O Durmadı Ama Ben Durdum
Kamp yapmak için seçtiğimiz yer meşe ağaçlarının arasındaki bir boşluktu. Çimlerin yanmaması için toprak olan bir yeri seçmiştik. Yere düşmüş meşe palamutları sürekli vücudumun altına denk gelip her yerime batıyorlardı. Bu kısım diğer güneş altında kalan kısımların aksine kupkuru değildi, hafif nemliydi. Cırcır böceklerinin sesleri eski günlerimi anımsatıyor, kıyameti unutmamı sağlıyordu. Sanırım salgın başladığından beridir yarar sağlayan ilk hayvanlardılar. Tabi tavşanımı saymazsak, yolculuklarımız esnasında çantanın içinde ölmeyerek bile çok yardım etmişti.
Nöbet tutmaya karar vermiştik, ilk turu Cherly ile Olivia tutacaktı. Nöbet sıralarına Olivia karar vermişti, başta neden Cherly gibi manyak biriyle nöbet tutmak istediğini anlamasam da sonradan eğer onunla tutmazsa Adrien'la tutacağını fark etmiştim. Adrien'dan tek kelimeyle nefret ediyordu, haklıydı da. Muhteşem derece de sinir bozucu olmayı hiç uğraşmadan başarıyordu.
Ben nefret etmiyor olsam da pek sevdiğim söylenemezdi. Bazen çok işe yarıyor, hiç kimsenin yapamadığını yapıyordu. Bazense çok öfkeli davranıyordu. Sanırım onu sevip sevmemem tamamen o ana göre değişiyordu. Olivia'nın uyuduğunu görmeden rahat edip uyuyamayacağımı düşünmüş, yanılmıştım. Tahminimce saat gece yarısını azıcık geçerken beni dürterek uyandırmıştılar. Uyandığımda Elioot'un bakışlarını üzerimde yakalamıştım, beli etmeden ayağa kalkıp gerildim. Hâlâ çok uykum vardı, ayılmalıydım.
Gözlerimi ovuşturarak esnedim. İki adet ateş yakmıştık, ortalarında oturuyorduk. Bir ileri bir geri yavaş yavaş yürüdüm, birkaç tur atıp yerime geçtim. Çantamdan su mataramı çıkarıp son kalan suyumu da yüzüme vurdum. İşe yaramıştı, eskisine nazaran uyku isteğimden eser yoktu. Ateşlerden çıkan kıvılcımlar yere düşüyor, anında sönüyordu. Saçlarımın tutuşmasından endişelendiğimden kafamı olabildiğinde geriye çektim. Hareketim direkt olarak karşıya bakmamı yol açmıştı, Elioot'la göz göze gelmiştim. Neden hep bana bakıyordu?
Davranışları rahatsız ediciydi, belki de aynı an da birbirimize bakmıştık. Ön yargıyla yaklaşmak istemiyordum. Hemen bakışlarımı yere çevirmiştim, düşündüklerimin anlaşılmaması içinde dizlerimi kendime çekip yüzümü yummuştum. Yaktığımız ateşler sağımda ve solumda kalıyordu. Etrafımızdaki ağaçların kalın gövdeleri ateşimizi gizliyordu, ancak çok yaklaşılırsa beli olurdu. Kuzeydoğuya doğru bir kaya bırakmıştık, yolumuzu kaybetmemek içindi. Ormanın içerisi birbirinin aynısı olunca işimizi şansa bırakamıyorduk. Taş tam olarak Elioot'un mapushane olarak adlandırdığı üssü gösteriyordu.
Arada sırada ayağımı sallıyor, uyumadığımı kanıtlıyordum. Sırf dizlerime kafamı gömdüm diye azar çekemezdim. Yaklaşık on dakika öylece kalmıştım. Gerçekten gözlerimin kapanmaya başladığını fark ettiğimde aniden kafamı kaldırdım. Adrien omzundaki yarasını inceliyordu, ilk kez yarasını ciddi şekilde incelerken görüyordum. Sonunda şakaya vermeyi bırakmıştı.
Biraz daha oyalanıp sonra yeniden Elioot'a bakacaktım, kesin karar varmadan harekete geçmeyecektim. Zamanımı yerde boş boş oturarak harcayamazdım. Çantamdaki eşyaları düzenlemeye koyuldum, ihtiyacımız olan tüm malzemeler altta kalmıştı. Gelişigüzel yere boşaltıp teker teker en az lazım olanlardan en çok lazım olanlara doğru yerleştiriyordum. Tavşanımın eski kutusuna ihtiyacım yoktu, ateşe attıktan birkaç dakika sonra kenarları yanmaya başlamıştı.
Olivia'nın çantasına da aynı düzeni uyguladım. Telleri bağlamamızdan kalan ipi ikiye ayırdım: Bir parçasını mataramın kapağındaki delikten geçirerek çantama asmış, diğer parçasıyla da saçlarımı toplamıştım. Düzenlenecek eşya kalmamıştı. Çantayı bırakır bırakmaz kafamı Elioot'a çevirdim, burada değildi!
"Oha! Gitmiş." Fırlayarak ayağa kalktım. "Hawk? Elioot!" Olması gereken yere koştum.
"Uyuyordum." Biraz daha ötede yatıyordu. "Ne oldu?"
"Hım... Hiç." Adrien'a pis pis bakış attım. "Ya bunun neden hareket edip yer değiştirmesine izin veriyorsun? Aynı yerde kalsın işte."
Kol uzunluğu mesafesindeki Elioot'u süzdü. "Çocuk sadece yere yattı, yarın uykusuzluktan ölürse sen mi taşıyacaksın? Ayrıca nöbeti tek başıma tutmuyorum." Ateşe odun fırlattı. "Sen de uyarabilirdin onu."
Konuşmayı uzatmadan yerime geçtim. Uyuduğuna göre artık onu izleme sırası bendeydi. Bir önceki seferlerde bakışlarımız denk mi gelmişti yoksa cidden de mi beni izliyordu? Bu sefer uyuduğu için anlayamamıştım, yarına kalan iş listelerimin arasına ekleyip fazla kafama takmadım. Eninde sonunda öğrenecektim. Üşümüştüm, ateşe yaklaşıp ellerimi uzattım. Güneşin aksine ateşin sıcaklığı rahatlamama yardımcı oluyordu.
"Adrien... Ailen var mı?" Konuşmak ayık kalmamı sağlardı. Aklıma başka da soru gelmemişti.
Biraz düşündü. "Evet, var. Beni onlardan toprak ayırıyor." Ayağa kalktı, ateş sönüyordu. Uyumadan önce dal parçaları toplayıp odunlar kesmiştik. Son kalanlarını da ateşe attı. "Gün doğumuna dört saat kalmış." Bileğindeki saatini kontrol ediyordu. "Beşmiş..."
"Peki salgın öncesinde mi oldu sonrasında mı?" Ona eşlik etmek için etrafımızda kalan toplamadığımız dal parçalarını ateşe attım. Sonrasına yanına geçip oturdum, sesimizden diğerleri uyanmamalıydı.
"Annem delirip kendini uçurumdan attı. Babam yaşlılıktan öldü, yani otopside söylenen buydu." Yana kayıp bana da yer açmıştı. "Peki ya senin ailen? Erkek arkadaşın? Akrabaların? Arkadaşların?"
"Annem evimizdeyken alnının ortasından vuruldu." Sanki bunu biliyormuş gibi bir ifade takınmıştı ama muhtemelen yine beni sinir etmeye çalışıyordu. "Yaklaşık ilk on günü evde geçirdik, babam hiç gelmedi." Üvey babamdan söz ediyordum, öz babamı kimseye anlatmayı sevmezdim. Her ikisiyle de çok iyi anlaşıyor olsam da öz babamın yeri kalbimde ayrıydı. "Erkek arkadaşım yoktu, Olivia dışında arkadaşım olduğu da söylenemez." Kardeşimi her düşündüğümde için fenalaşıyordu. "Pars'ı biliyorsun zaten, abimi de öyle."
"Kıyamette hayatta kalmak boyundan büyük işlere bulaşmadığın sürece zor değil, eminim ki başının çaresine bakıyordur. Biz sürekli boyumuzdan büyük işlerle uğraştığımız için ölümden kıl payı kurtuluyoruz." Omzuma elini koydu, rahatlatmaya uğraşıyordu. Mavi gözleri ateşin yansıması yüzünden sarı olmuştu. "Saklanarak dikkatlice ilerlerse hayatta kalır. Kardeşin aptal birine benzemiyor."
"Ağ... Lütfen şunu kes." Gülerken elini çektim. "Bunu Olivia da denedi, iyi olmuyorum." Konuşmak yerine kahkaha atarak karşılık vermişti.
Eski yerime gitmedim, burada oturacaktım. Elioot seslerimizden rahatsız olmuş olacak ki ters dönüp sol tarafına yattı. Gerçekten uyuyup uyumadığını kontrol etmek için elimi yüzünün etrafında yukarı aşağı sallamıştım. Son attıklarımız tutuşup yandığında Adrien ormanın içine yeni dallar getirmeye gitmişti. Uzaklaşmayacağına söz vermiş, uzaklaşmamıştı da. Dallara vurma sesinden çok uzakta olmadığını anlıyordum. Saldırgan köpekler yine çıkarsa da diye silahta almıştı.
Gözlerimi kapatıp arkama yaslanmıştım, Adrien'ın gelmesini bekliyordum. Uykum yoktu, sadece yorgun hissediyordum. Muhtemelen güneşin doğmasına iki saate yakın süre kalmıştı. Hafifçe araladığım gözlerimden Elioot'un hareket ettiğini görmüştüm, yattığı yerde dikilmişti. Vücuduna batan şeyleri temizlemeden ayağa kalkmıştı. Kaçmaması için hamle yapmaya hazırlanıyordum ki yaptığı şey biraz daha beklememe yol açtı. Yönümüzü kaybetmememiz için koyduğumuz kayanın yerini yerini değiştirmişti.
Neden yapmıştı? Belki başka ekip arkadaşları da vardı, bizi onlara götürmeye çalışıyor olabilirdi. Kalabalıklarsa icabımıza çok rahat bakarlardı, korkmuyordu. Bu cesurca davranmasını da açıklıyordu. Etrafına son kez bakıp herkesin uyuyup uyumadığını kontrol ediyordu ki tamamen gözlerini açmış beni gördü. Telaşa kapılmıştı, hareket etmeden olduğu yerde kaldı.
"Sen!" Ayağa kalktığımda ters yöne adım atmıştı. "Sakın kaçayım deme. Cherly, Olivia uyanın! Bu bir haltlar yedi." Adrien'ın silahını alıp ona doğrulttuğumda koştu, herkes uyanmıştı.
Düşünmek için pek de zamanım yoktu, peşinden koştum. Silahımı ona doğrultuyordum ama sürekli ağaçların arasından koşuyor olması, silahta da tek mermi olması vurmama engel oluyordu. Koşabildiğim kadar hızlı koşuyordum. Ayağım çarptığı taş yerden havalanıp başka bir yere düşmüş, kapanı açmıştı. O ana kadar tamamen kapanları unutmuştum, hem Elioot'u gözden kaçırmamalıydım hem de kapanlara dikkat etmeliydim.
Çok uzaklaşmadan vurabilirsem vuracaktım, eğer yapamazsam ekibinin yanına gitmesi için engel kalmıyordu. Köpek sesleri duyuluyordu, yaklaşıyorlardı. Bana doğru gelmeyeceklerini umuyordum, ateşin oradakilere giderlerse diğer silahlarla kolayca öldürebilirlerdi. Cırcır böcekleri ben koştukça daha yüksek sesle öterek kaçışıyor, sanki bana kızıyordular. Elioot yere düşmüş, biraz oyalanıp kalkmıştı. Ellerinin bağlı olduğu için adımlarını atarken dengesini kaybettirmişti.
Cherly'nin kusursuzca düğümlediği sargı bezini açtığında şoka uğradım. Arada sırada arkasına dönüp ateş edip etmediğime bakıyordu. "Peşimi bırak!"
"Durmak için son şansın." Durmadı ama ben durdum, dediklerimi yapmayacaksa koşuşturmanın devam etmesine gerek yoktu. Nişan aldım ve ateş ettim.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top