♕Olivia♕ Alışveriş Listesi
"Silahlı arkadaşınız öyle kalsın, sırt çantamdaki kelepçeyi al. Sarışın kız ile beni kelepçele, ona bir şey olursa zaten çıkaramayacağım için bana da aynısı olacaktır. Yakınımda bulunan tüm kesici aletleri de al." Adrien sözlerini tamamladıktan sonra yüzündeki gülümsemesi silindi, arkasına yaslanarak marketin içerisine baktı. "Leydim zamanınız azalıyor."
"O kapı uzun süre dayanamaz, sonuçta camdan yapılma. Sırt çantası bagajda." dedi Cherly arkadaşına destek vererek. Çoktan beysbol sopasını almış, ilerlemeye başlamıştı. "Acele et kızım tüm bu kafa uçurma eğlencesini kaçıracaksın."
Numara yaptığını düşünüyordum, bu yüzden de güvenemiyordum. Sakladığı bir şeyler olduğuna emindim, aksi halde neden bu denli rahat davransındı ki? Markete birkaç metre uzakta direğe çarparak durabilmiş aracın neredeyse tüm camları kırıktı, arabada saklanırlarsa dönüşmüşler tarafından ısırılmaları hiç de azımsanacak bir ihtimal değildi. Üstelik Adrien arabanın içinde beklerken yanındaki tüm silahların alınmasını istiyordu. Kuşkularım bunları düşündükçe giderek artıyordu, keşke onun zihnini okuyabilseydim. Öte yandan ona güvenmezsek Liv'i sıkışıp kaldığı yerden asla çıkaramayabilirdim. Düşüncelerimi bir kenara atmaya çalışarak kafamı iki yana salladım. Oyalanarak zaman kaybettiğimiz her saniye daha fazla dönüşmüşü başımıza toplamamız kaçınılmazdı.
Emin olun Pars'ın elinden silahı alıp Adrien'ın kafasına vura vura beynini dağıtabilirdim. Palama uzandım, kolaylıkla insan kafatasının içine girebileceğini biliyordum. Bagajın yanına geldiğimizde birkaç kez üstüne vurup içeriden ses gelip gelmediğini kontrol ettim, saldırgan köpeklerden veya hastalıklıların biriyle tatsız anlar yaşamak istemiyordum. Cherly'e bagajı açmasını işaret edip geriye çekildim. Bagajı açarken tedirginliğimle dalga geçmiş, bir daha ki sefere hastalıklı bırakmaya söz vermişti. Umurumda değildi, o bagajı asla ben açmazdım.
Bagajdan gri renkli kamp çantasını alıp hızlıca çekmeye çalışmış, başaramamıştım. Çanta tahmin ettiğimden ağırdı. Aceleyle fermuarlarını açıp kelepçeyi aramaya başladım. Gereğinden fazla telaşlanmıştım. Elime hiç ihtiyacımız olmayan malzemeler denk geliyordu: Gazeteler, halatlar, el fenerleri, telsizler, piller, yağmurluk ne ararsanız vardı. Tek sorun kelepçeyi bulamıyordum.
"Ya nerede şu salak alet! Çabuk bu-"
"Tüh sırt çantamda mı demiştim? Alet çantasında demek istemiştim, üzgünüm."
Kan kaybından ölmek üzereyken yanlış kişiye şaka yapıyor. Alet çantasından kastı plastik sarı kutu olmalıydı. Pek de alet çantasına benzemiyor, üstü tozla kaplı eski sandıkları andırıyordu. Kutuyu açtığımda kelepçeler en üstte duruyordu. Eğer oradan da çıkmasalardı Adrien'ı öldürecektim.
"Kelepçe kullanmayı biliyor musun?" Kızıl saçlarını gözünün önünden çekip beni baştan aşağı süzdü. Kafamı iki yana salladım. "Aman ne hoş. Ver onu bana, senin yerine yaparım." Vermemi beklemeden kelepçeyi kapıp ilerledi. Peşinden geliyor, yaptığı tüm hareketleri inceliyordum. Hile yapmalarına göz yumamazdım. Arkadaşıyla Liv'i kelepçelediğinde düzgün yapıp yapmadığını kontrol ettim. "Kızın durumu kötü, başını falan vurmadığına emin miyiz? Dua edin de dönüşüp sizi ısırmasın."
Sanırım beklememe sırası bendeydi. Cherly'nin Liv hakkında dediklerini dinleyemezdim, moralimi bozmamalıydım. Hatırladığım kadarıyla sırt çantalarımıza Liv cerrahi dikiş ipi yerleştirmişti, onlar Adrien'a yetecek kadar yeterli değildi. Ayrıca hayatta kalırsa mermiyi çıkarmaları için de malzeme lazımdı. Dikiş malzemeleri haricinde de yiyecek, demir makası, ağrı kesici vb. ihtiyaçlarımızı bulmalıydım.
Markete yaklaştıkça korkum katlanarak artıyordu. Oraya girdiğimizde işimiz kolay olmayacaktı. Belki de ısırılacak hatta yenilerek ölecektim. Cherly oldukça normal davranıyordu, sanki korku evine gitmişte karşısına sahte canavarlar çıkmıştı. Beysbol sopasını döndüre döndüre sallıyor, kocaman gülümsüyordu. Kaşla göz arasında tekrardan aldığına inanmıyordum, en son benim elimdeydi o. Benim yanımda silah niyetine kemerimin arkasına sakladığım bıçağım, cebimdeki çakı ve palam vardı.
Yerdeki bağırsak parçalarına basmamaya özen gösteriyordum. Bağırsakla beyin parçaları desek daha doğru olurdu. Kim yaptıysa yalnızca çeşitli organlarına saldırmıştı. Tam o sırada kazayla çürümüş göz parçasına bastım. İçerisinden vıcık vıcık pembemsi sıvı çıkmış, spor ayakkabılarımın çoğu yerine bulaşmıştı. İğrenç kokusunu hayal dahi edemezdiniz: Yazın yol kenarlarında gördüğümüz hayvan leşlerine benziyordu.
Kapının hemen önünde durup içeriyi incelemeye çalıştık. Güneş ışığı yansıdığından elimizi siper ederek izleyebilmiştik, cama yaslanıyorduk. On dört adet hastalıklı sayabilmiştim, içeride bizi görmemiş yirmi tane daha olduğuna yemin edebilirdim. "Sence kaç kişiler?"
"Kişi? Onlar zombi hayatım, beyin yiyen kardeşlerimiz. Hani şu Amerikan kültürünün en sevilenlerinden... Siz onlara hastalıklı, dönüşmüş, affedilmemiş günahkarlar demeyi tercih ediyorsunuz ama bu sadece kendi acınızı dindirmek. Yıllardır filmlerde izlediklerimiz gerçek oldu." Ağzına giren saçlarını kulağının arkasına attı. Kolumdan tutup yangın merdivenine doğru götürmeye başladı. "Tercihim depo kapısından girmek, yaklaşık üç haftadır onlarla uğraşıyorum. Görüntüyle sese odaklılar. Yani ses çıkarmaz ve görünmezsek sorun çıkmayacaktır."
Bir dakika... Salgın başlayalı zaten iki hafta olmadı mı? Üç hafta da ne demekti? Durum iyice kötüleşiyor, her dakika yeni sırlar öğreniyordum. Salgınla önceden yüz yüze gelmiş insanlar mı vardı? Lafın gelişi öyle demiş olmasını diledim. Öbür türlü kafamda yüzlerce soru uçuşacaktı. Soğukkanlılığımı korudum.
Mesleğini tahmin etmeye çalışıyordum, direkt sormak kuşkulanmasını sağlardı. Pembe-kızıl saç renginden polis ya da asker olamayacağı gayet açıktı. Kolundaki ürkütücü dövmelerden sağlık çalışanı olamayacağını düşündüm. Gerçi sağlık çalışanları dövme yaptırabilirdi, değil mi? Ayrıca dövmeleri çok hoştu: Dirseğinin üstünden başlayıp omzuna kadar gül sarmaşığı desenleri uzanıyordu. Sarmaşıktaki her bir gülün rengi saçıyla aynı renkteydi. Sağ bileğinin üst kısımlarında müzik notaları, sol elinin üstünde ise W.H.İ.T.E yazısı yer alıyordu. Yazı italik el yazısı ile yazılmıştı.
Yangın merdivenini çıkmaya başlamıştık. Basamakların hepsi demirden yapılmış, yeşile boyanmıştı. Merdivenlerin üstüne yağmuru durduracak çatı yapılmamıştı, haliyle de basamaklar pas tutmuştu. İki gün önce yağan yağmur yüzünden yerler hala ıslaktı. Çatının üst kısmını meşe yaprakları kaplamış, sanki asırlardır insanlar gelmemişti. Ben minik incemeler yaparken çoktan giriş kapısına varmıştık.
"Kapıyı açtığımda..." Koşup kapı kolunu tuttu. "Sakın paniğe kapılma."
İlk giren kişi o oldu, arkasından girdiğim de hastalıklıların üzerimize atlayacağını sanmıştım. Şükürler olsun öyle olmadı. Yere inmemizi sağlayacak halat merdivenleri aşağı sarkıttık. Evet, doğru duydunuz halat merdivenlerini sarkıtmıştık. Bildiğiniz beş yaşındaki çocukların oyun parkı gibi halat merdiven koymuşlardı. Küçükken bile bu saçmalıklara tırmanmıyordum.
"Halat merdiven mi? Cidden depolara girişi böyle mi yapmışlar? Yok daha neler." Çevik yapımın verdiği imkanla saniyeler içerisinde aşağı inmiştim. Cherly benim aksime yavaşça indi. Hatta az kalsın üstüme düşecekti. "Feneri uzatır mısın?"
Şimdi Cherly'nin dediklerini hatırlayalım, hastalıklılar hareketli nesnelere karşı mı ilgi duyuyor yoksa hareketli canlılara karşı mı? Nesnelere karşı ilgi duyuyorlarsa biteriz, feneri kapatmam gerekir. Feneri kapatırsam da karanlıkta onlara çarparız. Sorduğum sorulara neden cevap vermediğini çözdüm, haklı olarak ses çıkarmak istemiyor. Keşke feneri bana verse. Işığı tuttuğu noktalara bakıyor, tehlikede olup olamadığımızı teyit ediyorum.
Kullandığımız giriş haricinde araç girişi, acil çıkış girişi ve marketin içinden giriş olduğunu fark ettim. Yerden tavana uzanan karton kutular üstünüze düşecekmiş hissiyatı yaratıyordu. Dışarının aksine bağırsak parçaları görmek imkansızdı. Tavan yüksekliği göz korkutacak cinstendi. Duvarları genelde lacivert renge boyanmıştı. Şans eseri denk geldiğim sırt çantasını omzuma taktım. Malzemeleri kafa uçururken elimde tutamazdım. Demir kapının sürgülerine uzandığımda derince nefes almış, başımıza geleceklere hazırlanmıştık.
"Hazır ol." diye mırıldandım.
Kapıyı yukarı ittirerek açmıştık, altından geçer geçmez de geri bıraktık. Görünmeyeceğimizi düşündüğümüz rafların arkasına çekildik. Market tek katlıydı, genişliği orta boyutlu otoparklar kadardı. Sırayla manav, süt ve süt ürünleri, abur cubur, indirim bölümü, deniz ürünleri, gibi alanlar vardı. İhtiyacımız olanlar en geride kalanlar yani tüm reyonların arkasında kalan yerdeydiler. Her bölümde dört adet uzun raf bulunuyordu, yükseklikleri tahminimce iki metreye yakındı. İçerisinin kenarları camla kaplı olduğu için karanlık değildi. Kaç tane hastalıklı olduğunu sayıyor, ihtiyacımız olan malzemelerin uzaklıklarını tahmin ediyorduk. Birkaç raf ötede -sol tarafımızda- sekiz ya da dokuz adet ayakta dikiliyordu. Gözleri açıktı, etraflarını kokluyorlardı. Bazılarının ağzından parça parça etler sarkıyordu.
Bandaj, cerrahi dikiş ipi, antiseptik, yiyecek, demir makası çantaya kesin ekleyeceğimiz eşyalar. Arkamı yasladığım raf mısır gevreği rafı, yiyecek stokumuz için gayet iyi fakat içerisinde boş alan olduğundan koşarken sallanıp ses çıkaracaktır. O yüzden çikolata, gofret, bisküvi tarzı kabına oturan yiyecekler koymalıyım. Demir makasını belki almasam da olur, tabi Adrien sözünü tutarsa. Bandajı vb. eşyaları eczane bölümünden aynı an da alabiliriz. Öyleyse demir makasıyla yiyecek bulma işimizi zorlaştırıyor demek.
Cherly'nin işaret dili bildiğini umarak ilk olarak eczane bölümüne gitmemiz gerektiğini anlatmıştım. Tabi bana geri zekalıymış gibi davrandı. "Eczane bölümüne." Fısıldayarak kulağına demiş olsam da duyulup duyulmadığımızdan emin olamamıştım.
Sesi duyanlar üstümüze koşacaktır. Hızlarını net şekilde bilmiyorum, bizden yavaş olmalarını diliyorum. Ayakkabılarımın ses çıkarmamasına minnettarım, işimi kolaylaştırıyorlar. Hastalıklı kafası uçurmaktan değil, çıkaracağımız sesten sonra olacaklardan korkuyorum. Planladığımız rotayı takip ederken olabildiğince açık alandan gitmemeye, dar rafların arasından geçmeye özen gösteriyoruz. Çantaya atmaya uygun gördüğüm yiyecekleri hızlıca koyuyorum. Tıka basa doldurmuyorum, aksi halde hareketlerim kısıtlanır.
"Ayrılırsak görülmeme ihtimalimiz daha fazla." Ayrılmak mı? Asla kabul etmem, pislik yapabilirdi. Onaylamadığımı beli edecek şekilde işaret yaptım. Nerdeyse eczane bölümüne varmıştık, karşımızdaydı. "Sessizce konuşabilirsin sorun yo-"
Köşede duran hastalıklının dikkatini çekmiştim. Kafasını hızlıca hareket ettiriyor, olduğu yerde sağa-sola sallanıyordu. Uzaklaşmamız gerektiğini söyleyecektim ki deniz ürünlerinin olduğu tarafa koştu. O an çürümüş deniz ürünlerinin ne kadar berbat koktuğunu fark ettim, hastalıklılardan daha kötü kokuyorlardı. Kusmamak için ekstra çaba harcamam gerekmişti. Koşan hastalıklının hareket etme sebebi duvardaki aynadan yansımasını görmesiydi. Aynaya kafa atmış, yere düşürmüştü. Cam kırıklarına basarak tuhaf hırıltılar çıkarıyordu. Tıbbi malzemeleri alabilmemiz için onun olduğu yerden geçmeliydik. Koşarken çıkardığı ses diğer hastalıkları hareketlendirmişti. Marketin içerisinde koşuşturan onlarca adım duyuyorduk. Sesler cuma günleri olan okul çıkışı kargaşasını andırıyordu.
"Seni kollayacağım malzemeleri ihtiyacımız olanları al. Bana saldıran olursa önemseme, kurtulmanın yolunu bulurum." Keşke cevap vermemi bekleyip hamle yapsaydı. Ortaya atılıp yolumuzun üzerinde koşuşturan dönüşmüşün kafasını parçaladı. Beysbol sopasındaki bıçaklar kafatasına takılıyor, çıkarmakta zorluk yaşatıyordu. "Hadisene!"
Bağırmasıyla kendime gelmiştim, yolumuzu tamamlayıp eczane bölümüne vardığımda lazım olan ilaçları aramaya koyuldum. Panik anında bir şeyler aramak çok zordu. İlaçların isimlerini okuyordum. Bulmaya kendimi o kadar kaptırmıştım ki etrafımda neler olduğuna dahi bakmıyordum. Tüm ilaçların isimlerini ikişer kez okumuştum, ağrı kesiciler yoktu. Boş verip dikiş aletlerini halletmeye karar verdim.
Beni ısırmaya geliyorlardı, bakmaya cesaret edemediğim halde hissediyordum. Üst üstte dizilmiş ilk yardım çantalarından iki adet aldım. İlk yardım çantaları dikiş ipleri, steril gazlı bez, antiseptik mendil, çengelli iğne tarzı malzemeler bulundurur. "Cherly koş!"
Cherly cevap vermemişti, uzun süredir beysbol sopasının sesini de duymamıştım. Arkama baktığımda peşimden onlarcasının geldiğini görebiliyordum. Boğaz hırıltılarını küfürlerimle bastırıyor, nefes nefese kalmamı önemsemiyordum. Geldiğimiz girişe vardığımızda eğilip kapıyı açmaya uğraşmıştım, ne yaparsam yapayım açılmıyordu. Kenara sıkışmıştım.
Yerden kalkıp ilk saldıran hastalıklıyı kendimden iterek ısırmasına fırsat vermeden uzaklaştırdım. Şansıma fazla güçlü değildi. Raflara tırmanıyordum, aklıma anlık olarak gelen en iyi fikirdi. Yanımda pala olsa da hepsini öldüremezdim. Terleyen avuç içlerim metali kavradığımda kayıyordu. En üstte ulaşmama ramak kalmıştı. Bedenimi yukarıya çekmeye uğraştığım sıra da altta kalan ayağımı ısırdılar.
Ayağımı kurtarır kurtarmaz üst tarafa çektim. Nefes nefeseydim, rafların üstüne yatıp bir süre tavanı izledim. Sırt çantası karnımın üstünde duruyordu. Demirlere sürttükleri tırnakları gıcırdamaya benzer sesler çıkarıyordu. Isırdıkları yeri kontrol etmeden önce çantayı arkadaşlarıma götürmem gerek, zaten çoktan iş işten geçti. Tabanca seslerini duyunca oturur pozisyona geçtim. Nereden geldiğini anlamaya çalışıyordum. Yedi kez ateş edilmişti, eğer ateş eden Pars'sa şimdiden mermisi bitmiş olmalıydı. Seslere araba kornası eşlik etmişti, kornaya sürekli olarak basılıyordu. Hastalıklıların dikkati o tarafa yönelince hepsi birden marketin ön tarafına koşmuş, cama yapışmıştı. Haliyle de cam paramparça olmuştu.
Gittiklerine emin olduğumda yavaşça yere inmiştim. Dikkatle minik adımlar atıyor, içeride kalan olup olmadığını incelemiştim. Elime aldığım meyve suyu kutusunu marketin ortalarına doğru fırlatmıştım. Böylece içerisinin güvenli olduğunu karar vermiştim. Dışarı çıktığımda ölmeden önce yaşayacaklarım daha yeni başlamıştı. Kornası çalmaya devam eden araç kamyonetti, sesi kulaklarımı acıtmıştı. Hastalıklıları uzun süre oyalanacak gibi duruyordu. Liv'in olması gereken araçtaysa kimse yoktu.
Ve bir bölüm sonu daha, neler düşünüyorsunuz bakalım? 🎉
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top