Avcı Kulübesi


Yarı baygın halde onun adımlarına ayak uydurmaya çalışıyordum. Başım dönüyordu, hâlâ tam anlamıyla ayılamamıştım.  Sol kolumu omzuna atmıştı, baygınken neler olduğunu bilmiyordum. Sadece uyanır uyanmaz acele etmemi söylemiş, bacaklarımı sıkıştığı yerden kriko ile kurtarmıştı. Marketin önüne gelirken yani kargaşa içindeyken araç içerisinde kriko görmemiştim, başka bir yerden bulmuş veya bagajdan almış olabilirdi. Pars gözlerimi ilk açtığım sırada markete doğru gitmişti. Olivia ile ilgili sorun olmuş olmalıydı. 

"Canın acıyor mu?" Derin derin nefes alıyordu, arkasına baktıktan sonra gözlerime odaklandı. "İllaki canın acıması gerekmez: Baş ağrısı, baş dönmesi de sayılır." 

"Başım çatlıyor sanki." 

Abartmak istemiyordum ama kelimenin tam anlamıyla berbattım, başımı direksiyona vurmuştum. Korna sesinin yanı sıra bağrışma sesleri de duyuyordum, çığlığı andırıyorlardı. Sanki kafamın içinde yankılanıp duruyor, kafatasımı tırnakları ile kazıyorlardı. Marketi arkamıza siper alarak batı tarafında kalan ormanlık alana ilerliyorduk. Muhtemelen bizim geldiğimizi fark eden başka gruplar da buraya gelmişti. 

Yolu takip etmemizin daha mantıklı olup olmadığını düşünmeden edemedim. "Ben baygınken neler oldu? Pars neden markete koşarak gitti?" Pars beni sorun olmadıkça asla bırakmazdı, birbirimizi korumak uğruna elimizden ne geliyorsa yapardık. Adrien'la birlikte bıraktıysa cidden önemli olmalıdır. 

Dediklerimi teker teker dinledi. Birkaç saniye hiç cevap vermedi, cümlelerini en doğru şekilde seçmeye çalıştığının farkındaydım. "Yaklaşık on kişilik grup geldi, hastalıkları üzerimize çekmeye çalıştılar. Kızıl kafayla arkadaşın marketin içindeydi. Kızıl kafa silah seslerini duymuş olmalı ki dışarı çıkmış, insanları uzaklaştırmasının yolunu buldu. Ben de hastalıkların dikkatini üzerimizden çekmek için kamyonetin kornasının üstüne şoförünü yerleştirdim, tabi o çoktan ölmüştü. Geri kalanını biliyorsun zaten, seni çıkardım." 

Elinde çekiç tutuyordu, çekicin sivri tarafı kanla kaplanmıştı ve kan yere damlıyordu.  Hâlâ bayılmamış olması oldukça şaşırtıcıydı. Omzuna baktım, hiç vurulmamış gibiydi. Üstüne üstlük benim yürümeme de yardım ediyordu.  Derince nefes alıp durmasa vurduğumuzdan bile şüphelenebilirdim. Yine de çok kan kaybetmişti, en kısa sürede pansuman yapılıp yarası dikilmeliydi. Gömleği tamamen kan içinde kalmış, rengi değişmişti. 

Ormana girdiğimizde seslerin hepsi patlamayla kesilmişti. Ne patlaması olduğunu bilmiyordum, park etmiş araçlardan birine kurşun denk gelmiş olabilirdi. Aniden durup arkamıza döndüğümde duman yükseldiğine şahit olmuştum. Her saniye dumanın koyuluğu artıyordu. Adrien saçımdan çekiştirip dalgınlığımın zaman kaybettirmesini engelledi. Bizimkilere zarar gelmediğini umuyordum. Gerçi onca olaydan sonra başlarına kötü şeyler gelmemesi imkansız. 

"Fazla değil, yaklaşık yüz eli metre ilerde avcı kulübesi var. Seni oraya götürüp diğerlerine yardım edeceğim. Yani... Orada kulübe olmalı, geçen yaz denk gelmiştim." Yürüyememe sinir olmuştu. Ağzımı açmama izin vermeden sırtına almak için eğildi. "Sıkı tutun, düşersen ayağa kalkmana fırsat vermem, yerde sürükleyerek götürürüm." 

Başka çarem olsaydı ağzının tam ortasına yumruk atmıştım, dua etsin ki başka çarem yok. Uzatmadan bacaklarımı onun karnına doladım, kollarımı rahatsız olmayacağı şekilde boynunda birleştirdim. Eğildiği yerden ayağa kalktığında hafifçe inlemişti, kurşun yarasına baskı yapmıştım. Bacaklarımı dizlerimin hemen üstünden tuttu. Çekici bana uzatıp tutmamı işaret ederek yürüdü, kesinlikle eskisine nazaran daha hızlıydık. Sırtına çıktığımdan beri tek kelime dahi etmemiştik. Kolum boynuna değer değmez kolye tarzı eşyayı hissetmiştim, gömleğinin içerisinde olduğundan göremiyordum. Bunun ne olduğunu merak ediyordum. İçimden bir ses öğrenirsem çoğu şeyin değişeceğini söylüyordu.  

Adımlarını nereye attığına dikkat etmiyor, gelişigüzel ilerliyordu. Aslında takılabileceği dal, çalı vb. objeler yerde yoktu. Ormanın içi sadece çam, meşe, kavak ağaçlarıyla doluydu. Ağaçların sıklığından dolayı her yer koyu gölgelerle kaplanmıştı. Yerler kavak ağaçlarının kurumaya başlamış yaprakları ile dolmuş, doğal bir örtü yapmıştı. Arada sırada minik sarmaşıklarla karşılaşıyorduk. Bir şeylerin eksikliğini fark edince kuş cıvıltılarının olmadığını karar kıldım. Küçükken ailecek doğa yürüyüşleri yapar, kuşların seslerini kayıt ederdik. Ağaç dallarının arasında uçuşup oynaştıklarını görebiliyordum ama öten yoktu. Onların da korktuğuna emindim, değişime ayak uyduruyorlardı. Düşman türler yan yana konmuş bizi izliyorlardı, adeta ortak düşmanlarına karşı birleşmişlerdi. 

Kızılgerdana benzeyen kuş minik melodiler çıkarıp tünediği daldan inmiş, yaklaşık yirmi metre ötemize konmuştu. Tatlı tatlı ötüyor, sanki ninni söylüyordu. Kuşun ne kadar güzel gözüktüğünü düşündüğüm esna da tüm kuşlar uçuşup yerden taş toplamaya başladılar. Adrien da benim gibi şaşkına dönmüştü, anlık olarak durduk. Ne yapacaklarını izliyorduk. 

Topladıkları taşları kafamıza atıyorlardı. Adrien'ın sırtından indim, koşuyorduk. "Şerefsizler sizi!" Kafamıza ellerimizle siper ederek daha da hızlandık. Bacağımın acısı hızlandıkça artıyordu, yine de takmıyordum. Bizi taşlamaya odaklanmıştılar, uçarken kanatları dallara çarpıyordu. 

Kaya kartalının Adrien'ın gözlerine hamle yapmak üzere olduğunu gördüm. Son an da gözlerini eliyle kapatmayı başaran Adrien delik deşik olan avuçları karşısında küfürler savurmuştu. Kuş hâlâ onu kör etmekle uğraşıyordu. Çekicin sivri tarafı hayvanın ciğerlerinin en derinliklerine kadar geçmişti. Okuldan eve giderken ormanı kullandığımızda hiçbir kuşun umurunda olmamıştık, bu ikimizin de yaralı olması ile ilgili olmalıydı. 

"Teşekkürler Wayne." Soy adım mı dedi o? 

Acıdan dolayı çığlık atmak istiyor, hastalıklı çekeriz diye yapamıyorduk. Çığlıklarımızı minik iniltilerle bastırıyorduk. Yaklaşık yirmi saniye aynı hızla ilerleyip avcı kulübesine varmıştık. İçeri girme yollarını arıyorduk. Pencere en kolay giriş yolu gibi gözüküyordu.  O acıyla cam parçalarının üzerimize gelip gelmeyeceğini düşünmemiştik. Yerden aldığım kaya parçasını pencereye fırlattım. Yere dökülen parçalara basarak içeri atladık. 

"Çabuk dolabı çekmeme yardım et!" Dolap yerdeki döşemeye takılmıştı. Aşırı güç uygulayarak anca camın önüne çekebilmiştik. Kaşlarımın üstüne akan kanı elimin tersiyle sildim. İçimize ferahlama gelmişti. 

Doğrusunu söylemek gerekirse rahatlamamız çok aptalcaydı, kendi kanımız neredeyse tüm vücudumuzu kaplamıştı. Gerçek anlamda rahatlayabilmemiz için alarmlarımız bizleri uyandırmalıydı. Yere oturup arkamızı dolaba yasladık. Tüm gücümün tükendiğini hissediyor, yerden kalkmak istemiyordum. Gözlerimi ovuştururken dizlerimi kendime doğru çektim. Kafamı dizlerimin üstüne koydum. Ağlamamak için ekstra çaba gösteriyordum, çekeceğim acılar yeni başlamıştı. Yaralarımı dikebilir, temizleyebilirsem acayip acıtacaktı. Dikemeyip temizleyemesem de aynı şekilde acıya mahkumdum. Kan kaybından ölene kadar canım yanacaktı. 

Ölüm... Annemde ısırılmış, kafasından vurulmuştu. Artık yanımızda değildi, peki neredeydi? Öldüğüm zaman onun yanına mı gidecektim? Ya da hastalıklarla yüz yüze geldiğimden virüsü çoktan kapmışımdır, kafamdan vurulmadığım sürece ölüm şeklim ne olursa olsun dönüşme ihtimalim çok yüksekti. Dönüştükten sonrası en korktuğum aşamaydı. Acı çekmeye devam ediyorlar mıydı? Veya birilerine saldırırken bilinçleri yerinde miydi? Belki bilinçleri yerinde olmasına rağmen bedenlerine kontrol veremiyorlardı. 

Avcı kulübesinin içi dışıyla aynı şekilde tamamen  odunlardan yapılmıştı. Duvarlarla mobilyalar koyu kahverengiye boyanmıştı. Örümcek ağları tavanları kaplamış, resmen beyaz örtü şeklini almıştılar. Masanın üstündeki iki tüfeğin arasına gaz lambası konulmuştu. Gaz lambasının dikkatimi çekme sebebi tavandan sarkan örümceğin ağ fırlatmasıydı. Öte yandan neredeyse tüm eşyaların üstünde toz varken onun üstünde yoktu. Duvarlar tahta tablolar, hayvan kafataslarıyla donatılmıştı. Bazı hayvanların kafalarına kendi türüne ait olmayan boynuzlar asılmıştı. Örneğin: Ayı kafatasının üstünde geyik boynuzları vardı. 

Dolaptan destek alarak yerden kalktım, daha fazla dinlenemezdim. Tıbbi anlamda yaralarıma müdahale edemesem de bez parçalarıyla falan sarmalıydım. Kısacası kan akışını yavaşlatmalıydım. Kuşların sesi attığı taşlardan gelen ses kesilmişti. Hâlâ dışarıda bizi bekliyorlar mıydı? Yoksa eski yerlerini almış mıydılar? Günlüğüm yanımda olsaydı kesinlikle yaşadıklarımızı not alacaktım, zombi istilasından da tuhaftı. 

Ranzanın yanında duran komodini karıştırıyordum, Adrien bulduğum eşyaları rasgele atmamdan rahatsız olmuş olacak ki kalkıp aramama katıldı. "Liv bırak, her yeri beş yaşındaymış gibi dağıtıyorsun." Parmak uçlarıyla koluma dokunup kafasını eğdi. "Sana yardımcı olayım." Hemen yanıma çömelip ranzanın altından sandık çıkarıverdi. Sandığın  klipsini çevirip açtığında ilk yardım malzemeleri çıkmıştı. Yaklaşık yedi-sekiz adet bandaj, tentürdiyot, iki cerrahi ip seti çıkmıştı. Bandajların çokluğu sevindirici olsa da dikiş ipleri yeterli sayıda değildi. Ayrıca Adrien'ın  etrafı aramadan direkt sandığı bulması kıl kapmamı sağladı, soy ismimi de demişti. "Eh, hiç yoktan iyidir." İki elini de gömleğinin üstüne koymuştu. "Dikiş yapmayı biliyor musun? Ben bilmiyorum, anlatırsan yaranı dikebilirim." 

"Evet, biliyorum." Yatağa oturup sandığı da yanıma koydum. "Otur."

Daha önce kendi yüzümü de dikmiştim, başkasını dikmek iki kat kolay olacaktı. Cerrahi ipleri ikimize yetmeyecekti. Benim kafamda büyük bir yarık oluşmuş, onunsa elleriyle omzu gitmişti. Kurşunun omzundan çıkıp çıkmadığını da bilmiyorduk, diksem dahi uzman kişiler tekrardan tedavi etmeliydi.  Vücudumda hissettiğim acıdan dolayı ellerim titriyordu, dikiş esnasında kötü iş çıkarmaktan endişeleniyordum. 

"İpler yeterli değil. İki paket omzunu kapatmaya anca yeter, ellerini dikemem." İlk paketi açtım. "Gömleğini çıkar, ne olursa olsun kasılıp hareket etme." Malzemeleri boşa harcayamayız. 

"Omzumu dikmeyeceğiz, sarsak yeter. Ellerime de gerek yok. Senin yaralarından malzeme kalırsa dikeriz." Elimdeki paketi alıp malzemeleri çıkarmaya devam etti. "Sanki uzansan daha iyi olur." 

Nasıl dikiş yapacağını anlatmış, defalarca kez sıkı tutması konusunda tembihlemiştim. İğneyi batırıp bir de derimin içinde bırakması öldürülmemden beter olurdu. Yatağa uzanıp yastığı sıkıca kavradım, acı çekerken bazı nesneleri sıkmak acınızı azaltmanın en iyi yöntemidir. Hazır olduğumda başlamasını işaret ettim. 

Tentürdiyotu azar azar dökerek yarayı temizledi. Döker dökmez yarmadaki yanmayı hissetmiştim. İğneyi batırdığında çıkan ses çamura basmışsınız hissiyatı yaratıyordu. Sıkabildiğim kadar yastığı sıkıyor, bağırmamaya çalışıyordum. Acı haricinde başka şeylere odaklanmaya kalktığımda dışarıdaki berbat dünya aklıma geliyordu. Asla kurtulamayacağımızı, her günümüzün aynı olacağını düşünüyordum. Acıya odaklanmam vücudumu yaşaması için kandırmanın başka yöntemiydi, aksi halde kafama sıkacaktım. İğneyi yaranın içinden geçirdiğinde karşı taraftaki ete de batırdı. Kolaylıkla çekip tekrar baş kısma döndü. 

"Kaç yaşındasın?" Soruyu sorma sebebi tamamen durumumu anlamaya çalışmasıydı. Direkt sorsa alttan almaya çalışabilirdim, bunu akıl etmişti. "Otuz yaşından büyük gözüktüğümün farkındayım fakat yirmi bir yaşındayım." Konuşurken çoktan iki kez daha iğneyi batırıp çekmişti. 

"Hım... Ben de acıya dayanabilecek, kendini dikebilecek, seni öldürebilecek yaştayım." Dediklerime kahkaha atmıştı. Kahkahası sinirimi bozdu, acıdan çok gülüşüne odaklandım. "Geri zekalı anca gül." 

"Seni sinir edebiliyorsam ne hoş, bu daha da gülmemi sağlar işte. Baş belası çocuklar sizi, ne varsa başımıza sizin yüzünüzden geldi. Sizi kurtarmaya çalışmıştık biz." Kızgınca konuşmuyordu, gülümsüyordu. Hareketleri korku filmlerindeki doktorların eline düşmüşsünüz hissiyatı yaratıyordu. "Seni araban çıkarırken gözüm çarptı, askeriyeye gitmeye çalışıyorsunuz. Cherly eski asker, akıl sağlığı kötüleşince işini bıraktı. Alanların hepsini iyi bilir. Markete geri dönecek kadar yaşayabilirsem sizi götürmesi için ikna edeceğim." 

Ya gereğinden fazla iyiydi ya da kurnaz. Bize ortada bir sebep yokken de yardım ediyorlar, başlarına dünyalarca bela açmışken hâlâ yardım etmeleri mantıksız. Özellikle Adrien'ın başka şeyler sakladığına eminim. Herkese yardım ediyor olsalar, o gün sokaktaki kızın kafasına sıkmazdı. Bir tür sapık olma ihtimalini göz ardı etmeyeceğim. Kıyamette sapıklar yok olmadı, olmayacakta. Kendi sapığımı edinmiş olabilirim. 

İğneyi son kez batırdığında çekememişti. Çekmesini bekliyor, acı karşısında lanetler okuyordum. İğneyi derimin içinden azıcık geriye çekip tekrar batırdı. Yine aynısı olmuştu, sağa-sola hafifçe sallayarak ucunu karşı tarafa geçirmeyi başardı. Pembemsi sıvı gözümün üstüne içine kadar akmıştı. Geçirdiği yerden çıkardığında derince nefes aldım. İpleri yerine oturtmasının bitmesini bekliyor, her hareket eden ipçiğin sesine odaklanıyordum. Bileğimin iç tarafıyla alnımı silerek yattığım yerde doğruldum. 

"Ben devam ederim, teşekkür ederim." Kesinlikle Adrien'a dikiş yaptırmamalıydım.

"Bitti ki zaten." 

Bana aynayı uzattı, yüzüm cidden de berbattı. Yüzyıllarca savaşmış kitap karakterlerine benziyordum. Normalde de fazla güzel değildim ancak şimdi eski güzelliğimden eser kalmamıştı. Hâlâ yaşıyor olmam tek tesellimdi. Son iki haftadır benim için önemli ne varsa kaybetmiştim. Pars'la Olivia neredeydi? Yaşıyorlar mıydı? Odanın içinde minik daireler çiziyor, yapacaklarımızı planlıyordum. Çıktığımız an kuşlar yine saldıracaktı. 

Kulübenin içindeki sessizliği dışarıdan gelen silah sesi bozdu. Saldıran ekipten birilerinin geldiğini sanmış, yanılmıştık. Cherly gelmişti, sesinden tanımıştık. Kulübeye ilerlemesini söyledik. Bağırarak konuşmamıza rağmen seslerimiz fısıldaşıyormuş gibi duyulmuştu.  Birkaç kez pompalı tüfekle havaya ateş etmişti. Ateş etmesinin sebebini bilmiyorduk çünkü göremiyorduk. Ama sonrasında çığlık veya haykırış duymamıştık. Bu iyi haber sayılırdı. 

Kapının önüne geldiğinde kapı deliğinden yanında tehdit güdebilecek birilerinin olup olmadığını kontrol ettim. Olivia'yı görüyordum, Pars da hemen arkada olmalıydı. Kapının kolunu çevirdiğim an da adeta üzerime atlayarak içeri girdiler. Bana çarpmıştılar, dengemi anlık olarak kaybedip hemen geri topladım ve kapıyı kapattım. Arkamı döndüğümde istemsizce gülümsemiştim. Sonrasında fark ettim ki Pars yoktu. Şaşkınlığımı anladıklarında bana açıklamaya yapmaya başladılar. 


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top