Mermi
Ne uçakta ne de hava alanında tek kelime etmemişti. Tüm gece boyunca yarın sabah ki uçağı beklemişti, uyumamıştı. Gizliden gizliye hareketlerini takip ediyordum, zor da olsa ne sakladığını öğrenecektim. Eski sırlarımız kapalı da kalsa artık aramızda yeni sırlar olmasını istemiyordum. Sırlar her daim belaya neden oluyordu. Öfke, telaş, korku hepsini aynı an da yaşıyordu. Peşindeydim, aramızdaki mesafeyi kapatmaya çalışıyordu. İzin vermiyordum, kolayca kurtulamazdı.
"Bak, bana ne olduğunu anlatabilirsin." Olabildiğince sakinleştirici bir ses tonuyla konuşmaya çalışıyordum. "Sır taşımayacağımı biliyorsun, bırak yardım edeyim."
Aramızdaki mesafe bazen beş metre kadar oluyor bazense iki metreye kadar azalıyordu. "Sana söyleyemem Jaha, bu benim görevim!"
Durum daha da kötüleşiyordu, onu telaşlandıran şey her neyse bana bağırmasını sağlamıştı. Kuzey ben tartışmadıkça, kavga başlatmadıkça bana bağırmazdı. Artık kesinlikle ne olduğunu öğrenecektim, aksi halde içim içimi yerdi. Genelde güvenlikten geçerken her şeyin bittiğine emin olmak için bir süre oyalanırdı, şimdiyse neredeyse üstünün aranmasına dahi izin vermeyecekti. Tam gitmek üzereyken aniden durmuş, görevliye pis bakışlar atarak üzerimi aramasını beklemişti.
Yine o tacizci görevliydi, çok kişi olduğumuz için -arkadan başka öğrenciler de geliyordu- bana zarar vermemişti. Tek kişi olsaydım, bana zarar vermeye kalksaydı bile onun kolunu kırardım. Kuzey işlemin bittiğinden emin olur olmaz koşuşturmayı sürdürdü. Tamam, en azından hâlâ beni korumaya çalışıyordu. Korkudan dolayı tamamen kendini kaybetmişti. Ultra ağır çantama rağmen aramızdaki mesafe aşırı derecede artmıyordu. Yine de böyle devam ederse nefes alamayıp yere yığılacaktım.
Bazen antrenmanlarımı artırmam gerektiğini düşünüyordum, yorulmadan koşabiliyordu. Bense ölmek üzereydim. Asansöre bindiğinde beklemeden düğmeye basmıştı. Evet, sinirlenmem için başka bir nedenim daha olmuştu. Gelecekteki sevgilim benden her şeyi saklayan biri mi olacaktı? Bu tarz birine katlanamazdım, ya aramızı düzeltecektik ya da başka yollara bakacaktık. Çantamı yere bıraktım, içinde kıyafet dışında önemli eşyalarım bulunmuyordu.
Merdivenleri tırmanmaya başladım. Doğru duydunuz merdivenleri tırmanıyordum! Hemen yanındaki asansör doluydu, tam tersi yönde kalan iki asansörün de arızalı yazısı çıkarılmamıştı. Resmen hayatımda hiç yapmadığım işkenceleri aynı an da çekiyordum. Her nefes alışımda ciğerlerimin kesildiğini hissediyordum, ter nedeniyle sırılsıklamdım. Banyo yapmam gerekecekti. Kalp atışım kulaklarımda yankılanıyordu, damarlarımdan geçen kanları hissedebiliyordum.
Amacım yalnızca yardım etmekti. Birlikte sorununa çözüm arayabilirdik, gerçek çiftler bunu yapmaz mıydı? Benden sır saklamasına anlam veremiyordum, madem bilgi taşımamdan korkuyordu o zaman neden sevgili olmak istemişti? Gerçekten seven biri karşısındaki insana güvenmez miydi? Daha beşinci kata ancak çıkabilmiştim, bayılmak üzereydim. Başım dönüyordu. Kendimi zorlayarak iki kat daha çıktım. En sonunda pes ederek merdivenlere oturdum.
Karnım ağrıyordu, sanki onlarca bıçak saplanıyordu. Ne kadar önemli olursa olsun Kuzey'i bulduğumda öldürecektim. Tabii o an yeteri kadar gücüm kalırsa yapabilirdim. Yaklaşık otuz saniye boyunca öylece durdum, gözlerimi kapatmıştım. En az beş dakika boyunca dinlenmeliydim, yapamıyordum. Duvardan destek alarak ayağa kalktım, yavaş da olsa ilerliyordum.
"Elime geçtiğin an da seni öldüreceğim." Boğazım kurumuştu, feci halde susamıştım.
Zaman geçtikçe ne sakladığını merak etmeye başlamıştım. Hızımı artırdım, nereye gittiğini bilmesem de ilk olarak odasına gideceğini düşünüyordum. Ne saklıyorsa önce davranmalıydım, etrafımdan geçip giden insanlar beni baştan aşağı süzüyordu. Aralarında fısıldaştıklarını duyuyordum, anlaşılan hâlâ Kuzey Avcı'nın sevgilisi dedikoduları bitmemişti. Hakkımda attıkları onlarca yalana sadece gülebilirdim. Belki de babamla aramın kötüleşmesinin temel nedeni onlardı.
Sonuçta artık kolay kolay bilgiye ulaşamazdım, herkes tarafından tanınıyordum. En küçükler dahi kim olduğumu biliyordu. Yandığım zamandan kalan bazı minik izler de duruyordu, hepsi Kuzey yüzünden olmuştu. Umurumda da değildi, artık o faslı geçeli çok olmuştu. Kötü davranmadığı, arkamdan iş çevirmediği sürece başıma açtığı belaları takmayacaktım. Tabi ki yaptığı pislikleri araştıracak, aslını dinleyecektim.
Sadece sevildiğimi hissediyordum. Her sarıldığında veya kokumu içine çektiğinde gülümsememi zar zor zapt ediyordum. Kokum muhteşem bir koku da değildi, normal bir insanın kokusuydu. Gene de büyüleniyordu, yanındayken muhteşem bir varlıkmışım gibi hissediyordum. Bana zarar vermesinden korkuyordum, ilk kez biri tarafından ihanete uğramaktan bu denli çok korkuyordum. Karşımdaki o olmadığı sürece kim olursa olsun başa çıkabilirdim.
Hayalimdeki erkek tipini sorması çok tatlıydı. Aklımdaki maddeleri söyledikçe uygun olup olmadığını kontrol etmişti, gözlerinden anlamıştım. Kusursuz güzellikteki gözleriyle bana baktığı her an diğer insanlara baktığından çok farklıydı, sevdiğini hissedebiliyordum. Asıl mesele ne boyutta sevdiğiydi. Bir insan hiç görmediği sokak hayvanını da aşırı derecede sevebilirdi, benim için kurşunun önüne atlamıştı. Başkaları için yeterli bir sevgi boyutuydu, herkes için aynısını yapabileceğini düşünüyordum. Bazı çocuklar kuledeki herkesi korumak için elinden geleni yapardı. O kurtarılması gereken kişilerden olmamalıydım.
Kuzey'in odasının yer aldığı kata geldiğimde zar zor odasına gittim. Amacım kendimi boş bir yatağa atıp birkaç saniye boyunca soluklanmaktı, odanın sahibi arkadaşlarım olduğundan kimseye hesap vermek zorunda değildim. Kapı açıktı, korkum ikiye katlanmıştı. Hiçbir zaman kapıyı açık bırakıp gitmezlerdi, ne olduysa içeride sorun olmuştu. Acaba Toprak'ın başına mı bir şey gelmişti?
Hayır, Toprak zarar görseydi Kuzey kendini tutamazdı. Ağlamaktan daha beter hale gelirdi, başka bir şey olmuş olmalıydı. Belki de Toprak onu uyarmıştı. İki arkadaşımla ilgili gerçeği aynı an da öğrenemezdim. Bilgi sahibi olmak istesem de tek seferde olmasına zihnim katlanamazdı. İçeri girdiğimde ilk gördüğüm şey arkası dönük olan Kuzey ve duvardan uzaklaştırılmış yataktı. Kasanın da ağzı açıktı, demek ki bu denli korkmasını sağlayan şey kasanın içindekilerdi.
Kapının eşiğinde durmamak için biraz da ilerledim, Kuzey'den dört adım kadar uzaktım. Geldiğimi fark etmemişti. Her yere eşyalar saçılmıştı, oldukça dağınık gözüküyordu. Kasanın içindekileri karıştırıp lanetler okuyor, küfürler ediyordu. Arkası dönüktü, birkaç adım daha yaklaştım. Beni hâlâ fark etmemişti, ses çıkarmamaya da çalışmıyordum. Normal davranmıştım, hafifçe yan durduğunda elindeki silahı gördüm. Kasaya sokmuştu, kurşunları teker teker saydı. Çıkan metallik ses kalp atışımla doğru orantılıydı. Kasayı kapattığında konuşmam gerektiğini anlamıştım.
"Ne var orada!"
Korkuyla arkasını döndü. "Jaha? Sen burada mıydın?"
"Onlar ne?" Sorularımın cevaplarını alacaktım. "Dediklerimi tekrarlatma."
Sırtını tamamen kasaya yaslamıştı. "Önemli bir şey değil." Hafifçe kolumu ittirdi. "Hadi gidelim biz, kulede neler olduğuna bakalım."
Sakladığı her ne ise görmemden aşırı derecede korkuyordu. Yani sırrı benimle ilgili bir şeydi. "Ya buradan çekilirsin ya da ben seni çekerim!"
Öfkelenmişti, kolumu tutup biraz daha uzaklaştırdı. İstesem de direnemiyordum. "İnan bana beni çekemezsin."
Eh, birileri kalbinin kırılmasını hak etti. "Ah!" Boş kalan elimle koluma atıldım. Canımı yakmaya dahi cesaret edemeyen bir beyefendiyi ancak numara yaparak yenebilirdim. "Canımı acıttın." Geri çekilmedim, cidden de acı çekmişim gibi yüzümü buruşturdum.
"Ö-özür dilerim." Fark etmeden biraz yana doğru kaymıştı. "Tam bir aptalım yemin ederim."
Gözlerinin içine baktım. Her şeyi ucu ucuna anlamıştım. Kanada'da benden saklamaya çalışmıştı, kasanın sesini duyduğumu zamanı hatırladım. O an da bile numara yapmıştı, hiçbir zaman öğrenmemi istememişti. Görevi bendim, beni öldürmekti.
Gözyaşlarımı engel olmadım, o da ağlamaya başlamıştı. "Nasıl yaptın bana?"
Sonsuza kadar susmasını istiyordum. Dediklerinin hepsi yalandı, konuşsa bile ne olurdu ki? Toprak'ın yatağının ucuna oturdum. Ayakta kalacak gücüm yoktu, hem koşuşturma yüzünden yorulmuştum hem de duyduklarım hislerimi öldürmüştü. Gözlerine bakmıyordum, öfkelenmiştim. Bir kaşık suda boğup öldürebilirdim. İlk olarak işin aslını öğrenecektim, kimin bu görevi verdiğini bilmeliydim.
Ardından da Kuzey Avcı'yı öldürecektim, kafa kafaya dövüşmek aptallıktı. Yediği veya içtiği bir şeye zehir katabilirdim, en mantıklı yoluydu. Acı çekmesine izin vermeden en kısa şekilde ölmesini sağlayacaktım. Kuledeki katil olma ihtimali de epey fazlaydı, yalnızca kasaya silah saklarken görmüştüm. Gerçeği bilmiyordum. Nefesimi düzenledim, yeterince moralim bozulmuştu. Ona bakmıyor olsam da hareketlerini takip ediyordum, her an beni öldürmeye çalışabilirdi.
"Gerçekten yapmayacaktım." Yatağın öbür ucuna -kasaya doğru olan tarafa- oturdu. "Seni seviyo-"
"Kes."
Yalanlarını duyamazdım. Kulaklarımı tıkamak, kaçmak istiyordum. Gerçekten yapmayacaksa yakalandığında niye paniklemişti? En başından beridir benden saklamasaydı birlikte çözüm yolu arayabilirdik. Artık zamanımız olduğunu sanmıyordum, muhtemelen görevinin sonuna gelmişti. Hatta ekstra olarak verilen görev aşım süresini de geçmiş olmalıydı. Görevini başarıyla bitiremediği için başkasına verilecekti. Yani peşime başka bir sapık düşecekti.
Eğer suç üstü basmamış olsaydım bitmiştim. En azından yakında bana saldıracak olan kişiyi haklayabilirdim. Öte yandan A.S.K.E.R'in neden böyle bir görev verdiğine anlam veremiyordum. Onlar için oldukça başarılı bir öğrenciydim, tüm görevlerimi aksatmadan yapıyordum. Değerimi bilmemişlerdi, peki ya Kuzey'in aşkı?.. O da mı gerçek değildi? Gerçekse dahi artık ondan nefret ediyordum. Herkese bağıra bağıra aklımdan geçenleri diyebilirdim.
Başkası yerimde olsaydı Kuzey hakkında ne biliyorsa herkese yayardı, küçük düşürmek için elinden ne geliyorsa yapardı. İmkanı varsa saldırır, olabildiğince zarar verirdi. Geri zekalının önde gideniydim, salak bir aşk uğruna daha önce yapmayacağım şeyler yapmıştım. Yapmaya da devam ediyordum. Koşup kasaya ulaşmak, silahı alıp kafasına iki el ateş etmek istiyordum ama yapamazdım, kalbim izin vermiyordu.
"Anlat." Konuşmalarım artık tek kelimeden ibaretti.
Yatağın örtüsünü sıkmıştı. "Senden hoşlandığım hakkında dedikodular yayıldıktan sonra bu görev verildi. A.S.K.E.R tarafından verilmedi, Siyah tarafından verildi."
"Ne?" Ayağa fırladım, yanına gidip yüzünün tam ortasına yumruk attım. Bu kadar uzun süredir söylememesi sadece aptallıktı.
Kafası geriye doğru düşmüştü. Beni durdurmuyordu, suçunun farkındaydı. "Sadece özür dilerim. Senden saklamamalıydım."
Aklı şimdi mi başına geliyordu? Beyefendinin dedikleri, davranışları birbirine uymuyordu. Aklım almıyordu, kulede ilk kez benden de yalancı biriyle karşılaşmıştım. Yalancıların hepsi Kuzey gibi yalan atmadıklarını savunurdu. Neden şu an inanmıştım ki? Sakin kalıp plan yapmalıydım. Tek başıma savaşacaktım, tek başıma kazanacaktım. Dizlerinin üstündeki ellerine baktım, parmakları titriyordu. O da yapmak istememişti, yine de affedemezdim.
Parmaklarımızı iç içe geçirerek elini sıkıca tuttum. "Görev belgesi veya mesajı var mı?"
Parmaklarını kapattı, elim onun elinin yanında minicik kalmıştı. Dudaklarının üstüne götürüp bir öpücük bıraktı. "Evet, var." Telefonunu çıkarıp ekranı açtı.
Yalnızca görev verilen tarih, görevin ne olduğu, ne zamana kadar yapması gerektiği, neler kullandığı ve görev sonunda geri teslim alınacak eşyalar yazıyordu. Neden yanında silah taşıdığı da gün yüzüne çıkmıştı, en başından beridir beni avlamak için hazırlanmıştı. Onun için bu kadar basit miydim? Öylece vuracak, sonra da işine devam edecekti. Başarıyla görevini bitirmiş olacaktı, bense gözlerimi tamamen kapatmış olacaktım. Bir av hayvanından farksızdım.
Telefonunu elinden kaptım. Başka mesaj olup olmadığına baktım. "Bu bende kalacak." İşimiz bitmeden geri vermeyecektim. "Kaç mermin kaldı?"
Son mesajlarına girdim, başka kişilerle mesajlaşıp mesajlaşmadığını kontrol ediyordum. O da başımda neler yaptığıma bakıyor, elini dahi sürmüyordu. Güvenmediğimi biliyordu, kendisinin güvenilmez biri olduğunu da... Toprak'la olan mesajlarını dahi hızlıca okudum. Alışılmışın dışında konuşmalar yoktu. Bazı minik görev sözcükleri geçse de genelde kulede olan diğer aptal konularla alakalıydı. Son aramalarına, galerisine, silinen resimlerini de kontrol etmiştim.
Gözleri kızarmıştı. "İki adet kurşun, üç adet saçma."
"Karşımda bebek gibi ağlamayı kes." Ağlamasa da o an aşırı derecede sinirliydim. "Kurşunları ve silahı getir karşıma, incelemek istiyorum."
Kalbim paramparça olmuşken başkalarının kalbini önemseyemezdim. İnsanlar sürekli olarak kalbimi kırıyordu, bunu önemseyen de yoktu. Zaten beden acısına alışmamış mıydım? Yalnızca kalbimin acıyıp acımadığını önemsiyordum. Kısacası tek önemsediğim yere nişan alıyorlardı, her defasında da on ikiden vurmayı başarıyordular. Güvenerek sevmek istiyordum, hayat ise tek isteğime her zaman karşı geliyordu. Diğer çocuklar gibi buradan kurtulmayı iple çekmiyordum, sevilebilsem yeterdi.
Silahı önüme getirdiğinde her hareketini izlemiştim, numara yapıyor olabilirdi. Kulede herkes etrafına oyun oynardı. Kuzey'in ajan olduğuna artık emindim, asker olabilecek kadar yeteneksiz bir oyuncu değildi. Benden ne tarz bilgiler taşımış olabileceğini hayal dahi edemiyordum. Asker üssüne geri döndüğümde öğrendiklerimi bildirecektim, Kuzey takımıma da zarar vermişti. Yani öldürülmesi için bir nevi dilekçe yazacaktım. Diana'nın odasında yaptıkları katille ortak yaptığı bir oyun olabilirdi, ki muhtemelen de öyleydi.
Önce kurşunu elime aldım, ağırlığına baktım. Gerçek bir kurşundu, sahte olmasını ummuştum. Hâlâ şaka olmasını diliyordum. Sonra da silahı bacaklarımın üstüne koydum. A.S.K.E.R'in kullandığı silahlar her daim en kalitelileri olmuştu ancak bu silah diğerlerinden de farklıydı, çok pahalı bir markaydı. Eh, iyi tarafından bakacaksak ölümüm için paraya kıymışlardı. Kendime hakim olamadan güldüm, delirdiğimi biliyordum ve bunu saklamaya niyetli değildim.
Mermiyi yerine taktım, Kuzey'e uzattım. "Öyleyse yapıyoruz." Tam karşısına geçtim.
"Ne?" Ah, hadi ama... Anladığını hepimiz biliyoruz, numara yapmayı bırakmalısın. "Sana asla zarar vermem! Görevimin ek süresi birkaç güne bitecek, başkasına verirler."
"Ya öyle mi?" Kahkaha attım. Elindeki silahı almadan göğsüme doğrulttum. "Eminim hiç Sıla'ya yardım etmek için bana zarar vermeye çalışmamışsındır ya da ne bileyim kalbime hiç zarar vermemişsindir!"
Silahı yeniden yere doğrulttu, ben konuştukça güçlü kalamıyordu. Gerçekleri duymak acıtıyor olmalıydı. "Saçmalamayı kes Dwan."
Saçmalamayı kes... Birbirimize bu kadar çok benzerken bu denli kavga etmemiz açıklanamazdı. Ruh ikizimi bulmuştum, belki de kendimle önceden yapmam gereken bir yüzleşmeyi yapıyordum. Birbirimizle yaptığımız kavgalar aslında kendimizle yapamadığımız tartışmalardı. Canımızın yanmasının asıl sebebi yine kendimizdik. Gözlerine baktıkça yıllar önce kendime ruhsal olarak zarar vermemi söyleyen Jaha'yla karşılaşıyordum. Tek bildiğimse o Jaha'nın kaybettiğiydi, her zaman şu an ki Jaha kazanmıştı.
"Yapmazsan başkaları yapacak. Kulede hangi görevin iptal edildiğini gördün?" Açıklama yapmam dahi aptalcaydı, silahı elinden alıp kafama sıksaydım rahatlayabilirdim. "Başkalarını gönderirler, üstelik ceza da alırsın. Geçen aldığın cezayı hesaba katarsak seni öldürürler."
"Sana zarar veremem diyoru-"
"Yani öldürülmeme izin mi vereceksin?" Elimi karnımın üzerindeki noktaya koydum. "Buraya ateş edersen bir ihtimalde olsa yaşama şansım var. Bu bölge de hayati organlar yok. Görevlilere görevini bitirdiğini, diğerlerine de intihar etmeye çalıştığımı söylersin."
Dediklerim ne yalan ne de doğruydu. İlkyardım eğitimlerim sırasında bu tarz bir şey duymuştum ancak doğruluğunu bilmiyordum. Karıştırıyor olabilirdim, panik anında her şey altüst oluyordu. Tek tesellim dediğim her şeye yüzde yüz inanacak kadar aptal olmasıydı. Evet, ilk kez sahte sevgilimin mal olmasına seviniyordum. Birkaç adım daha uzaklaştım, yere düştüğümde kafamı sert bir cisme vurursam beyin kanaması gibi riskler de eşlik ederdi.
"T-tamam, yapacağım." Hazırlanmaya çalışıyordu. "Emin misin?"
Başımı yukarı aşağı salladım. "Doğru yeri vuracağından emin olduğunda ateş et. Yere düştüğümde kanamayı bir nebze engelleyecek bir şey bulup görevlileri çağır."
Konuşamadı, benim yaptığım gibi kafasını salladı. Çok geçmeden kendini toparlamıştı. Silahı bana doğrulttu ve ateş etti. Sesi duyamadan acıyı hissetmiştim. Gerçekten de kurşun sesten hızlı ilerlemişti. Önce dizlerimin üstüne, sonra da tamamen yere düştüm. Söylemeliyim ki vurulmak bedenimde hissettiğim tüm acıların yanında hiç kalırdı. Adeta canlı canlı derim yüzülüyordu. Gözlerimin açık olduğunu hissetsem de göremiyordum. Hissettiğim son şeyse alnımdaki minik öpücüktü.
Selam, nasılsınız bakalım şekerlerim? Umarım bölümü sevmişsinizdir. <3
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top