Elveda
Yerimden kalkmalı mıydım? Kurallarımı netti, arkadaşımsa yardım edip edemeyeceğime bakmalıydım. Çıplaklık A.S.K.E.R sisteminde yetişmiş öğrenciler için utanılacak bir şey sayılmasa da durduk yere çıkamazdım, giyinmeye dahi üşendiğimden iç çektim. Dolabımı açtım, hızla üzerime ne geçirebileceğimi bulmaya çalışıyordum. Geceliğimin hırkasını seçmiştim, mahrem yerlerimi kapatmaya yeterdi. Dizlerimin bir karış üzerine gelecek kadar uzundu.
Siyah botlarımı giydim, bağcıklarını bağlamamıştım. Hırkamın önünü kapattım, yürümeme engel olmuyordu. Kısacası çok rahattım, dışarı çıktım. Konuşmalara kulak kesildim, neler olduğunu merak ettiğim söylenemezdi. Toprak'ın koştuğu doğrultuda ilerliyordum, o taraftaki insanlar teker teker odalarından çıkıyor şaşkın ifadelerle birbirlerine bakıyordu. Evet, arkadaş seçimi önemliydi ancak başını çok sık belaya sokmayan arkadaşlar edinmek hepsinden de önemliydi.
Koştum, ondan daha hızlı olmam lazımdı. Koşuda oldukça iyi olsam da yetişemiyordum. "Ya Allaha aşkına popo korkusu mesela olunca nasıl da hızlı koşuyorsunuz!"
Antrenmanlarda, görevlerde bu denli hızlı koşsalar sınavı birincilikle geçecekleri kesindi. Şimdi ne halt yemeye hızlı koşuyordu ki? İnsanlar her zaman olduğu gibi telefonlarına yapışmıştı. Bir grup öğrenci önümden çekilmeyince kazayla çarpmış numarası yaptım, telefonlarının düşmesini sağlamıştım. Listedeki tek masum kişinin Toprak olduğu da açığa çıkmıştı, özel gücü duvarlardan geçmek olan kişiydi.
İyi tarafından bakacak olursak ona güvenebileceğimi biliyordum, katile yardım eden kişi çıkmadığı sürece de aramız iyi kalacaktı. Nefessizlikten ölmezsem, ciğerlerim beni dinlerse yardım da edecektim. Dizlerimin üstüne çökerek yere oturdum. Kendimi hala toparlayamadığım apaçık ortadaydı. Hırkamın fermuarı açılmıştı, umursamadım. Kollarımdaki çizikler gözükmüyordu nasıl olsa.
"Toprak peşinde katil olmadığı sürece seni benden kimse kurtaramaz! Koşmanın nedenini hele bir öğreneyim seni kimse elimden alamayacak." Omzuma konulan el ile kafamı kaldırdım.
"Yardım etmemi ister misin?" Elini uzattı. "Önemli bir şeyi yok, Sıla özel gücüyle Zoe'nin kılığına girip onu öpmüş." Kavga etmemizi önemsememişti. "Geceliğin yakışmış."
Son dediğini görmezden gelmek için sadece ilk dediğine odaklandım. "Sıla kılığıma girip seni öpse mutlu mu olursun? Geri zekalı... Demek ki önemli bir şeymiş." Yardım almadan ayağa kalktım.
Kollarını önünde birleştirdi. "Başta sevinirdim sanırım, hiç olmadığı kadar hem de. O öpücüğün süresi boyunca bu cehennemden kurtulurdum." Yine gözlerime bakmıyordu. "Tabi onun sen olmadığını anlamak için on saniye incelemem yeterli olurdu."
Güldü, konuyu dağıtmak için atılan bir gülücüktü. Üzerindeki yeni deri ceket şimdiden birkaç çiziğe sahip olmuştu. Bıçaklarla sık sık antrenman yaptığını biliyordum, kesici aletleri çok seviyordu. Ben de seviyordum, ikimizin birçok ortak noktası olsa da hiç dostça sohbet etmemiştik. Şans verilmeyi gerçekten hak ediyorsa verecektim, önce kontrollerimden geçecekti. Telefonunu ve odadaki sandığını -kasasını- arayacaktım ikisinden de sorun çıkmadıysa takımını kontrol edecektim.
"Akşam işin var mı?" Film izlemeye davet etmek istiyordum, hem belki telefonunu karıştırabilirdim. Telefonlar sayesinde birçok kişi hakkında kolayca bilgi edinilebilirdi. "Film izlemek ister misin?"
"İşim mi?" Ona sorduğumu anlayamamıştı. "Benim mi?" Arkasına döndü, yakınında biri yoktu. "Oha." Heyecanla kafasını salladı. "Antrenman yapacaktım, erteleyebilirim. Kaçta?"
Fermuarımı düzelttim. "Akşam yemeğinden hemen sonra." Sırıttım, pislik yapacağımdan haberi bile yoktu. "Tabi akşam yemeğine geleceksen izleriz. Toprak, Diana'yı falan da davet edeceğim."
"Evet geleceğim." Arka cebinden telefonunu çıkardı. "Numaranı alabilir miyim?" Heyecanlandığı her halinden anlaşılıyordu. Küçüklüğümden beridir ilk kez bu kadar neşeliydi. "Ayrıca boş musun şu an? Belki birlikte antrenman yapabiliriz, yani birbirimizi dövmeden. Ağırlık antrenmanı filan..."
Telefonumdan rehberimi açtım, numaramın fotoğrafını çekmesini bekledim. Çikolata verilmiş küçük bir çocuk gibi gözleri parlıyordu, birkaç saniye öylece fotoğrafa baktı. Gerçek olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Ağırdan alacaktım, açıkçası hevesinin geçmesi için yapmıştım. Benden sıkıldığında da ayrılmasını bekleyecektim. Ayağımın altından çekilecekti. Böylesi ikimiz içinde iyi olacaktı.
"Seni bulurum, ilk Diana'yı ziyaret etmem lazım." Arkama bakmadan oradan ayrıldım.
Odama vardığımda üzerime rahat kıyafetler giydim. Ardından görevlilerin odasına gittim, kimlerin nelerini öğrendiysem söyleyecektim. Listede yazana göre en az puanda kalan iki kişi öldürülecekti. Elimi ne kadar hızlı tutarsam o kadar iyiydi, başkaları demeden bildirmeliydim. Ne olursa olsun dostlarımın sırrını açığa çıkarmazdım fakat Toprak'ın gücünü artık tüm kule biliyordu. Yapmazsam muhteşem fırsatı kaçırmış olurdum.
Kendi sırrımı ortaya çıkarıp çıkarmamak konusunda karar veremiyordum. Değerimin düşük olması onur kırıcı olsa da beni hedef olmaktan çıkarıyordu. Yine de iki puan birçok kişiyle fark yaratmamı sağlayabilirdi. Benden başka kimsenin iz peşinde olduğunu görmemiştim, yani çoğu kişi sıfır puandaydı. Acaba başka maddeleri bulanlar olmuş muydu? Uzun süredir listedeki güncellemeleri takip edememiştim, hala eski listeye göre hareket ediyordum.
Görevlileri ayrılmış kata geldiğimde kapıyı çaldım, girmeme izin verdiklerinde bir köşeye geçtim. "Listeyle alakalı birkaç şeyi bildirmek istiyorum. Üç kişiyi bildireceğim, üç kişilik arkadaş grubumla buldum." Oturmayacaktım, konuşmayı kısa kesmeyi amaçlıyordum. "Toprak Taş duvarlardan geçebilen kişi, on dakika önce öğrendim." Sırlarımızı takas olarak düşünecektim. "Jaha Dwan ise raynaud hastalıklı kız. Onu da Toprak Taş öğrendi."
Başımızı belaya sokmadığım sürece sorun yoktu. Sakince konuşmuştum, kendimden başka biriymiş gibi bahsetmemin sebebiyse küçüklüğümüzden beridir böyle eğitim almamızdı. Bir görev veriliyorsa ve bildirmek zorundaysan ben yaptım diyemezdiniz, öyle derseniz görevlilerin zamanını çalmış olurdunuz. Bu da pek hoş karşılanmazdı, kuledeki tüm düzen daha çok zaman kazanmamız üzerine kuruluydu.
Başka kim için bildiri yapabilirdim? Kuzey ve Savaş arasında tercih yapmam lazımdı. Uzun süredir ikisini de tanıyordum. Savaş'a güvenmem daha mantıklıydı, Kuzey'in neler sakladığını öğrenememiştim. Hem kendi ağzıyla da asla öldürülemeyeceğini söylememiş miydi? Başına zarar gelemeyeceği kadar değerli olduğunu demişti. Yaptıklarıma pişman olmak istemiyordum.
"Savaş Kandemir ise illüzyon ustasını buldu." Görevli adam hiçbir şey dememişti. Korktum, öfkeyle beni süzüyordu.
Kalemini ters çevirdi. "Duvarlardan geçme yeteneği olan çocuk haricinde hepsi bildirildi." Notlarını almaya başladı, ismimi açıkça görebilmiştim. "Ya listeyi takip etmeyi bıraktığından beridir bayağı uzun zaman olmuş ya da beni kandırmaya çalışıyorsun." Çıkabilirsin anlamında kapıyı işaret etti.
Dediklerini tekrarlamasını dahi isteyemedim, hızlıca dışarı çıkmıştım. Akşam yemeği saati yaklaştığından yemekhaneye gidiyordum. Tatil için ayırdığım günde bile birçok olay öğreniyordum. Kim beni söylemişti? Savaş'la uzun süredir arkadaştım, hastalığımı öğrenmiş olabilirdi. Başka kim biliyordu ki? Onun söylemediğine emindim, eğer puan kazanmak isteseydi Melissa'yı yani teknoloji ustası kızı derdi. Zamanımızın büyük çoğunluğunu da beraber geçirmiştik.
Moralim bozulmuştu, kendimden başka kimseye güvenemeyeceğimi beş bininci kez anlıyordum. Neşem yerinde olmasa dahi yüz ifademi kontrol ederdim, kimsenin ne hissettiğimi anlamasına izin vermezdim. Şimdi ise korkumun beni ele geçirmesine izin veriyordum. Bulunduğum kattan ayrılınca yere oturdum, bir süre öyle kalakaldım. Aklım almıyordu, hastalığımı belirtecek neler yapmıştım ki? Uzun süredir eldiven takmayı bırakmıştım. Diğer insanların aksine daha az üşüyormuş gibi davranıyordum.
Akşam yemeğine geçmeden kendimi toparlayabilmiştim, en azından mimiklerimi yeniden kontrol altına almıştım. Masaya oturmadan önce Kuzey'in gelmesini beklemiştim, yemekhaneye girer girmez köşeye doğru yürümüştü. Arkadaş grubumuz masayı doldurduğunda Kuzey'in yanına gidip tam karşısına oturdum. Bizimle yemek yiyecekti, amacım o yöndeydi. Duvara yaslanmıştı, dikleşti.
Konuşmadım, etrafına bakındı. Ellerini masanın üstüne koydu, bazı kişiler heyecanla bizi izlemeye başlamıştı. Ne zaman masadan kovulacağımı merak ediyorlardı, kavga eğlenmelerini sağlayacaktı. Savaş'ın bakışları da bu yöne dönmüştü, ne yapmaya çalıştığımı anlayamamıştı. Açıkçası yaptığım şeye ben de şaşırmıştım. Beni kovarsa bir şey kaybetmeyecektim, o kaybedecekti.
"Bir sorun mu var?"
"Bize katılıyorsun." Elinin üst tarafından tutarak çekiştirdim. "Gelmezsen burada kalırım."
Yüzündeki sert ifadeyi bozup gülümsedi. "Tamam tamam, geliyorum." İnsanlar hala bana neden saldırmadığını çözememişti. "Çok ısrar ettin." Kahkaha attı, beni sinir etmeye çalışıyordu.
Başarılı olamayacaktı. "Evet, ettim. Yemek boyunca herkese seni öldüreceğim tarzı bakışlar atmazsan sevinirim."
Diğerlerinin yanına geldiğimizde başta şaşırsalar da garipsemediler. Yemeklerimizi aldığımızda hiç acele etmeden hem konuşarak hem de kahkaha atarak zaman geçirmiştik. Yemekten sonra antrenmanımız da yoktu, rahat davranabilirdik. Ayrıca direkt olarak yemekhaneye geldiğim için Kuzey'den özür dilemem gerekmişti, antrenmanımızı yarına erteletmiştim. Hepimiz bir aradayken yediğim yemeğin tadı bile daha güzeldi.
Savaş arada sırada telefonundaki mesajlara da cevap veriyordu. Bir kızın fotoğrafını gösterdi, kız elbisenin yakıp yakışmadığını sormuştu. "Sence bu kız güzel mi?"
Dirseğimle Kuzey'i dürttüm, tam yanıma oturmuştu. "Kuzey'e sor, o bilir." Kuzey haricinde herkes kahkaha attı.
Masaya koyduğu kafasını kaldırıp resme baktı. "Değil." Konuşmanın geri kalanına Almanca olarak devam etti. "O kız sen değilsin çünkü." Yeniden kafasını koydu.
Biz laf atmadıkça konuşmuyordu, yine de mutluydum. Uzun bir aradan sonra ilk kez yanımızdaydı. Duygularımın nasıl gelişeceğini zamana bırakmıştım. Bana iyi davranır, gerçekten de başka kızlara ilgi duymayı bırakırsa şansı olabilirdi. Şu an iyi gidiyordu. Kafasını kaldırdığında beni inceliyor, geri yatıyordu. Diğerleri pek te umurunda değildi. Toprak arkadaşının yeniden aramıza dönmesine sevinmişti.
Yemekhanede yalnızca biz kalmıştık, kimse erkenden dönmeye niyetli değildi. Sohbet kusursuz ilerliyordu. Zoe pembe kağıt mendille ağzını sildi. "Toprak bugün bir video gördüm, seni koşarken çekmişler. İyisin, değil mi?"
Yemeğinden son lokmalarını alan Toprak az kalsın boğuluyordu. "İ-iy" Konuşamıyordu, kıpkırmızı olmuştu. "İyi."
Kuzey gülerek başını kaldırdı. "Jaha'ya karşı olan hislerimi anlattığımda gülüyordun it Toprak." Su şişesinin kapağını açıp uzattı. "Nasıl oluyormuş?"
Telefonum çaldı, Diana görüntülü arıyordu. Onu yemekhanede de görmemiştim. Aramayı açtığımda kapkaranlık bir ekranla karşılaştım. Çok geçmeden yerde parlak bir sıvı gördüm, ışık saçan alet sayesinde ayırt edebilmiştim. Yerdeki tahta döşemelerin üzerinde karaltı vardı. Telefon videoyu tavandan çekiyordu, flaşı açıldığında ise karaltının Diana olduğunu anlamıştım. Biri Diana'yı yerde sürüklemişti, kim oluğu beli olmuyordu.
Hala nefes alıyordu, sanki yalnızca başına vurulmuştu. Kuzey'le aynı an da "Diana'nın odası nerede?" demiştik.
Olabilecek tüm aksilikler o an bizi bulmuştu. Karşımıza çıkan görevliler, kullanıma kapatılmış bozuk asansör, asansör sıraları, kalabalık gibi birçok neden sayabilirdim. Sanki özenle seçilmiştiler. Başımızın çaresine bakamıyorduk. Terden sırılsıklam hale gelmiştim, yanaklarım kızarmıştı. Neredeyse Kuzey'le aynı hızda hareket ediyordum, benden bir tık öndeydi. Sürekli antrenman yaptığı için oldukça rahattı, hiç koşuşturmamış gibiydi. Diana'ya bir şey olmasından korkuyordum, hiçbir şey yapmadan bir kişinin daha eksilmesini kaldırmazdım. Kurtarabilme ihtimalim varsa sonuna kadar deneyecektim.
Saat geç olduğu için çoğu öğrenci odalarına çekilmişti. Bu yüzden konuşma sesi asla kesilmiyordu. Çoğu ışık kapatılmaya başlamıştı, kullanılmayan katların hepsi boştu. Sadece görevlilerin olduğu katlar da ve gececilerin katlarında ışık yanıyordu. O ışıklar ise bildiğimiz ışıklardan değildi, mavi-mor renkteydi. İnsanların gözünü almaması için özel olarak tasarlanmıştı. Temizlik görevlileri sürekli peşlerinden malzemelerini çekiyor, olabildiğince hızlı şekilde katları temizliyordu. Üstlerindeki neon hırkalar dikkatimi çekmişti.
Berbat kimyasal kokularını saymazsak sorun yoktu. Koşuştururken duvarlara asılmış fotoğraflara bakıyor, resimler inceliyordum. Hepsi de oldukça sevimliydi. Diğerleri peşimizden geliyordu, bize yetişememiştiler. Telefonumu da yanıma almıştım, arada sırada bazı sesler gelse de onu göremiyordum. Ölmemiş olduğunu, sadece büyük yaralar aldığını umdum. Yanımızda savaşabilecek silah yoktu, öylece koşturmuştuk.
Yaptığımız kelimenin tam anlamıyla delilikti. "Nasıl elini kolunu sallayarak herkesi öldürebiliyor ki? Delirmek üzereyim." Odasının bulunduğu kata vardığımızda üçüncü kapının önünde durduk.
"Kulede insani duyguları yitirmemek büyük başarı, delirmemekte öyle." Kısa ama benim için upuzun bir süre gözlerine baktım, bu kelimelerle sanki çok büyük bir sırrı ortaya çıkarmıştı. Bana kendisi hakkında bir şeyler demişti. Yalvarıp geçmişte ne yaşadığını sormak istedim, anlatacağını bilsem yapardım da. "Önden gireceğim, ben işaret vermeden gelme."
İyi tamam, güzel. Risk almama şansım varsa elbette kullanırım. "Nasıl istersen."
Cebimde her daim kapıları açmak için maymuncuk taşırdım. Elimi cebime atıp maymuncuğu çıkardım, kapıyı açmak için yaklaşıyordum ki Kuzey tekme attı. Kapı kırılmıştı, hem de tek tekmeyle. Şaşkınlığıma şaşkınlık ekleniyordu. Açık kalan ağzımı elimin tersiyle kapadım, şok içindeydim. Her gün antrenman yapmayı bırakması lazımdı, rakibi olduğum için telaşlanıyordum. Maymuncuğu geri koydum, birkaç minik adım atarak içeri girdi.
Ses yoktu, yalnızca boşluk... Kan lekeleri azdı, çok kan kaybetmemiş olmalıydı. Katil çok zarar vermediyse kurtarabilirdim. Kuzey daha da içeri girdi, kapının eşiğine geldim. Yaklaştığımı gördü, yerimde kalmamı işaret etti. Kan damlaları banyoya doğru ilerliyordu. Koku beynimin içine giriyor, adeta kemiriyordu. Geçen her saniye asırları andırıyordu. Banyonun hizasına geldiğinde yine yerimde kalmam anlamında işaret vermişti.
Dinlemedim, yardım etmeden biri ölürse kendimi affedemezdim. Kuzey'in zarar görmesine izin veremezdim, içeri girdim. Yarım metre kadar arkasındayım. Resmen katille aynı odadaydık. Bize zarar vermesine engel olursak kapana kıstıracaktım, oyunun sonuna yaklaşmıştım. Bölüm sonu canavarını geçtiğimde her şey sona erecekti. Hepimiz eski, sıkıcı hayatımıza geri dönecektik. Bazılarımız da sınavını tamamladığında güzel yerlere gönderilecekti.
Boğazdan gelen kuru bir öksürük duyuldu. "İmdat! Canı-canım yanıyor." Hıçkırık sesleri araya kaynadı. "L-lütfen o gitti."
"Diana?" Yanıt gelmesini bekledim, gelmemişti. "İyi misin?"
Kuzey ile aynı an da banyoya girmeye çalışmış, itiş kakış da olsa başarmıştık. Küvete doğru adım attığımızdaysa silah sesi tüm katta yankılanmıştı. Kuzey saniyeden bile kısa bir sürede önüme siper olmuştu, üzerime doğru atıldığı içinde düşmüştük. Hissettiğim acı Diana'nın çığlıklarının yanında hafif kalırdı. Dudaklarımın arasından küçük bir inilti çıkmıştı, küçük düşmemek için olabildiğince bastırmıştım. Dişlerimi sıktım yüzümü buruştururken.
Vurulmamıştım, yine de canım yanıyordu. Ön cebimdeki çoklu maymuncukların ucu kasıklarıma girmişti. Kuzey'in bir eli kafamın altındaydı, başımı sertçe yere vurmamı engellemişti. Başka biri düşseydi muhtemelen kafatası kırılmıştı. Kötü tarafıysa diğer eli de maymuncuğumun hemen üstündeydi, uçlarından iki tanesi de onun eline saplanmıştı (eli bedenimin altında ezildiğinden derin bir yaraydı).
Beş dakika da hastanelik olmuştuk. Sıcak kan vücuduma değdikçe pes etme isteğim artıyordu. Berbat durumdaki elini çekmeden doğruldu, kıpırdatmamaya özen göstermişti. Canının acıyıp acımayacağını umursamadan elinden çekti. Çıkan cıvık ses sayesinde acıma duygum tavan yapmıştı. Kasıklarımdaki yarayı inceledi. Yüzü buruşmuş, korkmuştu. Hemen ardından öfkelenmişti, galiba iyi olduğuma kanaat kılmıştı.
Burnundan soluyordu. "Sana beklemeni söyledim, peşimden gelmeni değil!" Katil bizi pusuya düşürmüştü.
Bizimle oyun taşları gibi oynuyordu. Bu denli basit bir şeyden korktuğumuza inanamıyordum veya katilin ne kadar zeki olduğuna. Oyununun piyonlardık, o ise hepimizden önemli bir taştı. Şansım varsa hangi taş olduğunu yakın biz zamanda öğrenecektim. Cevap vermeye hazırlandım, ilk denememde yapamadım. Canımın acısı yalnızca küfür etmeme izin veriyordu.
"Sana ne."
Parmaklarımı maymuncuğun uçlarının üzerine getirdim, derince nefes alır almaz çektim. Haykırışım iniltimden de beterdi, olduğum yerde doğruldum. Ayağa kalkacak gücü bulamamıştım. Yerdeki kanların içine kanım da karışmıştı, açıkçası kanıma yerdeki kanlar karıştı demek daha doğru olurdu: Kanamam zaman ilerledikçe artıyordu. Canım acımıyormuş gibi davranmayı tercih ettim.
"Senin yüzünden ikimiz de zarar görebilirdik." Zaten yaralanmıştık, ikimiz de kötü durumdaydık. Gözleri büyüdü. "Ya gerçekten bize ateş etseydi? Sen ölmüştün J." Yerdeki minik mavi topu gösterdi. "Aklın nerede?
Katilin yaptığı tuhaf düzenek topu fırlatmıştı. "Ve sen de kendini siper etmiştin." Dudaklarımı sıktım sinirle. "Senin yaptığın daha büyük aptallık. Zarar görmekten korkmuyorum." Duygularım çok karışmıştı. Arkamdan iş çevirdiği halde canını feda etmeyi göze koymuştu. Yaptığı şeyi kabul edemezdim. "Aklını başına al."
"Almazsam ne olur!" Yumruğunu sıktı. "Ne yapacaksın zekamla mı dalga geçeceksin? Teşekkürler, geri zekalı olduğumu biliyorum. Zampara olduğumu mu diyeceksin? Evet, öyleydim. Bana güvenmediğini mi diyeceksin? Bunu biliyoruz zaten."
Cevap vermedim, öfkemiz birbirini körüklemeyi sürdürürse Diana'ya yardım edemezdik. Küvetin perdesini açtım. Kızın elleri kelepçeyle, ayaklarıysa bezle bağlanmıştı. Çırılçıplaktı, üzerindeki tek kıyafet külottu. Sesli şekilde küfür ettim. Taciz... Katilimiz aynı zamanda tacizci miydi? Başka neden kıyafetlerini çıkarsındı ki? Kuzey kapının arkasına asılmış bornozu kızın üzerine örttü, cebindeki çakıyı açıp ayak bileklerindeki bezi kesti.
Neler yaptığını soramadım bile. "Nereye gitti?" Toprak'ın sesini ancak duyabiliyordum, kata varmıştılar.
"Bil-bilmiyorum, bana yüze kadar saymamı söyledi." Ağlıyordu, maymuncuğumla kelepçesini açtım. "Beni öldüreceğini sandım. Kafama silahını dayadı, soğukluğu unutamıyorum. Taciz etmeye çalıştı, direndim."
Tekrar ettim. "Üzerinde ne vardı? Bana belirgin özelliklerini söyler misin?"
"Koyu kırmızı bir gömlek..." Burnunu çekti. "Siyah kol saati, mavi kasket şapka... Tuhaf camdan bir nesne de vardı elinde. Siyah veya kahverengi saçları..."
Fazla uzaklaşmış olamazdı. "Kızla ilgilen."
Bacağımı umursamadan koştum, Kuzey arkadan bağırmış olsa da o an yalnızca katili bulmaya odaklanmıştım. Az kalsın Savaş'la çarpışacaktım. Vücudum cinayetleri biraz da olsa normal karşılayabilirdi ancak tacizi idrak edemezdi. Psikolojim zaten bozuktu, psikolojim düzelmediği sürece yaşamıyordum, ölüydüm. Ha bedenime zarar gelmiş ha beni öldürmüş, ne değişirdi ki? Onu ele geçirdiğimde ağzını burnunu güzelce kıracaktım, kimse elimden alamayacaktı.
Yavaş yavaş öldürecektim, hızlı öldürüp acımayacaktım. Etrafta kimse yoktu, her yere girmiş olabilirdi. Katil olsam nereye kaçardım? Nerede üzerimi değiştirirdim? Elimi kolumu sallayarak her yere girebilirdim, sonuçta kameraları kontrol edemezdik. Bunu çok iyi biliyordu, ya odasına gitmişti ya da en yakın boş odaya dalmıştı. Temizlik odalarını, tuvaletleri arıyordum.
Kolu kanlı parmak izleriyle kaplanmış kapıyı gördüğümde doğru yerde olduğuma karar kıldım. Elektrik odasındaydım, içeriye girdiğimde karşılaştığım kişi Alexsander'dı, içtenlikle gülümsedi. Kar küresi tutuyordu, diğer eli sargılıydı. Hemen ısıtıcının yanına, tabureye oturmuştu. Üzerindeki kıyafetler Diana'nın anlattığıyla birebir uyuyordu. Onun katile yardım eden kişi olduğu konusunda yanlış düşünmüştüm, katilin ta kendisiydi.
"Selam." El salladı. "Hamsterım kar kürelerimi devirdi. Son günlerde epey huysuzlanıyor, doğal çiftleşme zamanı geldiği içindir belk-"
"Seni öldüreceğim."
Kar küresini alıp kafasında kırdım, cam parçalarının yüzüne saplanmış olmasını diledim. Hiçbir şey olmamıştı, korkuyla ayağa kalktı. Fırsat bilerek aynı Kuzey'e yaptığım gibi yere serdim. Yüzünü yumrukluyordum, kusursuz burnu dümdüz olmuştu. Karşı koymaya çalıştığında daha da hırçınlaşıyordum. Ağzıma ne geliyorsa söylüyordum. Durmam için yalvarmaya başlamıştı, ellerini kendine siper ediyordu. Durmayacaktım, kime ne zarar verdiyse aynısını yapacaktım. Oyun bugün sona eriyordu!
Muhteşem neşeli Ece'nin, güzeller güzeli Kumsal'ın ölümüne vesile olmuştu. Üstelik Diana'yla Savaş'ı da az kalsın öldürtecekti. Tanımadığım kişilere de zarar vermişti. Başı büyük beladaydı, bugün ölüm günüydü. Artık arkadaşlarıma zarar gelmesinden korkmayacaktım, kurtulmuştuk. Diana'ya yardım etmek için gelen görevliler bizi de duymuştu, kısa sürede yanımıza geleceklerdi. Elimi ne kadar çabuk tutarsam o kadar iyiydi: Eğer beni durdurmaya çalışırlarsa onlara da saldırır, boğazlarını parçalardım.
Oyunu kimin kurduğu umurumda değildi, oyuncu olmaktan sıkılmıştım. Çok geçmeden bayıldı. Maymuncuğumu oda da bırakmıştım, eğer bırakmamış olsaydım karnına saplardım. Kar küresinin parçalarından birini kavradım, göğsünün tam ortasına getirip sapladım. İleri geri hızlıca hareket ettiriyordum. Çoğu kısmı benim parmağımı kesmişti, gözüm dönmüştü. O an fark edememiştim. İnsanlar bağırıyor, durmamı söylüyorlardı. Hayır, geç bile kalmıştım.
"Geri çekil!"
"Bu şerefsizi öldürmeden olmaz." Boyun kemiğini kırmak için hamle yaptığımda kafama yediğim sert nesneyle yere yığılmam bir oldu.
Madem birbirimizi öldürmemize kızmıyorlar o zaman ben yapınca neden suç oluyordu? Vuran kişinin kim olduğunu görmemiştim, gözlerim kapanırken tek anladığım Kuzey'le kavga etmeye başlamasıydı, hatta suratına bir yumruk yemişti. Ayağına giydiği bot erkek botuydu, bedenim gücünü toparlayabilirse onu da Alexsander'ın yanına serecektim.
Son zamanlarda pek aksiyon olmadığını fark ettim, artık aksiyona devam edelim bence. Bu bölüm en şaşırdığınız şey neydi?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top