Yardımdan Hemen Önce
"Tekrar etmeyeceğim Dwan." Minik adımlarla kapıya doğru ilerlemeye çalıştı.
Yüzü beyaz-sarı bir hal almıştı. Vücudundaki afallamalardan anladığım kadarıyla baygınlık geçirmek üzereydi. Göğsü hızlıca şişip iniyordu, yavaş nefes alıp vermenin yanında hızlı kalp atışı hiç hayra alamet değildi. Koluna girdim, bu sefer benden kurtulmasına izin vermeyecektim. Dikkatimi yüzünden ayırmıyordum. Gözlerime bile bakamıyordu, sürekli gözlerinin odak noktası kayıyordu. Ayrıca göz bebekleri fena halde büyümüştü.
İşaret parmağımı yeniden şah damarının üzerine yerleştirdim. "İç kanaman olabilir, muhtemelen öyle yani." Baygınlık hissi, hızlı kalp atışı, soluk ten gibi tüm belirtileri gösteriyordu. Ortalama bir A.S.K.E.R ilk yardım eğitimi almama rağmen kolayca anlayabilmiştim.
"Ne?"
"Dediklerim gayet açık." Çoktan dışarı çıkmıştık, benimle konuşurken neler yaptığının farkına kolayca varamıyordu. "Uymak veya uymamak tamamen senin kararın. Tabi uymayıp planımı suya düşürürsen gece odana gelip seni boğarım."
Ceza odası adının ve işlevinin aksine oldukça hoştu. Her yerinde minderler, dinlenme alanları vardı. Dekorlar birbirleriyle uyum içindeydi. Yer koltukları, masalar görmek mümkündü. Duvar halıları, yer halılarına göre oldukça hoş işlenmişti. İçki servisi yapılan bir dolabı bile vardı, sadece o kısımda loş ışıklar yanıp sönüyordu. Binanın orta kısımlarında olduğundan dolayı penceresi yoktu, havalandırmaları her daim çalışırdı. Fanların çıkardığı ses sessizliğin içerisinde anca belirli miktarda, dikkat ederseniz duyulabilirdi.
Asya kültürlerindeki odaları andırıyordu sanırım. Emin değildim, odanın bu şekilde dizayn edilmesindeki temel neden bizim üstlerimizin veya görevlilerin bizi döverken yorulmasıydı. Ağzımızdan laf almadıkça, güzelce işlerini yapmadıkça alanı terk edemezlerdi. Herkes kendisine verilmiş olan görevi yapmak zorundaydı, aksi olamazdı. Bazen bu işler saatlerce sürüyor, sırayla sabahlıyorlardı çünkü öğrenciler dayak yerken yorgunluktan bayılırdı.
Bu halinde dahi alayla kahkaha atabilmişti. "Sıkıyorsa yap, beni kolayca alt edebileceğini mi sanıyorsun Jaha? Bana karşı gelen, düşmanım olan herkes öldü."
"Evet, onlar herkesti. Ben Jaha Dwan'ım." Koridorda yürürken dikkat çekmemeye çalışmıyordum, zaten halimizi gören cezamızın yeni bittiğini kolayca anlardı. "Seni temin ederim ki ikisinin arasında fark var."
Plan yeteneklerim gün geçtikçe gelişiyor olsa da ne yapabileceğim hakkında en ufak fikrim yoktu. Planlarımı anlık olarak yapmayı sevmezdim, sanki zekamla dalga geçiyormuş gibi hissederdim. Kuzey'in dudaklarından akan kanın kokusu burnuma geliyor, acele etmem gerektiğini bir kez daha hatırlatıyordu. Nasıl bu kadar kısa sürede yakalanabilmiştiler? Alt tarafı kamera odasına gireceklerdi! İnsanların plan yapmadan uygulamaya geçmesinden nefret ediyordum. Kendimi asla çok zeki bulmasam da bu tarz kişilerden beş kat zeki olduğumu rahatça kabullenirdim.
İyi bir plan oluşturmak için: İlk önce nasıl başlayacağınızı ve nasıl biteceğini oluşturun. Sonrasında da aralara ne yapacağınızı, neleri kullanacağınızı yazıp temellendirmelisiniz. Tabi bu tarz işlerde iyi olmamın sebebi süper bir yalancı olmam olabilir, elbette kendi kendime öğrendiğim basit psikolojik hileleri de unutmamamız gerek. İlk olarak James'ı kuleden çıkaracağım, orası kesin. Sonuncu madde ne olacak? Kuleye geri getirmem mi olacak yoksa acil yardım alması mı? Kuleye geri getiremezsem benim başım yanar, risk alamam. Öyleyse son maddem geri getirmek olmalı.
Savaş'la ikisi tip olarak çok benziyor, takımımız tarafından verilen ortak görevlerimiz var: Hepsi de kule dışında, ikisinin de belgesi on beş yaşındayken güncellendi. Güvenlik görevlisine Kuzey'in Savaş olduğuna inandırabilirsem her şeyi başarırım. Ardından babama durumumu anlatırım, acil durum olduğunu söylerim. Bana yardım eder, yani umarım. Öyleyse nereden başlayacağımı artık biliyorum.
Asansörün tuşuna bastım, bugün her şey çok yavaştı. "Seni orada bıraksaydım sabah oluncaya dek ölürdün." Asansör geldiğinde adeta onu içeri ittim. "Ki yardım etsem de yaşayabileceğini sanmıyorum açıkçası. Kuralı biliyorsundur, hemşireler sabah olmadan ceza alanlarından gelen öğrencilere yardım edemez."
Başını onaylar anlamda sallamakla yetindi. Konuşmaması kötü haberdi, gücünü gitgide kaybediyor demekti. Boş da kalan elimle telefonumu arka cebimden aldım. Rehberimden Savaş'ı bulur bulmaz görüntülü aramayı başlattım. Hepimizin telefonları aynı ağa bağlıydı: Mesajlaşma, arama benzeri haberleşmelerimizin izlendiğini biliyordum. Görüntülü konuşmak aralarındaki en güvenli seçenekti.
On beş saniye içinde aramaya cevap verdi. Yanında Kumsal da vardı. "Durum güncellememiz nedir?"
"Bana çıkış belgelerin lazım, hem de hemen. Benimkileri de hazırla. Lütfen ne olduğunu sorma." Geldiğimiz katta önümüze birkaç tane kız çıkmıştı. Kuzey'in kolundan ayrılıp sessiz ol anlamında işaret yaptım, gerçekten susmasını söylememiştim. Genelde bu işareti görevlerde bela alabileceğimiz konular hakkında konuşurken kullanırdık. "En geç beş dakikaya oradayım."
"Tamam." Ne olduğunu anlayamamıştı. "Sana güveniyorum Jaha." Aramayı sonlandırdı.
"Oturmalısın." En yakınımızdaki oturağı işaret etmiştim. "Geleceğim, bayılmamaya çalış."
Oturduğuna emin olur olmaz Kuzey'in birkaç metre ötedeki odasına koştum. Toprak'la konuşmam lazımdı. Kapıyı kırarcasına açmıştım, hareketim utanç vericiydi. Yatağına uzanmış vaziyette kitap okuyan çocuğun ödü kopmuştu, yerinden zıplamıştı. Sinirle kapıya dönse de kimin geldiğini gördüğünde yüzündeki ifade öfkeden çok şaşkınlığa dönüşmüştü. Kaldığı sayfanın karışmaması için gözlük kabını kitabın içine koydu. Çekik gözleri beni süzüyordu.
"Bir sorun mu var? Görüyorum ki... Var." Ellerini havaya kaldırdı. "Umarım Kuzey kız avındayken yere çok pis pataklanıp herkese rezil olmuştur, amin."
Kahkaha atmamak için kendimi zar zor tuttum. "Eh benzer bir şey işte." Sakin kalması için gerçeği söylemeyecektim, paniklerse başımız belaya girerdi. "Keşke o kadar şanslı olsak." Kendime hakim olamayıp kahkaha attığımda güldü. "Kuzey'le bir süreliğine buralarda olamayacağız. Bizi soran öğrenci olursa Kuzey'in antrenman odasında olduğunu de, hangi antrenman odasında olduğunu sorarlarsa demediğin söylersin. Bu tarz yalanlar uydur."
Ağzını açmasına fırsat vermeden çıktım. aksi halde bir sürü soru soracak, asla dediklerimi yapmaya cesaret edemeyecekti. İstemese de sorumluluk almasına neden olmuştum. İki koridor ötedeki Savaş'ın odasını koştum. Koşmak zorlamıyordu, yorucu antrenmanlara alışıktım. Bedenimin yorulma sebebi yalnızca zamanımın azalmasıydı. Öğrenciler koşuşturan insanlar görmeye alışık değildi, antrenman harici koridorlarda koşanlar sadece yaşı küçük olanlardı, yaşıtlarıyla oyun oynarlardı.
Savaş beni görür görmez koşmaya başladı. Ne yapmamız gerektiğini biliyorduk. Hızlıca birbirimize doğru koşup sıkıca sarıldık. Belgeleri gizlice cebime koydu. İnsanların dikkatini çekmemiştik, birbirine sarılan iki sevgiliyi andırıyorduk. Geriye çekildiğinde elinde yalnızca sahte belgeler kalmıştı. Gülümsedim, oyunumuzu bozmadan öpücük atıyormuş gibi yaptım. Bu hareketim ikimizin de afallamasına neden olmuştu çünkü çok utanç vericiydi.
Bugün güldürebildiğim insan sayısı artıyordu. Yaptığım aptalca hareket karşısında minik bir kahkaha attı, toplum içinde aşırı sevgi gösterisi yapan insanlarla dalga geçerdik. "Bol şans."
"Teşekkür ederim." Belgeleri koyduğuna emin olmak için elimle o kısmı yoklarken çoktan arkamı dönmüştüm.
Bir süre yürüyerek gitmiş, dinlenince yeniden koşuşturmuştum. Planımız daha ilk maddesini bile uygulamaya koyamamıştım, planlarımda başarısız olursam kendimden tiksinirdim. Başarısızlıklarıma karşı yaşadığım utancı kelimelerle anlatamazdım. Kuzey bıraktığım yerdeydi, sanki yavaş yavaş toparlıyordu. İç kanama tarzı büyük bir sorunun olmamasını umuyordum, bir yandan da eğer yoksa çok pis kavga ederdik. Muhtemelen ikimizden biri diğerini öldürürdü.
Zemin kata inene kadar hiç konuşmadık. Zaten normalde de birbirimizle hiç konuşmazdık. Bizi bir odaya kapatsalar ağzımızdan tek kelime çıkmazdı. Yine de söyleyeceği lafların aynılarını direkt olarak yüzüne karşı diyebilirdim, onu iyi tanıyordum. Çocukluğum Toprak ve Kuzey ile geçmişti. Üçümüzün muhteşem bir arkadaşlığı vardı. Öğrenci değişiminden sonra geri geldiğimde neler değişti bilmiyorum ama artık eski dostluğumuzdan eser yoktu.
Bir zamanlar bu kadar yakın olduğum biriyle kavgalı olmak istemesem de elimden başka bir şey gelmiyordu. Sorunun ben de olduğunu düşünmüştüm, oysaki sorun ben de değildi. Tabii Kuzey hiç vicdan azabı çekmemişti. Üstelik onun hataları yüzünden arkadaşlığımız yıkılmıştı. Geri döndüğümde beni tanıyamamıştı bile. İşin en komik yanı iki yıl öncesine kadar beni dilsiz sanıyordu.
Ondan tiksiniyordum, kulede takılmadığı kız kalmamıştı. Tüm kızlara ümit veriyor, kendisinden hoşlandıklarını anladığı an kızları elde etmiş sayıyordu. Birinden hoşlanmak gayet normal bir duyguydu, insan çoğu zaman birinden neden hoşlandığını anlayamazdı. Kızlara acıyor, biraz da salak yerine koyuyordum. Ne diye tüm kuleyle flörtleşen birine yüz verirlerdi ki? Üstelik saç renginden dolayı o kişi size yürüyorsa daha da aptallıktı.
Çıkıştaki görevlinin yanına gitmeden önce onu kör noktaya çektim. "Bak, orada canın ne kadar yanarsa yansın beli etmemelisin. Ne olduğunu anlamamalı. Çok konuşmamaya çalış, ben halledeceğim. Soru sorarsa cevap ver." Yanaklarına uzanıp biraz sıktım, bembeyaz renkten kurtarmayı ümit ediyordum.
Beresini çıkardığımda hiç görmediğim kadar şaşırmıştı. Saçları Savaş'ın saçlarından uzun olduğu için olabildiğince benzetmeye çalışıyordum. "Dokunma." Gelişigüzel saçlarını dağıttığımda sinir olmuştu.
Onu sinir etmek hoşuma gitmişti. "Ne oldu, havan mı söndü yoksa? Ah kıyamam." Cebimden belgeyi çıkarıp ona uzattım. "Al bunu."
Sorumu görmezden gelip belgeyi tuttu. Duruşunu dikleştirdi, adımlarını hızlandırdı. Canının acıdığı apaçıktı. Birkaç adım arkasından geliyordum. Böylece hem görevliyi görüş açımdan kaçırmıyor, hem de Kuzey'in hareketlerini inceliyordum. "Merhaba."
Kontrol odası yani giriş-çıkış odası bana hep mağaraları andırmıştı. Kapıya yakın olan kısımları haricinde her yeri karanlıktı. Görevlinin odasındaki televizyonda çoğu zaman pembe dizi oynardı, aynı bölümler tekrar tekrar izliyordu. Bazen başka izleyecek dizi bilip bilmediğinden şüpheleniyordum. Yerlerle duvarlar koyu gri parkelerle kaplıydı, insanın içini karartacak cinstendiler. Yerden yüksekliği altı metreye yakındı. Girişte yemek yemekten obez olmuş iki adet K9 köpeği uyuyordu. Sayıları ara sıra on beşe yükseliyordu. Toplam yedi kamera saymıştım. Etraf küf kokuyordu.
Genelde bu adam haricinde iki kadın görevli daha olurdu, olmadığı zamanlarsa kız öğrencileri de o adam arardı. Ve ben kız öğrencilere karşı biraz daha fazla temas gösterdiğini çok iyi biliyordum. Keşke amacı sadece üst aramak olsaydı, o sapıktı. Tek gelen yaşı küçük öğrencilere neler yaptığını düşünmek dahi istemiyordum. Hiç kimseden yardım alamazdık. İftira attığımızı söyler, bizim ceza almamızı sağlardı. Kamera kayıtlarına bakılacak olursa da üst araması harici bir şey yapılmadığından önemsenmeyecekti. Sonuçta görevliler asla elinin yakınlığını, öğrencilere yaşattığı korkuyu deneyimlemeyecekti.
Üst armasından ilk geçen kişiydim, şükürler olsun yakınlaşma olmamıştı. Bana dokunmasına elbette izin vermezdim, eğer bunu yapmaya yeltenirse ne ceza alacak olursam olayım ona zarar verirdim. Kuzey de üst aramasından geçtiğinde belgelerimizi özenle incelemişti, farklılıkları görmüş olmalıydı.
Neyse ki pek sorun olmamıştı. İlerideki askerleri de geçtiğimizde rahatlamıştım. İkimiz de yeterince uzaklaşmadan tek kelime etmeyecektik. Dik duruşunu hala bozmamıştı. Şapkasını tuttuğumu fark edince şaşırdım, panikten unutmuştum. Geri uzatmak yerine başına geçirdim, alnının önüne düşen saçlarını da içine soktum. Tuhaf ama hoş bir tarzı vardı, kış günü bile tişörtle dolaşıyordu. Yaz kış demeden de bere takıyordu. Ara sıra kombinine siyah deri ceket de ekleniyordu fakat şu an da sokak çocuklarından farksızdı. Tüm kıyafeti delik deşik olmuştu, ipleri sarkıyordu. Yırtılmaların yanı sıra kopan düğmeler göze çarpıyordu.
Olabildiğince direnmeye çalışıyordu. "Teşekkürler." Üstündeki tozları silkemeye çalıştı.
"Sorun değil, sadece bir an önce işimizi bitirelim lütfen."
Koluna girdim, yürümesine yardım etmeliydim. Askerlerin dikkatleri çıkış yapmakta olan öğrencilere kaydığında iki kat daha hızlı ilerledik. Dört okul büyüklüğündeki bahçeyi geçerken en büyük korkum Kuzey'in ortalık yerde bayılmasıydı, yanına koşan insanlara açıklama yapamazdım. Bahçe girmemize izin verilmeyen yerlerdendi. Yalnızca çıkış yaparken kullanabilirdik. Görevliler dinlenme alanlarına işe yaramaz öğrencilerin girmesine katlanmazdı.
Yapılacak ilkyardımların ne kadar süreceğini hesaplamaya çalışırken çoktan caddeye çıkmıştık. Araba sesleri kulaklarımı acıtıyordu. Yağmur çiselemeye başlamış, hoşuma gitmişti. En azından alnımızdan akan boncuk boncuk ter yok olacaktı. Soluduğum hava yüzünden iki kez arka arkaya öksürmüştüm. Yaklaşmakta olan küçük taksiye durmasını işaret ettim. Araba durduğunda ilk Kuzey'i oturttum, hemen ardından kendim oturdum. Şoförün pis bakışlarına hak veriyordum, kimse koltuklarının kirlenmesini istemezdi fakat başka çarem de yoktu, ekstra ödeme yapacaktım.
İç çekerek arabayı sürmeye devam etmişti. "Üç cadde ötesi, kafenin önü." Adresi tam bilmiyordum, yeterli olacağını düşündüm.
Odalarda öğrenci aramaları yapılmasından nefret ederdim, bu gece yapılma ihtimali olduğunu sanmıyordum. Son birkaç gündür öğrenciler çok fazla olaya tanıklık etmişti, motivasyonlarının düşmesi verimliliklerinin düşmesi demekti. Bu da görevlerinde başarısız olmaları, şirketin zarar elde etmesiydi. Birileri ispiyonlamadığı sürece sorun çıkmayacaktı. Bir ilke imza atıyordum, başımın çok fazla belaya girmeyeceğini umuyordum.
Rakunlar'ın ilk yardım yöntemleri gelişmemiş olsa da kurucumuz bu eğitimi almamızı istiyordu. Başlıca sebebi kavga çıkarıp kaçan bir takımdık: Diğer takımların üslerini patlatır, olay çıkarırdık. Tuhaf şekilde hakkında en az bilgi toplanılabilen takımdık. Sanırım sürekli yer değiştirdiğimiz, arkamızda iz bırakmadığımız içindi. Tüm öğrencilerimiz parkurla ilgilenirdi, koşu yetenekleri gelişmişti ama Kuzey'e kendi takımımdan yardım aldıramazdım. Babamın kurucu olduğu Asker takımını kullanacaktım.
Kartımı kullanıp ödemeyi yaptığım. On dokuz yaşında olduğumdan kart kullanımı tarzı olaylara alışmıştım, para taşımıyordum. "Sen iyi misin?" Oturması için yer arıyordum. Kafenin hemen önündeki bank en uygun yerlerdi. "Durumun nasıl?"
"Eh... Fena sayılmam. Bence hala dediğin kadar büyük bir olay yok." Ben demeden bankaların yanına gitti. "Sadece aşırı yorgunluk."
Yanına oturdum. "Tüm enerjini, yani kızlara yürümek dışında tüm enerjini antrenmanlara veriyorsun. Uyku ve yemek süreleri haricinde sürekli antrenman yapıyorsun, yine de hiç yorulduğunu söylemiyordun. Sence de anormal değil mi bu?"
"Sanırım haklısın." Otururken düşmemek için aynı zamanda da tutunması gerekiyordu. "Peki planın nedir?"
Önümüzden geçen arabanın camında kendi yansımamı görmüştüm. Yalnızca yüzümde birkaç adet çizik, kızarıklık kalmıştı. İlaçların hızı inanılmazdı, resmen yok olan dokuları geri getirmiştiler. Kafeden çıkan insanlar aralarında güzelce sohbet ediyor, şakalaşıyorlardı. Hepsi muhteşem olduğunu dahi fark edemedikleri hayatlarıyla çok yoğundu. Dikkatlerini çekmemiştik, zaten lise kavgasından yeni çıkmış kişileri andırıyorduk (aslında ben kenarda köşede milletin parasını çalan tiplere benziyordum).
Yerdeki çakıl taşlarına odaklanmıştım, bir yerlere bakarak konuşmak daha iyi düşünmeme yardımcı oluyordu. "Tek diyebileceğim bana güvenmen gerektiği. Güvenmeyeceğini biliyorum, kuledeki kimse kolay kolay güvenemez." Aslında ben güvenebileceği son kişiydim. "Babamdan yardım alacağım."
"Baban kim?" Yerinde biraz dikleşmişti, konu ilgisini çekmişti. "Yani bir babanın olması bile garip, çok yeteneklisin. Takımın Sivillerden olamaz ya?" Siviller anne babası olup çocuğun eğitim yaşına gelinceye dek ebeveynlerinin yanında kalmasına izin verilen kişilerdi. Kısacası özel yetenekli sivillerdi.
Teşekkür mü etmem gerekiyordu? "Eh..."
"Özür dilerim, sanırım sorum seni rahatsız etti." Başını öne eğdi, isteyerek mi yapmıştı? Yoksa gücünü mü kaybediyordu? Bunu sorup paniklemesini sağlamayacaktım. "Peki ya... Takımın?.. O başına bela açmaz mı?"
"Sanmıyorum." Ayağa kalktım, on beş metre ötede telefon kulübesi vardı. Kendi cep telefonumla babamı arayamazdım, dinlenebilirdi. Görüntülü arama yapmaya dahi cesaret edemezdim. "Telefon kulübesine gidiyorum, geleceğim. Bir yere kaybolma."
"Kaybolabileceğimi sanmıyorum."
Telefon kulübesi sıradan kırmızı-kahverengi kulübeleri andırsa da çok farklıydı. Rakun takımındaki kişilerin haberleşmesinde kullanılan özel yerdi. Parkelerinden birinin içine bayıltıcı iğne saklanmıştı. Kaldırımın tam ortasına konulduğundan el ele tutuşan insanlar yanlarında teker teker geçmek zorunda kalıyordu. Hemen kapısının yanında bir sokak köpeği uyuyordu. Sağanak yağmur az da olsa arabaların gürültülerin kesmişti. Saçlarımın uçlarına yağmur taneleri tutunmuştu az önce.
Telefonu elime alır almaz hemen numarayı tuşladım. Babamın asıl telefon numarasını bilmiyordum, takımını arıyordum. Bana asla kendi numarasını vermezdi. Konuşmaya daha iyi odaklanabilmek için kulübenin kapısını kapadım. Caddedeki insanlar koşuşturuyor, mağazaların içine sığınıyordu. Kuzey bıraktığım yerdeydi, yağmurdan rahatsız olmuştu. Çaktırmadan iğneyi aldım, parkenin yerine geri oturduğundan emin olduğumda telefon açılmıştı.
"Merhaba, ben Jaha Dwan. Bir acil durum söz konusu, yaralandım." Islanmaktan bıkmış olan köpek yerinden kalkıp yeşil çöp tenekesinin yanına yattı. "Öğrencilerinizden biri için yardım gönderebilir misiniz? Sanırım... İç kanamam var. Lütfen çabuk olun, canım acıyor. Dayanabileceğimi sanmıyorum."
"İsmini tekrarladıktan sonra konumunu söyle, yardım gelene kadar da göze batmamaya çalış." Konuşan kişi kadındı, sesindeki bıkkınlık öfkemi artırmıştı. "Evet? Orada mısın?"
"Evet, buradayım. İsmim Jaha, Jaha Dwan." Adresimi de söylediğim anda telefonu yüzüme kapattı. Eğer bir gün herhangi bir takımın kaptanı olursam ilk işim acil durum telefonlarını denetlemek olacak.
Kafenin içinden Sıla çıktığında az kalsın korkudan dilimi yutacaktım. Baş düşmanımın şu an karşıma çıkması hayatımdaki en büyük tesadüftü. Erkek kardeşiyle konuşuyor, fotoğraf çekiyordu. Sıla kütüphaneci gibi giyinmişti, kıyafet tarzı sayesinde kültürlü gözükebileceğini sanıyordu. Kızıl saçlarını muhteşem bir topuz yaparak toplamıştı. Kapüşonumu kaşlarımın üstüne kadar çektiğimde çoktan Kuzey'i görmüştü. Tanımamalarını umsam da öyle olmadı.
Kan kırmızı dudakları hafifçe yukarı kıvrılmıştı, gözlerinden sinsiliği hiç yok olmuyordu. Saçlarını düzeltti, tabii yağmurdan dolayı sırılsıklamdı. Kardeşine Kuzey'i gösterdi, baştan aşağı süzerken kahkaha attılar. "Ben geldim!" Bağırabildiğim kadar bağırdım.
Zorunda kalmıştım, Sıla'nın ne yapacağını biliyordum: Kuzey'le cilveleşmeye çalışacaktı. Sonradan aralarına girersem flörtünü çalmış olacaktım. Ayrıca muhtemelen beni durdurup laf atacak, geçerli bir sebep isteyecekti. Kuzey erkek arkadaşım olacak son kişiydi, asla o gözle bakmazdım. Üçünün de dikkati bana dönmüştü. Kapüşonumu omuzlarımdan aşağı, geriye attım. Artık tanınmamaya çalışmama gerek kalmamıştı, beni sesimden bile tanırdı.
Asılan suratını, çattığı kaşlarını umursamadan Kuzey'in yanına oturdum. Dik durmasına yardım ettim, sorunu olduğunu beli ederse onu öldürürdüm, biraz gülümsemeye çalışmıştı. "Selam Jaha. Her şey yolunda mı?"
"Evet, yani sanırım iyi." Sıla'yı ima etmiştim. "Sende durum nasıl?"
"Senin gerçekten halledip halletmediğine göre değişir." Oturduğu yerden biraz bana yaklaştı. Hatta bacaklarımız birbirine sürtüyordu. Başını bana doğru hafifçe eğdi, nefesini yanağımda hissediyordum. "Şu an ruhum hava olaylarını etkileseydi aynı kalırdı."
Yağmurlu olayların acıyı, üzüntüyü temsil ettiğini varsayıyordum. Konuşurken birbirimizin kulaklarına fısıldıyorduk. "Dayanmalısın, yakında gelecekler." Sıla'nın hala gitmediğini fark ettiğimde öfkem iyice artmıştı. O gitmeden birileri bizi almaya gelirse arabaya binemezdik. Bakışlarını hiç kaçırmıyor, doğruca bize bakıyordu. Korku filmlerindeki canavarları andırıyordu. Kim olduğunu çıkaramıyordum. "Buldum Chucky!"
Yanımda Savaş olsaydı kahkahalara boğulmuştu, keşke burada olabilseydi. Dediğimi kimsenin anlamamasına sevinmiştim, ağzımdan bir anda kaçmıştı. Kavga başlatan olmak istemezdim. İç çekti, saçlarını yeniden düzeltirken cilveyle karışık güldü. "Yanlarınız boş, demek ki kardeşimle bana da yer var."
Kenarı çekildiğimde kocaman gülümsemişti, beni korkuttuğunu sanmıştı. Arkamı bankın koluna yaslayıp bacaklarımı uzattım. Evet, bacaklarım Kuzey'in bacaklarının üstündeydi. Ayaklarımın ucunda tek kişilik yer kalınca biraz daha uzanır pozisyona geçtim, bu hareketim iyice kalçamın Kuzey'in bacaklarına değmesine yol açmıştı. Sinirli yüz ifademi bozmamıştım, tatlı tatlı gülümsüyordum.
"Burada bir kişilik yer var... Ama o kişilik sizde yok." Soktuğum laf karşısında benim de ağzım açık kalmıştı. "Artık gidecek misiniz? Burada istenmediğinizi hala anlayamamış olmanız çok garip."
"Siz neden dışarıdasınız? Göreviniz yok, görevleriniz erken bile bitse kuleye geri dönmek zorundasınız. Süreyi dışarıda değerlendiremezsiniz. Yaptığınız suç sayılı-"
"Bize diyene de bak!" Ayağa kalktım. "Gidecek misin, gitmeyecek misin?" Yumruğumu sıkmıştım.
Erkek kardeşi Sıla'nın kolunu tuttu, bilmediğim bir dilde birkaç kelime söyledi. İspanyolca olduğunu düşünüyordum. Yerime oturup ikisi gözden kayboluncaya dek ağzımı tek kelime açmadım. Sinirden gözüm seğiriyor, adeta damarlarımdaki kan daha hızlı akıyordu. Oturur oturmaz arkama yaslanıp gözlerimi kapamıştım, başımı arkaya attım. Son yirmi dört saatte tüm aksilikler beni bulmuştu. Bazen cidden de lanetim olup olmadığını merak ediyordum.
Elim cebime sakladığım iğneye gidiyordu, araba nerede kalmıştı? Acil durum olduğunu söylemiştim, Kuzey iyi dayanmıştı. Peki ya gücü olmayan biri bu çağrıyı yapsaydı? Vurdum duymazlıklarından nefret ediyordum. Kesinlikle zeki değildim, beni dövmek için antrenmana çağıran adamı kurtarmıştım. Başkalarının aptallıklarına laf etsem de benim de farkım yoktu. Başıma daha neler gelecekti?
O an kaçıp uzaklaşmayı dilemiştim, bir köşede ölmeliydim. Koluma dokunulmasıyla gözlerimi açtım. "Biliyorum, bunu sormak bana göre değil ama iyi misin?" Sorusuna kendi de şaşırmıştı.
Kafamı önüme eğdim. "Hiçbir zaman olmadım ki."
"Neden?"
"A.S.K.E.R'i seviyor musun cidden?" Bana A.S.K.E.R aşığı olan o kişilerden olduğunu söylerse kendime hakim olamayıp boğazına yapışabilirdim.
"Cehennem daha arkadaş canlısı." Şapkasını çıkardığında alnının üstüne siyah saçları düşmüştü. "Bize gerçekten önem verdiklerini söylüyorlar." Saçlarını düzeltiyordu. "Gözlerinde evcil hayvandan farksız. Eğitimlerimizi, sınavımızı tamamlar tamamlamaz ülkelere satacaklar. Bazen..." Söylemekte zorlandığı aşikardı. Dediklerine dikkat kesilmeseydim, konuşmayı hemen oracıkta bitirirdi. "Bazen ailelerimizin bizi isteyerek verip vermediğini merak ediyorum."
"Ailen ölmüş olmalı." Zorla alınmış olabileceğini söylesem her zaman ailesini merak edecekti. "Senin gibi hedeflerine bağlı, yetenekli bir çocuğu kim vermek istesin ki? Muhtemelen onlarda ajanlardandı, görevlerinde ölmüştürler."
Gülümsemişti, hatta gözlerinin içi parlamıştı. "Ya öyle mi dersin?" Kahkaha attı. "Beni iyi hissettirmeye çalışma Dwan, hissetmiyorum. Yine de... Bunu yapmaya çalışan ilk kişisin." İç çekerken gülümsemesini yüzünden sildi. "Teşekkürler."
"Doğruları söylediğim için teşekkür alacağımı aklımdan geçirmezdim." Önümüzde simsiyah, camları içini gösteremeyen bir araç durduğunda artık kalkmamız gerektiğini anlamıştım. "Sana yardım edeyim."
Yardım etmek için kolumu uzattığımda boş kalan elimle iğneyi kavradım. Omzuna sapladığım an dizlerinin üstüne çöktü, korkmuştu. Saniyeler içinde uykuya daldı. Arabadakilere Kuzey'i gösterdim, yardım çağrısı yapan oymuş gibi davranmıştım. Kafeden çıktığımda ona yardım etmek için durmuştum, anlattıklarımın hepsi böyleydi. Kuzey'in yıllardır tek değişmeyen huyu yalan atmamaktı. Ayık kaldığı sürece hemşireler ne sorarsa sorsun cevaplardı. Sonunda Rakun takımından olmadığı anlaşılırdı, yardım da edilmezdi. Hemşireler berbat haldeki birinin uyanmasını bekleyemeyeceğinden yardım etmek zorundaydılar. Evet, başıma bir bela daha açmıştım. Çok sorun etmiyordum, cezamı A.S.K.E.R vermeyecekti.
Adamlar Kuzey'i arabaya bindirirken uzaklaşmaya başladım. Aynı yerde kalsaydım şüphelenirlerdi. Telefonum titrediğinde arka cebimden çıkardım. İçine su girmişti, bozulması an meselesiydi. Gelen mesajı açtığımda gözlerim fal taşı misali açılmıştı: Kuzey'le bankta oturduğum bir fotoğraftı, benim yüzüm çıkmamıştı. Gönderen de Savaş'tı.
Sekiz günlük bölüm gecikmesi için üzgünüm 😿 Bu bölüme bana çok tatlış geldi, sizce nasıldı?🦉
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top