Öyleyse Kaçıyoruz


O korkuyla nasıl ayakta durduğumu bilmiyorum ama merdivenlerden ışık hızıyla inmiştim. Kilitleme sebebimi bile bilmiyordum, içimdeki ses yapmamı söylemişti. Attığım tüm adımlarda daha çok pişman oluyordum. Onlar odadan çıktıklarında ne olacaktı? Kameralar kontrol edilecek, annemler aranacak, disiplin cezası almamı uygun göreceklerdi. Hatta belki okuldan atılırdım.

Çığlık sesleri duyulunca doğru karar verdiğimi anlamıştım. Peki ilk kim kimi yemişti? Hemşire mi onları yemişti? Ya da öğretmen? Sorunun cevabını öğrenmek dahi istemiyordum. Kendi sınıfımdakilerin sesleri duymadığını düşünüyorum. Eskiden orası Müzik sınıfıydı, duvarları ses yalıtımlı. Yanından geçtiğim sınıfların kapıları açılıyor, sesler yükseliyordu. Bazıları koşarak bahçeye çıkıyorlardı. Bazıları ise birbirlerini ısıran arkadaşlarını durdurmaya çalışıyordu.

"Rick'i gördün mü? Fena halde ısırdı." dedi gözlüklü çocuk. Neşesinden fark edileceği üzere korkmamış, olanları kavga sanmıştı. Muhtemelen arkadaşlarının birbirlerini ısırmasını izlemek için dışarı çıkıyordu. 

Sınıf kapısının önüne geldiğimde üstüme doğru koşan birini gördüm, hastalığın bulaştıklarındandı. Gözlerinin etrafı yeni yeni gri perde oluşturuyordu. İçeri girip kapıyı kapattığımda sınıftakilerin dikkati üstüme toplandı. Tuvalette neden bu kadar korkmuş olabilirdim ki? Veya neden geç kalmıştım? Kapıyı tutmaya devam ediyordum. Peşimden gelen kişi hâlâ kapının dibindeydi, siluetinin gölgesini parlak fayansta görüyordum. Öylece dikiliyor açmamı bekliyordu. 

"Merhaba sınıf. Dışarıda birbirlerini ısıran, öldüren insanlar olduğunu söylesem inanır mısınız?" 

 "Ben Olivia ile sınıf tekrarı yapmak istemiyorum." Kardeşime sinir olmuştum.  "Lütfen yerine geç. Bizim her hareketimizi hepimiz yapmış gibi davranıyor zaten." Bayan Snowbird'ü kast etmişti. Bıkkınlıkla kafasını masaya koydu. Şimdiden nasıl sınıfta kaldığını açıklayacağını düşünüyordu. 

Vay canına... Bayan Snowbird sınıfta değil. Umarım ölmüştür. Peki benim ne yapmam gerek? Dışarı çıkmalarına izin veremem. Zilin çalmasına otuz saniye var. Çaldığı andan itibaren dışarıya koşan, gözü kimseyi görmeyen kişiler olacak Altlarında kalıp ezilebilirim bile. İçeri girenler de sevdiklerime zarar verecek. Hızlı olmalıyım, zaman git gide azalıyor. Düşün Liv!

Zil diğer okullarda olduğunun aksine tek bir hat üstünden yani müdürün odasının oradan çalıyor. Kırk beş saniyeliğine ısırılanların dikkatini başka yöne çekecek. Süreyi iyi kullanırsak arkadaşlarımın sığınağa girmesini sağlayabilirim. Sığınak iki hafta yetecek yemek, su bulunduruyor. Dışarı çıkarlarsa ısırılacaklar, beni dinlerlerse yaşama şansları olacak. Giriş katında olmamız avantaj sağlıyor, pencereden kaçabiliriz.

"Olivia dışarıda kavga var diye duymuştum, zahmet olmasa bakar mısın hâlâ devam ediyor mu? Veya toplanmış insanlar var mı?" Plan plandır. 

"Ağğğ... Hayır y-yok?" Şaşırarak kaşlarını çattı. "Ne oldu ki?" 

"Harika!" Kenarda duran sandalyeyi alıp kapı koluna yasladım. "Müdür acilen dışarı çıkmamızı söyledi. Eğer zil çalana kadar sığınağa gitmeyen olursa öğretmenlere rapor yazılacakmış. Kapıları kullanmamamızı da söyledi. Yani elinizi çabuk tutun." 

İşaret parmağımı pencereye uzattığımda bu sefer sınıfın içinden çığlık sesleri gelmişti.  Olivia parmağıyla beni gösteriyordu. Hayır, ısırılmış olamazdım! Popom dahil her yerimi kontrol ettim, ısırılmamıştım. Kapının altından gelen taze kan asıl çığlık atma sebepleriydi. Birkaç adım ileriye gittim. Kanla  kaplanmış ayakkabı tabanlarım yere iz bırakmıştı, koku midemi bulandırmıştı. Kusmamak için zar zor duruyordum, dona kalmıştım.

Demir bir nesnenin kapıya çarptığını duymuştum, dalgınlığım sona ermişti. Kapının ardındaki küfür seslerini duyuyordum. Demir nesnenin sesi arttıkça yerdeki kan artıyordu. Ses durduğunda kapının arkasındaki kişi ismimi söylemişti. Neler oluyordu? Isırılanlar konuşabiliyor muydu? Evet, dalgınlığım geçmişti ama hâlâ hareket edemiyordum. Bayan Snowbird kapıya tekme atarak açtı. Üstü kanla kaplanmıştı. 

Elindeki Hokey sopasını bize doğru tuttu. Isırılan olup olmadığını inceliyordu. Tatlı tatlı gülümseyip deri ceketini düzeltti. Saçlarının arasındaki göz parçasının kulak olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. "Eğ şekerlerim tamam siz çok tatlısınız ama pastamı olacaksınız? Hadi yürüyün. Pencerelerden çıkıverin." Bakışlarını bana çevirdi. Yakasına astığı güneş gözlüğünü alıp taktı. "Bir daha ki sefere tuvalette gittiğinde kıyametin başladığı konusunda bizi de uyar. Olur mu şeker şey?" 

Planımı mı çaldı o? Resmen içeri gelip planıma el koydu. Pars oturduğu yerden kalkıp yanıma gelmişti, elimi tutuyordu. Yüz ifadesinden şaşkınlığı kolayca anlaşılıyordu, ters giden bir şeyler olduğunu fark etmişti. Neler olduğunu açıklamaya çalışacaktım ki zil çalmıştı. Yemek olmak istemiyorsak acele etmeliydik. 

Etek giyen kızlar pencereden geçerken oyalanıyordu, arkalarından ittim. Pencerenin minikliğinden dolayı sandığımızdan da zor çıkmıştık. En son Bayan Snowbird çıktı, çıkarken peşimizden gelenlerin kafasını dağıtmayı ihmal etmedi. Tüm bahçeyi kaplayan beton zemin adımlarımızın çıkardığı sesleri yutuyordu. Sığınağın girişi uzakta değildi, varmak üzereydik. 

Peşimizden dönüşenlerin gelip gelmediğini kontrol ediyordum, henüz tehlikede değildik. Girişe geldiklerinde metal, yuvarlak kapağı diğerlerinin üç-dört kişi aynı an da açmıştık. Herkesin teker teker aşağıya inmesine yardım ediyordum. Sınıf arkadaşlarım epeyce korkmuştu, sonuçta bu kaçma esnasında dönüşenlerle tanışmıştılar. Ben onlardan yaklaşık beş dakika önce tanışmış olmama rağmen kırk yıldır deneyimliymişim gibi hissediyordum. 

Herkes içeri girdiğinde üçümüz kalmıştık, kapağı üstlerine kapattım. Matt'in dediği gibi buradan eve kaçmalıydık. Okulda duramazdık. Ailemizin bir araya gelmesi gerekiyordu Pars kapağı açmak için hamle yaptı. Zil sesini ne zaman biteceğini düşündüğüm an da sona erdi. Dönüşmüşlerin yeniden dikkatini çekmiştik, üzerimize gelmeye başlamıştılar. 

"Matt'ten haber aldım. Bana güvenin ne olur, gitmeliyiz." İkisini de bileğinden tutmuş, çekiştirmiştim.

Matt kelimesi geçtiği an Pars'ın gözleri büyümüştü, ona olan nefreti hiç dinmiyordu. "Sana asla güvenm-"

"Sana güveniyoruz! Yeter ki yüzümüzü kara çıkarma, insanlar neden saldırıyor?" Koşmaya sürdürüyorduk. Olivia'nın saçları hafifçe esen rüzgarda süzülüyordu. "Ana girişlerin onlarla dolu olduğuna eminim." Arkadaşımın bana inanması gurur vericiydi. 

Teşekkür edercesine bir yüz ifadesi takındım. "Aslında şu köşeden geçeceğiz. Teldeki açıklığı görüyorsunuz değil mi? Oradan öğrencilerin kaçtığını duymuştum. Yürümek dışında seçeneğimiz yok. Yolu seçebiliriz. Şehir içinden gitmektense ormanın kenarından koşmak daha mantıklı." 

Teldeki deliğe koşarken hem deliğin nasıl hâlâ kapatılmadığını düşünüyordum hem de hastalarla aramızdaki mesafeyi korumaya çalışıyordum. Hepsi tuhaf hareketler sergiliyordu. Demek istediğim başkalarını ısırmak, saldırmak dışında hareketlerdi: Pencerelerden atlıyor, alarmı çalan arabaların üstüne çıkıyor, kendilerini yere atıyordular. Kargaşadan hoşlanmadıkları beliydi. Peşimizden gelenlerin sayısı her on saniye de iki katına çıkıyordu. 

Tellerin etrafı mavi naylon ile kaplanmıştı, en pahalı markalardan olduğuna yemin edebilirdim. Öncelikle Pars'la birlikte telin iki farklı yanlarından tutarak genişlemesini sağladık. Olivia geçtiğinde karşı taraftan tutmuş, benim geçmemi beklemişti. Ben de geçince aynısını yaptım, hasta olanlarla mesafemiz azalmıştı. Pars bedenin büyük kısmını geçirdiği sırada kıyafetinin kol kısmı tele takıldı. Çıkarmaya çalışıyor, yapamıyordu.

Pars "Lanet olsun!" Önce kıyafetine, sonra peşimizdekileri baktı.

Bedenini aşağıya eğip kendini karşı tarafa, yere attı. Kıyafettin gövde kısmı çıkmıştı. Kollarını da uzatıp çıkardı. Eğer normal bir gün de okuldan kaçsaydık ve bunu yaşasaydık muhtemelen kahkahalar içinde kalacaktım. Yerden kalkmasına yardım ettim. Üzeri kuru meşe yapraklarıyla kaplanmış, dizleri çamur içinde kalmıştı. Hızlıca üzerini silkeledi. 

Spor sahası boyunca koşup ormanın kenarından ilerleyecektik. İzimizi kaybettirinceye dek telden geçmeyeceklerini umuyorduk. Ormanın kenarlarından yürümek mantıklı mıydı? Elbette şehrin içerisine dalmaktan beş kat mantıklıydı. Yine de ara planlar düşünmeliydim. Kenardaki tellerden atlar, ormana girersek peşimizden gelenler dahi içeri giremezdi. Evimizin hizasına gelene kadar korkmamamıza gerek kalmazdı. Tek  sorun tellerin jiletleriydi. jiletlerden neden bu kadar çok çekmiştim? Yaklaşık olarak beş yüz metre aynı şekilde koşmuştuk. Dönüşenler okulun teline takılmış, bir süre peşimizden gelememişti. Jiletli telleri nasıl geçebileceğimizi düşünüyordum. Kesin karar verdiğimde durdum.

"Telleri atlamalıyız." 

"Jiletler sorun Liv." Kendini yere attı, koşmaktan yorulmuştu. "Jiletler olmasaydı Pars ile kolayca tırmanıp seni de karşıya çekerdik." 

"Soyunun." 

Olivia'yı yerden kaldırmaya çalışıyordu. "Ne!" Öksürdü. 

"Kıyafetlerimizi jiletlerin üstüne atacağız. Sakın sıkıca tutmayın, sıkıca tutunursanız eliniz illaki kesilecektir. Geçmemize yetsin yeter." Kıyafetlerimi çıkardım. Gelişigüzel tellerin üstüne attım. Belime bağladığım hırka Beden dersi haricinde de işe yaramıştı. Koyu yeşil tişörtümü ekleyerek katmanı tamamladım. En üstte de Olivia'nın yazlık hırkasını koymuştuk. Teker teker hepimiz başarıyla geçtik. 

Ormanın içi serin değildi. Yerlerde göletler oluşmuş, toprak vıcık vıcık çamur kıvamına gelmişti. Birkaç tane kuru yaprak haricinde yerde hiç yaprak görememiştim. Sabah ki sis ortalıktan kaybolmuştu, artık etrafımı net şekilde görebiliyorduk. Sisin gitmesi iyi miydi? Dönüşenlerin bizi görmesini engelleyebilirdi ama aynı zamanda da bizim onları görmemizi de engellerdi. Gerçek anlamda iyi olup olmadığını yakında öğrenecektik. 

Yaklaşık iki saat sonra evimizin hizasına varmıştık. Yürüyüş boyunca insan haykırışları duysak da bizi gören olmadı. Bunlar haricinde işittiğimiz tek ses ağaç dallarına bastığımızda ortaya çıkmıştı. Ağaçların geniş yaprakları saklanmamıza yardım etmişti. Salgın sonlanırsa gelecekteki evimin etrafına neler dikeceğimi belirlemiştim. En küçük yaprakları kafamın büyüklüğü kadardı. 

Tellerin üstünden yeniden geçiyorduk. Öğlen sıcağı yok oluyordu. Tutunurken elim kaymış, yere düşmüştüm. Jiletli tel çenemin hemen üstünden başlayarak gözümün altına kadar yüzümü çizmişti. Refleksle elimi yaraya götürdüm. Kanama ne azdı ne de fazla. Eve gidince yarayı dikecektim. Tamamen karşı tarafa geçtiğimizde tişörtümü alıp yarama bastım. Canım acıyordu. Ayak bileğimi burkmuştum. 

 "Koluma gir." Bir an Olivia'ya dediğini sansam da çok geçmeden bana dediğini fark ettim. "Geldiğimiz yolun üstüne iki sokak daha yürüyeceğiz, evimize gidecek, uyuyacak ve uyanacağız. Her şey sona ermiş olacak." Üçümüz de tellerden geçtiğimizde korkarak yürüyüş güzergahımızı inceledim. 

Yan komşumuz kendi evinden asla çıkmaz, çok az bahçesinde görürüz. Babamın iş ortaklarından birini yemesi cidden... Alışılmadık, açıkçası nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Kendimi bir tür korku oyununda gibi hissediyorum, korkudan ziyade hayatta kalmam lazımmış gibi. Hayatınızda plan yapamayacağınız, pes etmeniz gereken zamanlar olur. İç sesinizi uymalısınız, plan yapmayın. Topuklarınızı poponuza vura vura koşun! 

Aynen dediğim gibi koşmaya başlamıştık. Arkamıza bakmıyorduk. Kendi aramızda asla konuşmuyor, ses çıkarmamaya dikkat ediyorduk. El ele tutuşmuştuk, ortada ben vardım. Gideceğimiz noktaları söylemek yerine birbirimizi o yöne çekiyorduk. Arada sırada  yerlere saçılmış cam parçalarına kazayla bastığımız da oluyordu, bu tarz durumlar da ödümüz kopuyordu. Seslerin duyulmaması tamamen şanstı. 

Şükürler olsun ki peşimizden gelenler hızlı değildi. Dişlerinin arasından ciğer, bağırsak parçaları sarkıyor,  yere düşüyordu. Yiyeceklerini yemek yerine yenilerini avlamaya karar vermiştiler. Heyecanlandıklarında çıkardıkları hırıltının sesi artıyordu. Derileri beyazlamamış, sararmıştı. Kıyafetleri kanla kaplanmıştı. Yolun ortasındaki direğe Volkswagen Amarok çarpmıştı. İçindeki insanlar çoktan dönüşmüş, ezilmişti. Arabanın ön camı paramparça olup etrafa saçılmıştı. Köpek havlamalarını işitmiştim. Lütfen köpeği yememiş olmaları için her şeyi yapardım. 

Etrafa çarpan onlarca araba vardı, tıpkı bahçe duvarımıza çarpan gibi. Camları kırılmamıştı, üstünden atlayarak bahçeye girmiştik. Annem Fesleğen saksının altına özel durumları düşünerek anahtar bırakırdı. Anahtarı aradım, yoktu. Telaşla saksıların altını yokluyorduk. Dinlenmek için kapı koluna dokunduğumda açılıverdi, kelimenin tam anlamıyla ayvayı yemiştik. 



Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top