◾Final◾
"Selam! Dokuz canımdan üçünü kaybedip geldim." Kapının kolunu hâlâ bırakmamıştım, ardına kadar açıktı. Odayı yeteri kadar süzdükten sonra konuştum. "Küçük Hanım sizi gördüğüme hiç bu kadar sevinmemiştim."
Sevinmek kelimesinde farklı bir ima vardı, hâlâ hayatta olduğunu kast etmiştim. Yüzümdeki dehşet dolu ifadeyi bir an olsun silmeden hareket geçtim. Kızların dikkati üzerimden çekilmemişti. Jaha'yı kanlar içinde görmek midemi bulandırmıştı, tabi ki hoşlandığım kızdan iğrenmemiştim. Onunun böyle bir durum yaşaması midemi bulandırmıştı, saçlarına dahi kıyamazken böyle acı çekmesi... Bana cevap vermemişti, anlaşılan konuşmaya da gücü kalmamıştı.
O kadar çok kişinin ihanetine uğramıştım ki artık kendine dahi güvenemiyordu. Ona göre hâlâ oyunun bir parçası olabilirdi, benimse hiçbir şey umurumda değildi. Sadece buradan güzelimi çıkarmalıydım. Toprak ile Melissa işlerini çok iyi yapmış, yangın alarmını çalıştırmaya başarmıştı. Hatta gerçekten de kütüphaneyi ateşe vermişlerdi, artık geri zekalı taklidi yapmama gerek yoktu. Zeki olduğum da söylenemezdi, Jaha etrafımdayken sadece içgüdülerime göre hareket edebiliyordum ve tüm içgüdülerim canım pahasına onu korumamı söylüyordu.
Tek başıma dövüşecektim, güzelim yerinden kalkamazdı. Hareketsiz kalıp kendini zorlamaması daha iyiydi, bir şey olsun istemiyordum. Aklım almıyordu, her seferinde ona nasıl bu kadar çok bağlandığımı düşünüyordum. Hiçbir zaman da yeteri kadar gerçekçi bir sebep bulamıyordum. Emin olduğum tek nokta ona sırılsıklam aşık olduğumdu, ölürse yaşayamazdım. Karşımdaki kız beni yeniden hayatta bağlayan kişiydi, o gelmeden önce ölüden farksızdım. Yalnızca yemek yiyor, uyuyordum. Öfkem dışında kendi hislerim dahi yoktu.
Sıla elindeki tabancayı bana doğrulttuğunda önce davranmış, koluna ateş etmiştim. Böylelikle silahı yere -Jaha'nın birkaç metre ötesine- düşmüştü. Silahımda son kalan mermiyi de bitirmiştim. Sıla çığlıklarını bastırmaya çalışmış, yapamamıştı. Canı feci halde acımış olmalıydı, mermi yanlamasına bileğinin hemen üstünden başlayarak dirseğine kadar girmişti. Dwan kendi intikamını alamamış olsa da onun yerine intikam alıyordum. Saniyelik olarak Jaha'nın kelepçelerinin yanında bir karaltı gördüm, sonra Savaş'ın yanında da. O an umursamaya fırsatım olmamıştı, işime devam ettim.
Diana elindeki bıçakla bana doğru atıldığında çoktan Sıla ortalıktan yok olmuştu, sanırım aptal gücünü kullanarak uzaklaşmıştı. Ayakkabılardan çıkan ses odanın dışına doğruydu. Tekrar saldırmadığı sürece şu anlık umursamayacaktım. Sonrasında elbette peşinden gidecektim, henüz işim bitmemişti. Fazlasıyla öfkeliydim, içimdeki nefreti kelimelerle anlatamazdım. İkisine de zarar vermek, parça parça etmek istiyordum. Tüm işlerimi bırakarak saatlerce bunu yapabilirdim, geri Jaha'ya yardım etmeliydim. Ustalıkla yana doğru atıldım.
Kolunu tuttum, yana doğru kıvırdım. Gelişigüzel bir tekme savurmuştu, itiraf etmeliyim ki çoğu kişiden iyi dövüşüyordu ama yenmesi için yeterli değildi. Sadece biraz oyalayabilirdi, şimdiden kimin kazanacağı beliydi. Son bir haftadır tekme konusunda oldukça yeni deneyimler kazanmıştım, Jaha bu konuda mükemmeldi. Attığı tekmeler hayran bırakıyordu, adını dahi bilmediğim birçok tekniği kullanıyordu. Çok az dövüşmüş olsak da çok şey öğrenmiştim. Açıkçası onu yalnız bıraktığım için de üzgündüm, keşke gitmemiş olsaydım.
Başımıza bunlar geleceğini bilemezdim. O an hastaneden çıkmam gerekiyordu, aksi halde beni almaya geleceklerdi. Alexsander olayında Jaha'nın yerine ceza almayı kabul etmiştim, yemin ederim ki Jaha'yı öldürmeye çalışacaklarını bilmiyordum. Muhtemelen katilin ben olduğumu sanmıştı, pişmandım. Yaptığım her hareketten nefret ediyordum. Eğer o ölürse kendimi affedemezdim, üstü başı benim gibi kendi kanıyla kaplanmıştı, Tek fark, durumu benden de kötüydü. Keşke yerinde olabilseydim, onun yerine işkencelere maruz kalmış olsaydım...
Kalbimi saymazsak acı çekemiyordum, büyük kesik izlerini dahi sızı olarak hissediyordum. Jaha'nın acı çektiğini biliyordum, hiçbir zaman acı çektiğini beli etmezdi. Zamanında çok acı çekmiştim, insanlar hep kalp acısıyla beden acısının farklı şeyler olduğunu söylerdi. Bense düşüncelerine hiç katılmazdım, eğer beden uzun yıllar boyunca çok acı çekerse duyguları da körelirdi. Jaha'nın da aynı şeyler yaşamasını istemiyordum, yoksa asla beni sevemezdi. Asla kendi olamazdı.
Tekmesinden kaçmamıştım, o kadar da güçlü bir tekme değildi. Diğer Kusursuz oydu, katil olacağını düşünmemiştim. Bıçak tuttuğu elini sıkıca kavradım, minik çıtırtılar gelmeye başlayıncaya kadar da devam ettim. Yüzüme büyük bir gülümseme yayılmıştı fakat boş kalan eliyle cebinden başka bir bıçak çıkarmış, saniyeler içerisinde de boğazıma doğru atılmıştı. Çenemin hemen altında minik bir kesik oluşmuştu, kıl payı kurtulmuştum.
Diğer Kusursuzlar yıllardır benim aksime deneylerde kullanılmamıştı, yani eli kırıldığında muazzam bir acı çekmiş olmalıydı. Geriye doğru çekildim, hamlelerimi ayarlamalıydım, az önce yaptıklarım aptallıktı. Tamam, birkaç saniyeliğine içgüdülerimi geride bırakabilirdim, sadece dövüşe odaklanmalıydım. Yapacağım iş çok basitti, tıpkı her gün antrenman yapar gibi saldıracaktım. Sonrasında da prensesimi alıp ortalıktan yok olacaktım. Soğukkanlılığımı koruyordum, telaşlanırsam biterdim. Yerimde Jaha olsaydı hiç paniklemezdi, genelde hep sakin davranıyordu. Sanırım en çekici özelliklerinden biri de buydu.
İlk hamle yapan kişi olmuştu, yumruk savurmuştu. Hâlâ paramparça elini düşünmeden gözü dönmüşçesine saldırabiliyordu. Nefretim gitgide artıyordu. Kadınlara zarar verilmez kuralı bizim için geçerli değildi, kulede cinsiyet yoktu. Kulede sadece başarılar vardı, ne kadar başarılıysan diğerlerini o kadar çok ezerdiniz. Zaten çoğu çocuk kız-erkek karışık odalarda kalırdı. Yumruk yüzümün tam ortasına gelmişti. Aslında bilerek bunu yapmıştım, biraz dayak yemek yeni hamleler yapmak için yeterliydi. Diz kapağına tüm gücümle tekme attığımda yere düştü. Muhtemelen bacağını kırmıştım. Yerdeki bıçağa uzandığımdaysa biri onu kafasından vurmuştu.
Gözlerim fal taşı gibi açılırken üzerimdeki yeni kanları elimin tersiyle sildim. "Jaha?" Koşarak yerde yatan Dwan'ın yanına geldim. Elindeki silahı bana doğrultmuştu, zarar vermemden korkuyordu. "Özür dilerim. Seni yalnız bırakmamalıydım, özür dilerim."
Kendimi küçük bir çocuk gibi hissediyordum, şekerim elimden alınmak üzereydi. Üzerindeki kıyafetin yarısı yırtılmıştı, göğüslerinin üzerindeki çiziğe baktım. Canım acıyordu, resmen onun yaşadıklarını teker teker yaşamıştım. Derince nefes aldım, uzaktan bu kadar kötü gözükmemişti. Durumu oldukça kötüydü, böyle bir sonu kabullenemezdim. Hayır, o yaşayacaktı. Çoğu zaman onunla güzel bir gelecek hayal etsem de kendi istediği gibi bir hayat yaşamasını diliyordum, hayatta kalmalıydı.
Güzeller güzeli inatçı hanımı böyle kaybedemezdim. "J hayatta ka- sakın uyuma yoksa seni çok pis öperim." Belki bir ümit... Sinir edersem gözlerini yummazdı.
Kucağıma almıştım, itiraz bile etmemişti. Her zaman ikimiz arasında olabilecek tüm ilişki durumlarına sinir olmuştu, hep dövmeye çalışmış ya da bağırmıştı. Lütfen şimdi de aynılarını yapsın diye dua ediyordum. Bundan birkaç gün önce Jaha'nın sert davranışlarına çok üzülürdüm, şimdiyse aynılarını yaparsa sevinçten havalara uçabilirdim. Gözlerim kızarmıştı, güçlü kalmak zorundaydım. Hanımefendiyi odadan çıkarmalıydım, ağlamanın sırası değildi. Asıl geri dönülemeyecek bir şeyler olursa sonsuza kadar ağlardım. Aklımı toplamalıydım, koşuşturma hız kesmeden devam ediyordu.
Gerçi ne olacaksa çoktan olmuştu, sadece güzelimin canı hâlâ kendindeydi. Bacağındaki yara çok derindi, sakat kalabilirdi. Canı acımıyor olmasını diledim veya çok geç olmamış olmasını. Savaş'ın da Jaha'nın da nasıl kelepçelerden kurtulduğunu anlayamamıştım, ne olduysa dövüşürken olmuştu. Dövüş esnasında sadece işime odaklanırdım. Yangın alarmı yüzünden sesler doğru düzgün duyulmuyordu bile. Sürekli yere düşen su damlalarının seslerini duyuyordum. İçime büyük bir hüzün kaplamıştı, nefretim yok olmuştu.
Cenazedeymiş gibi hissediyordum. Kollarımdaki kızı biraz daha yukarı kaydırdım, iki elimle de sıkıca tuttum. Nefes alıp almadığını anlayamıyordum. Çığlık atmak istiyordum, etrafıma zarar vermeliydim ancak böyle eski halime dönebilirdim. Yanağımı onun dudaklarına doğru yaklaştırdım, gözlerini kapamıştı. Sanırım nefes almıyordu, aşırı derecede paniklemiştim. Ölmek istiyordum, hayatımda ilk kez o an ölmek istemiştim. Sevdiğimiz kişi yanımızda yokken nasıl yaşamak isteyebilirdik ki?
Soğukkanlılığa tüküreyim, lanet. "Savaş toplantı odasına git, girişte Melissa bekliyor olmalı. Ona yardım et!"
Dediklerimi harfiyen uyup gözden kayboldu, omzundan yere kanlar aksa da bizden daha iyi durumdaydı. Birilerinin ayakta kalabiliyor ve savaşabiliyor olması güzeldi. Hâlâ bir umudum vardı, pes etmeyecektim. Yanağımı neredeyse Jaha'nın dudaklarına kadar götürdüm, kucağımdan indirmek istemiyordum çünkü yeniden elimden alacaklarmış gibi hissediyordum. Bir daha asla buluşamayacakmışız gibi...
Yorgun bir nefes yanaklarıma çarptığında gözlerimden birkaç damla yaş süzüldü. Dudaklarımı onun dudaklarına götürdüm, yardıma ihtiyacı olan birini öpmek ne kadar doğruydu? Bilmiyordum ama yapmıştım, uzun süredir bu anı bekliyordum. Kısa bir öpücüktü, toplam iki saniye bile sürmemişti ama bana cennette olduğumu hissettirmişti, buradan kurtulduğumuzu düşündürmüştü. Size yemin ederim ki bana karşılık vermişti: Dudakları benim dudaklarımı arzuluyormuşçasına kıvrılmış, benim öpücüğümle birebir uyacak şekli almıştı.
Başkaları için küçük bir karşılık olabilecek olsa da benim için dünyalar kadar önemliydi. Gözyaşlarım hâlâ yanaklarımdan aşağıya iniyor olsa da gülümsemeden edememiştim. O ise gözlerini açmamıştı. Teni hiç olmadığı kadar soğumuştu, ölüyordu. Hızla Melissa'nın yanına doğru gidiyorduk, acilen küçük prensesime yardım edilmeliydi. Kötü düşünceler bir an olsun zihnimden silinmiyordu.
Dudaklarının arasından birkaç kelime dökülmüştü, aslında konuşmuş sayılamazdı. Sadece nefes verirken ağzından birkaç ses çıkmıştı fakat nefes alışından dahi daha kısık olan bu sesi çok net şekilde duymuştum. "Sadece ölmeliyim, çok acı çekiyorum."
Melissa'nın tembihlediği üzere asansörü değil, merdivenleri kullandım. Teknolojik aletlerden uzak durmamızı hatta mümkünü varsa kameraların çok olduğu yerlere gitmememi söylemişti. Tabii ceza odasında kendime geldiğimden beridir Jaha'nın yanına gelmekle uğraşıyordum, peşimden gelerek söyleyivermişti. Şu an son kalan işleri hallediyor olmalıydılar, yangın da başka yerlere yayılmış olabilirdi. Kulenin içindeki hava gitgide azalıyordu. Hayatımda hiç koşmadığım kadar hızlı koşuyordum.
"Ben de seninle mutlu mesut bir aile kurmak istiyorum ama bunu dile getirmiyorum. Korkarım ki ikimiz de istediklerimize uzun bir süre ulaşamayacağız."
Doğun günümde –yani erkenden elime ulaşan- kutuyu aldığımda şaşkına dönmüştüm. Hayatımda ilk kez böyle bir olayla karşılaşıyordum. İnsanların benim doğun günümü bilmesi dahi imkansızdı, o konuda hep silik kişi olmuştum. Evet, popüler çocuktum. Popüler çocuklara sadece popüler olunmak için yanaşılırdı, yani kimse asıl duygularımızı bilmezdi. Bizim kim olduğumuzu önemli değildi, sadece ünümüz önemliydi. Eğer aksi olsaydı insanlara kötü davrandığım için benden uzak dururdu.
Paketi elime almış, ilk olarak Toprak'a bakmıştım. Şaka yapıp yapmadığını düşünmüştüm, az kalsın ona saldıracaktım ki son an da onun da doğun günümü bilmediği aklıma gelmişti. Yavaşça paketi açmaya başlamıştım, düşmanlarımın sayısı oldukça fazlaydı. İçerisinden tehlikeli bir şeyler çıkabilirdi. Hem tırsıyor hem de merak ediyordum. En üstüne konulmuş notu okumadan içerisindekilere bakmış, köpek mamasına anlam verememiştim.
Notu okuduğumdaysa kocaman gülümsemiştim. Evet, bana pislik yapmaya çalışmıştı. Muhtemelen yerimde başkası olsaydı öfkeden deliye dönerdi. Bense mutlu olmuştum, kelimenin tam anlamıyla mutluydum. Hayatımda ilk kez biri doğun günümü hatırlamıştı. İşte o an karar vermiştim, bu köpek maması ve tasması gelecekteki ilk evcil hayvanımız içindi. Kararım hayal olarak bile kalsa geri dönmeyecektim, ilk hediyem çöpe atılacak bir şey değildi.
"Odama gitmek istiyorum." Odasında gerçekten işimize yarayacak bir şey olsaydı inanın ki götürürdüm. Orada ölmek istediği için demişti, onu kurtarmamı istemiyordu.
"Şşş, güzeli-" Önümüzden birkaç karaltı geçtiğinde saniyelik olarak yavaşlamıştım, az kalsın gerçekten de duruyordum. "Buralarda işler gitgide sarpa sarıyor."
Jaha sanki karaltılardan haberdar gibiydi, karaltıların tam olarak ne olduklarını göremiyordum. Çok hızlıydılar, enerjimi onları görmekle de harcayamazdım. O, Uyuyan Güzel'i günler önce kurtarmıştı. Şimdi sıra Uyuyan Güzel'deydi. Toplantı odasının olduğu kata varmıştık. Hayatta kalan üç kişiyi de karşımda gördüğümde biraz da olsa sevinmiştim, saldırıya uğramamıştılar. Sıla'nın hayatta kalabileceğini düşünmüyordum, çok kanaması vardı. Ortalıkta da değildi, bir yerde ölmüş olabilirdi.
Melissa yanımıza gelerek kucağımdaki Jaha'ya baktı. "Özel gücünü kullanabilecek durumda mısın?"
İlk kez yaşadığına dahil gerçek bir belirti vermiş, kafasını onaylar anlamda sallamıştı. Jaha'nın özel gücü hakkında hiçbir şey duymamış, okumamıştım. Açıkçası özel gücü olduğunu bile aklımdan çıkarmıştım, genelde özel yetenekler ilgimi çekmezdi. Hepsini gereksiz buluyordum, dünya üzerinde hiç kimsenin özel gücü olmasaydı yıllar önceki yeryüzü düzenine geri dönebilirdik. Kucağımdan inmek istediğini belirten bir hareket yapmıştı.
Konuşmaya dahi gücü yokken inmesine nasıl izin verirdim? "Hayır, güçsüzsün." Kafasını dik bile tutamıyordu. Sürekli başı eğiliyor, zar zor kaldırıyordu. Aynı işareti yeniden yaptı. "Sana güçsüzsün dedim Jaha."
Kulenin üst katlarından büyük bir patlama sesi duyuldu. Aramızdaki mesafe bu kadar çok olmasına rağmen sesi oldukça yüksek duymuştuk, durum vahimdi. Etrafta sürekli yanıp sönen kırmızı ışıklar vardı, içerideki hava azalıyordu. Benim için henüz sorun olmasa da diğerleri nefes alırken zorlanmaya başlamıştı. O an emin olamasam da yerdeki cilalı zeminlerin dahi karardığını görmüştüm. Krem rengindeki duvarlar bizimle konuşuyor gibiydi.
Duvara baktığım esnada olağanüstü bir olayla karşılaştım: Karartılar baktığım bölgenin etrafında hareket ediyor, duvara minik çizikler atıyorlardı. Şaşkınlıkla ağzımdan bazı kelimeler çıkıyor olsa da anlamlı kelimeler değildi. Birinci çizik Yarım bir hilal gibiydi. Karaltılar daha da yavaş hareket etmeye başladığında çiziklerin sayısı artmıştı. Artık az çok ne olduklarını görebiliyordum, yaratıklardı. Sebebini bilmesem de hiç korkmamıştım, sadece büyük bir şaşkınlık kaplıydı.
Yarım hilal şeklindeki çiziğin yanına ters şekilde başka bir çizik daha geldi, üzerine de iki nokta. Artık büyük bir Ö harfine benzemişti. Hemen yanına bir n harfi daha eklendi. Olup bitenler en fazla beş saniyede olmuştu. Yaratıklar uzaklaştığında yazıyı okumaya çalıştım, kulenin derinliklerine doğru gitmişlerdi. Bazı harfler diğerlerinden aşırı derecede küçüktü. Bazılarıysa ortalamadan daha büyüktü. Sanırım her canavarın pençe uzunluğu farklıydı, bazıları devasa boyutluların aksine minicikti.
"ÖnemLi Değil, ÜzülMe." Yazıyordu. Kaşlarımı çattım, bunu Jaha mı yapmıştı?
"Bırak ve kapıyı aç." Kendini durdurmaya çalışsa da yapamadı, kafasını yana doğru yatırıp kustu. Boğazından çıkan kanları gördüğümde daha da dehşet içinde kalmıştım. "Ya hepimiz öleceğiz ya da bir süre beni geride bırakıp gideceksiniz, peşinizden geleceğim."
Onu yere bıraktım ama uzaklaşmadım, hemen yanına çöktüm. Gitmiyorsa ben de gitmeyecektim. Elim karnının üzerindeydi, diğer elimle de yüzünü okşuyordum. Gitgide soluklaşan ten rengi karşısında kahroluyordum. Kapalı olan gözlerini açıp benim gözlerime kenetlediğinde artık kesinlikle ağlamamı durduramayacağımı anlamıştım. Gözyaşlarım seller gibi akıyordu. Üç arkadaşımız da bizi bekliyordu.
"Sen kötü bir yalancısın Jaha Dwan." Gitmeyecektim, ayrılamazdım.
Gülümsedi, yüzündeki elimi çekti ve bir öpücük kondurdu. "Ya öyle miyim?" Bakışları diğerlerine kaydı. "Söz veriyorum yanına gelecek ve beni izinsiz şekilde öpmenin hesabını soracağım kız avcısı!"
Söz... Jaha her daim sözlerini tutardı. Yapacak bir şeyim yoktu, haklıydı. Ya hepimiz ölecektik ya da Jaha sonradan gelecekti. Ona güveniyordum, içim mutlulukla dolmuştu. "Tamam, istediğin kadar dövebilirsin beni ama ilk iyileşeceksin." Boynuna doğru eğilip minik bir öpücük kondurdum.
Unutma Jaha Dwan, söz verdin. Sen bana söz verdin, şimdiden açık pembe renkteki dudaklarını özlemiş hissediyordum. Kapıya doğru ilerledim, içeriden neredeyse hiç ses gelmiyordu. Belki de önemli kişiler çoktan gitmişti, bizi kameralardan izlemişlerse neler yapacağımızı anlamış olmalıydılar. Kapıyı açacak ve hızla geriye çekilecektim, başkası yapamazdı. Aralarında kapıyı açabilecek kadar güçlü olan tek kişiydim. Kapının bir adım ötesine gelip vurabildiğim en büyük tekmeyi vurdum, kapının tornavidaları çıkmıştı, yerinde dursa da düşmek üzereydi.
Hazır olup olmadıklarını kontrol ettim, sanırım Jaha da yaratıkları kontrol edecekti. Tuhaf hayvanların ona ait olduğunu ümit ediyordum, eğer gücünü kontrol edebiliyorsa durumu cidden de iyi olabilirdi. Gerçi her zaman sorunlarını beli etmeyen biri olmuştu. Son bir haftadır onun hakkında oldukça fazla bilgi öğrenmiştim. Hep neşeli gözükürdü, gerçekler ise berbattı. Şu an da benzer bir durum yaşamıyor olmayı diledim.
Son bir kez daha tekme atıp kenara çekildiğimde üzerime onlarca silah doğrultulmuştu, yoğun bir sessizliğin yanı sıra içeriye canlı müzik de hakimdi. Canavarlar neredeyse beni bile iterek hızla içeri girdiğinde askerler hem yere serilmeye hem de ateş etmeye başlamıştı. Bazıları bana da ateş etmişti. Gözlerimi kapatarak Jaha'ya doğru dönmüştüm, yerinde değildi. Nasıl başka bir yere gitmiş olabilirdi ki? O an panikle neden hâlâ kurşunların bana çarpmadığını anlayamamıştım.
Önüme döndüğümdeyse kurşunların havada asılı kaldığına şahit olmuştum. Hemen yanımdaki Savaş'a baktığımda pis pis sırıtıyordu. "Havalı öyle değil mi? Teşekküre gerek yok."
"Teşekkür etmedim zaten." Askerlerin tek kurşun geçirecek yerleri boyunlarıydı, giysilerinde o bölgeyi koruyan bir nokta yoktu. Savaş kurşunları tam tersi yöne göndermiş, tam da zayıf noktalarından vurmuştu. "Cidden de havalıymış."
Kuledeki en iyi nişancı öğrencinin Savaş olması aklıma gelmişti, muhtemelen özel gücü sayesinde yapmıştı. En nihayetinde onu hiç yenememiştim, nişan konusunda hep berbat olmuştum. Silahlardan çıkan kurşunlar havada süzülüyor, hâlâ hayatta olan askerleri ve ajanları şaşkınlık içerisinde bırakıyordu. Melissa yavaş yavaş salonun derinliklerine doğru ilerlemişti, peşinden gidiyordum. Canlı yayın imkanımızın ölmesine de izin veremezdim, insanlar gerçekleri öğrenmeliydi. Toprak özel gücü sayesinde hiç vurulmadan salona direkt olarak dalmıştı.
Yıllardır çektiğim acıları artık herkes bilecekti. Savaş bizi kolluyordu. Bize saldırabilecek olan herkes yere yığıldığında az da olsa rahatlamıştım. Sonuçta kimse kafasının birkaç santim üstünden kurşunların geçmesini istemezdi. Yerdeki silahlardan birini aldım. Kurucuların -elçilerin- olduğu masaya geldiğimizde onlar da silahlarını çıkarmıştı. Neyse ki hepsini kısa sürede halletmiştik. Bunlar olurken de Melissa çoktan canlı yayını başlatmıştı.
Kamerayı kendi yüzünü çekecek şekilde ayarladı. "Merhaba dünya, merhaba sıcacık evlerinde oturup tek derdi matematik sınavı olan insanlar." Bir yandan da doğru açıyı bulmaya çalışıyordu. Toprak kamerayı ayarlamasına yardım ediyordu, sanırım üzeri kanla kaplanmayan tek kişiydi. "Bulduğum tüm bu görüntüler birkaç saniye içerisinde tüm interneti kasıp kavuracak. Eğer bizi duyuyorsanız bize inanmalısınız." İç çekti, cümlelerini doğru seçemeye çalışıyordu. "Muhtemelen ülke yöneticileriniz bunun gerçek olmadığını savunacak, montaj olduğunu diyecektir. Onlara inanamamalısınız, yıllardır inandılar ve bize aklınıza gelmeyecek şeyler yaptılar. Üzerimin kanla kaplandığını görebiliyorsunuz değil mi?" Biraz geriye doğru çekildi, kamerayı eline alıp etrafını çekti. "Kurtarılması gereken çok kişi, yardım edecek az kişi var."
Anlaşılan canlı yayın bir süre daha açık kalacaktı. Yaratıklar hâlâ hareket ediyordu, yani Jaha hayattaydı. Şimdilik korkmamı gerektiren bir durum yoktu. Patlama sesi tekrarlanmıştı, alevler bu kata yayılıyordu, sanırım üst katların gaz hattı sorun çıkarmıştı. Elimizi çabuk tutmalıydık, aksi halde hepimiz ölecektik. Elimdeki silahı bırakmadım, her an başka tehlikelerle yüzleşmemiz gerekebilirdi. Sıla'dan hâlâ haber alamamıştım, binanın üst katlarında saklandıysa işi çoktan bitmişti. Muhtemelen pişmiş tavuğa dönmüştü.
Kamerayı olduğu yere bıraktı. Çatıdan çıtırtılar gelmeye başlamıştı. "Koşun! Canlı yayın bir süre daha devam eder çıkmamız lazım."
Toprak kolumdan tutup dışarı doğru çekiştirmeye başladığında karşı koymamıştım, o an düşünebilecek durumda değildim. Çıkış kapısından dışarı doğru çıkarken toplantı odasının giriş kapısının –yani benim kırdığım yerin- sertçe kapandığını gördüm, arkamızda kalan tek kişi Jaha'ydı. O kapamıştı, hızla kolumu kurtarıp o tarafa doğru koştum. Küfürler ediyordum, üstelik bütün küfürlerim bir gelecek hayal ettiğim kıza karşıydı.
"Bana söz vermiştin Jaha! Buraya gel, ölmene izin veremem!" Kapıyı yumruklarken sesini arkamdan duydum. "Ne?" Burada cidden de farklı olaylar dönüyordu.
"Kuzey? Hadisene! Çıkmamız lazım." Beni beklemeden acil çıkış kapısından çıktı, hatta herkesten önce çıkmıştı.
Anlam verememiştim, tek istediğim yanında olup buradan kurtulmaktı. Tavandan minik parçalar kopmaya başlamıştı. Canavarlar delirmişçesine etrafta koşuyordu, arada sırada birbirlerine çarpıyorlardı. Savaş'ın hemen ardından dışarı çıktım, herkes dışarıdaydı. Jaha yeniden gözden kaybolmuştu, sorun değildi. Yaşadığını biliyordum ya... Yeterdi. Son oyunumuzu oynamış, kazanmıştık. Hepimiz birbirimizle beşlik çakmıştık.
Aslında arkadaş grubumuzda kimse birbirine katlanamazdı ancak şu an birbirine çok yakın ikizlerden farksızdık. Hepimiz aynı kişi gibiydik, tek bir amacımız vardı: Hayatta kalmak... Buradan sonra ne olacağını bilmiyorduk, dünyanın geri kalanı bizim gibi çocuklara yardım etmeye karar verirse o listeye dahil olma niyetim yoktu. Gözden kaybolmak istiyordum, küçük bir iş bulabilirdim. Kendi masraflarımı ödesem yeterdi, zaten lüks olmadan yetişmiştim. Elbette Jaha da yanımda olmalıydı.
Yürüyerek uzaklaşabildiğimiz kadar uzaklaştık, üzerimizdeki kanlar yüzünden insanlar yeterince bize bakıyordu. Koşarsak daha da çok dikkat çekerdik. Polis ve itfaiye arabaları kuleye doğru gelmeye başlamıştı. Yanımızdan her geçtiklerinde korkumuz biraz da olsun çoğalıyordu, yine de eskisi gibi bir korkuya sahip değildik. Etraftaki kişilerle göz göze gelmemek için yere bakıyordum, aniden durdum. Diğerleri durmamıştı, arkalarından geldiğim için fark etmemişlerdi. Canavarların çizdiği yazıyı şimdi anlamıştım.
Senden nefret ediyorum Jaha Dwan! Bana bunu yapmış olamazsın. Söz vermiştin, hayır söz vermiştin. Sen sözlerini her zaman tutardın. "ÖnemLi Değil, ÜzülMe." Dışarı çıkan kişi Jaha değildi, dışarı çıkan kişi Sıla'nın illüzyonuydu. Sadece büyük harfleri okuduğumdaysa "Öldüm." yazısı ortaya çıkıyordu.
-BİRİNCİ KİTAP SONU-
Öncellikle cidden ne diyeceğimi bilemiyorum, son hiç beklemediğiniz gibi bir son olmuş olmalı diye düşünüyorum çünkü benim de hiç beklemediğim bir sondu ve akıl almazdı. Bu iyi bir şey mi, kötü bir şey mi? Bilmiyorum.
Benimle olduğunuz için çok teşekkür ederim.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top