Tehditler


🌹🍁Tatlı okumalar diliyorum, yorumlarınızı ve oylarınızı lütfen eksik etmeyin. <3 

Camın ardındaki ekrana bakıyor, yukarı aşağı hareket eden yeşil ışığı izliyordum. Ara sıra duyulan konuşmaları saymazsak ortam oldukça sessizdi. Asker üssündeydik, babam beni henüz sorgulamamıştı. Buraya gelmek için iki saat yürümem gerekmişti. O sırada da Kuzey'e yapılan yardımların çoğu bitmişti, tabi henüz uyanmamıştı. Babam ikide bir geliyor, bana bağırıyordu. Gecem ya odanın yakınında ya da odanın içinde geçmişti. Açık konuşmalıydım, artık çok da umurumda değildi. Hele ki gün ışıkları tüm şehri aydınlatmaya başladığında korkum iyice azalmıştı. 

Otomat makinesinin yanındaki üçlü koltukta oturuyordum. Telefonumu yatay tutmuştum, favori oyunlarımdan biri olan Mope.io oyununu oynuyordum. Etrafımdan geçen kişiler saatlerdir neden burada durduğumu merak ediyor, gözlerini üzerimden ayırmıyordu. Oyunun sesini sonuna kadar açmıştım, onlar beni sinir ediyorsa sıra bendeydi. Zaten ses hastaların odalarına girecek kadar yüksek değildi. Dik oturmuyordum, iyice yayılmıştım. 

Koridorun sonundaki siyah kapılı odadan babam çıktığında diyeceğim şeyleri hazırladım. "Baba, acaba aynı şeyleri tekrarlamasan mı? Biliyorum yaptığım hata, biliyorum takımın başını derde soktum, biliyorum çok sorumsuzum, biliyorum gözünü kara çıkardım, biliyorum bir daha asla yapmamalıyım ve biliyorum ki berbat cezalar alacağım. Lütfen konuşmanın bu kısımlarını geçelim, bana cezamı verin." 

Hayatımda ilk kez bu kadar çok ceza almak istemiştim. Can sıkıcı konuşmayı uzattıkça moralim bozuluyordu. Daha fazla dinleyerek berbat hale gelmek istemiyordum psikolojik olarak. Kuleye döndüğümüzde moralim iyice yerle bir olacaktı, üstelik orada da ceza alabilirdim. Öte yandan belki de bu konuşmaları hiç kafama takmamalı, yalnızca kendi istediklerimi düşünmeliydim. Sonuçta babam hiçbir zaman kızının psikolojik durumunu fark etmemişti, özel gücümle ilgili hayaller görmeye ilk olarak on dört yaşımda başlamıştım. Birkaç canavar koridorda öylece belirmişti, çığlıklarımla herkesi uyandırdığımda benimle dalga geçmişlerdi.

İşin en kötü yanı gerçekten paranoyaktım, bazen canavarlar üzerime doğru gelir ve beni öldürmeye çalışırdı. Kemiklerin canlanıp zarar verdikleri, her yerimi kestikleri oluyordu ama gerçek mi yoksa rüya mı olduklarını anlamak için onlardan önce kendime zarar vermem gerekiyordu. Minik bir çizik yeterliydi. Kavgalarda vücudumda oluşan  yaralar dudak patlamaları, kaş yarılmalarından ibaretti: Çoğunlukla hiç yüzümden eksik olmazlardı, biri iyileşince yeni bir tane daha edinirdim. Eskiden babamın tenimdeki yaraların dövüşürken kazandığımı sandığını düşünürdüm, bu yüzden bir şey demiyor olmalıydı. Büyüdükçe de asıl gerçekleri anlamıştım.

"Bana karşı kibirleniyor musun sen?" Kollarını önünde buluşturdu. Dizlerinin altına kadar pelerin misali uzanan siyah kabanı adeta kişiliğini yansıtıyordu. "Sorumsuzsun."

Derince nefes aldım, tüm yaptıklarımla babamın gözünden düşmüştüm. "Ben... Özür dilerim." Telefonumu kapatıp yanıma bıraktım. Oturduğum yerde dikleştim, ellerimi cebime koydum. Elime ilk gelen kemik parçasıyla oynamayı planlasam da yanıma almayı unutmuştum. "Ama yapmam gerekiyordu."

"Kim olduğunu unuttun mu?" Şu ana kadar hiç sesini yükselttiğini duymamıştım, bu ilkti. İnsanlar ne olduğunu merak etse de kovulurum korkusuyla oralı değilmiş gibi davranıyorlardı. "Sen benim kızımsın, ayağını denk al! Başkasının kızı değilsin." Ritmik şekilde beni alkışladı. "Bravo sana." 

Başkalarının önünde ağlamamak altın kuralım olmasaydı ağlamıştım. "Bravo bana." 

Lafım daha da sinirlenmesini sağlamıştı. Odasına geri giderken minik bir küfür mırıldanmıştı. İnsanların yeniden yanıma toplanmıştı. Telefonumun ekranındaki  kaybettiniz yazısı artık oyuna devam etmemem için işaretti. Hem bacaklarım da uyuşmaya başlamıştı. Son kez mesajlarımı kontrol ettim, yeni bildirim gelmemişti. Savaş'ın uyanmış olması lazımdı.

: Hey dünkü fotoğrafla ilgili bir şey bulabildin mi?

Savaş: Pek değil. Kuleye döndüğünde konuşsak daha iyi olacak. 

: Pek değil? Yani bir şeyler buldun?.. 

Mesajıma görüldü atmıştı, cevap yazamamaktan nefret ederdi, çok yoğunum demesinin başka yoluydu. Ekstra antrenmanlarla boğuşuyor olmalıydı veya kulede sorun çıkmıştı. Sahi... Biz gittikten sonra neler olmuştu? Yakalanmadığımızı ummaktan başka çarem yoktu. Telefonumu kapatıp cebime yerleştirdim. Yanık kıyafetlerimi değiştirmiş, eski stil kıyafetler giymiştim. Üzerimdeki kadife rengi bluz kollarımdaki tüm yaraları saklıyordu. Altımdaki dar siyah kot pantolon ise sıkmıştı, sürekli spor yaptığım için bacak kaslarım birçok kadına göre daha fazlaydı. 

Yerimden kalkıp Kuzey'in kaldığı odaya gittim. İçerisi buram buram dezenfektan kokuyordu. Perdeler açılmıştı, içeriye gün ışığı giriyordu. Camın önüne de kargalar konmuş, beni gördüklerinde uçup uzaklaşmışlardı. Yatağın yanında duran lacivert, saten kumaşlı sandalyenin yönünü Kuzey'e çevirdim. Oturmadan önce ne zamandır açık olduğunu bile bilmediğim eski televizyonu kapadım.  

Çarşaflar, duvarlar, zeminler aynı tonda kahverengiydi. Sanırım amaçları hastaları öldürmekti. Bu berbat dizayn edilmiş oda da kim olsa ölmek isterdi. Yatakta yatan Kuzey'e göz gezdirince güldüm. Dün gece sargı bezleriyle sol elini sıkıca bağlamıştım. Kaçmaması için yapmamıştım, insanlara saldırmaması için yapmıştım. Özellikle de yaptığım iğneden sonra saldırma ihtimali epey fazlaydı. 

Ten rengi eski haline gelmişti, üzerinde hastane kıyafeti vardı. Yatağının hemen uç kısmına siyah gömlek, siyah kot pantolon, siyah spor ayakkabı bırakılmıştı. Esnerken göğsünün bir tık ani şiştiğini fark ettim, diğer tüm nefesleri normaldi fakat o garipti. Başta sorun çıktığını sanmıştım, monitör ekranına baktığımda uyuyor numarası yaptığını anlamak zor olmamıştı. Verilen ilaçların etkisinin bu kadar hızlı geçeceğini beklememiştim. 

 "Uyumadığını biliyorum." Sandalyeye oturdum. "Sakin kalırsan her şeyi anlatırım, sakin kalmazsan suratıma yumruk atana kadar beklerler, ardından seni kafandan vururlar." Yalnızca bir elini bağlama sebebim, gerçekten saldırmayı deneyip denemeyeceğiydi. "Artık uyanabilirsin Uyuyan Güzel."

Kafasını bana doğru çevirirken "Nerden anladın?" dedi. 

Sorusuna yanıt vermedim. "Ah... Aslında... Zekiyim, akıllıyım demek isterdim ama bugün daha fazla yalan atamam." 

"İyiyim, gayet iyiyim." Yerinde dikleşmeye çalıştığında yine gülmüştüm. "Bakıyorum da hiç gecikmemişsin, ellerimi bağlamışsın. Tebrikler Jaha." 

Gururla gülümsedim. "Elbette." İkimizin de konuşması ironi anlamındaydı, ciddi değildik. Yatağının ucunu işaret ettim. "Kıyafetlerin." Neler olduğunu merak ediyordu, ağzını açmasına fırsat vermeden konuşmaya devam ettim. "Şimdi sen sormadan anlatmaya başlayayım öyleyse: Öncellikle iğneyi yaptığımdaki acıyı düşündüm. Defalarca kez kendime bu iğnelerden yapmıştım, çok acıtmıyor. Eh... İşte sen bay muhteşem yeteneksiz yalancı olduğun için inlemelerini duymak zor değildi. Yani demek istediğim iğne acısı o an çektiğinin yanında çimdik atmak gibi kalırdı."

Elimi omzuna koydum. Yüz ifadesini değiştirmemeye çalışıyordu, benim psikolojide iyi olduğumu çözmüştü. "Devam et." 

"Ayrıca minik inlemelerini hep duydum, güya yalan atmadığını söylüyorsun. Acı çekmiyorum demiştin." Arkama yaslandım, kargalardan biri cama çarptığında ödüm kopmuştu. "Kendim yaralanmışım gibi gösterdim kısacası."

Konuşurken bakışları bir an olsun dudaklarımdan, gözlerimden ayrılmamıştı. Amacı hakkımda bilgi toplamak olsa da başaramıyordu, amacına ulaşamayışı gittikçe mutlu olmama yol açmıştı. Moralim yavaş yavaş düzeliyordu. Yüzümün önüne düşen yanık saç tutamlarını düzelttim. Karnım acıkmaya, uykum gelmeye başlamıştı. Yaşamak çok yorucuydu. 

Pis pis sırıttım. "Asker teknolojisiyle ameliyat oldun, karnına dikiş attılar." Hızlı hızlı konuşuyordum. "Karın kaslarında dikiş izleri var. Şansına küs." Küçüklüğümden beridir hiç atmadığım kadar büyük bir kahkaha attım. "Artık kız tavlamaya çalışırken kaslarından faydalanamayacaksın." Kendime hakim olamıyor, sürekli gülüyordum. 

Kızacağını düşünmüş, yanılmıştım. Gülerek karşılık vermişti. "Demek onları gördün Küçük Hanım." Sinir bozucu ifadeyle beni baştan aşağı süzdü. "Nasıllardı? Güzeller miydi?" Bağladığım sargı bezini tek seferde kopardı. "İstersen başka zaman detaylı olarak gösterebilirim." 

Cevap vermek yerine iç çektim. Henüz saldırmamış olması, saldırmayacağı anlamına gelmezdi. Gözlerimi üzerinden kaçırmıyordum. Hastane kıyafetini çıkarıp bırakılan kıyafetleri giymeye başladı. Daha gidebilecek durumda olduğuna karar vermemiştik, ayağa kalkabiliyor olsa da bu onun kendisi hakkında yalan attığı gerçeğini değiştirmiyordu. Uzun lafın kısası durumu kötüyse de iyiyim derdi. Son iki gündür öğrendiğim tek şey: Kuzey'in cidden de yalan atmıyor olmasıydı ama kendisinin iyi olup olmadığı yalan atmama kuralına dahil değildi.

Aniden dikkati bana kesildiğinde göz göze geldik. "Sanırım beni yarı çıplak izlemeyi sevdin." Yeniden kahkaha attı. 

"Ya... Ya... Ne demezsin. Ha bu arada söylemeden edemeyeceğim. Sen nasıl bu berbat laflarla kızları düşürdün? Kendine daha iyi yöntemler bulmalısın yoksa bir avuç salak dışında elinde bir şey olmayacak." Pencereye doğru ilerledim. "Gücünü topladığına göre artık gidebiliriz. Aksi halde kuleden önce babam beni öldürecek." 

"Bir dakika Küçük Hanım..." Ağzı beş karış açık kalmıştı. "Şu sana bağıran herif baban mı?" Ellerini beline koyduğunda tam bir dedikoducu kız olmuştu. "Eğ... O Asker takımının kurucusu." 

"Seninle açık konuşacağım." Üzerine doğru yürümüştüm. "Bugün öğrendiklerin hakkında tek bir kelime edersen, ağzını azıcık bile açarsan ölürsün." Üç adım mesafe kalana dek yakınlaştım. "Anladın mı kız avcısı?" 

Kalan mesafeyi de kapattı, dediklerimden çok yeni lakabından hoşlanmamışa benziyordu. "İlk olarak birini elde etmeye çalışmıyorum, amaç da bu zaten: Biri senden hoşlandığı an kaçmak." Tavana diktiği mavi gözlerini gözlerime kenetledi. Savaş'ın gözleri okyanus mavisiydi, onunkiler deniz mavisi. Birçok insana göre ikisinin arasında fark olmasa da şu an net şekilde anlayabiliyordum. "Bilmem, yürüdüğüm herkes benden hoşlandı. Hiç yöntemlerimi geliştirme ihtiyacım olmadı." Sanki az önce olan tüm tartışmayı unutmuştu. "Sırf senin için kendimi geliştirebilirim." 

Anlık olarak dilim tutulmuştu.  "Bol şans Uyuyan Güzel." 

Kimseye güvenmemeyi huy edinmiştim, hayatta kalabilmemi sağlayan altın kuralımdı. Karşımdaki kişi katil olabilirdi, katile yardım eden kişi de çıkabilirdi. Ne olursa olsun güvenmeyecektim, kalbim kolayca birilerine ait olamazdı. Kulede biriyle çıkmak zorunda kalsam listemdeki son kişi olurdu. Yangın olayından dolayı ünüm artmıştı. Yeni hedefi olmak şaşırtıcı değildi. Tam o an karar verdim, oynayacaksa ben de oynayacaktım. Eski kişiliğine, eski arkadaşıma geri döndürmek için elimden ne geliyorsa yapacaktım. 

Televizyonun altındaki telefon çaldı, Kuzey kendi telefonunu tanımıştı. Arayanın kim olduğunu bana da gösterdi, Toprak'tı. Ardından aramayı açtı. Kulede sorun çıkmış olabilirdi, yakalanmış dahi olabilirdik. "Ne?" Duydukları karşısında afallamıştı. "Jaha'nın odasında ceset mi bulmuşlar? Ben doğru mu duydum?"

Nasılsınız?

Bu kısa bir bölümdü ama ana bölüm olmaması için erkenden atayım dedim, hem de size bir bölüm borcum daha vardı. 💗💖 Düşünceleriniz neler bölüm hakkında? 



Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top