmayanımız yoktu. Arkamı döndüğümde bizi tek çekmeye çalışanın Pars olmadığını fark ettim. Sokak ortasında kızı kafasından vuran adamla Cherly bizi arabaya çekmeye çalışıyordu. Bunu neden yapıyorlardı? Bizi esir mi alacaklardı? Adam Olivia'nın kafasına silah dayamış, silahlarımızı bırakmamızı ima ediyordu.

"Malzemelerimizi alabilirsiniz, lütfen gitmemize izin verin. Evde daha çok silahımız  var. Size yerlerini söylerim." Silahı bana doğrultu. "Peki." 

Üçümüz arka koltuklara sıkışarak oturmuş, uçuşan mermilerden korunmak uğruna kafalarımızı eğmiştik. Hastalıklıların üzerimize koşup bizi ısırmaması için anında kapıları kapatmıştık. Konuşmak, soru sormak istesem de yapamıyordum. Tek anladığım onların da ekiplerinden kaçtığıydı, yanılıyor da olabilirdim. Çok geçmeden sorunum cevabını elde edecektim. 

 "Adrien motoru çalıştır, çabuk!" Evet, böylece adamın ismini öğrenmiştim.

Cherly sürücü koltuğunun yanına geçiyordu ki kurşun omzunu sıyırdı. Yine de gayet sakin şekilde yerine geçip emniyet kemerini taktı. Arabanın motoru çalıştırıldığında hâlâ arkamızdan sıkıyorlardı. Peşimize hastalıklı sürüsü takılmıştı. Mahalle sınırlarından çıkarken Adrien yanına dönüp Cherly'i öptü. Daha çok dostça, zafer kazandıklarını beli eden bir öpücüktü. Ardından bize döndüler. 

Harika, şimdi kaldıkları yerden adam öldürmeye devam edebilirlerdi. "Ağ... Tekrardan selam?"


Aksiyon hız kesmeden devam ediyor. 🎃🎃 Nasılsınız bakalım?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top