İşkence
Finale son bir.
Kapının hemen yanına geldim, kırarsa diye arkasında durmuyordum. "Kimsin sen?" Ettiğim küfrü duymuştu, saklanmamın manası yoktu.
"Sana dedim ki aç şu kapıyı!" Tekme attı, ses koridorda yankılanmıştı. "Her türlü oraya gireceğim ve bilgisayarları kontrol edeceğim."
Sandalyeyi kapının arkasından çektim. Kilidi açıp açmamak arasında gidip geliyordum. Ne yapmam gerektiğini düşünüyordum, karşıdaki kişi Kuzey değildi. Sesi çok farklıydı, erkek olup olmadığını anlayamıyordum. Bıçağımı sıkıca kavradım, elinde silahı yoksa başarabilirdim. Minik adımlarla kalan mesafeyi de kapatıyordum, attığım her adımda korkum çoğalıyordu. Soruma cevap vermemişti, kim olduğunu saklamaya çalışıyordu ya da gerçekten de sinirden gözü dönmüştü. Elim kilide gittiğinde son kez düşündüm, eninde sonunda buradan çıkmam gerekecekti. Önce kilidin ilk kısmını açtım, ikinci kilidi henüz açmayacaktım.
Yürüyebilecek halim yoktu. "Geri çekil yoksa kapıyı açmam!" Aynı şekilde kapıya vurmuştum, öfkelenmeye başlamıştım.
Sinirden küçük bir çığlık atmıştı. "Tamam." Yaklaşık beş adım geri çekilmişti, kapının altından bakıp kontrol etmiştim. "Yeterli mi?"
Kilidin son kalan kısmını da açtım. Hemen kapıya doğru hamle yaptı, çekilmeme dahi fırsat olmamıştı. Kapının kenarı yüzüme -çoğunlukla sol gözüme- çarpmıştı. Giren kişiyi gördüğümdeyse dona kaldım. Önemsemeden hızla bilgisayarların yanına gitmişti. Üzeri kanla kaplanmıştı, korku filmlerinde ki kızları andırıyordu. Kıyafetinden akan kan damlaları yere düşüyordu, bazı kısımlarıysa kurumaya yüz tutmuştu. Bembeyaz teni kanın rengini daha da koyu göstermişti. Yarısı kırılmış cam bir bardağı elinde tutuyordu, diğer bıçağımın yanına bırakmıştı. Birbirine değen iki nesneden tiz bir ses çıkmıştı.
Bıçağı ancak fark edebilmiştim. "Ağ bıçak... Ödünç alabilir miyim?"
"Me-Melissa sen ölm-"
"Öyle miydim?" Bakışlarını yeniden bilgisayar ekranına çevirdi, anlaşılan takmamıştı. "Hım... Öyleymişim sanırım."
Ölen biri tam olarak nasıl geri gelebiliyordu? Sırtımı kapıya yaslayarak yavaşça yere oturdum, kilitlediğimden emin oldum. Dikkatimi ondan ayıramıyordum, halüsinasyon görüp görmediğimi merak ediyordum. Melissa'nın elleri birçok kesikle kaplanmıştı, muhtemelen o bardağı silah olarak kullandığı için olmuştu. Vücudunun başka hiçbir yerinde yara görememiştim. Benim gibi tüm odaları kontrol etmemişti, sadece ana toplantı odasındaki insanları birkaç saniye boyunca izlemişti. Hemen ardından da bayılmak üzere olan bana kısa bir bakış atmıştı.
"Elimizde bir fırsat var." Açık olan ekranı işaret etti. "İyi kullanabilirsek..." Klavyenin üzerinde parmaklarını gezdirdi. "Başarabiliriz." Sandalyeye oturmamıştı, öylece ayakta işlerini hallediyordu. "Bana inanıyor musun?"
Kafamı iki yana salladım. "Hangi konu hakkında inanmam gerektiğini bilmiyorum."
Klavyenin bazı tuşlarına tıkladı. "Merdivenler giriş katında başlıyor, aşağıya doğru da gidiyorlar." Güvenlik girişindeki merdivenlerden bahsediyor olmalıydı. "Bize oranın hep depo olduğunu söylediler, hiç nereye gittiğine bakmadık."
Hiçbir şeye tıklamadan, hareket ettirmeden tamamen özel gücüyle bir ekranı açmıştı. Başta ne olduğunu anlayamamıştım çünkü virüs temalı filmlerden alınmış rasgele sahneleri andırıyorlardı. Birçok hücre vardı, hepsi tertemizdi. Duvarlar porselenden yapılmışçasına parlıyordu. Bazılarında minik çocuklar, bazılarındaysa bizden de büyük kişiler duruyordu. Yetişkinlerin durumları oldukça kötüydü, yerden kalkmaya güçleri yoktu. Küçüklerin aksine pislik içindeydiler, kendi dışkılarının içinde geziyorlardı.
İncecik kollarından, bacaklarından sağlıksız oldukları anlaşılıyordu. Birçoğunun elleri, ayakları bağlanmıştı. Hatta bazılarının elleri kesilmişti, bundan çok emindim çünkü bıçak darbelerini görebiliyordum. Ekrandaki görüntüler siyah beyaz olsa da bazı şeyler oldukça aşikardı. Yatacak yerleri bile yoktu, uyuyanlar yere kıvrılmıştı. Üstlerinde uçan sineklerden anladığım kadarıyla aralarında ölenler de vardı. Her hücrede bir kişi kalıyordu, kendi aralarında konuşmadıklarına göre camlar ses geçirmezdi.
Üzgünüm ama insandan çok vahşi hayvana benziyorlardı. Moralim bozulmuştu, hangi tür canlı bu tarz deneyler yapardı ki? Karşı karşıya olduğumuz şey insan değildi, biz canavarlarla savaşmak zorundaydık. Hücrelerin dışındaki her yer oldukça temizdi, çalışanlar kendi temizliğine önem veriyor olmalıydı. Denekler gruplara ayrılmıştı, hepsinin numarası odalarının en tepesinde yazıyordu. Kollarımı göğsümde birleştirdim, Melissa'nın ne demek istediğini çözemiyordum.
"Nasıl yani tüm bu olup bitenler bodrum katında mı oluyor?" Ayağa kalkıp en yakınımdaki sandalyeye oturdum, daha fazlasını yapamazdım. "Diğerlerine nasıl kanıtlayabiliriz?"
"Sen akıllı kızsın Jaha, parçaları yerine oturtabilirsin. Kimse çıkabileceğimi sanmamıştı." Kahkaha attı. "Yemek servisi yapılırken bardağımı duvara patlattım, parçasıyla da hücreme bakan görevlinin boğazını kestim."
Sınav yaptıklarında nasıl bu kadar kısa sürede başka bir binaya götürebildiklerini merak etmiştim, parçalar gerçekten de yerine oturuyordu. Hiçbir zaman başka bir yere gitmemiştik, sadece yerin oldukça altındaydık. O gün üçüncü oyun olarak -aslında bir oyun değildi- bize deney odasını göstermişlerdi ama sadece fareler, tavşanlar vardı. Resmen neyden kurtulduğumuzu söylemiştiler, Melissa'nın başına bu gelmişti. Aşağı düşen özel güçlüleri denek olarak kullanmışlardı. Dediğim gibi hepimiz oldukça değerliydik, sayımızı artırmak için üzerimizde deney yapabiliyorlarsa daha da kârlı oluyorlardı.
"Peki Zoe?" Sözcükler dudaklarımın arasından dökülmüyordu. "O yaşıyor mu?"
Hem olayları birleştirebildiğim için sevinmişti hem de bunu söylemekten rahatsızlık duymuştu. "Hayır, öldü."
Melissa bizim gibi dövüş konusunda yetenekli olan kişilerdendi, deney yapılan yer özel olarak korunsa dahi açıklarını bulmuştu. Görevlilerin çoğu binadan çıkartılmıştı, az kısmı kalmıştı. Bardağı kullanması şaşırtıcı, hem de hayran kalıcıydı. Planı var gibiydi, sonunda benim haricimde başka birileri de plan yapmıştı. Şahit olduklarım tuhaf gelse de beklenmeyecek türden olaylar değildi, kulenin zaten deney yaptığını biliyordum. Dünyadaki tüm kuleler aynı tasarımla yapılmıştı, diğerlerinin altlarında da bodrum olmalıydı.
"Diğerlerine... İnandırmamızın yolu yok." Kedi bacaklarımın dibine yatmıştı. "Görevliler neler olduğunu biliyordur, kimseden yardım alamayız."
Tamamen bana doğru döndü. "Kalan öğrencilere inandıramayız ama dışarıdakilere inandırabiliriz, çoğu kişi deneyleri desteklemiyor. Oluşacak kaosu düşünsene... Bu durumda kaçabiliriz bile." Bilgisayarda rasgele yazılar beliriyor, tuhaf yerlere giriyordu. "Yirmi metre yakınımdaki nesneleri kontrol edebilirim, oraya girebilirsek canlı yayın yaparım. Tüm kanallarda, telefonlarda bizim olmamızı sağlayabilirim."
Planı mantıklı, katil sorununu çözebilirsek ve salonun tarafına geçersek başarabiliriz. Bu cehennemden kurtulmamızın yolu diğer insanların da olanları fark etmesi. Toplantı salonunda onlarca önemli kişi yer alıyor, hepsinin onlarca özel koruması olmalı. A.S.K.E.R'in kendi korumalarını da sayarsak oldukça fazla kişiyle savaşmamız gerekecek. İleri düzey teknolojik silahlar, özel eğitimli ajanlar, keskin nişancılar saymakla bitmez. Kameranın çekmediği yerlere dahi saklanmışlardır.
Sonuncu aşamayı özel gücüm sayesinde halledebilirim, vurulsam dahi büyük bir kısmını öldürebilirdim. Hem... Sistemi kuran çoğu önemli kişi ölmüş olur, yani yüksek miktarda hasar vermiş olurum. Zaten ölmeyi planlayan bir kız değil miyim? Ölürsem tamamen kurtulurum, yaşarsam da yeni bir hayata başlamam için şans edinirim. İstediğim evcil hayvana kavuşabilirim, güzel bir işim de olabilir. Oyunun sonuna geldiğimize göre sadece bizim sonumuz olmamalı, en başından beridir işin içinde onlar da vardı. Hepsini teker teker avlayacağım.
"Tamam." Elimi uzattığımda sıkıca tuttu. "Öyleyse başlayalım."
Melissa'ya gerçekleri anlatmalıydım, muhtemelen katilin kim olduğunu bilmiyordu. Nasıl başlayacağımı kestiremiyordum. Zaman kaybetmemeliydik, yolda giderken konuşabilirdik. Öte yandan ceza odasını da kontrol etmeliydim, gördüğüm ayakların kime ait olduğunu merak ediyordum. Ne Toprak'a ne de Savaş'a rastlamamıştım, ikisinden birinin başına kötü şeyler geldiği apaçık ortadaydı. Aklıma Kuzey geldikçe fenalık geçiriyordum, arkadaşlarımı öldürdüğü yetmemiş gibi bir de düşmanımla öpüşmüştü.
Kapı kolunu yavaşça çevirip dışarı çıktım, acele etmeliydik. "Katilin kim olduğuyla ilgili bir şeyler yazıyor muy-" Kafama dayanan silah yüzünden konuşmam yarıda kalmıştı. "...du?"
Melissa'ya bakmış beni kandırıp kandırmadığını anlamaya çalışmıştım, o da korkuya kapılmıştı. Bir yandan kandırılmadığıma seviniyor, diğer yandan da başımın dakika başı belaya girmesine lanetler okuyordum. Ellerimi havaya kaldırdım, yapacağım herhangi bir hareket ölümüme yol açabilirdi. Arkamda kimin olduğunu tahmin edebiliyordum, hatta tahminden de öteydi. Kim olduğunu adım gibi iyi biliyordum, yalnızca beni öldürmediği kalmıştı. Durma, ateş et demek istiyordum.
Düzgün konuşmalıydım, uzlaşmaya varmalıydım. "Ne istiyorsun?"
"Seni değil." Birkaç adım uzaklaştı, ateş etme riski azalmamış olsa da kafama dayanmamış olması korkumu azaltmıştı. "Seni hiçbir zaman istemedim Dwan."
Suratının tam ortasına kocaman bir yumruk indirebilirdim, kontrolümü yavaş yavaş kaybediyordum. Konuşmaya devam ederse kendime hakim olamayabilirdim, bilerek kalbimi kıracak laflar söylüyordu çünkü düşünmemi istemiyordu. Plan yapabiliyorsam güçlüydüm, yapamıyorsam hiçtim. Aldanmayacaktım, zihnimi boşalttım. Vurmadığına göre işi düşmüştü, ona lazım olan bir şeyi taşıyordum. Sadece pislik yapmak istiyor da olabilirdi. Karşımdaki Kuzey Avcı'ydı, her şeyi beklerdim.
Mimiklerini inceliyordum, yalan atmıyordu. Gerçekten söylüyordu, aramızda yaşananlar olmamış gibiydi. "Senin adına sevindim."
"Güzel." Silahını Melissa'ya çevirdi. Yanıma yürümesini işaret etmişti. O an silahını tutup tutamayacağını düşünmüştüm, hızlı olursam başarabilirdim. Risk almamayı tercih ettim, karşımdaki bebek değildi. Kulenin en yetenekli öğrenicisiydi. "Şimdi önüme geçin, yanlış bir hareket yaparsanız ölürsünüz."
Dua et ben seni öldürmeyeyim, dua et ıskalama diye düşündüm. "Bizi öldürmediğine göre hâlâ ihtiyacın olan bir şey bulunduruyor olmalıyız." Ellerimi görüş açısında tutuyordum, arkama bakmıyordum. "Ne yapacaksın?"
Ayakkabılarından çıkan sesleri dahi takip ediyordum, ne zaman kaçabileceğimi düşünüyordum. Yanımda biri olmasaydı, tek kişi olsaydım işim daha kolay olurdu. Yalnızca kendimi kurtarmam gerekirdi, kaçtığımda Melissa'yı vurabilirdi. Aynı şekilde Melissa kaçarsa işimi bitirebilirdi. Çaktırmadan birbirimize bakıyor, kaçıp kaçamayacağımızı anlamaya çalışıyorduk. İkimiz de fazlasıyla korkmuştuk, bir ölüm makinesi tarafından zorla başka bir yere götürülüyorduk.
"Kutlama Dwan... Kutlama yapacağız." Sesi ne yüksekti ne de kısıktı. Tane tane konuşuyordu. Her kelimesinin arasında biraz boşluk vardı. "Sensiz bir kutlama düşünemezdik. Kutlamanın onur kaynağısın. Senin sayende çok eğleneceğiz. Yanındaki çıtırı da gece sonuna kadar hayatta tutacağız, kameraları kontrol edecek biri olmalı."
Nasıl bir popo korkusu kapladığını kelimelerle anlatamazdım. Tüylerim diken diken olmuştu, bunun fark edilip edilmediğinden emin olamıyordum. Eğer fark ediliyorsa kendi adıma çok üzülürdüm, düşmanım korkarak can verdiğimi bilmemeliydi. Eğlenceden kastı üzerimde türlü türlü pislikler yapacak olmalarıydı, gece boyunca işkence yapacaklardı. Yavaş yavaş öldüreceklerdi. Evet, haklıydı, onlar için oldukça eğlenceli olacaktı. Benim içinse en kötü kabustan bile beterdi.
Acıya dayanıklı olduğumu bilmiyor muydu? Üzerimde işkenceler yapacak olması dahi saçmaydı, sırf sevinmesinler diye acı çektiğimi beli etmeyebilirdim. Maymuncuk saplandığında dahi ağzımdan küçük bir inleme çıkmıştı, üstelik kendime aşırı derecede hakim olmaya çalışmamıştım. Neredeyse hiç uğraşmamıştım, keşke eski kız arkadaşına uyacak işkenceler seçebilseydi. En azından beni tanımayı deneyebilirdi. Sadece sevdiklerimin acı çekmesi canımı acıtırdı.
Sevdiklerim demişken Savaş'a yardım edememiştim. Onu bulduklarında ne yapacaklardı? Muhtemelen de bulmuşlardı, kamerada gördüğüm o olmalıydı. Sanki karşımdaymışçasına defalarca kez özür diliyordum, yardım edememiştim. Bana defalarca kez Kuzey'den uzak durmamı söylemiş, tembihlemişti. Arkadaşımı dinlememenin sonucu ağır olmuştu. Ölmüşse çok acı çekmemiş olması için, yaşıyorsa da bu cehennemden kurtulması için dua ediyordum.
Garip gelecek ama Kuzey için de dua ediyordum, elime düşmemeliydi. Bir daha onu öldürme şansım olursa asla affetmeyecektim. "Heyecanla bekliyor olacağım."
Melissa'ya işleri düşmüştü, gece sonuna kadar vuramazlardı. Paçayı kurtarması gereken kişiydim. Kendimi rasgele bir odaya atarsam pencere kısımlarından diğer odalara geçebilirdim. Kuzey beni çıkarmaya çalışırken Melissa da kaçabilirdi. Elimi çabuk tutmalıydım, doğru anı kolluyordum. Bir odadan diğer odaya geçmek oldukça tehlikeli olsa da işkence çekmekten iyiydi. Öleceksem de kendi hatalarım yüzünden ölmeyi yeğlerdim. Ne kadar sürede kapı kırabileceğini merak ediyordum.
"Ama aklımda bir soru var." Sormasını beklercesine birkaç saniyeliğine sustum. "Sıla'nın kardeşini öldürdün, onunla öpüşürken hiç de kardeşini hatırlıyor gibi durmuyordu. Her zaman kardeşinin hain olduğunu düşünmüştüm, meğerse Sıla şerefsizin önde gideni olanmış."
Hızlıca aramızdaki mesafeyi kapattı. "Dediklerini tekrar et!"
Gözüme açık olan odayı kestirdim, anahtarı üstündeydi. Sorun olmazsa hızla kilitleyebilir, saklanabilirdim. Ya kurtulacaktım ya da hayatımdaki en büyük hatayı yapmış olacaktım. "Melissa koş!"
Kuzey ne olup bittiğini anlamadan kapıya doğru atıldım, eli tetiğe gitmişti. Kafama nişan almıştı, basacağı sırada kapıyı yüzüne kapattım. Biraz eğilerek kapıyı kilitledim. Tahmin yürüterek nişan alıp, ateş edebilirdi. Birkaç saniyeliğine paçamı kurtarmıştım, kapı uzun süre beni koruyamazdı. Kuzey'i bırakın, normal bir insan bile kolayca kırabilirdi. Sağlam bir tahta malzemeyle yapılmamıştı, üzerinden birçok çizik vardı. Sıcak basmıştı, sanki alev alev yanıyordum. Sakin kalmalıydım, tüm olaylar başlamadan önce o sakin kızdım. Soğukkanlılığım sayesinde birçok görevde hayatta kalmıştım. Şimdi panikleyip işimi bozamazdım.
Kaçarken balkon penceresinden diğer odaya geçmeyi düşünmüş olsam da büyük bir hata olduğunu fark etmiştim. Kaçmaya çalışırken metrelerce aşağı düşebilirdim. Balkon kısmına ilerledim, bu sırada eski sevgilimin salak küfürlerini de duyuyordum. Kapıya vuruyor, ne kadar işe yaramaz olduğumu hatırlatıyordu. Arada sırada gerçekten sevgili olsaydık nasıl berbat bir ilişkimiz olacağını söylüyor, benim ruh hastası olduğumu savunuyordu. Doğru, deliydim ancak ellerimin arasında ölürken bunları diyemeyecekti.
Bulunduğum yerle diğer odanın arasında bir buçuk metreden fazla alan vardı. Belki karşı taraftan biri ip tarzı bir şeyi tutsa –bağlasa- kolayca geçebilirdim. Tabi ki böyle bir ihtimal olmadığından dolayı başka planlar yapmalıydım. Gücüm yerinde de değildi, sıkıca tutunabileceğimi sanmıyordum. Başım dönmeye başlamıştı, uzun süredir ne yemek yemiştim ne de dinlenmiştim. Kaybettiğim kanları yenileyememiştim. Arkamdan büyük bir çatırtı sesi duyulduğunda işim bittiğini anlamıştım.
Neyse ki kapı henüz kırılmamıştı, zamanım gitgide azalıyordu. Yatağın üzerindeki çarşafı elime geçirdim. Cidden yapacak mıydım? Eğer bir aksilik olursa beklemem, hareket etmemem gerekecekti. O durumda da avını kenarı sıkıştırmış avcı gibi olurdu. Anında vururdu, saniyeler içerisinde de yere düşerdim, sonrasında da Jaha Dwan dünya üzerinden yok olurdu. Başından beridir istediklerine ulaşamayacaklardı, kazanan olacaktım.
Masanın üstünde duran cam süt şişesini aldım, karşı balkona attım. Örtünün ucunu da fırlatmıştım, demir parmaklıkların kenarına sıkışmıştı. "Lütfen cam kırılması duyulmuş olsun."
Amacım ona karşıya geçmişim gibi göstermekti. İçeriye girdiğinde, beni aradığında açık olan balkona da bakacak, sarkan örtüyü gördüğünde kaçtığımı anlayacaktı. Muhtemelen hayatını riske atıp karşıya geçmek yerine koridordan yürüyüp diğer odaya gidecekti. Kaçmak için çok az zamanım kalacaktı, diğer odayı aradığında bulmak için elinden ne geliyorsa yapacaktı. Eh, uçup gitmiş olamazdım. İllaki saklandığımı fark ederdi.
Senden nefret ediyorum Kuzey Avcı. Kapıdan büyük çıtırtı geldi. Son beş saniyemdi, daha fazlası imkansızdı. Hızla dolabın içine girdim, içi tıka basa doluydu. Kıyafetler katlı da değildi, küçük bir dağı anımsatıyordu. Her an aşağıya yuvarlanıp ayaklarının dibine düşebilirdim. Melissa'dan ses çıkmamıştı, ateş sesi de duymamıştım. En azından o kaçmıştı, kurtulmuş olmasını diliyordum. Bensiz de olsa buradan çıkmalıydı, hayatına baştan başlamayı hak ediyordu. Hepimiz ya ölmeyi ya da yeni başlangıçları hak ediyorduk.
Kapı kırıldı, saydığım rakama göre toplam üç saniyede kırılmıştı. Yere düşmemişti, sadece elini kapı koluna geçirebilecek kadar kırabilmişti. Yavaşça kapıyı açmıştı, ona saldırmamdan korkuyordu. İstemsizce davranışına gülümsedim, koskoca Kuzey Avcı benden mi korkuyordu? Bu büyük bir şerefti, gözünü korkutabildiğim için gurur duyuyordum. Temkinli hareket ediyordu, minik adımlarla içeri girdi, önce kapının arkasına ardından da diğer taraflarını kontrol etti. Herhalde kafasına vuracağımı falan sanmıştı.
Elindeki minik oyuncağı olmasaydı karşısına çıkabilirdim, eşit bir karşılaşma olurdu. Kafa kafaya dövüşürdük, en güçlü hangimiz gerçek anlamda öğrenirdik. Kimse numara yapmazdı, kimse kimseye acımazdı. Güya canımı yakmak istemediğini söylemiş, antrenmanlarımızda hiç hamle yapmamıştı. Şerefsizin önde gideni olduğunu bilmiyordum, keşke daha önce öğrenseydim. Kötü düşüncelerini zihnimden sildim, yalnızca hayatta kalma oyunu oynuyorduk. Kazanan ben ve tüm hayatta kalan dostlarım olacaktı.
Direkt olarak karşıya bakıyordu, gözleri aşırı donuktu. Odanın içi tamamen karanlık olsa da gözlerindeki parıltının yok olduğunu anlayabilmiştim, sanki gözü dönmüş bir hayvandı. Dolabın aralığından dışarıyı çok rahat görebiliyordum, onun da beni görmediğini ümit ettim. Yerdeki geyik işlemeli halıya santimler kala durdu, bacaklarını yan yana getirdi. Vitrinlerdeki cansız mankenlerden farksızdı, aniden kafasını bana doğru çevirdi. Göz göze gelmiştik.
Kaçmalı mıydım, ne yapacaktım? Korkudan dolayı donmuştum, hareket edemiyordum. Nefes almayı bırakmıştım. Hareket etmiyordu, tam anlamıyla pili bitmiş oyuncak gibiydi. Oda normal öğrenci odalarından değildi, sanırım konuk odalarındandı. Yani içerisi oldukça büyüktü, dosdoğruca buraya bakması beni bulduğunu gösterirdi. Başka hiçbir yeri aramamıştı. Eğer vuracaksa da sağlam bir küfür etmeliydim, öylece gitmek istemiyordum.
Önemsemedi ve yürümeye devam etti. Şükürler olsun diye bağırmak istedim, iyi ki hareket edip yerimi belirtmemiştim. Beni denemiş olmalıydı, dolabı araştırarak zaman kaybetmek istememişti sadece oradaysam yerimi beli edeceğimi ümit etmişti. Halıya bastığında aynı tahta zeminde olduğu gibi sesler çıkmıştı. Kolayca farkı anlayabilmiştim çünkü kule muazzam bir sessizlik içerisindeydi. İşte o an parçalar yerine oturmuştu, karşımdaki Kuzey değildi ki.
Karşımdaki illüzyonunu düzgün yapamayan Sıla'ydı. Tahta zeminden halıya geçtiğinde sesin değişmesi lazımdı. Üstelik Kuzey'in kapıyı yerinden sökmesi için iki saniye yeterdi, oysa doğru düzgün kıramamıştı bile. Elindeki silah gerçek bile olmayabilirdi, kargaşa esnasında hiç ateş etmemişti. Kuzey yenilecek dahi olsa dövüşmekten korkmazdı, beni kolay lokma olarak görüyordu. Balkona doğru ilerlemişti, artık görüş açımda değildi. Yavaşça kapağı araladım.
Karşıya geçecekti, hem de gittiğimi sandığı şekilde. Keşke bıçağımı bırakmamış olsaydım. Minik adımlarla ona doğru yaklaştım, nedense elindeki silahın gerçek olmadığına emindim. Olabildiğince gölgeden ilerliyordum, dışarıya sis hakim olmasına rağmen ay ışığı etrafı yeterince aydınlatıyordu. Eğilmişti, arkasından yaklaştım, kolumu boğazına geçirdim. Sıkıyordum, acele etmiyordum, yavaş yavaş ölecekti. İllüzyonunu hâlâ bırakmamıştı, karşımdaki Kuzey olsaydı şimdiye dek duvara fırlatmıştı.
"Oyunun bitti küçük kız." Daha da çok sıktım, boğazından büyük bir hırıltı sesi çıkmıştı. Kuzey'e ait olan bir ses değildi, kendi sesiydi. İllüzyonunun hakimiyetini kaybediyordu. "Nasıl hissettiriyor bilmek istiyorum. Başkalarının sevgilisini çalm-" Aslında onun sevgilisini çalan bendim. "Doğruları söylersen seni bırakırım, neler illüzyondu?"
Ne olursa olsun gerçekten bırakmazdım, sevgilimi elimden almıştı. Belirli bir miktar akıl sağlımdan da çalmıştı. Ölmeyi yeterince hak etmişti, durduk yere düşman edinen oydu. Beyaz bayrak çekmemi aptallık olarak algılamıştı. Bacaklarımı doğru pozisyona soktum, elimden kurtuluşu yoktu. Boğazını hâlâ sıkıyordum, gitgide nefes alacak alanı daralıyordu. Bir süre sonra konuşması için de çok geç olacaktı, hazır imkanı varken on saniye daha fazla yaşamak için elinden geleni yapmalıydı. Koluma vuruyor, kaçmaya çalışıyordu. Parmak uçları cildime değdikçe daha da çok emin oluyordum, Kuzey'in elleri de böyle değildi.
"Seninle güzel bir geleceğimiz olabili-" İyice sıktım, sanırım kafasının kırılmasını istiyordu. Hâlâ numaraya devam ediyordu. "Çocuklarımız olabilirdi."
Kahkaha attım. "Kuzey ve çocuk sahibi olmak istemek... Öyle mi?" İllüzyonunu tamamen bırakmıştı. "O daha kendine bakamıyor ki. Ne olur biraz mantıklı konuş."
Ayrıca çocuk sahibi olup evli mutlu olma hayalleri kuran bir geri zekalı değildim, dedikleri onur kırıcıydı. Her kadın kendi ayakları üstünde durmalıydı, tüm hayatını çocuk bakarak geçirmek kimsenin hayali olmamalıydı. Evet, çocuk sahibi olmayı çok istiyordum ama bu şekilde değildi: Evlatlık almak istiyordum, onu kendim gibi bir savaşçı olarak yetiştirecektim. Hayallerim dahi kule standartlarından çıkamıyordu. İşi bitmek üzereydi, son nefeslerini alıyordu. Suratıma kocaman bir gülümseme yayılmıştı, oyunu henüz kazanamamış olsam da o sonundaydı.
"İyi uykular prense-" Kafama gelen darbeyle yere yığıldım. Dengemi korumaya çalışıyordum, yerden kalkmalıydım. Diana'nın bunu yapmasına inanamıyordum.
💖Bu kitaptaki en sevdiğiniz şey ney?
🥰Ve finale geçmeden önce bir sonraki bölümü nasıl hayal ediyorsunuz?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top