Maske
Merhaba, hikayeye geçmeden önce arkadaşlarınızı hikayeye etiketleyip birkaç cümleyle tavsiye edebilir misiniz? ❤🥰💗
Eğer birini gerçekten öldürmem gerekirse o kişi Sıla olurdu. Hiç düşünmezdim, vicdanımı bile dinlemezdim. Yaptığı onca kötülükten sonra ne diye acıyacaktım ki? Ona zarar vermemiştim, yaptıkları mantıklı değildi. Birkaç kez neden yaptığını araştırsam da hiç sonuna kadar gitmemiştim. İhtimallerden biri de benim yüzümden olmasıydı, gerçek araştırmalar yapmamıştım.
Etrafta koşuşturanları izliyorum, plan bir: Plan yapamayacak haldeysen zihnini boşaltıp başkalarının hareketlerini yorumla. Ne zaman oyuna atılacağım? Donup kalmış durumdayım, Kuzey ne yapıyor? O en başarılı öğrenci, mantıklı davranması gerekir, şu an olduğu gibi öylece dikilmemeli. İş başa düşüyor, ne zaman insanlara yardım etsem başıma bela alıyorum. Gerçi belayı her halükarda alacağım, en azından kendi bildiğimi yaparken almayı tercih ederim.
Yorgunum: Bedenim değil, ruhum da değil, beynim yorgun. Ne yapacağımı kestiremiyorum, harekete geçmeliyim. İyi de nereden başlayacağım? Havalandırmalardaki gazlar bizi en geç iki saat içinde zehirleyecektir. Ciğerlerimize aniden zarar vermediğine göre yavaş yavaş veriyor olmalı. A.S.K.E.R gelecekteki askerlerinin hepsine zarar gelmesini kaldıramaz, sonrasında hayatta kalanların eski sağlığına geri dönmesi için panzehir yapmıştır. Öyle ummuyorum, ne olur yanılıyor olmayayım.
Yavaş yavaş işe koyulmuştum, işte başlıyordum. Çok nefes almamaya özen gösteriyordum. Havalandırmalardaki gazın zehirli olduğunu çözen tek kişiydim. "Çok nefes almayın! Gaz zehirli."
Sıla'nın geri zekalı erkek kardeşi kahkaha atmıştı. "Yanında hiçbir erkek olmadığına göre senin dudakların da zehirli olma-"
Yumruğumu yapıştırdığımda yanındaki yatağa yıkıldı. Dudağı patlamıştı, Kuzey'in cebindeki çakıyı hızlıca kapar kapmaz boğazına yapıştım. Etraftakiler öldüreceğimi sanmıştı, sakinleşmemi sağlamaya çalışmayan tek kişi Savaş'tı. Beni iyi tanıyanlar kimseye kolay kolay zarar vermeyeceğimi bilirdi. Çakıyı boğazından çekmeden boş da kalan elimle saçına yapıştım. Saçlarından tutarak dizlerinin üstüne kaldırdım, yerde sürükleyerek kardeşinden uzaklaştırmıştım. Kazalar kaçınılmazdı, çakıyı boğazından çektim.
Yan odalardaki öğrenciler de kargaşayı duyup toplanmıştı. "Beni iyi dinleyin. Kimse kimseye zarar vermeyecek! İki kişiyi öldürmemizi istediler, kim zarar vermeye kalkarsa onu öldürürüm." Kuzey korkmadan yanıma gelip çakının diğer ucunu tuttu. "Laflarınıza da dikkat edin!"
Parmağı kanamıştı, yere birkaç damla kan düştü. "Kaostayken aşırı çekici gözüktüğünü söylemiş miydim?" Elim yumuşamıştı, artık sıkı tutmuyordum, şaşkındım. Geri almak için çakısını hafifçe çekmesi yetmişti. "Bana ait olan ben de kalıyor, bana ait olmak istersen orası ayrı tabi." Gülerken göz kırptı.
"Konumuzla ne alakası var?" Numara yapıyordu, bana aşık olamazdı. O herkese yürür, elde edince de vazgeçerdi. Kandırmaya çalışıyordu, ona yüz vermeyerek ilgi alanına girmiştim. "Hayır, sana ait olmak istemem ama sen bana ait olmak istersen hemen mezar taşını ayarlayıp suç aletlerimi getireyim."
"Ölümüm senin elinden olacaksa..."
Tam şu an yüzüne tokat çakılmayı hak ediyordu ama tokat çakacak kızlardan değildim. Kavgaya başladım mı tam başlardım, illaki bir taraf hastanelik olurdu. Yumruğumu sıktım, hareketlerimi inceliyordu. Sinir olmam mutlu etmişti, benimle uğraşmayı seviyordu. Antrenmanlarıma katılmak istememiş miydi? İlk antrenmanımızda ağzını burnunu feci halde kıracaktım. Duygularım kimsenin oyuncağı olmayacaktı.
"Dua et sana dalmıyorum." Arkamı döndüm, yüzünü görmeye tahammülüm kalmamıştı. "Kiminle ne hayal kuruyorsanız bilin ki buradan sağ çıkamazsak o hayalleri yaşamayacaksınız. O yüzden bir arada kalmalıyız."
Askeri sığınaklarda her zaman gaz maskeleri bulunurdu. Yerlerini bulmamız yeterli olacaktı. Herkese yetecek sayıda gaz maskesi olmadığından şüpheleniyordum, öncellik sırası yapmam gerekseydi ilk öncelliği asla kendime vermezdim fakat durumumuz çok farklıydı. Hayatta kalamazsam kimse kurtulamazdı. Benden başka plan yapabilen kişilerin olmaması komikti. Koskoca A.S.K.E.R sisteminde tek zeki öğrenci olamazdım, her daim neyde açık varsa kapatılırdı. O açığın da tek bir zeki öğrenciyle kapatılmayacağı kesindi.
Elbette benden de zeki öğrenciler vardı, aramızdaydılar. Zekalarını beli etmiyorlardı ya da soğukkanlı kalamıyorlardı. Zeki olmama rağmen aptaldım, doğru kullanamıyordum ancak aptallar herkese yardım etmeye çalışırdı. Gaz maskeleri birinci hamle olduğuna göre, ikinci hamlemiz ne olacaktı? Buldum, ilk hamle yanlıştı.
"Hepiniz beni dinleyin!" Bağırıyordum, sesim o kadar yüksekti ki canım acıyordu. "Kameraları herkes görmüştür... Dinleme cihazları olduğu da kesin. Birazdan yazacaklarımı herkes okusun."
Yazı yazabileceğim kalem, kağıt benzeri eşyalar arıyordum. Zoe hem kağıt hem de makyaj kalemi uzatmıştı, davranışı çok sevimli gelmişti. Teşekkür ettiğimi beli edecek bir işaret yaparken uzattıklarını hızlıca aldım. Kameraları kapatmalıydık, içeride neler olduğunu izleyemezlerse ne yaptığımızı da bilemezlerdi. Hepimize aynı an da zarar gelmesi hiç kuşkusuz başlarına bela almaları demekti. Basına ne olduğunu açıklayamazlardı. Kimse kontrolü kaybetmek istemezdi, bense onlara kontrolü kaybettirecektim.
Ekipler kontrol etmek için içeriye girdiklerinde dışarıya kaçmalıydık, plan kısa olsa da uygulaması zahmetli olacaktı, gayet basitti. Kimse düzeni bozmazsa başarılı olacaktık, planlarım şaşmazdı. Aklımdakilere özet şeklinde teker teker yazdım. Okuduklarına emin olduğumda işe koyulmamızı ima ettim. Dinleme cihazları olduğunu kimse unutmamalıydı. Gizli kamera koymuş olamazlardı, askeri sığınakta o derece önlem almazlardı.
"Başına yine bela alıyorsun." Yatak örtüsünü kameranın etrafına sardı, uzun boyu sayesinde çoğu kişinin ulaşamadığı yerlere kolayca ulaşıyordu. "A.S.K.E.R bütün çocukların hayatta kalmasını sevmeyecek."
"Biliyorum, sinir olacaklar." Yüzüme kocaman bir gülümseme yayılmıştı. "Bazılarımızın baş kaldırması lazımdı, o görevi ben üstelendim."
Surat astı, çoktan üç kameranın önünü kapatmıştı. "O zaman gaz maskelerini halletmeye gidin." Kuzey'le beni kast etmişti. İkimiz de konuşmadık, işe koyulmayı tercih etmiştik.
Birkaç adım arkamdan geliyordu. Yüzüne bakmasam da dikkatim ondaydı. Attığı adımların seslerini, nefes alışını, gölgesini takip ediyordum. Korkuyordum, bana zarar vermesinden çok korkuyordum. Hem bedenime hem de ruhuma zarar verebilirdi, ne de olsa eski arkadaşımdı. Asık yüzünü göremiyor olsam da haya edebiliyordum, hangi durumlarda nasıl tepki vereceğini adımdan daha iyi biliyordum. Hakkında bildiğim onca şeye rağmen benim hakkımda minicik bir şey dahi bilmiyordu.
Ne saçmalıyordum? Aptalca davranıyordum, sürekli listeme yeni salaklıklar ekleniyordu. Babamın istediği gibi bir evlat olacaktım, görevler dışında düşünmeyecektim. Yoksa işin içinden çıkamazdım. Kimseyi önemsemeyeceğime yemin ettim. Koridordaydık, askerler yoktu. Boğazımda yanık hissi oluşmuştu, zaman ilerledikçe acı artıyordu. Gözlerim de sızlıyordu.
Önümüzden geçen öğrenci grubu sprey boyalarla koşturmuştu. Herkesin sözümü dinlemesi mükemmeldi. Kaba kuvvet sözünü dinlettirmişti, tatlı dil yılanı deliğinden çıkarmıyordu. Kulenin şartları gerçek dünyadan uzaktı. İşimiz bittiğinde görevlilere şikayet ederlerse hepsini teker teker tehdit edecektim. Öksürdüm, içimde tutamamıştım. Bileğimin iç tarafıyla ağzımı kapattım, hayır bu kadar hızlı etki edemezdi.
"Sanırım dozu arttırıyorlar." Karnımı tuttum, nefesim yetersiz kalıyordu. "Ne yapacağımızı anladılar."
Kolumu omzuna attı. "Hadi."
"Maskelerin nerede saklandığını biliyor musun?" Gelirken yangın söndürücülerinin yanlarında görmüştüm. Başka yerlerde de saklanıyor olmalıydı. Kafasını olumsuz anlamda salladı, o da konuşma taraftarı değildi. "Her neyse beni takip et."
Konuşmak mı istemiyordu yoksa gazdan dolayı mı konuşmuyordu? Mantığım birinciyi savunsa da ruhum ikinci olmasını diliyordu, yanılıyordum. Onun hakkında ne planlarsam, düşünürsem, yaparsam ancak yanılgı içinde olacaktım. Yangın söndürücünün yanına geldiğimizde koruma vitrinini açtım. Gaz maskesinin olduğu vitrin kilitliydi. Söndürücüyü alır almaz vitrine vurdum, kırılmıştı.
Cam parçaları elimin üzerini çizmişti, önemsiz yaralardı. Zaten hep bu tarz kesikler edinmiyor muydum? Neden başka bir etken tarafından olunca üzülüyordum? Kuzey'i süzdüm, iyiydi. Dört maskeyi de eline tutuşturdum, ne yapması gerektiğini anlamamıştı. Oyalanmadan koşuşturmaya sürdürdüm. Binalar ayna gibi çift taraflı yapılırdı, diğer tarafın aynı noktasında yine gaz maskesi bulabilirdik. Ne yaptığını sorarcasına parmağımı şıklattım.
"Maskeni taksana!"
Peşimden gelirken maskesini de takıyordu. "Sen takmadın diye takmadım, takmazsan da çıkarırım hemen." Maskelerden birini uzattı. "Nasıl kullanıldıklarını bile bilmiyoruz."
"Bilmiyoruz kelimesini bir kenara bırakabilir miyiz?" Ellerimi saçlarımın arasına geçirmiştim. "Bu kelime beni sinir ediyor, sürekli beynimin içinde dönüp duruyor." Saçlarımı çekiştiriyordum.
Pek takmadı, bir kavramın insanları deli edebileceğine inanmazdı. "Ayrılalım mı?"
"Olur." Doğu tarafına yöneldim. "En geç on dakika içinde yatak odasında buluşalım."
Depoyu kontrol etmek istiyordum. Askeri sığınaklarda tek bir depo olmazdı, yer altında da depolar olurdu. Oralara nasıl geçeceğimi bilmediğimden dolayı gidemezdim, bir şeyi bilmiyorsam kafamı yormayacaktım. Bildiklerime odaklanmalıydım. Bekle dedim kendi kendime. Yine aptalca davrandım, neden koşuşturuyordum? Ters yöne dönmüştüm, odama gidip çantamı alacaktım. İçindeki kemiklere ihtiyacım vardı. Emirlerime birebir uyacak canavarlar yapabiliyorken ne diye uğraşacaktım ki?
Benim yerime arayabilirlerdi, sesleri iletebilirlerdi. Kemikler canlandığında kimseye yakalanmazsam sorun çıkmazdı, kontrol ederken büyü yapanın kim olduğunu anlayamazlardı. Öldürmek mi istedim? Anında kemiğe dönüşeceklerdi. Kameraları hallettiğimizde askerler içeri girecekti nasıl olsa, üzerlerinde de kullanabilirdim. Bazen görevlilerin masum kişilerden oluştuğunu düşünüyordum. İşlerini istemeyerek yapıyorlarsa teknik olarak ben kötüydüm, suçluydum da.
Parmaklarımın arasından süzülen kan damlaları yere düşüyor, minik kırmızı noktalar yapıyorlardı. Bağrışma sesleri birbirine girmişti, kim ne diyor anlaşılmıyordu. Eşyalar dağılmıştı, tüm örtüler alınmıştı. Çoğu bavul açılmış, kıyafetler götürülmüştü. Çantamı açmadıklarına minnettardım, yatak odasında üç küçük öğrenci dışında kimse kalmamıştı.
İşimi riske atamazdım, koştum. Kameranın olmadığı tek yere gittim, lavaboya. Çantayı gelişigüzel yere boşalttım. Minik mırıltılar çıkarıyordum, Disney prenseslerini andırıyordum (bu benim için çok utanç vericiydi, şarkı söylemekten nefret ederdim). Hangilerini bir araya getirecektim? Keşke yanıma daha da çok kemik alsaydım, yalnızca araştırma görevi olduğundan çok az almıştım. Habeş tavşanına ait olan iki bacak kemiğini yan yana koydum.
Kafatası neyden oluşacaktı? Yunus kafatasını yerleştirdim. Rasgele dört-beş kemik daha eklediğimde işim tamamlanmıştı. Mırıltılar gerekli olmasa da odaklanmama yardımcı oluyordu. Titreşimleri hissediyordum, canlanıyordu. Gözlerim kapalıydı, hareket edişini hissedebiliyordum. Gördüğü her yeri aynı an da ben de görebiliyordum, hareket etmesine izin verdim. Doğruca gaz maskelerini aramaya koyuldu.
Başarmıştım! Sorun çıkmamıştı, gurur duyuyordum. Alnımdan aşağı akan terleri sildim. Kalan kemiklerle de iki küçük canavar yapmıştım: Yüzgece benzer altı bacağı olan, tüysüz canavarlardı. Her uzvunun sonunda küçük dişler yer alıyordu. Kolayca yetişkin bir insanın elini koparabilirlerdi. Hiç benzememesine rağmen Şivava köpeklerini andırıyordu, gözlem yapacaklardı.
Büyük yaratık kurdu andırıyordu. Ön bacakları arka bacaklarına göre uzundu. Sağ ön bacağı pençelerden oluşan eldi. Kürkü metal gibi parıldıyordu. Gözleri ise kıpkırmızıydı. Etrafına simsiyah gölgeler yayıyordu. Mutluluktan çığlık atabilirdim, hepsini kolayca kontrol edebiliyordum. Biri fark edilmeden Kuzey'in yanından geçip gitmişti, yaklaşık sekiz maske daha bulmuştular. Zoe yanındaydı, taşımasına yardım ediyordu.
Yalnızca canavarlarımın gözünden ne görüyorsam o tarafa gidiyordum. İki adet daha gaz maskesi saklanılan yer ortaya çıkmıştı. Öğrenciler çoğu kamerayı kapatmıştı, toplanmalıydık. On dakika dolmak üzereydi, Kuzey birazdan yatak odasına geçecekti. Kalan maskeleri de hallettiğimde gelebilirdim. İkinci kata çıkıyordum. Savaş'la karşılaşmıştım, bana eşlik ediyordu. Konuşmadı, görevlileri saymazsak canavarlarımdan haberdar olan tek kişiydi.
Durdum, sesi benden başkası duymuş muydu? Çaktırmadan Savaş'ı süzdüm, o da durmuştu. Gücümü kullandığımı biliyordu, davranışlarımdan anlamıştı. Canavarlarımın hepsini hareket ettirebiliyordum, biri hariç. Olduğu yerde kalakalmıştı, konuşmaları dinlememi istiyordu. Ortak zihni kullandığımız için karşı gelmeyecektim, demek ki bir bildiği vardı.
"Beni tehdit ediyor, beni tehdit ediyor o aşağılık!" Canavar yavaşça kapının kenarından içeriye süzüldü. Yatağın altına geçti. "Beni bunları yapmam için tehdit ediyor." Kapı kapanmıştı. Sesinden dolayı erkek olduğunu akıl ettiğim çocuk korkuyla kimin içeri girdiğine baktı. "Kim var orada?"
Neyi yapması için kim tehdit ediyordu? Hayır, cümlesini yarım bırakamazdı. Kabul edemezdim, canavarım hangi odadaydı? Nerede olduğunu beli etmesi için dışarıyı çıkmasını emrettim, uymadı. Hâlâ dinlememi istiyordu. Yeniden denedim, olmadı. Mecburdum, yere çömelip basamaklara oturdum. Yalnızca oraya odaklanmalıydım.
"Daha çok kişiye zarar vermeyeceğim. Hayır olmaz." Canavar yatağın altından dışarı çıktığında çocuğun koyu kahverengi saçlarını, turuncu paltosunu aklıma kazımıştım. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. İşte o an canavarımı gördü! Donup kalmıştı. "İmdat! Burada çük bir domuz yavrusu var!"
Domuz yavrusu mu dedi? Tamam, gerçekten komikti. En azından ne olduğunu anlayamadı, canavarım işine koyulmuştu. Dinlenecek önemli bir şey kalmadığını düşündüm, ikinci kattaki maskeleri de alır almaz yatak odasına geri döndüm. Ortalıkta Sıla yoktu, ölmüş olabilir miydi? Hayır, masallar kötü sonla bitmezdi, kurtulmuş olma ihtimallim imkansızdı. Katil neden hiç Sıla'ya bulaşmamıştı?
"Jaha... Planının kalan kısmını öğrenebilir miyim?" Herkes yavaş yavaş toplanmıştı. Eski sayımıza ulaşamamıştık, tahminimce yirmi kişi henüz gelmemişti. Kayıpların arasında Kuzey de vardı.
Maskemi esmer kız çocuğunun eline tutuşturdum. "Doğruca lavabolara! Ben geleceğim."
Tuvaletler kameraların takılmadığı sayılı yerlerden olduğundan bazı kameraları kapatmayı unuttuysak işimize yarayacaktı. Askerler içeri girdiğinde hepimizi bir odada bulursa ne olacaktı? Hah bu çocukların hepsi iyi durumdaymış, hadi bırakalım diye mi düşüneceklerdi? Bize yardım etmeleri gerekirdi, tabii... Oyunu kuran onlardı. Bize gönderdikleri listede yalnızca aynı sınıf düzeyindeki kişiler yer alıyordu. Alt sınıftakilere numara yapıyorlardı. Onları oyunlarına katamazlardı. Diyelim ki katil küçük çocuklardan birini öldürdü, arkadaşlarına bir tür sınavda oldukları söylenecekti. Çocuklar ısrar ederse de ölen kişinin başka kuleye gönderildiği denilecekti, kandırılmak kandırmaktan da kolaydı. Kısacası içeriye bir kez girdiler mi yardım etmek zorundaydılar.
Kimsenin canavarlarımı görmesini umursamıyordum. Hatta bilerek görmelerini sağlıyordum, tuvalete göndermeye çalışıyordum. Yaşı küçük olanlarda anında işe yarıyordu. Sıla neredeydi? Evet, onu herkesten çok merak ediyordum. Sebebiyse hâlâ görmemiş olmamdı. Başına bir şey gelmemiş olması için dua ediyordum, planımı suya düşürmesi an meselesiydi. Adımlarımı yavaşlattım. En büyük canavarım Zoe'yi de tuvalete doğru çekmişti.
"Kuzey sen tam bir geri zekalısın. Kaçıncı kez diyorum!" Kuzey'i yaratıklarım sayesinde son kez izlediğimde Zoe ile takılıyordu. "Neredesin?
Hızlanmıştım, son dört kişi kalmıştı. İkisi de düşmanımdı, resmen hayatımı mahveden kişileri arıyordum. Gerçi hayatımı berbat hale getirenlerin listesini yapacaksam babamı da dahil etmeliydim. Tuvaletteki insanların arasına bir kişi daha eklenmişti. Kuzey, Sıla ve son kişiyi arıyordum. Savaş lavabo kapısının önündeydi, içeriye girenleri alıyordu. Kimsenin canavarları görmesine izin vermiyordu.
Ayak seslerini duyduğumda vücudumu duvara yapıştırdım. Askerler gelmiş miydi? Adımlar uzman yürüyüşüydü, ses çıkarmıyorlardı. Kapı boşluğuna geçip saklandım, ne yapacaktım? İlk beni bulurlarsa diğer çocuklar çok rahat kurtulabilirdi, tabi birkaç saat içerisinde dışarıda donarak ölmeleri kaçınılmazdı. İlk onlar bulunursa da ben her halükarda kaçıp hayatta kalırdım, hayatım boyunca da vicdan azabı çekerdim.
"Sana oraya gitme dedim, değil mi?" Gelenler Kuzey ile Sıla'ydı.
İkisi birlikte ne yapıyordu? Kuzey'e karşı beslediğim hisler sönmek üzere olan bir ateşti, şimdi ise küllere dönüşmüştü. Bana karşı ayrı tarafta mı yer almayı seçmişlerdi? Başka hiçbir amaçla yan yana olamazlardı, kafa yapıları aşırı derecede farklıydı. Lanetler okuyordum, kimse benden gerçek anlamda hoşlanamaz mıydı? Hep çıkara dayanıyordu, ilgilerini çekebilecek kadar önemli hiçbir bilgiye sahip değildim.
"Ruh'un başını belaya sokacaksın Sıla. Takımımın benim için ne kadar önemli olduğunu bilmiyor musun?" Elini havaya kaldırdı. "Eğer tehlikeye sokarsan seni öldürürüm." Harika, üstüne üstlük düşman takımdan çıkmıştık.
Anlıyordum, yalanın ne denli önemli olduğunu çözmüştüm. Diğer insanlar yalansız yaşayabilse de biz yalansız yaşayamazdık, doğamızda vardı. Kuzey düşmanımla iş birliği yaptığını deseydi bırakın arkadaşlık etmeyi, canını dahi kurtarmazdım. Yine iyilik yaptığımdan dolayı başım belaya giriyordu. Yalan atmadığına gönülden inandığım tek kişinin foyası ortaya çıkmıştı (Savaş haricinde yani).
Görevlilere demeli miydim? Başkalarının özel güçlerin, takımlarını, sırlarını ortaya çıkardığımızda da bir miktar puan alırdık. Level, puanlardan önemliydi. On beş puan sizi bir level atlatırdı. Liste de verilen görevleri anımsadıkça neler yapabileceğimi de tekrar gözden geçirmiştim. Sessiz kalacaktım, kimsenin sırlarını ortaya çıkarmaya niyetli değildim ama bana zarar vermeye çalışırlarsa ne pahasına olursa olsun yaptıklarını ödettirecektim.
Askeriye geniş, upuzun koridorlarıyla ve sınıfa benzeyen odalarıyla eski tarzdaki okullardan farksızdı. Tek fark odalarda yazı tahtası yoktu. Yine de her yer tıpkı tebeşirliymiş gibi tozluydu. Havaya yayılan gazı görebilmeye başlamıştım, tuhaf yeşil bir renkteydi. Çok az da olsa belli oluyordu, bir kelebeğin kanat çırpışlarını anımsatıyordu. Ne zaman bir kapının önünden geçsem kendi yansımama bakıyordum ancak pek de iyi göstermiyordular, üstleri çiziklerle kaplanmıştı.
Bazı eşyalar koşuşturma esnasında etrafa saçılmış, paramparça olmuştu. Canavarlarım gezerken fayansların üstünü çizmişti, tırnak izleri rahatlıkla belli oluyordu. Ne olur ne olmaz diye düşünülerek odaların ışıkları haricinde hiçbir ışık yakılmamıştı çünkü kameraların etrafına sardıkları kumaşların dışarıyı gösterip göstermeyeceğini bilmiyorlardı. Sesler gitgide kesilmeye başlamıştı, herkes olması gerektiği yerdeydi. İşimi halleder halletmez de yanlarına gidecektim.
İlerlemelerini bekledim, konuştuklarını duymamış gibi yapacaktım. "Hey!" Yanlarına koştum, tedirginleşmişlerdi. "Koridordan geçerken sizi zar zor gördüm. Nerelerdeydiniz? Duymasaydınız hemen bırakıp gitmiştim."
"Sana da merhaba J." Maskesini takmıyordu, gözlerinin içi parlamıştı. "Neler var, neler yok?"
Evrenin sırrını bulmak Kuzey'i anlamaktan daha zordu. Nasıl oluyor da bazen kavga ederken bazen de iyi geçinebiliyordu? Kavgalarımız öyle küçük kavgalardan da değildi, birbirimizi öldürmeye çalışıyorduk. Üstelik yüzünde tek bir ifade yoktu, hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Yüz mimiklerimi kusursuz şekilde kontrol edemiyor olsaydım hislerimi ele vermiştim. İnsanoğlunun en büyük kusuru duygularını beli etmesiydi.
Onu umursamadım. "Lavaboda toplandık." Gelip gelmemelerini önemsemeden önlerine düştüm, ölürlerse dostlarımı kaybetmeyecektim. "Parti bitmek üzere, katılmak istiyorsanız acele edin."
"Bu kıza bayılıyorum."
Kendi aralarında konuşmaya başlamıştılar, İtalyanca konuşuyorlardı. İngilizce tüm çocuklar arasında zorunluydu, kulelerde konuştuğumuz dildi. Yalnızca Türkiye sınırları içerisinde geçen görevlerde Türkçe konuşuyorduk. A.S.K.E.R'in belirlediği on adet yaygın dil vardı, genelde kulelerin inşa edildiği ülkelerin dillerini tercih ederlerdi. Hayatımda bir dönem bu dillerin hepsinden az da olsa ders almıştım, asla anlayamadığım dil ise tahmin ettiğiniz üzere şu an konuştukları dildi.
Defalarca kez denemiştim, olmuyordu. Keşke şakır şakır konuşabilseydim de çenelerini kapamalarını söyleseydim. Sapasağlam dönmeyi başarırsam yeniden öğrenmeyi deneyecektim. Toplam beş dil hiçbir zaman yeterli olmuyordu. Acaba benim hakkımda mı sohbet ediyorlardı? Canavarlarımı henüz kemik formuna geri getirmemiştim, askerler dönmeden halletmeliydim. Kimseye zarar gelmesini kaldıramazdım.
"Susar mısınız!" Bir-iki kelimeyle elimden kurtulmayacaklardı, sinirimi onlardan çıkaracaktım. "Sen neden maskeni takmıyorsun? İyi halt ediyorsunuz ikiniz de! Yarım saattir sizi arıyorum ya. Kendi başınıza bir yerlere nasıl gidersiniz?"
"Dwan kızdı." Gülmemek için kendini zor tutarken dirseğiyle Sıla'yı dürtmüştü. "Bizi yemeden sessiz olsak iyi olur."
Yüzsüzlüğünden nefret ediyordum. Arkamdan onca iş çevirirken nasıl oluyor da böyle konuşmaya devam edebiliyordu? Etrafımdakilerin sakince planlar kurmasına alışkın değildim, illaki beli ederlerdi. Kimin ne yaptığını anında bulurdum. Gerçi ben de iş çevirirken sakindim, dünyada benim gibi yüzbinlerce kişi yok muydu? İnsanlara güvenerek hata yapıyordum, başımın çaresine bakamıyorsam başkalarına da yardım etmemeliydim.
Telefonum çaldı, Savaş aramıştı. Zaten yanlarına ulaşmak üzereydik. Açmadım, nefesim tükenmişti. Konuşabilecek halde değildim. Drama yapmak istemiyorum ama sanırım tansiyonum düşmüştü. "Keşke yok olsam."
Gülerek şaka yaptığımı beli edebilirdim, yapmadım. Canavarlarımı canlı tutmaya karar vermiştim, onlar sayesinde askerlerin nerede olduklarını izleyebilecektim. Kötü fikirleri kenara atıp nasıl kurtulacağımıza odaklandım. Yapabileceğim en iyi planı yapmış, uygulamaya geçmiştim. İki kişiyi herkesin önünde öldürmek basit değildi, sonrasında bütün öğrencilerin ilişkisi yok olurdu. Birbirimize ettiğimiz yardımları keserdik, kısacası görevlilerin işine gelirdi. Toplu halde hareket edersek hayatta kalma ihtimalimiz artacaktı.
Katilimiz oldukça zeki, toplum içinde kendini beli etmez. Kaos çıkarabilirse elbette faydalanır. Kaos her daim zeki kişilerin tarafındadır, tabi diğer insanları kurtarmaya çalışmazlarsa. Başımın belaya gireceği açık. Aramızdaki güçsüzleri eliyorlar, bense engel oluyorum. Yaptıklarına karşı geliyorsam asıl elenecek kişiyim. Kural yanıltıcı değildir, nettir.
Oyunumun sonundayım, psikolojim ciddi anlamda bozulduğundan beridir hep oyunun sonundayım. Yaşamayı sevmiyorum, çok kez denedim, olmuyor. Kahkahalar atıyor, arkadaşlarımla eğleniyor olsam da hepsi numaradan ibaret. Sınav süremiz -otuz yedi gün- bittiğinde ne yapacağım? Hemen her konu hakkında bilgi sahibi olan bu kız kendi hakkında neden bir şeyler bilmiyor?
Öğrenciler belirli bir yaş aralığına geldiklerinde toplatılırdı. Rasgele kulelere gönderilir, son sınavlarına girerlerdi. Dövüş antrenmanları, toplum kurallarına uyup uymadıkları, özel güçlerini ne kadar iyi kontrol edebildikleri, başkalarına zarar verme potansiyelleri olup olmadığı test edilirdi. Sivil öğrenciler hayatlarına devam edebilmek için sınavlara girer, çoğunlukla da ölürlerdi. Bizlerse -hayata kalırsak- hangi ülke tarafından satın alınacağımızı konuşurduk.
Evet, ülkeler aralarındaki rekabet için bizi kullanır. Bazılarımız casusluk eğitimi alır (o eğitimi almamış olsam da çoğu kişiden iyiyim). Askerler, özel korumalar, özel doktorlar vb. şekilde liste uzatılabilir. Basit dil eğitimleri de almayız, eğer aksanımız mükemmel değilse berbat cezalar alıyoruz. Özel olarak casusluk eğitimi alanlar ülkelerin yaşam tarzlarını da öğreniyorlar.
Ara sıra test sonuçları aldığımız eğitimlerinden farklı çıkabiliyordu. Casusluk eğitimi almış kişiler asker olmaya meyilli çıkabilirdi veya tam tersi de olabilirdi. Özel eğitimlerimin arasında üst düzey acil yardım eğitimleri de yer alıyordu. Askerlerin dövüş eğitimlerinden de almıştım, Kuzey ile çoğu antrenmanımızın ortak olma sebebi buydu. Hep koruma olacağımı düşünmüştüm, iyi para verebilecek biri için idealdim.
"Bizi duymuyor."
Kuzey'in omzuma dokunmasıyla dalgınlığım sona ermişti. "Dwan iyi misin?"
Varmıştık, lavabonun kapısını açtım. "Evet, iyiyim." Herkes daire oluşturmuş şekilde belirli bir alana toplanmıştı. "Neler oldu?" Duymamıştılar, şok içindeydiler. "Size diyorum!"
İnsanları iterek yanlarına gittim. Özür dilesem de beni fark edememiştiler, gözleri korku doluydu. Halkanın içine girdiğimde hak vermiştim, korkulmayı hak eden bir manzara ile karşı karşıyaydım. Ece'nin cesedini gördüğümde nasıl şok geçirdiysem şimdi de öyleydim. O günden bu yana birçok ceset görmüştüm, hiçbiri bu denli korkmama yol açmamıştı. Sevdiği birinin cesedini gören herkes aynı tepkiyi verirdi.
Algılayamıyordum, nasıl oluyorsa herkes iç içeyken cinayeti önleyememişti. Atabildiğim en büyük çığlığı attım, içimdeki nefreti kusmuştum. Başım dönüyordu, güçsüz düşmüştüm. Bacaklarımdaki güç azalmıştı, dizlerimin üstüne yıkıldım. Kapüşonum arkaya kayarak kafamdan aşağı düştü. Etraf kararıyordu. Günlerimi yemek yemeden, uykusuz geçirmemin cezasını alıyordum.
Savaş beni gördüğünde gözleri büyümüştü, elleri kan içindeydi. Ağzı kocaman açılmıştı, bazı harfler çıkarıyor olsa da tek kelime edemiyordu. Yere çömelmişti, ayaklarının hemen dibinde de Kumsal'ın ölü bedeni duruyordu. En yakın kız arkadaşımın ağzından, burnundan kanlar gelmişti. Haliyle de yerler kan içinde kalmıştı. Beynim çalışmıyordu, kimse tek kelime etmiyordu. Parçaları yerine oturtmaya çalışıyordum. Koku yüzünden başım daha da dönmeye başlamıştı, bana öyle geliyor da olabilirdi. Ellerimi şakaklarıma koyup baskı uyguladım, iyi geleceğini ümit ediyordum. Hemen yanlarında da Diana vardı, elinde tuttuğu porselen sabunluk kutusu kan içinde kalmıştı. Yanaklarından aşağı gözyaşları dökülüyordu. Hıçkırıkları kalp atışım haricinde duyduğum tek sesti. Şaka bir yana bu cehennemden kurtulmamın yolu cidden de ölmekti.
"B-ben ö-özür diler-dilerim." Sabunluğu yavaşça yere bıraktı. Gözyaşlarını silmeye çalıştı ama siler silmez yanakları eskisinden daha ıslak olmuştu. "Yapmasaydım onu öldürecekti." Savaş'ı göstermeye yeltendi, elleri titriyordu.
Bedenimin kalan kısmı da yere yığılmıştı. Bilincimi açık tutmaya çabalıyordum. "Jaha?" Yanıma koşan kişinin kim olduğunu çıkaramamıştım, dünya çok karanlıktı. "Dwan!"
"Önce en yakın arkadaşım, sonra da kardeşim... Ye-yemin..." Soluklandı, yüzü kıpkırmızı kesilmişti. "Yemin ederim ki sizin de başınıza aynı şey gelsin istemedim. Yalnızca amacım onu kurtarmaktı."
Böylece en yakın kız arkadaşımın ölümüne tanıklık etmiştim. Nefesim gitgide azalırken anılarımız zihnimde canlandı. Gülüp eğlendiğimiz, hatta birlikte yaramazlıklar yaptığımız anlardı. Dudaklarımın yukarıya doğru kıvrıldığını hissettim, çok uzun süredir ilk kez huzurluydum. Neden Savaş'a saldırdığını aklım almıyordu, alamayacaktı da. Bilincim kapanırken canavarlarım sayesinde askerlerin binaya giriş yaptığını gördüm, bunlar son gördüklerim olmuştu.
Sizce takımlarla ilgili bir bölüm yazmalı mıyım?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top