Tehlike


Kaç saattir uyuduğum hakkında en ufak fikrim yoktu. Yavaş yavaş kendime gelmeye başlasam da gözlerimi açmaya niyetli değildim. Sonuçta kabusum sürecek, bitmeyecekti. Babamla konuşup yalvarsam beni aldırabilir miydi? Sınavımı vermek istemiyordum, en berbat yere de gönderilsem buradan kurtulmalıydım. Karşıma onlarca kişiyi, yaratığı çıkarsalar savaşabilirdim ancak sevdiğim insanlarla mücadele edemezdim. Üzerimdeki kıyafetler değiştirilmiş veya bazıları çıkarılmıştı. Birinin kucağında taşınıyordum, beni sıkıca kavramıştı. Bacaklarım sallanıyordu. Menekşe kokusu her tarafa yayılmıştı, gelen yemek kokusu karnımı acıktırmıştı. Bileğim sızlıyordu, iğne yapılmış olma ihtimali yüksekti. 

"Hala uyuyor mu?" Ses beni taşıyan kişinin hemen yanından gelmişti, Sıla'ya aitti. 

Cevap gelmedi, kollarından aşağı kaymaya başladığımda çevik bir hareketle eski yerine getirtmişti. Sayı gitgide azalıyordu, henüz kesin ipuçları toplayamamıştık da. Araştırma yapmak için vaktimiz olmamıştı ki! Ya ceza alıyorduk ya da kaçıyorduk. Burak, Ece, Kumsal ve odamda bulunan cesetleri sayarsak geriye pek de bir şey kalmıyordu. Dinlenmeye bile zaman bulamamıştım, her neyse diye düşündüm. Sonuçta bayılarak sorunumu çözdüm. 

Hava ılıktı, bölgeden ayrılmıştık. Etrafımızda başka kişiler de vardı, çok kalabalık değildik. Ayak seslerini dinliyordum. Gücümü toparlayamamıştım, yorgun hissediyordum. Başımın ağrısı geçmiş, yerini mide bulantısı almıştı. Esnerken gözlerimi açtım, ilk gördüklerim etraftaki arabalardı. Otoparktaydık, çınar ağaçlarını yaprakları süzülerek arabaların üstüne uçuyordu. Rüzgar estikçe yerden havalanan tozlar gözüme giriyordu. 

Kafamı çevirip beni taşıyan kişiye bakmamla afallamam bir oldu. "Salak." 

"Sana da günaydın Jaha." Sinirlenmişti. "Ağır mıyım, hafif miyim diye sormana gerek yok (!)" 

Güldüm, sebebini bilmiyordum. "Ağır mıyım?"

Kocaman gülümsedi, göz bebeklerinin içi büyümüştü. "Hayır." Gözlerini benimkilerden ayırmıyordu. "Hatta çok garip gelecek, benim sana asıldığımı düşüneceksin ama hiç değilsin." Aniden bakışlarını başka yere çevirdi. "Çok tuhaf."

Suratım asıldı. "En yakın kız arkadaşımın ölmesi dışında neler oldu?" Kollarımı boynuna doladım, güvenmiyordum: Kavga ettik diye aniden yere bırakma potansiyeline sahipti. "Kendimi taşıttığım için kusura bakma."

Üst kattı otel olan bir süpermarkete gelmiştik. Market arabaları gelişigüzel bırakılmıştı. "İkili gruba ayrılıp askerlerin karşısına çıktık. Bu sayede hemen sayım yapamadılar. Özetle, küçüklerin liste olayından haberi olmasın diye hepimizi dışarı çıkarmak zorunda kaldılar. Savaş ne olduğu hakkında rapor veriyor, arkadaşının ölümüyle ilgili." 

Onaylar anlamda kafamı salladım. "Beni indirir misin?" 

"İndirmememi söylediler." Arka tarafa gelmiştik, merdiven basamaklarını çıkıyorduk. "Çok sayıda ilaç yapıldı, yine bayılma ihtimalin fazlaymış. Ayağa kalkmanı engellememi söylediler." 

Çocuk bakıcımın Kuzey olması utanç vericiydi. Bayılmam daha da rezil bir durumdu. Kandan dolayı bayılmışım gibi algılanmıştı. Zamanlamam cidden berbattı, o kadar süre dayanıp kan görünce gücümü kaybetmiştim. Kumsal'ın neden Savaş'a saldırdığını araştırmalıydım. Eşyalarımın askeri sığınakta kaldığını varsayıyordum, kimse kargaşa esnasında almış olamazdı. Son mesajlarımı silmeyi unutmamıştım, endişelenmedim. 

Birkaç saat dinlenmeme izin verecek sonrasında araştırmalarıma kaldığım yerden devam edecektim. Otoparka giren araçlar eski model aile arabalarıydı. Yaşadıklarımızı düşünürsek oldukça sakin bir yere gelmiştik. Market iki dağın arasında kalıyordu, dağın eteklerinde ise evler vardı. Uzaktaki keçileri görebiliyordum. Bazıları sürüden uzaklaşıyor, çoban peşlerinden koşuyordu. Aslında Kanada gibi bir yerde neden keçi bakıldığını anlamamıştım. 

İkinci kata, otel kısmına varmıştık. Herkes gruptan ayrılarak odalarına geçmişti. "Saat kaç?"

"Dört olmak üzeredir." 

"Ah." Şaşırmıştım. "Neredeyse on altı saattir uyuyorum." 

Odamızın kapısının önünde durmuştuk. Beni yere bırakıp bırakmamak arasında gidip gelmişti. Eğilerek dirseğiyle kapı koluna bastırdı. "Keşke öyle olsa Dwan." Kapı açıldığın içeri girmiş, ayağıyla da ittirerek kapatmıştı. "Sen iki gün önce bayılmıştın. Sekiz saat sonra üçüncü gün olacak." Beni yatağın üzerine bıraktı. 

Yastığıma uzanıp karnımı üzerine koydum. "Yuh." Kolumdaki sızı serumların sızısıydı. "Az kalsın ölüyormuşum aslında... Bu da bir başarıdır." 

Yatağım çift kişilikti. Başka yatakta yoktu, fark ettiğimde fark etmemiş gibi yaptım. İlk onun fark etmesini istiyordum. Yatağın hemen kenarında da minik bir pencere vardı, zebra perdeleri aralayıp dışarıyı inceledim. Zombi oyunlarındaki otelleri andırıyordu. Komodinin üzerine mor çiçekli kaktüslerden konulmuştu, hemen yanında da tüplü televizyonun kumandası yer alıyordu. Oda tertemizdi, havalandırılmıştı da. 

Hem duvarlarda hem de yerde tahta döşemeler kullanılmıştı. Soluk yeşil renkteki koltuğun üzerine otelin kartı bırakılmıştı. Oda servisinin olması için dua ediyordum, karnım açtı.  Hemen sol tarafta banyo vardı. Duş almanın iyi geleceğini ümit ediyordum, tabi öncelikle uyumalıydım. Televizyonun arkasında gömme kasa dikkatimi çekmişti, yeni yapılmıştı. Kuzey yanımdayken, doğru düzgün neler olduğunu görevlilerden dinlemeden uyuyamazdım. 

Tekli koltuğa oturduğunda kartı yatağın üzerine koydu. Harika, gitmemişti. Aynı oda da kalacağımıza inanmıyordum. O uyumayacaksa ben de dinlenemezdim veya şimdi dinlenir, gece uyumazdım. İkinci seçenek daha mantıklı gelmişti. Yatağın köşesine çekildim. Yastığı kafamın üzerine koydum, karanlığı seviyordum. Dışarısının aksine odanın içerisi serindi, kendi isteğimle uyuyacak olmam imkansız geliyordu. 

"Uyuyacağım." Yorganı üzerime çektim. "Uyanmazsam üç saat sonra uyandır. Acıkırsan benim adımı sipariş verip kendine yemek söyle, sonra öderim." 

"Hayır, teşekkürler." 

"Sen bilirsin."

Ben uyurken Kuzey orada öylece dikilecek miydi? İzlenmekten nefret ediyordum, kim etmezdi ki? Unutmaya çalıştım, odamdaymışım gibi düşündüm. Yatağın örtüsü kaşıntı yapıyordu, odaklanamıyordum. Okuduğum bir bilimsel bilgiye göre, on beş dakika boyunca kıpırdamadan durursak uyuyacağımız söyleniyordu. İşe yarayacağını umup denedim, yine olmadı. 

Zaman gitgide azalıyordu. Karnım aniden guruldadı, yine hareket etmedim. Kuzey'den de ses gelmemişti. Ne yani sabah kadar uyuyacak olsaydım yine dikilip duracak mıydı? Başka yerlere gitmesini ümit ediyordum, işsiz olamazdı. En azından susamalı, lavaboyu kullanmalıydı. Kafamın üzerindeki yastık boğucu gelmeye başlamıştı. Küçük çocuk gibi benimle uğraşması gururumu kırıyordu, işe yaramazmışım gibi hissediyordum. Otel odalara servis yapmıyorsa da aşağısı marketti, gidip yiyecek alabilirdim. Tabii Kuzey'in izin vermeyeceği kesindi, rica edemezdim. İyice bakıma muhtaç gözükmek istemiyordum. 

Uyumasam bile üç saat boyunca dinlenecektim, anlayamasam da vücudumun ihtiyacı olabilirdi. Ne oluyorsa aniden oluveriyordu. Katil hepimizden hızlıydı, enerjisi nasıl yetiyordu? Her daim planlar yapıyordu, listede tek bir katilin olduğu söylenmişti ama on kişiyle mücadele ediyormuşuz gibiydi. Yüzümdeki kesikler taşınma esnasında yeniden açılmıştı, kuruyan kan yanağıma yapışmıştı. Duşa girmek için bahane de edinmiştim. Ayrıca saçlarım yağlanmıştı, kokusu burnuma geliyordu. Gerçi hepsinden önce yeni kıyafetler bulmalıydım. Aşağıdaki markette satılır mıydı? Sanmıyordum, kuleye dönene kadar banyo yapmak hayalden ibaret kalacaktı. 

Hava kararmaya başlamıştı. İki saatin geçtiğine emindim, gözüme gram uyku girmemişti. Yastığımı yüzümden çekip kaldırmaya hazırlanıyordum ki Kuzey ayağa kalktı, uyandırmamak için yavaş yavaş yürüyordu. Televizyonun olduğu tarafa geçti, kasayı açtı. Başta içine bir şeyler koyduğunu sanmış, yanılmıştım. Metal bir eşyayı alırken içerideki diğer eşyaları dağıtmıştı, yani yanılmıyorsam öyle olmuştu. 

Her ne aldıysa para olmadığına adımdan daha çok emindim. Bıçak olması en olası ihtimaldi. Dişlerimi sıktım, kaçmalı mıydım? Elindeki silah olabilirdi, şu an bana zarar vereceği yoksa bile kaçmaya çalışırsam anında ateş ederdi. Sakin kaldım, ölmek istesem de düşmanımın ekstra puan alacağını bilerek ölemezdim. Yani... Demek istediğim katil oysa ekstra puan alacaktı.

Banyo kapısına doğru yöneldi. Suyu açtı, işler gitgide sarpa sarıyordu. Nefes almıyordum, uyumadığımın anlaşılması felaketle sonuçlanacaktı. Evlerde en çok intiharın gerçekleştiği alanlar kişisel odalar ve banyolardı. İntihar süsü mü verecekti? Kolayca gerçek olmadığı anlaşılırdı, eğer katilse bu tarz bir aptallık yapmazdı. Katil zekiydi, Kuzey'in zeki olmasını beklemiyordum. Tamam, geri zekalı olduğu da söylenemezdi.

Ses çıkmıyordu, yalnızca küvete dolan suyun sesi geliyordu. Aniden kapı kolunu tutmuştu, adımlarını duymamıştım. Sanki son an da aklına bir şey gelmişti. Hızlıca kapıyı kapattı. Nefes aldım, soluk soluğaydım. A.S.K.E.R cehenneminde her gün daha beter şeyler oluyordu. Bana zarar vermeye kalkarsa kimseden yardım isteyemezdim, telefonum askeriyedeydi. Resepsiyonu ararsam da yardım çabuk gelmezdi, anında öldürürdü.

Pantolon kemerinden gelen sesi duyduğumda sakinleşmiştim, duşa girmişti. Hızla ayağa kalktım, koşup sandığı açmaya çalıştım. Kilitliydi, anahtarının nerede olabileceğini düşünmeme gerek kalmamıştı, görmüştüm. Hemen kenara bırakılmıştı. Kilidi sokup açtığımda metal paralarla, telefonla karşılaştım. Onun telefonuydu. Hayır, bir şeyler sakladığına emindim. Bağırmak, çağırmak istiyordum. Durduk yere bana asılması, Sıla'yla takılması, gizemli hareketleri şüphe çekiyordu. Anlamadığımı sanıyordu ama insanları iyi tanıyordum.

Paraların arkalarını didik didik aradım, dinleme cihazı vb. aletler de olup olmadığını kontrol ettim. Hatta sandığın üst kısmına bantla yapıştırılan bir şey olup olmadığına da inceledim. Delirmek üzereydim, ne saklıyordu? Kapıyı kapatırsam çıkan sesi duyup dışarı çıktığımı anlayacak, peşimden gelecekti. Yangın merdivenleri bu durumdaki en kullanışlı yerdi. Komodinin çekmecelerini karıştırdım, çıkan kalemle kağıdı aldım. Not bırakmalıydım, otoparkta hava alacağımı yazdım. Aslında oraya gitmeyecektim, banyodan çıktığında gittiğim yerde karşılaşmamamızı sağlayacaktım. Yani en azından otoparkı kontrol etmeden diğer yerlere bakmayacaktı, her halükarda zaman kazanmış olacaktım.

Aralık pencereyi daha da araladım, pervaza oturdum. Yangın merdiveni eli santim ötedeydi. Oraya uzanıp tutunursam dışarı rahatça çıkabilirdim. Parkur tarzı yerlerde çok sık antrenman yapmıştım, takımımın kuruluş amacı kaçmak üzerineydi. Kaos yap ve kaç, oldukça basitti. Görevlerde de başarılıydım, yani yaptıklarım antrenmanlardan ibaret değildi. Gerçekten yaşamıştım, birçok kişi tarafından kovalanmıştım.

Atlarken uzandım, sol elimle tutunmayı başarmıştım. Diğer elimle de tutundum, kısa süre dinlenip bedenimi yukarı çektim. Ayağımı da duvardaki boşluğa attığımda düşmeden yangın merdivenine çıkabilmiştim. Demir merdivende yürürken ses çıkarmamaya özen gösterdim, duyulmamalıydım. Aşağı iner inmez ne tarafa gideceğime karar verdim, otoparktan ayrılmalıydım. Binanın içerisi aranacağım en son yerdi.

Bu tarafta üç adet yangın merdiveni vardı: En sondakinin nerelere gittiğini göremiyordum, yine odalara açılıyor olmalıydı. Ortadaki ise koridorlara açılıyordu. Durmadım, nereye gideceğime karar vermiştim. Canavarlarım sayesinde gördüğüm çocuğu araştıracaktım, onun odasını bulmalıydım. Sıla'nın odasını karıştırarak birçok bilgi elde etmiştim, diğerlerini es geçemezdim. Ya katili bulup oyunu sonlandıracaktık ya da bizim ölümümüzle oyun sonlanacaktı.

"Eğer peşimden gelirse onu küp küp doğrayıp canavarlarıma ödül maması yaparım."

Yangın merdivenlerinden koridora çıktım. İnsanlara fazla gözükmemeye çalışıyordum, durumumu bilen kişiler muhtemelen uyaracaktı veya Kuzey beni görüp görmediklerini sorarsa anında nereye gittiğimi söyleyeceklerdi. Kenara çekilip bir grup öğrenci grubunun önüme geçmesine izin verdim, otelin sıradan müşterileriydi. Göreve gelen herkes odasında dinleniyordu. Zor zamanlar geçiriyorduk, herkesin asırlar boyu sürecek tatile ihtiyacı vardı.

"Turuncu paltolu çocuk..." Kahverengi saçlar, yanaklardan aşağı süzülen gözyaşları...

Yüzünü görsem anında tanırdım. Bulmak meseleydi, herkesin odasını arayamazdım. Tek bir oda üzerine yoğunlaşacaktım. Öte yandan koridorda zaman kaybedemezdim, Kuzey yakında duştan çıkacaktı. Koridor upuzun, genişti. Kısacası uzaktan bile baksa yerimi hemen deşifre ederdi. Kapısı aralık olan tek kapıdan içeriyi süzdüğümde şansım yaver gitmişti, turuncu paltoyu bulmuştum. Kapının koluna uzandım, bedenimin yarısını içeri sokmuştum.

Kimsecikler içeride değildi, tam girecektim ki dışarıdan bir ses beni durdurdu. "Jaha? Bak... Ben gerçekten özür dilerim."

Diana'ydı, kaban ona ait olamazdı. "Diana?"

Parmak uçlarıyla oynamaya başladı. Fark etmeden tırnaklarını avcunun içine batırıyordu. "Lütfen konuşabilir miyiz?" İçeriyi işaret etti, ağlamasa da gözleri kıpkırmızıydı. "Konuşmaya ihtiyacım var, birine içimi dökmeliyim. Lütfen..."

Odalardan birinin kapısı aralandı, sesi duymuştum. Kuzey'in olduğu odaydı. Beni görmesine izin vermeden hemen içeri girdim. Diana'yı da yanıma çektim. Kapıyı hızla kapattım, kazayla vurmuştum. "E-evet, elbette. Ben de zaten seninle konuşmak için gelmiştim. Moralini bozmaman için."

Kabanın hemen yanına oturdum, gözlerimi alamıyordum. Sırf kokusunu tenimde hissetmek için kenarı koydum. "Yer açılsın."

Gülümsedim, numara yapıyordum. Ustaca işler yapmasam da olurdu, ağlayan kişiler kolayca ne olduğunu anlayamazdı. Üzerimdeki hırkayı çıkardım, terlemiştim. Koridorda ismimi haykıran Kuzey'i duyuyordum, duydukça da gülümsemem artıyordu. Diana'nın iki elini de birleştirip sıkıca kavradım, fark etmeden kendine zarar veriyordu. Psikolojik hastalığımın başlangıç aşamasındaydı, yardım edilmezse de ilerlerdi.

"Hepimiz kayıplar veriyoruz. Umarım bunlar son kayıplarımız olur, katilin kim olduğu hakkında en ufak fikrim yok. Araştırıyorum..." Cümlemi nasıl toparlamalıydım? "İkimiz de sevdiklerimizi kaybettik. Birbirimizi desteklemekten başka elimizden bir şey gelmez. Ya düşman olacağız ya da birlikte savaşacağız."

Yine ağlamaya başlamıştı. Nasıl ağlamasına engel olacaktım? Aniden bana sarıldı, öyle ki kemiklerim acımıştı. "Çok teşekkür ederim, beni suçlamadın. Katil olduğumu düşüneneler oldu, hep sevdiklerime zarar geldiği için..." Burnunu çekti, göz yaşları boynuma dökülüyordu. "Beni suçlamayan sayılı kişilerdensin. Artık ben bile kendimi suçluyorum, sanki hepsi benim hatam."

Ah hayır, bu cümleleri çok iyi biliyordum. Benim cümlelerimdi, psikolojisinin altüst olmasını istemiyordum. Her ne kadar platoniğini düşmanımla birlikte öldürmüş olsam da üzülmüştüm. Burak'ın cesedi bulunmamıştı, tabi ki bulamazlardı. Hala benim odamdaydı. Çürüyüp kokuşmaya başlamış olmalıydı, en kısa zamanda odama dönmeliydim yoksa görevliler ne olduğunu araştırırdı.

Geri çekildi, gülümsemeye çalıştı. "Hiç sevdiğim kişileri kaybetmedim, peki sen kaybettin mi? Nasıl atlatılacağını öğrenmeliyim."

"Annemi, babamı, çok sayıda takım arkadaşımı kaybettim." Omzuna dokundum, destek vermeye çalışıyordum. Kumsal'ı listeye eklememiştim, onu üzmemeye çalışıyordum. "Hiçbiri senin hatan değildi, zamanla hepsi geçecek."

Ayağa kalkıp elini uzattı. "Yemek yemeye gidelim mi?" Güldü, yavaş yavaş toparlıyordu. "Ben ısmarlıyorum, çok güzel bir ıstakoz lokantası gördüm."

Mahcup bir ifade takınmıştım. "Koridordaki sesi duymuyor musun? Beni bulursa çiğ çiğ yiyecek birinden kaçıyorum." Ses kesilmeye başlamıştı. Sanırım dışarıya çıkıyordu. "Hım... Sorunum çözüldü sanırım. Yine de gidemem, araştırma yapmalıyım. Palto kime ait? Çok güzelmiş, eminim sana çok yakışıyordur."

"Hayır, benim değil. O gün üzerim kan içinde kalmıştı, titriyorum diye biri verdi." Alnına vurdu bıkkın bir ifadeyle. "Geri götürmeyi unuttum! Herkes odalarına yerleşmeden önce verecektim."

Oturduğum yerden fırladım. "Senin yerine ben götürebilirim. Hem... Kuzey beni bulursa bahanem olur. Hemen odama gitmek istemiyorum, çok sıkıcı."

"Sana bu iyiliği yapabilirim işte." Kapıya kadar uğurladı. "İyi kaçmacalar."

Koridorda öğrenciler koşuşturuyordu, kahkaha sesleri her şeyin yolunda olduğunu gösteriyordu. Bir yandan da kendime kızıyordum, Kuzey'in karşına çıkıp açık açık ne haltlar yediğini sormak istiyordum. Neden o kızla takıldığını merak ediyordum. Neden benden sakladığını, niye numara yaptığını... Her türlü elime düşecekti. Herkes eninde sonunda benden yardım istemek zorunda kalırdı. Kapana kıstırıp ağzıma ne geliyorsa haykıracaktım.

Paltoyu kıvırıp koluma tutuşturdum, pencereden dışarı baktığımda Savaş'ı gördüm. İşlerini halletmişti, morali bozuktu. Yarası olup olmadığını inceliyordum, dayak cezası almamış olduğunu umuyordum. Bazen hiç suçumuz olmasa bile görevliler inanmadığı için ceza alabiliyorduk. Yanına gitmeli, onunla uzun uzun sohbet etmeliydim. Nasıl olduğu hakkında konuşmalı, arkadaşıma destek vermeliydim.

Yan tarafa göz gezdirdiğimde Kuzey'in boş gözlerle beni süzdüğünü tanık oldum. Onca pencerenin arasından beni fark etmesi şaşırtıcıydı, dışarıyı izlediğim pencereyi nasıl fark etsindi ki? Sinirliyken insanın daha az dikkatli olduğu aşikardı, henüz Savaş dahi fark etmemişti. Benimle ilgili ne biliyor, ne yapmaya çalışıyorsa oldukça da başarılıydı. Henüz bilgi elde edememiştim, o ise benden bir adım ilerdeydi.

Umursamadan pencereyi açtım, temiz havayı içime çektim. Savaş'ın yanındaki insanların gitmesini bekliyordum. Pencereyi kapatır kapatmaz merdivenlere doğru gidiyormuş gibi yaptım. Sonrasında eğilip pencerenin altından geçtim. Kuzey sinirle ana merdivenlere doğru koşacak, bana bağırmaya hazırlanacaktı ama orada olmayacaktım. Yangın merdivenlerini kullanacaktım, hep o sinir edecek diye bir kural yoktu. Biraz da ben onu sinirlendirecektim. Yaptığım gıcıklık sayesinde kahkaha atmıştım.

Eğleniyordum, uzun süredir gerçek anlamda ilk kez eğlenmiştim. Merdivenleri teker teker inerken arkamdan gelip gelmediğini kontrol ediyordum, acele etmiyordum. Beni görmesine izin verecek, gördüğü anda da hızlıca koşup odama gidecektim, kapıyı da arkamdan kilitleyecektim. Suratındaki siniri hayal ettikçe mutlu oluyordum. Yangın merdivenin başındaydım, kafamı koridora doğru uzatmıştım.

Aşağıdan gelen sesle çok yanlış hesaplamalar yaptığımın farkına vardım. "Öhüm." Kollarını önünde birleştirdi. "Kimi bekliyorsunuz Küçük Hanım? Acaba geri zekalı sandığınız birini bekliyor olabilir misiniz?"

"Yo."

Ters yöne, odama doğru koşuşturmaya başladığımda basamakları çıkmaya başlamıştı. "Jaha! Buraya geliyor musun, ben mi geleyim?" Bağırıyordu, insanlar dışarıya çıkıyordu. "Seni yakalarsam yapacaklarımı ben bile tahmin edemiyorum!"

"Ha ha. Sen öyle san, sanki tek dövüş eğitimi alan sensin Uyuyan Güzel."

Hademe tuvaletini görür görmez içeri daldım, kapıların kilitlenebiliyor olması benim için avantajdı. Direkt olarak kapıyı kilitlemiştim, buğulu cam yüzünden net göremiyor olsam da kapıya vurduğu ellerini görebiliyordum. Kapıyı sarsıyordu, görev esnasında bilerek eşyalara zarar verirse kazandığı paradan kesilirdi. Kimse de mala zarar vermeye yanaşmazdı.

Ellerini lavaboda yıkayan kişiye döndüm, kimsenin içeride olup olmadığını kontrol etmemiştim. "Ah, özür dilerim. Hemen çıkıyorum."

"Sorun yok." Ellerini kağıt mendille kurulayıp çöp kutusuna attı. Gülümsemesi çok hoştu, yemyeşil gözleri dudaklarımın üzerine kenetlenmişti. "Anladığım kadarıyla büyük bir macera olmuş." Kuzey'i ima etmişti.

"Ağ, evet." Giyim tarzı çok hoştu, kombini mükemmeldi.

Mimiklerini harika kullanıyordu. İşaret parmağıyla paltoyu gösterdi. "Paltom neden sende?"

Hayatımda yaptığım en hızlı planı uygulamaya geçtim, bozuntuya vermedim. "Sahibini arıyordum." Saçlarımı omzundan arkaya attım. "Çok tatlısın."

Güldü. "Teşekkür ederim, sende öylesi-"

"Benimle çıkar mısın?" 

Planım için küçük bir bedeldi. Şaşkınlıkla güldü, anlayamamıştı. "Seninle çıkar mıyım mı?" Kafasını hafifçe yana yatırdı. "Olur." Göz kırptı. "Numaranı alabilir miyim?"

"Aslında numaramı bilmiyorum." Pratik bir şey düşünmeliydim. "Kuleye döndüğümüzde seni bulurum, tamam mı?"

"Öyleyse..." Reverans yaparak önümde eğildi. "Anlaştık."

Hem böylece onunla daha da çok konuşabilecektim. Kuzey artık kapıyı yumruklamıyordu, gitme vaktim gelmişti. Görüşürüz manasında elimi sallayarak arkamı döndüm. Kilidi açmayı denedim, açamamıştım. Paltoyu yere bırakarak -o an geri vermediğimi fark etmiştim- iki elimle kilidi çevirmeye çalıştım, açılmıyordu. Tüm gücümle kapıyı çektim, yine işe yaramamıştı. Yanıma gelip o da denedi, çok uğraşmamıştı. Kapının bakır rengi, gümüş işlemesi elimizde kalır diye korkmuştuk. Bu yüzden de vazgeçmeye karar vermiştik.

"Sanırım kilit sıkışmış." Yerdeki paltosunu aldı. Kahverengi saçlarından birkaç tutam gözlerinin önüne düşmüştü. "Hey! Orada birileri var mı?"

"Kusura bakma... Bunun için." Öfkemi kenarı atıp sakince düşünmeye çalıştım. "Pencereden çıkmaya ne dersin?"

Bir an olsun somurtmuyordu, oldukça neşeliydi. İnsan gülümsemeden edemiyordu. "Oldukça eğlenceli olacağa benziyor." Lavaboların hemen yan tarafındaki pencereyi açtık. "Seni yukarı itmemi ister misin?" Cevap vermedim, biraz geriye gidip koştum. Yukarı zıpladığımda bedenimin geri kalan kısmını da çekmiştim. "İyi iş ortak."

"Ne demezsin..." Elimi uzatıp yukarı çıkmasına yardım ettim.

Pencerenin hemen dışında birinci kattaki market girişinin çatısı vardı, onun üzerindeydik. Ayaklarımızın altındaki çakıl taşı aşağıya çok ses iletmemişti. Son kalan mesafeyi de nasıl ineceğimizi bulmaya çalışıyordum, direkt olarak yere atlayabilirdim. Paltolu arkadaşın nasıl geleceği ise belirsizdi. Sahi ismini sormamıştım, çatının ucuna gittim. Uzaktan bakıldığında hırsıza benziyorduk. Su borusu yeterince sağlamdı, dengesini kaybetmezse rahatça inerdi.

"Aşağıya atlayabilir misin?" Otomatik kapının açıldığını duyduğumda geri çekildim, kimsenin üzerine düşmeye niyetli değildim. "İsmin neydi?"

"Ben de aynı soruyu sana soracaktım." Paltoyu üstüne giydi. "Alexander hizmetinizde." Kahkahasını aşağıdaki insanlar da duymuştu, kendi aralarında söylenip arabalarına ilerlediler. "Ya sizin?"

"Jaha."

"Anlamı haysiyet demek. Bunu biliyor muydun?" Elbette biliyordum, kimliğim değiştirildiğinde özenle seçmiştim. Aşağıya atladı, az kalsın feci halde yere yapışacaktı. Son an da dengesini toparlamıştı. "Haysiyetse sözlük anlamı olarak değer, saygınlık, onur, özsaygı anlamına gelir. Görevlilerin bu kadar güzel bir isim seçmesi ancak kazayla olurdu."

Boş zamanlarında sözlük okuduğunu bilmiyordum. İsmimin anlamıyla ilgili de olsa hakkımda bilgi sahibi olmasını sevmemiştim. İnsanların benim hakkımda konuşmasını, hatta bana bakmalarını bile sevmiyordum. Ustaca yere atladım, süper kahraman filmlerindeki gibi bir iniş yapmıştım. Eğer filme alınsaydı en iyi karakter atlayışları arasına girerdi. Saçlarım sürekli gözlerim önüne geliyordu, kulaklarımın arkasına sıkıştırdım. Her görev öncesi muhakkak örerdim, şu an ise bir istisnaydı.

Koşarak bulunduğumuz bölgeden uzaklaştık, kimsenin bizi görmediğine emindik. Tamamen gece olmuştu, birkaç saat içinde uyumayı tekrardan deneyecektim. Etrafta rasgele dolanan bir katil varken yorgun kalamazdım, ya onu kovalamalıydım ya da o beni. Tercihim birinciden yanaydı. Sokak lambaları yanıyordu, otoparkın ötesinde hiç bina yoktu. Yalnızca ormanı görebiliyordum, tabi karanlıktan dolayı yalnızca siluetleri belirgindi. Karnım gitgide acıkmıştı, yemek yemeden uyumayacaktım. 

"Markete gidip atıştırmalık alacağım. Katılmak istiyorsan peşime takıl." Başkası yanımdayken parayı nasıl ödeyeceğimi düşündüm, ödeyemezdim ki. Babamın bana verdiği şifreyi söyleyemezdim. "Ah..." Para almayı unutmuş gibi yapacaktım. "Cüzdanım odamda kaldı."

"Ben öderim." Elimden tutup markete doğru çekmeye başladı, sonra da elimi tutmasının çok samimi olduğunu fark etti, bileğimi kavradı. "İtiraz istemiyorum."

"Borcum olsun."

Önümüzdeki iki buçuk saati nasıl mı geçirmiştik? Market arabasıyla oradan oraya yarış yaparak, sepeti hiç bilmediğimiz yiyeceklerle doldurarak, market çalışanlarından kaçarak, karnımızı tıka basa doyurarak... Aldıklarımızı genelde ucuz yiyeceklerden seçmiştik, daha doğrusu ben öyle seçmiştim. Ödemeyi ortaklaşa yapmayacaktık, pahalı yiyecekler almak kabaca olurdu. Ürünleri satın almadan önce de benim zorlamamla eleme yapmıştık, gerçekten yiyebileceklerimizi almıştık.

Fişi göstermemeye çalışsa da çevik bir hareketle elinden almıştım. Geri almaya çalışmasına fırsat vermeden cebime sokuşturmuştum. Ne kadar borcum olduğunu bilmeliydim, onu akşam yemeğine çağıracaktım. Dikkat çekmeden elimden geldiğince samimi olmaya çabalıyordum. Acele etmeden ne kadar hızlı samimi olursak o kadar iyiydi. Katille ne bağlantısı olduğunu bulacaktım, yardım eden kişi olduğuna inanıyordum. Kanıta ulaştığım an konuşturmak için elimden ne geliyorsa yapacaktım.

Yangın merdivenlerinden birine oturmuştuk. Ay ışığı sokak lambalarının ışıklarıyla karışıp yüzümüze vuruyordu. Bitmek üzere olan kola şişesini yavaşça sağa-sola salladım. "Yani en sevdiğin dizi Doctor Who mu?"

Elindeki yer fıstığı poşetindeki son kalanları da ağzına attı. "Ne? Hayır, ben öyle bir şey demedim." Ayağa kalkıp kenarı çekildi. "Kendi sevdiğin diziyi zorla başkalarına sevdiremezsin seni küçük Whovian." Parmağıyla kendine bıyık yaptı. "Benim en sevdiğim dizi Sherlock."

Paltosunu Sherlock Holmes edasıyla salladı. Az kalsın içtiğim kolanın bir miktarı burnumdan gelecekti, gülmeden duramıyordum. "Bildiğim kadarıyla o dizi de Sherlock Holmes'un bıyıkları yok ama sen bilirsin."

Yeniden yerine oturdu. "Bıraksa yakışırdı."

Bulunduğumuz kısımdan manzara harika gözüküyordu, yüksekte olduğumuz için ormanın içindeki ağaçlardan da yukardaydık. Rüzgar estikçe dalları sallanıyor, yaptıkları hareket dansı andırıyordu. Baykuş sesleri hoşuma gitmişti, bir daldan diğerine konarak avlarını rahat bırakmıyorlardı. Ay az çok kendini belli etmişti, ara sıra önüne geçen bulutlar etrafı aydınlatmasına engel oluyordu. Oteli saymazsak en yakınımızdaki binalar birkaç yüz metre ötemizdeydi. Çoğunun ışığı sönmüştü, bazıları ilerleyen saate rağmen ışığı kapatmamakta ısrarcıydı. Sokak lambalarının üstünde ise sinekler uçuyordu.

Mısır cipsinin paketini açıp bir tanesini kafasına attım. "Orasını bilemem işte. Tek bildiğim konu hala en sevdiğin dizinin Doctor Who olması."

Cipsi havada tutup ağzına attı. "Ortak hobilerim olan kişilerle inatlaşmayı severim." İki kaşını da havaya kaldırdı. "Hep de kazanırım, bence şimdiden sonuç aşikar. Yine de bu eğlenceli olacak."

Arkadaş canlısı tartışmaları, iddialaşmaları severdim. "Yenildiğini görmek için can atıyorum."

Telefonu çaldığında meşgule attı. Yüzü tuhaf bir hal almıştı. "Lanet olsun ya, oda arkadaşım tonlarca mesaj atmış." Telefon ekranını bana da çevirdi, anında yazılanları okumuştum. "Hemen gelmemi istiyor, gece geç saate gelip uykusunu bölersem beni öldürecekmiş, aman ne hoş."

Yalan söylemiyordu, arkadaşı birebir olarak aynılarını yazmıştı. "Sorun değil, sonra görüşürüz." Çöplerimizi topluyorduk, kalan yiyecekleri tek bir torbaya koyup uzattım. "Numaramı verememem kötü oldu."

"Kolaylık olsun diye söylüyorum." Parmak uçlarına kalktı. "Tabi sen beni bulmak istersen orası ayrı... İnstagram ismim normal ismimle aynı, sonunda on iki var. Ha soy ismimi eklemeyi unutma Raen."

Birlikte odama kadar yürümüştük, katil dışarıdayken tek başıma kalmaya niyetli değildim. Sohbet ayrılana dek sürmüştü. Arkadaşlarımla yaptığım aylık konuşmayı birkaç saatte onunlayken yapmıştım. Hiç sıkılmamıştım, kendimi konuşmak zorunda da hissetmemiştim. Konu kendiliğinden sürüklenip gitmişti. Genelde hep sessizliği bozmak için konuşurdum, dolayısıyla da konular ilgi çekici olmazdı. Odama girecek, uyuyacaktım. Kuzey'in yatakta uyuyor olması başka bir ihtimaldi. Ya umursamadan yanına yatacaktım ya da duşa girip suyu açacak, dolmasını bekledikten sonra orada uyuyacaktım. Her iki seçenekte kusursuz geliyordu. Karnımı doyurmak iyi hissettirmişti, sıra dinlenmedeydi.

İçeri girdiğimde ağzım beş karış açıldı, babam yatağımda oturuyordu. Sağ tarafında Kuzey, sol tarafında da Savaş oturmuştu. İkisini de kulaklarından tutuyordu. Savaş kaçmaya çabalamıyordu, Kuzey ise yumruğunu sıkmıştı. Babam bırakmamaya devam ederse o yumrukların yüzüne ineceği ortadaydı. Üçünün de yüzü sinirden kıpkırmızı olmuştu. Yorgan dağıtılmıştı, anlaşılan aralarında büyük bir kavga çıkmıştı. Hepsinden kaçmam imkansızdı, keşke kaçabilecek olsaydım.

"Baba?"

Baba mı demiştim? Ağzımdan kaçırmıştım, Savaş babamın kim olduğunu bilmiyordu. Sayemde o da öğrenmişti. Kendime ne kadar küfür edersem edeyim az kalırdı, son günler de iyice davranışlarımı kontrol edemez hale gelmiştim. Birkaç adım öne gelerek yaklaştım, yine de aramızdaki mesafeyi kapatmıyordum. Babamın bana zarar vermesinden korkuyordum, dayak yemekten. Şiddet uygulamak yapmayacağı bir şey değildi, kimse beni elinden de alamazdı.

Sanki hiç baba dememişim gibi davrandım. "Bay Anthony, burada olma sebebinizi sorabilir miyim?"

Çok mu kaba konuşmuştum? Ya da çok samimi de konuşmuş olabilirdim. Kelimelerimi doğru seçememiştim, daha kibar konuşmalıydım. Kalbimin atış sesi kulaklarımda yankılanıyordu. Bu katiller tarafından kovalanmaktan da korkunçtu. Katille yüz yüze kaldığımda, karşı geldiğimde kurtulma şansım vardı ama babama karşı gelirsem ölümüme sebebiyet vermiş olurdum. Öyle basit yollarla da öldürmezdi, nasıl unutulmaz bir ölüm yaşayabileceksem yaşatırdı.

Savaş'ın kulağını bıraktı. Boş da kalan eliyle Kuzey'in yanağına çimdik attı, hala kaçmak için debeleniyordu. Gülmemek için zar zor duruyordum. Çaktırmadan kolumu sıktım, canımın acısı gülmeme engel olacaktı. "Takımım takımınıza görev vermişti."

Babamla muhteşem yalan yeteneklerine sahiptik. Konuyu anında kıvırmıştı, benim hangi takımdan olduğumu dahi ortaya çıkarmamıştı. "Evet, araştırma yapıyordum."

"Güzel." Kuzey'i de bıraktı, kulağı kan kırmızı hale gelmişti. "Sizinle bunun hakkında özel olarak konuşacağız."

"Nasıl isterseniz." Feci halde ayvayı yemiştim.

Önümden geçerken koluma çarpmıştı. Tehdit ediyordu, ayağımı denk almamı söylüyordu. Son kez Savaş'la Kuzey'e göz gezdirdi. "Bir kıza sahip çıkamadınız." Dışarı çıktı umursamadan.

Yok ben öyle böyle değil, bayağı ayvayı yedim. Koşup kaçsam anında yakalarlardı, ikisi de beni sorguya çekecekti. Kaçmak tek çözüm yoluydu, onda da yakalanma ihtimalim fazlaydı. Hem nereye kadar kaçacaktım ki? Kocaman bir nefes alarak arakama döndüm, anında yanımda bitmişlerdi. Konuşmama beklemeden sorularını sormaya başladılar, kaçmamam için kolumdan tutuyorlardı.

"Hey sakin olun." Daha da yüksek sesle sorularını tekrarladılar. "Tamam, bağırın." Bu sefer susmuştular, demek ki ters psikoloji gerekiyormuş. "Bay Anthony neden buradaydı?" Soruları onlara yönelterek üzerimden çekmeye çalıştım.

İşe yaramıştı, şaşırmıştılar. "Sana demeye çalıştım Jaha, hatta dedim. Seni korumam için bana görev verdiler. Ne halt yemeye haber vermeden gidiyorsun?"

Kuzey'in elini kolumdan itti. "Kızla doğru düzgün konuş." Canımın yanıp yanmadığını kontrol etti. "İyi misin? Uzun süredir konuşup analiz yapamıyoruz."

Kuzey'i konuşmaya dahil etmeyerek yok saymaya çalışıyordu, başarıyordu da. Beni öldürme potansiyeli oldukça yüksek biriyle arkadaşça sohbet edemezdim, artık dostum olarak görmüyordum. "Sonra... Baş başa konuşalım, diyeceklerim var." Konuşmadan soruma cevap vermelerini bekledim.

"Bay Anthony yaşanan son olaydan dolayı küçük öğrencilerle konuşmak için gelmiş." Takmadan yatağın ucuna oturdu. Yerdeki çantasına uzanıp bir paket çikolata aldı. "Güya öğrencilerin psikolojisinin bozulmuş olabileceğini düşünmüş. Kumsal'ın ölmediğini söylediler, hastanede olduğunu." Çikolatayı fırlattığında havada tuttum. "Karnın acıkmıştır." Aynısından Kuzey'e de uzattı. "O öldü, o kollarımda öldü."

Diyecek söz bulamıyordum. Konuşmadım, konuşursam daha da üzülecektik. Açık olan pencereyi kapattım, hava soğumuştu. Elektrikli ısıtıcıyı yaktım, kimse çıt çıkarmaya niyetli değildi. Serçe parmağımın ucunu hissedemiyordum, yeni fark etmiştim. Muhtemelen suya düştüğüm gün olmuştu. Açıkçası ucuz yırtmıştım, çikolatamın paketini açtım. Tok olmama rağmen ısırık aldım, aksi halde bir şeylerin ters gittiğini anlayacaklardı. Savaş'a neden yemediğimi sorarsa açıklardım, asıl mesele Kuzey'in duymasıydı. Kuzey'le aynı oda da kalmak istemiyordum, bana zarar verebilirdi. Savaş çantasından telefonumu çıkarıp bana uzattı, sorgulamadan aldım. Ne şifreyi girebilirdi ne de karıştırmaya çalışırdı. Son gelen bildirimlerimi okudum, hepsi babamdandı. Durum analizi istemişti, ben de cevap veremeyince buraya gelmiş olmalıydı.

Küçük çocuk gibi başıma bakıcı dikmeleri hoşuma gitmemişti, konuşup halledecektim. Çikolatamdan bir ısırık aldım. Tadı güzeldi, yabanmersini aromalıydı. Yürürken ayağımın altındaki tahtalar gıcırdıyordu, koridordan gelen sesler durmuştu. Odama döndüğümde büyük bir analiz yapacaktım, duvarımda kocaman bir şema oluşturmayı planlıyordum. Kimin kim olduğunu iyice inceleyecektim. Antrenmanlarda nelere dikkat etiklerini, neler kullandıklarını inceleyerek dahi güçlerini ortaya çıkarabilirdim.

"Kuzey bana söylemek istediğin bir şey var mı?" Gözlerinin içine baktım, hareketlerini takip ediyordum. Yalan söyleyecekse yakalayacaktım. "Benden bir şey saklıyormuşsun gibime geliyor. Yani takımın, özel gücün, görevlerin dışında bir şey."

Merakımı anlayamamıştı. "Senden elbette bir şey saklıyorum Jaha, herkes takım bilgilerini birbirinden saklar." Bedeninin yönünü bana döndü. "Ne demek istiyorsun ki?"

"Hiçbir şey." Sinirime hakim oldum, nasıl bu kadar sakin kalabiliyordu. Basbayağı arkadan iş çevirmişti. "Benden uzak dur. Seni uyarıyorum, benden uzak dur. Ne diye beni koruman için görev verdiler? Başını antrenmanlardan sadece sarışınlar için kaldırırsın. Hala beş yaşındaki çocuklar gibi davranıyorsun, asıl korunması gereken sensin."

Ağzıma ne geliyorsa söyleyecektim. Madem düşmanımı kendine dost belirlemişti o zaman benimle de arkadaşlığı bitmeliydi. Bir nevi ona iyilik yapıyordum, bu oyundan kurtarıyordum. Üzerime doğru yürüdü, dudaklarını bastırıyordu. Kendini zar zor tutuyordu, keşke bana zarar vermeye kalksa diye düşündüm. Tadını çıkara çıkara döverdim. Asla unutamayacağım sayılı günlerden olurdu. En kötü ihtimalle de o beni döver, görevini uygulayamadığı için cezalandırılırdı.

"Sürekli zekamla dalga geçmeyi kes!" Bir karış ötemdeydi. "Anladık Jaha, sen çok zekisin. İtiraf etmeliyim ki zekana bayılıyorum, muhteşem bir zekaya sahipsin ama artık yeter!" İşaret parmağını tavanı gösterecek şekilde kaldırdı. "Senin için yetersiz olabilirim ama bunu defalarca kez öğrenmek zorunda değilim."

Kendimin hiçbir zaman zeki olduğunu iddia etmemiştim. "Barbie bebeklerinle oynayamaya devam et." Ona yüz veren kızları kastetmiştim. "Bana aşıkmışsın numarası yapmayı da kes. Beni kandırmazsın, seni tanıyorum. Küçüklüğümüzden beridir tek bir kişiyi gerçekten sevmedin." Ayağımı yere vurdum. "Ya insan da azıcık gurur olur, bari çocukluk arkadaşını kandırmaya çalışmazsın."

"Tamam, senden hoşlanmıyorum. Oldu mu?" Aramızdaki kalan mesafeyi de kapatmıştı. Bedenlerimiz birbirine yapışıktı. "Böyle mi diyeyim yani? Sana yalan mı atayım?" Yutkundu, sesi titriyordu. "Biliyor musun sürekli küçüklük arkadaşım olduğunu söylüyorsun. Beni azıcık bile tanısaydın yalan atmaktan ne kadar nefret ettiğimi bilirdin. Bunca yıldır hakkımda en ufak bir şey öğrenememiş olman acı verici."

Kendisi çok mu şey biliyordu da benim hakkımda böyle konuşuyordu? Kahkaha attım. "Madem öyle... Birinden hoşlanmak için bir şeyini sevmen, beğenmen gerekir. Bana tek bir neden söyle. Yalnızca bir neden."

"Aklım almıyor, delirmek üzereyim." Sinirinden dolayı göz teması kuramıyordu. "Birçok nedenim var Dwan, oldukça fazlalar. Hissedebiliyorum ama neden olduğunu ben de bilmiyorum, keşke bilsem." Nefesi soğuk yanaklarımı ısıtıyordu. "Öğrenmeye çalışıyorum, öğrendiğimde de o şey her neyse yok etmeyi deneyeceğim emin olabilirsin."

Sinirli insanlar kolay kolay etrafındakileri fark edemez, daha önce de demiştim. "Ne güzel, bol şans diliyorum. Peki ya o mavi saçlı kız?" Son sorum tamamen yalandı, kız arkadaşı yoktu. Elimi onun koluna koydum, yavaşça yaklaşacaktım. "Senden hoşlanıyormuş, bence bir şans verebilirsin."

Her kavga ettiğimizde içim içimi yiyordu. Kalbim acıyordu, aramızdaki bağı çözememiştim. İkimiz de nefretimizi kusuyorduk ama ikimizden biri zarar gördüğünde anında yardıma koşuyorduk. Elim yavaşça beline doğru kaydı, göz temasını kesmiyordum. Sinirinin geçmesine izin veremezdim, kasanın içinde ne saklıyorsa öğrenecektim. Cepçilik işinde oldukça iyiydim, aslında hemen hemen her alanda yeterince iyi sayılırdım.

"Kulede mavi saçlı biri mi var? Yeni gelenlerden olmalı. Bir dakika, sen bana neden bunu anlatıyorsun ki?" Arka cebine çok fazla ilerleyen elimi aniden tutmuştu. "Ne yapmaya çalıştığın hakkında en ufak fikrim yok Küçük Hanım."

Hızlıca diğer elimle cebindeki bir şeyi tuttum. Panikle tuttuğu elimi de bırakmıştı. "Savaş koş!"

Geriye atılıp koridora çıktım. Aşırdığım eşyası bir tür anahtarlıktı. Toplam üç anahtar barındırıyordu, biri kuledeki odasının anahtarıydı. Diğerinin nereyi açtığını bilmiyordum ama odasındaki sandığı açtığına emindim. Kuleye döndüğümde neler olduğunu teker teker açığa çıkaracaktım. Şimdiyse beni öldürmek için gelen Kuzey'den kaçmalıydım. 


Selamlar, nasılsınız? Bölümü sevdiniz mi?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top