Bronz


Soruyorum size, yalanda hiç ne kadar iyi olduğumu söylemiş miydim? "Toprak! İnanamıyorum, odanızın haline bak." İki kolumu da aynı anda yana doğru açarak odayı gösterdim. "Az önce biri odanıza girmişti. Sağ tarafa doğru gitti, bence acilen bir şeyinizin çalınıp çalınmadığına bakmalısın." 

Savaş tuhaf tuhaf bakıyordu, neler olduğunu dahi anlamamıştı. Nasıl bu denli iyi yalan uyduruğumu düşünüyor olmalıydı. Açık kalan ağzını eliyle kapatıp çenesini kaşıdı, birkaç adım yaklaştı. Odanın sahibiyle göz göze gelmemeye çalışıyordu. Toprak ise önce ikimizi süzmüş, hemen ardından etrafa göz gezdirmişti. Elinde buz torbası tutuyordu, gözü morarmıştı. Buz küplerinin dondurucu etkisine rağmen bir an olsun bırakmıyordu, saçları ıslanmıştı.

"Kuzey'i çağırmamı ister misin?" Yazık oldu anlamında ellerimi birbirine vurdum. "O da bir şeyinin çalınıp çalınmadığını kontrol etmeli." 

"Hayır gerek yok." Kedi desenli nevresimi olan yatağa, yani kendi yatağına uzandı. "Onun saklayabileceği değerli bir şeyi yok, benim de yalnızca kitaplarım var. Kitaplardan da çalınan olmamış." Buzu iyice yüzüne bastırdı. "Başım çatlıyor üzerime kitaplık düştü." 

"Ov... Geçmiş olsun." Savaş'a çıkmasını işaret ettim. Yalnız kalsak daha iyi olacaktı. Aklıma Sıla hakkında öğrendiklerim gelmişti, heyecanlanmıştım. Toprak'la dedikodu yapmak hoşuma gidiyordu. "Sıla hakkında neler öğrendiğime çok şaşıracaks-"Durdum, ben ne yapıyordum böyle? Az kalsın ağzımdan kaçıracaktım. 

Yattığı yerde korku filmlerindeki vampirler gibi dikleşti. Buzlar yere düşmüştü, göz altındaki morluk güvercinleri anımsatıyordu. "Ne öğrendin ki?" Heyecanlanmıştı, havayı alkışladı. Savaş'ı arkasından ittirip odadan çıkardı. Beni kolumdan tutup tam karşısına oturttu. "Evet?"

Yutkundum, hakkımda yalan uydurmakta sorun yoktu ama başkaları hakkında yalan uydurmak iftiradan farksızdı. "İkinci ismi varmış, Nemesis. Şu ana dek hiç odasına gitmemiştim, önünden geçerken farkına vardım. Ayrıca Kuzey'le görevdeyken karşılaştık. Bize pis pis bakıp gitti." Eskisine nazaran daha rahat bir şekilde oturup soluklandım. "Sanırım Kuzey'den hoşlanıyor."

Yüzü dünyanın en ekşi yiyeceğini yemişçesine buruşmuştu. Doğru sözcükleri seçmeye çalışıyor, kaba laf kullanmaktan çekiniyordu. Kolumdan tutup beni dikleştirmek istese de yapmadı. Boğazını temizledi. En yakın arkadaşımla düşmanımın sevgili olma ihtimali olsaydı aynı tepkiyi verirdim, berbat bir durumdu. Üstelik en yakın arkadaşınız her kıza asılan bir hergeleyse ihtimal daha da fazlaydı. 

İşaret parmağını kalbinin üzerine koydu. "Umarım yalnızca kitaplık kafama düştü diye başım dönüyordur." Yastığını ağzına bastırırken çığlık attı, korkumdan ona dikkat kesilmiştim. "Kuzey iti kesin ona da asılır." 

Sakinleştirmek için tatlı tatlı güldüm. "En yakın arkadaşının tasmaya ve kısırlaştırılmaya ihtiyacı var." 

Gülerek karşılık verdi, artık emindim gülümsemem diğer insanları rahatlatıyordu. Keşke kendim için de geçerli olsaydı, her gülümsediğimde canım acıyordu. "Haklısın Jaha. Eskiden zorbalarım bile olsa ismimi bilen birkaç kişi oluyordu. Şimdi ise kuledeki herkes bana Kuzey Avcı'nın kankası diye sesleniyor." Derin derin nefes aldı. "Peki ya sen?" Bakışları kapıya kaydı. "Sen iyi misin? Önce odan da çıkan yangın, ardından da odan da bulunan cesetler. Birilerinin nazarı değiyor sanırım. Mesela kızıl birilerinin olabilir, kızıl ve baş harfi Sıla olan birinin." 

Kahkaha attım, gerçekti, numara yapmamıştım. "Bak o konuda çok haklısın işte." Son yaşadıklarımı anlatıp anlatmama konusunda gidip geliyordum. "Ben iyiyim, kötü olaylar yaşadım ama şu an iyiyim." İyinin tanımı neydi ki? Başımı öne eğdim. "Cesetleri nasıl odama götürdüler anlayamıyorum. Suçsuz olduğumu biliyorsun, ben Kuzey'leydim." 

"Suçsuz olduğunu biliyorum mu?" Bana yaklaştı, bir yandan da poposunun atlında ezilen örtüyü düzeltti. "Hey, senin suçlu olduğunu düşünecek aptallıkta değilim. Sen herkese yardım eden bir manyaksın Jaha, bu küçüklüğümüzden beridir aynı." Suratındaki neşe yeniden yok olmuştu. "Bazen üçümüzün yeniden arkadaş olabilmesini umuyorum. Tabi yalnızca hayal: Sen Kuzey'den nefret ediyorsun, o da benim haricimde sarışın olmayan herkese sinir oluyor." 

Sanki adını duymuşçasına odaya Kuzey girmişti. Bize bakmadan spor çantasını kapının kenarına bıraktı. Ceketini yatağın kenarına koydu. Yüzünde yeni izler, kesikler vardı. Durumuna şaşırmıyordum, geri zekalıdan ne beklenirdi ki? Antrenmanlarda kendini zorlamaması gerektiğini defalarca kez söylemiştim. Dikişlerini açtırmadığını umuyordum. Toprak ona karşı laf atmayınca ben de atmadım, ekstra kibarlık göstermeye niyetim yoktu. Yeniden konuşmaya döndüğümüzde yatağına uzandı. 

"Şu geçenlerde okuduğun kitabın adı Ossis miydi?" Sıla'nın aynı büyüleri yapıp yapmadığına emin olmalıydım. "Anlamı kemikti sanırım." 

"Evet, sana ödünç vermemi ister misin?" Oturduğu yerden kalkıp rafına ilerledi. "Buralarda olmalı." 

"Yo hayır, gerek yok." Mahcup bir tavır takındım. "Konusunu anlatabilir misin, beğendin mi?" Olabildiğince şüphe çekmemeye çabalıyordum. 

Toprak konusunu anlatırken gözlerimi Kuzey'e doğru çevirmiştim. Gözlerimiz buluştuğunda sanki kazayla denk gelmiş gibi farklı tarafa çevirmişti. Telaşlanmamıştı, utanmamıştı da. Sanki yanlış bir şeyi yaptığını son an da fark etmişti. Görevler verilmeden önce de beni ara sıra gizli gizli izlediğini görmüştüm. Sebebini bilmiyordum, açıkçası sebebi olduğunu da düşünmüyordum. Saate baktığımda Kuzey'in neden odasında olduğunu öğrenmiştim, Melissa veya Savaş çoktan antrenman bitişi alarmını çalmıştı. Artık gitsem iyi olacaktı.

Aniden kalktım. "Ben gideyim, seninle sohbet etmek çok güzeldi." 

Kalktığımı görür görmez ayaklandı, telaşlı gözlerle beni süzüyordu. "Ben de geliyorum." 

Toprak önce davranıp odadan "Ben gidiyorum, siz kalın. Zaten kütüphaneye gitmem lazımdı."  Dışarı çıkar çıkmaz kapıyı kapattı. 

Burada duracak halimiz yoktu. Önüme geçmesine izin verdim, hala cevap vermemiştim. Neden durduk yere konuşmak istemişti? Saldırmasından korkuyordum, dikişlerini temizlememi istiyor olmasını ümit ettim. Belki de içeriye girerken bizi görmüştü. Karar vermiştim, saldırmaya kalkarsa odama koşup alabildiğim tüm kemiklere alacaktım. Silahsız dövüşmek aptalca olurdu. Odasındaki parıltının gömme kasa olduğu kesindi, kasanın içindekileri öğrenmeliydim. Düşüncelerime hakim olamıyordum, odanın dışına çıktık. Sadece öylesine yürüyorduk, nereye gittiğimizi bilmiyordum.

Antrenman saatleri bittiğine göre asansörleri kullanabilirdik, tuşa bastım. "Ne oldu?" 

"Antrenmanlara gelmedin. Sana bir şey oldu sandım, ayrıca dikişlerimi de temizleyecektin." Asansör gelince içinde biri var mı diye bakmış, rahatlamıştı. İçeriye girdiğimizde hızla tuşa bastı. Odamın katını bilmesi gözümden kaçmamıştı. "Seni sorguya çeken oldu mu?

"Hayır." Sorduğuna göre onu da sorguya çeken olmamıştı. "Umarım dikişlerini temizleyecek malzemelerim vardır. Eski odamda kalmış olabilir." 

"Temizlemesen de sorun değil, hatta bence lazım değil." Asansörün kapıları aralandığında içeri Sıla girmişti, üstelik odamın olduğu kata basmıştı. "Yalnızca kızarsın diye hatırlattım."

Kaşlarımı çattım, ona kızmamdan korkmuş muydu? "Temizleyeceğim zaten, iyi yapmışsın söylemekle." Sıla ile göz göze gelmemeye çalışıyordum, üstelik direkt olarak gözlerime baktığına emindim. 

Dışarı çıkarken kazayla yüzüne bakmıştım. "Görüşürüz ucube." 

Bazı insanlarla konuşmak duvarla konuşmaktır. Onun yerine benim gibi orta parmağınızı göstererek "Teşekkür ederim." deyin. Muhtemelen sizi kibar, küfür etmeyen biri sandıkları için tıpkı Sıla'nın yaptığı gibi sessizliğe bürüneceklerdir. 

Arkamdan söylendiyse de dikkat etmemiştim, hızlı hızlı yürüyordum. Kapüşonumu kapatmıştım. Kuzey aniden değişen hızıma ilk başta yetişememişti. Artık Sıla'dan nefret ettiğime emin olmalıydı. Tek söz etmedi, kavgaya dahil olmak istemiyordu. Arkadaşlarıma herhangi biri laf edecek olsa anında haddini bildirirdim. Kuzey ise görevler, kızlar haricinde hiçbir olayı umursamazdı. Savaş yanımda olsa ağzına gelen tüm lafları söylemişti. 

İnsanların beni neden düşman belirlediklerini bilmiyordum. Onlardan başarılı olduğum tek nokta dövüştü. Güzel değildim, çok yetenekli olsam da insanların içinde kullanmıyordum, paramın olduğunu da aynı şekilde beli etmiyordum. Olasılıklardan biri de ırkçıydılar, benim Kızılderili olduğumu biliyorlardı. Her türlü benzer sonuçlara varıyor, insanlardan daha çok nefret ediyordum. 

Odama girdiğimde çekmecelerimi karıştırdım. Kalan kıyafetlerim çöp poşetlerine tıkılarak yatağın yanına bırakılmıştı. Üzerinde geyik desenleri olan halım hala rulo halindeydi. Keşke banyo yapmadan odamı az da olsa toplasaydım. Tahminim doğruydu, hiçbir malzemem yerlerine yerleştirilmemişti. Yalnızca karşı yataktaki minderler odamdaki düzenin aynısı yapılarak dizilmişti.

Karton kutular her yere saçılmış, gelişigüzel bırakılmıştı. Bazı eşyalarımı kutulama zahmetine bile girmemişlerdi. Eski yatağıma veda etmiştim, yeni odama taşımamışlardı. Dürüst olmak gerekirse benimde alacak halim yoktu. Minderi haricinde her yeri tahtadandı, altı ise bomboştu. Altında boşluk olan yataklardan nefret ediyordum, uyurken kontrolümü kaybedersem altımı da savunmam gerekirdi. Etrafı güzelce temizlemem için birçok temizlik malzemesi de bırakmışlardı. Birçoğu oldukça eskiydi, baba parası yeme mevzusunu tekrardan düşünsem iyi olacaktı.

Tavandaki lambanın etrafı örümcek ağlarıyla sarılmıştı, duşa girmeden önce fark etmemiştim bile. Kendime lanetler okuyordum, en azından kemiklerim getirilmişti. Hepsini teker teker taşımama gerek kalmayacaktı, bazıları hasar almış olsa da sorun yoktu. Her türlü kullanımıma uygundular, sadece estetik havasını kaybediyorlardı. Üzerlerine basmamak için epey dikkat etmem gerekmişti. Karşı yatağın üstüne kırmızı saten örtü örtülmüş, not bırakılmıştı.

"Malzemelerini kurtarmayı başardım! Huh, bu çılgıncaydı. Minderlerin arasına gizledim. Kızım yeni odana öylece girebildim, acilen kilit sistemini düzeltmelisin."

-Kumsal

"Hiç araştırmaya başladın mı?" Örtüyü kaldırıp minderlerin altını yokladım. "Sanırım buldum, uzan buraya." 

Kapıyı kapattı. "Hayır, başlamadım. Onlarla uğraşacak vaktim yok, katilin içeriye gerçek bir silah sokması imkansız." Dediğim yere geçip uzandı, pofuduk minderlerim yüzünden yamuk durmak zorunda kalmıştı. Silahla karşıma çıkmadığı sürece de onu etkisiz hale getiririm. Puan kazanma gibi aptalca işlerle de uğraşamam, dediğim gibi benim asla ölmeme izin vermezler. Onlar için çok değerliyim." 

O halde neden başta uğraşmıştı? Bunu sormak istesem de demedim. Garip kişilerin garip davranışları oluyordu. Malzemelerin paketlerini açtım, yanına oturdum. Tişörtünü sıyırdım, hiç sorgulamadan izin vermesi daha da tuhaftı. Dikiş izleri iyileşmeye başlamamıştı. Yanından kalkıp hem odanın kendi ışığını hem de mor gece lambamı açtım. Yeterli ışığı elde etmiştim. Sürekli duvarlardaki garip kemikleri inceliyordu, ilgisini çekmişti. 

"Doğruyu söylemek gerekirse iki gün önce ağzımı kırmaya çalışan birine yardım etmek tuhaf geliyor." Bezin üzerin döktüğüm tentürdiyotu minik hareketlerle yaraların üzerinde gezdirdim. Bastırmamak için bolca dökmüştüm, yine de canının acıyıp acımadığını anlayamıyordum. "Antrenmanların nasıl gidiyor?" 

Konuyu dağıtma girişimim başarılı olmuştu. "Süperler, sen karşımda olunca daha iyi oluyor. Benden düşük rakiplerle dövüşmeyi sevmiyorum. Hatırlıyor musun eskiden zorbalarımızı kaynar suyla haşlamıştın?" 

Nasıl unutabilirdim ki? Türkiye'deki kuleye ilk geldiğimde Toprak'la karşılaşmıştım, erkek tuvaletinden gelen bağırışlarını işitmiştim. Bir sürü çocuk etrafına toplanmış, onu dövmeye hazırlanıyordu. Küçüklerin ağzına yakışmayacak laflar havada uçuşuyordu. Merakıma yenik düşmüştüm. Adımlarımı hızlandırmış aniden tuvalete girmiştim. Gördüklerim karşısında sakinliğimi de korumuştum. Paniklersem kontrolü kaybedeceğimi biliyordum. Ter içinde kalmıştı, gözündeki korku barizdi.

Ağzı burnu kanlar içinde kalmış olan Toprak dizlerinin üstündeydi. Erkeklere tuvaletine girmem hiç yadırganmamıştı (anılarıma göre küçükken erkeğe benziyor olma ihtimalim çok yüksek, maalesef geçmişi hatırlamayı tercih etmiyorum). Göz teması kurmamış, ellerimi yıkamaya gelmiş gibi davranmıştım. Büyük sabunluğu boşaltmış, sıcak su doldurmuştum. Bana laf attıkları sırada aniden üzerlerine savurmuştum. Birçoğu aylarca yüzündeki yaralarla dolaşmak zorunda kalmıştı, hemşirelerden yardım isteyememişlerdi.

"O zaman da manyaktım." dedim, o da benimle aynı anda "O zaman da manyaktın." demişti. Birbirimize bakarak gülmüş, kendimize hakim olamamıştık. 

Dayak yemeden Toprak'ı kolundan kavramış, koşmuştum. Onların yaşları bizden büyüktü, daha yeni yeni antrenmanlara başladığım için hızlı koşamıyordum da. Bize yetiştikleri sırada Kuzey gelmişti. Halimizi görünce çocukları tehdit etmişti. Günün geri kalanını birlikte geçirmiş, güzel sohbetler etmiştik. Haladır nasıl o kadar çok Kuzey'den korktuklarını çıkaramamıştım. İsteseler bizi dövebilirlerdi. Doğru söylemiştik, ikimiz de manyaktık. 

İyi cümleler kurup gülmeye devam edebilirdim, tabi öyle yapmadım. "O günden beridir değişen/değişenler nedir?" Başka bir yarasını temizlemeye koyuldum. "Sana göre ben mi değiştim, sen mi?" İşimi bitirmeden odamdan çıkmasına izin veremezdim, sorularımı yanıtlamak zorundaydı. 

"Sen." Derince nefes aldı. "Ben." Nefesini verdi. "Etraf." 

Temizlemenin sonuna yaklaşmıştım. "Canın acıyor mu?" Kapının altındaki gölgeyi gördüm, biri konuşmalarımızı mı dinliyordu?

Sanki dona kaldığını fark etmiş gibi oldu. "Ha-hayır." Kaşlarını çattı. "Bir şey hissetmem mi lazımdı?" Başını arkaya yasladı. "Bu arada söylemeyi unutmuşum, boks eldivenini odamda unutmuşsun." 

Aklım tamamen kapının atlındaki gölgelerde olsa da en son üç gün önce Kuzey'in odasına gitmiştim, Toprak'la sohbet ettiğimi hatırladım. Kısık sesle konuşmaya özen gösterdim. Acı hissetmemesi anormaldi ama şu an da bizi dinleyen kişiye karşı daha büyük bir ilgi besliyordum, Kuzey'le ilgilenemezdim. Tam o esnada elektrikler kesildi. Parmağımla sessiz ol anlamında işaret yaptım. Kapıyı kurcalıyordu, bazı tıkırtılar duyuluyordu. Üstelik kapıyı kilitlememiştim, yanılmıyorsam kapının yanındaki elektrik kablolarından da ses çıkıyor olabilirdi. Duvara demir bir nesne sürtüyor, odanın hizasında yürüyordu.  

Hızlıca bacaklarımı yerden kaldırıp yatağın içine aldım. Geniş yastıklar sayesinde siluetimiz aşırı derecede belirgin olmayacaktı. Örtüyü hızlıca üzerimize örttüm. Toplasanız beş saniye bile olmamıştı ki minder gibi gözükmek için iyice şekil almıştım. Kafamı Kuzey'in boyun boşluğuna yerleştirmiştim. Elim göğsünün üzerinde duruyordu. Nefesi yüzüme vuruyor, soğuk tenimi ısıtıyordu. Kalbinin atış sesi güzel bir ninniyi anımsatıyordu, insanın uykusunu getirecek cinstendi.

"Sessiz ol ve sakın hareket etme!" Hareketlerime zıt davranmamıştı, ayak uyduruyordu. Halinden memnun gözüküyordu.

Sağ eli belimin alt kısmında, kalçalarımın hemen üstündeydi. Vücudunun sağ kısmının aksine boş ta kalan eli saçlarımın üzerine kaymıştı. Burnundan nefes alıyordu, ağzını kapatmıştı. Ses çıkarmamaya çabalıyordu. Kalbim dakikada yüzlerce kez atmaya başlamıştı. Onun kalp atışı bitiğinde benimki başlıyor, onun ki başladığında benimki bitiyordu. Hayır, aramızdaki yakınlıktan dolayı heyecanlanmamıştım. Hislerimin nedeni odamdaki yabancıydı.

Örtünün deliklerinin arasından rahatça dışarıyı izleyebiliyordum. Yabancı çakısını gelişigüzel hareket ettiriyor odanın ortasında hareketsizce bekliyordu. Kapüşonunu çekmişti, erkekti. Üzerindeki koyu gri yağmurluğun bazı kısımları delinmiş, iplikler sarkmıştı. Ortalama boylardaydı, aklımda olabildiğince çok bilgi tutmalıydım. Terlemiştim, vücudum adeta ateşe dönmüştü. 

Adam arkasını dönüp ilerlediğinde sakinleşmiştim. Gerçi sanrı gördüğüm zamanlar haricinde soğukkanlılığımı hiçbir zaman kaybetmezdim. Olduğum yerden kalkmak istemiyordum, asırlar boyunca aynı pozisyonda kalabilirdim. Kuzey'in kalp atışı zihnimdeki tüm düşünceleri silip süpürüyordu. Odaklanmaya çalışsam da başaramıyordum. Peki ya o, korkuyor muydu? Duygularını anlamak A.S.K.E.R sisteminde hayatta kalmaktan daha da zordu.

"Burada mısın küçük cadı?" Odanın içinde volta atıyordu. Hızlı davranmıyordu, sanki sesleri dinliyordu.

Küçük cadı derken ne demek istemişti? Gücümü biliyor olamazdı, Savaş ve birtakım yetkililer haricinde kimse bilmiyordu. Yetkililerin söylemesi suçtu, en yakın arkadaşıma da güveniyordum. Aşağılamak, küçük düşürmek manasında demişti. Ses tonundaki alaycılık sinirimi bozmuştu, amacı da buydu. Çıkmamı istiyordu, kanmayacaktım. Üstümüzdeki tozlu örtü burnumu kaşındırıyordu, hapşırmamak için zar zor duruyordum.

Koridordan gelen kahkaha sesleri odaya yayılmış, saldırganın ilgisini çekmişti. Bir kadının elini tutuyormuşçasına kapıyı kapattı. Artık hareketlerini hızlandırmıştı. Üç veya dört farklı dilde şarkılar söylüyor, küfürler ediyordu. Bıçağını havaya doğru salıyordu, birini bıçaklayan psikopatları andırıyordu. Konuştuğu dillerden yalnızca Fransızca'yı anlamıştım, diğer öğrencilere oranla dil eğitiminde gerideydim; Fransızcayı, Türkçeyi, Almancayı, babamın öğrettiği yarım yamalak Rusçayı sayarsak dört dil biliyordum. Ha bir de kulelerde konuşulması zorunlu olan İngilizce vardı.

Banyoma ilerleyip küvetin içini kontrol ettiğinde başımı hafifçe yukarı kaydırdım, cidden... Kuzey nasıl sakin kalıyordu? Bu derece soğukkanlı kimseyle karşılaşmamıştım, açık konuşmak gerekirse kıskanmıştım da. Ömrüm boyunca çevremde hep en sakin kişi olmuştum, insanların panik anında danıştıkları kişiydim. Şimdiyse benden daha iyi olan biri vardı. Sırf bu yüzden bile onu paramparça edebilirdim.

Uzandığımız yerde öylece durup ölmeyi ya da yaralanmayı mı bekleyecektik? Asla kabul etmiyordum, en kısa sürede harekete geçmeliydik. Banyoyu kontrol ettiğinde sıra yatakların altı, dolapların içi olacaktı. İçine iki insanın rahatça sıyabileceği büyüklükte bir örtü yeterince dikkat çekiciydi. Diyelim ki örtünün altından çıktık, ona saldıracak mıydık yoksa kaçacak mı?

Parmaklarımla üç işareti yaptım, anlamış olmasını diliyordum. İkiyi işaret ettiğimde son sayıyı bağırarak söylemiştim. Örtüyü üzerimizden atmış, kalkmaya çalışmıştık. Birbirimizi ezmekten kıl payı kurtulmuştuk. Kuzey saldırganın kim olduğundan çok neden bana zarar vermeye çalıştığını merak ediyordu, gözlerinden okuyabiliyordum. Beni suçluyordu, katil olup olmadığımı merak etmişti. Belki de hepsini uyduruyordum.

"Hey, sen iyi misin?" Çoktan banyodan çıkmış, bize yaklaşmıştı. "Sakın daha fazla ilerleme!"

Ya kapüşonu yüzüne gölge yapıyor diye ya da o an ki korkumdan dolayı kim olduğunu anlayamamıştım. Ancak örtüden kurtulduğumuzda her şey berraklaşmıştı. Burak'ı nasıl tanımamıştım ki? Ece'nin kardeşiydi, Diana'nın hoşlandığı çocuktu. Daha iki saat önce onun hakkında birçok bilgi edinmiştim. Bana ne diye saldırmak istiyordu, görev mi verilmişti? Öğrencilere saldırmaktan nefret ederdim, saldırmayı denerse üç-beş yara ile kurtulamazdık.

"Kardeşimi öldürdün, cesetleri de kendi odana saklamaya kalktın!" Aramızdaki mesafeyi saniyeler içinde kapatıp saçıma hamle yaptı.

Saçımı kavramasına izin vermeden bileğini tuttum. "Son uyarım! Sakin ol, yoksa sana zarar vermek zorunda kalacağım. Ben kimseye zarar vermedim." Raflardaki kemiklerin titreşimlerini hissedebiliyordum, gözle görülebilecek derecede hareketli değillerdi. Gücümü kullanmam için yalvarıyorlardı, kontrolden çıkmamı istiyorlardı.

Kahkaha attı. "O yüzden mi her şey seni gösteriyor?" Katil olduğum hakkında cesetler haricinde hiçbir ipucu yoktu, ne saçmalıyordu? "İkinizi de öldüreceğim."

Bileğini kurtarmadan Kuzey'e doğru tekme savurduğunda bütün gücümle onu arkaya ittim, üzerine düşmüştüm. Dizlerim acımıştı, bıçağı bileğimi kesmişti. Çok kesilmemiş olsa da kan kokusunu alabilmiştim. Yere düşen bıçağı elimin tersiyle yatağın altına ittim. Yaralı bileğimden destek alarak doğrulduğumda suratına yumruk atmıştım. Üzerindeki kapüşonluyu çıkardım, daha güzel şekilde dayak yemeliydi.

"Ne halt yiyorsun sen!" Yerden kalkıp karnına tekme attım, tekmem zarar vermeyecek cinstendi. Yalnızca canını acıtmıştım. "Duracak mısın artık? İleri gitmek istemiyorum."

Öylece yerde yatıyor, sesini çıkarmıyordu. Sadece inilti duyuluyordu, hayır fark etmeden fazla güç kullanmış olamazdım. Kuzey hiç hareketlenmemişti, sanki bütün bunları tek başıma yaşıyordum. Burak ona da saldırmaya kalkmıştı. Öylece heykel gibi dikilmeye devam ederse benden dayak yiyeceği kesindi. Lanet, niye her olayı tek başıma halletmek zorundaydım ki? Evet, şu an koşup görevlilere haber vermeliydim.

"Ben görevlilere haber verec-" Fikrimden vazgeçmiştim, sonuçta oyunu onlar başlatmıştı. Bize asla yardım etmezlerdi. Öldürürsen hayatta kalırsın, öldürmezsen ölürsün. Kural basitti, aslında onlarca kuralı tek bir kural yönetiyordu.

Yattığı yerde doğruldu. "Oyun bitmedi." Cebinden silahını çıkardığında direkt olarak bana doğrultmuştu.

Eğer beni vurursa muhteşem sonum hazırdı. Öte yandan vuramazsa o silahı müsait bir tarafına tıkacağım kesindi. Gerçi beni öldürürse iyilik yapmış olacaktı, yıllardır istediğim şeye ulaşmış olacaktım. Acaba cennet ve cehennem kavramı gerçekten var mıydı? Düşüncelerime silah sesi eşlik etmişti, gözlerim yerinden fırlayacakmışçasına açılmıştı, vurulmamıştım.

Silahı ateşleyen kişi Kuzey'di. "Geriye üç kaldı, harika." Sakince kıyafetinin kollarını katladı. "Hala üç mermiye sahibim. Ölümcül bir yerine sıkmadım, gördüğün gibi yalnızca omzunu sıyırdı. Bildiklerini anlatmazsan ölürsün."

Burak'ın gözlerindeki ifade çok değişti, sanki uzaktan kumandalı bir bebekti. Oldukça donuk bakışlara sahipti, nefes aldıkça boğazından belirli hırıltılar çıkıyordu. Bembeyaz saçları yerdeki tozlarla birleşmiş, grimsi bir hal almıştı. Kazağının her yerinde sökülmeler vardı. Yün iplikler çıkıntılı parkenin aralıklarına sıkışmış, daha da açılmaya başlamıştı. Kimliğini saklamak için üzerine giydiklerini saymazsak yılbaşı partisine katılmış gibiydi.

"Bence acilen görevlileri çağırmalı-"

"Hayır Jaha, ne sakladığını bilmek istiyorum." Silahını bana doğrulttu. Poposuna silah sokacaklarım listesine bir kişi daha eklenmişti. "Katil olmadığını biliyorum, belki de katile yardım eden kişisindir. Her ne haltsa öğreneceğiz."

"Ya öyle mi?" Arkamı dönüp yatağıma ilerledim, beni vurup vurmamasını gram takmamıştım. Bacak bacak üst üstte atarak yatağıma oturdum. "Öğrenelim o zaman ben neymişim."

İç çekti, sinir olmuştu. "Nasıl bu denli sakin kalabiliyorsun?"

"Ben mi sakin kalıyormuşum? Sen benden beş kat sakinsin be!" Burak'ı gösterdim kanla kaplanmış parmağımla işaret ederek. "Sana tekme attı ama refleksle hareket bile etmedin. Ayrıca sıkıyorsa beni öldür, babamın kim olduğunu biliyorsun, yeni köpekleri olursun. Hav hav..."

"Küçük hanım..." Bu laftan nefret ettiğimi biliyordu, her harfini vurgulaya vurgulaya demişti. Küfür etse daha az sinir olurdum. "Bakın küçük ama çok küçük hanımefendi, kim olursanız olun bu umurumda değil ki!"

Eğer yazdıklarımı okuyanınız varsa ölmek istememden sakın intihar etmek istediğimi sanmayın ve bunu havalı bir şey olarak görmeyin! Ben acı çekmek veya birileri tarafından ölü olarak bulunmak istemiyorum. Sadece sorunlarımdan kurtulmak veya kaçmak istiyorum. Ortalıktan bir an da yok olmak favori tercihim olur aslında. Böylece yeni hayatımda veya hayatımın geri kalan kısmında başka sorunlarla mücadele etmek zorunda kalmam. Aklınıza gelebilecek ne varsa ondan nefret ediyorum, kısacası her şeyden.

"O zaman neden Burak'ı konuşturmaya çalışıyorsun?" Onun için onca tehlike almıştım, az da olsa bana güvenmesini isterdim. Duyduklarım kalbimi kırıyordu. Çocukluk arkadaşımı gerçekten de kaybetmiştim, yerini bambaşka biri almıştı. "Kuzey senden nefret ediyoru-"

Burak ayağa kalkmıştı, sendeliyordu. İyi olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. Acilen yardım yapılmazsa yaşayamazdı. Kuzey'in üzerine doğru atıldığında ne yapacağımı bilememiştim. Anlık olarak olduğum yerde kalıvermiştim. İçinde Amonit fosilleri bulunan cam fanusu kafasına indirdiğimdeyse odanın tabanı kanla kaplanmıştı. Çığlık atmamaya çalışıyordum, galiba onu öldürmüştüm.

"Jaha?"

"Siktir." Ne yaptım ben?

"Sakin ol Jaha." Elini omzuma koydu. "Onu sadece sen öldürmedin, ben de öldürdüm. Sakin kalmalı, odanı temizlemeliyiz."

Bana yardım mı etmeye çalışıyordu? Sanmıyordum, sakladıkları vardı. Az önce yaşadıklarımızı tartıp düşündüm, ne saklamıştı? Tabi ki yanındaki silahı açıklamak istemiyordu. Sormamdan çekiniyordu, ben de sormadım. Sanki hiç fark etmemişim gibi davrandım. Başımı sallayarak onayladım, konuşmaya halim kalmamıştı. Birkaç gün sonra Kuzey'in silah işini de araştıracaktım, doğrusunu söylemek gerekirse güvenim azalmıştı. Sırtımı dönmüyordum, numara yapma ihtimali fazlaydı.

Görevlerimde öldürdüğüm kişileri düşününce hiçbiri beni zorlamamıştı fakat öğrencilerden birini öldürmek benim için ölümle eşdeğerdi. Sonuçta görevlerde öldürmemiz için bize verilen kişiler A.S.K.E.R'in özel çalışanlarıydı, bu kaderi isteyerek seçmişlerdi. Gerçi... Yine de hayatım boyunca on iki kişi öldürmüştüm, diğer öğrencilere göre çok azdı. Öldürmek zorunda kalmadığım sürece zarar vermezdim. Her daim kaçma taraftarıydım.

Başım dönüyordu, kan görmeye alışkındım. Böyle olmaması lazımdı, alışagelmedik bir durumdu. Bayılmamak için zar zor duruyordum, midem de bulanmıştı. Cesedi ne yapacaktık? Canavarlarıma yedirebilirdim, sanırım öylede de yapacaktım. Kuzey odamdan çıktığında gücümü kullanacaktım. Hem de antrenman yapmış olacaktım. Bu durumda saklamamız gerekenler mermi delikleri, yerdeki kanlar olacaktı.

"Cesedi küvetime taşıyalım. Ben halledeceğim, sence kanları nasıl temizleyebiliriz?"

"Çok sayıda kıyafet veya havlu gerek. Tabi çöpe atamayız, yıkamaya da gönderemeyiz. Odanda birkaç hafta saklasan iyi olabilir." Cesedi zorlanmadan kaldırdı. Banyoya taşıyor, kanı daha da yayıyordu. "Püf... Üstüm kirlenecek şimdi."

Güldü, hala beni sinir etmeye çalışıyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse başarılı oluyordu da. Kıyafetinin kirlenip kirlenmemesine dikkat etmezdi, yalnızca amacı dalga geçmekti. Cevap vermedim. Banyomdaki havluların hepsini çıkardım. Yüz yıkama havlularını yatağın üstüne bıraktım, onlarla kalan lekeleri temizleyecektim. Vücut havlularını gelişigüzel yere serip kanın emilişini izledim.

Kuzey hiç soru sormadan kullanmadığım yataktaki örtüyü almıştı, sanırım cesedin üzerine serecekti. "Ondan nasıl kurtulacağın hakkında en ufak fikrim yok, özel gücünün de nesneleri yok etmek olduğunu sanmıyorum. Yoksa beni çoktan yok etmiştin." Arkasını dönüp yeniden banyoma gitti.

Kanlı havluları yerden kaldırırken vücuduma değmişti, haladır kan sıcaktı. "Öldüğüne emin miyiz?" Peşinden ilerledim, örtüyü kaldırıp havluları içine koydum.

"Ölmediyse bile en geç otuz saniye içerisinde ölecektir." Saçlarının ucu kan yüzünden ıslanmıştı.

"Haklısın, önce odayı temizlemeliyiz." Yeri silmekten vazgeçmiştim. Eski halıyı kaldırıp hiç kullanmadığım halıyı yere serecektim.

"Bileğin nasıl? Küçük bir yara gibi gözükmüyor Dwan." Yerdeki kan damlalarını işaret ettiğinde küfür ettim, resmen temizlediğim yerleri yeniden kan yapmıştım. "Önce yaranı mı sarsak?"

"Ben hallederim, sen kalanları hallet lütfen." Kuzey'in önündeyken bileğimdeki yarayı inceleyemezdim, eski kesiklerimi de görürdü. "Vazgeçtim, şu an işimize devam etmeliyiz."

"Israr ediyorum J." Bileğimi tuttu. Kaçırmaya çalışmadım, kıyafetimin kolunu sıyırdı. "Dikiş iyi olabilir, hemşirelere kazayla olduğunu söylersi-"

Diğer kesikleri fark ettiğinde cümlesi yarıda kesilmişti. Mavi gözleri kesiklerin üzerinde gidip geliyordu. Suratında ilk kez dehşet görüyordum, bulunan cesetlerde dahi bu denli korkmamıştı. Bileğimi kendime doğru çektiğimde daha da çok yanaştırdı, diğer kolumu da sıyırmıştı. Ortak cinayetimizi de sayarsak son beş dakikadır benim hakkımda oldukça çok sırra sahip olmuştu. Açıkçası öğrendiklerimiz karşılıklıydı, ben de silah taşıdığını öğrenmiştim.

"Sakın bana antrenmandayken olduğunu söyleme." Kafasını iki yana sallarken gözlerini benimkilere kenetledi. "Asla inanmam."

"İnanma o zaman."

Tam o esnada kapı çaldı. Çalmaktan kastım birkaç görevlinin adımı söyleyerek adeta kapıyı yumrukluyor oluşuydu. Biz bitmiştik, kelimenin tam anlamıyla mahvolmuştuk. Birini öldürmüştük, oyunun sonuna gelmiştik. Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Ne yapacağım hakkında en ufak fikrim yoktu, böyle bir durumdan kurtulamazdım, babam da yardım edemezdi. Kapana kısılmıştık, kaçamazdık. Konuşmuyorduk ama aynı kişiymiş gibi hareket ediyorduk. Odamdaki kemiklerin uğultuları kesilmişti, onlar da mahvolduğumun farkındaydı.

Herkes katilin biz olduğumuzu sanacaktı. "Avcı, konuşmayı bana bırak. Sakın dediklerime ters düşme, halledeceğim." diye fısıldamıştım.

"Söz veriyorum."

Kapıyı açtığımda az kalsın suratıma yumruk yiyecektim. "Evet, efendim bir sorun mu var?"

Kırmızı kalem etek, kırmızı topuklu ayakkabı giyen kadın bizi baştan aşağı süzmüştü. Siyah kare çerçeveli gözlüğüyle filmlerdeki kötü karakterleri andırıyordu. "Müdürün odasına, üç dakika içinde..." Konuşmamıza fırsat vermeden yanındaki korumalarıyla beraber ters yöne yürümeye başladı.

Aramızdaki mesafeyi kapatıp peşine takıldım. Katil Burak olmadığına göre kimdi? Katili biz sandığı için saldırmıştı. Demek ki katile yardım eden kişi de değildi. Yaklaşık on beş kişilik listeden bir kişi daha elenmişti. Öyle ya da böyle kendimi korumayı başarmıştım, sevdiklerime zarar vermeye kalkarsa ne yapacaktım?

Kuzey kendinden emin şekilde yürüyordu, basit bir kural ihlali cezası almışçasına rahattı. Bakışlarını yerden ayırmıyordu, bir eli cebindeydi. Silahını sanırım benim odama bırakmıştı, dikkatle incelediğimde yanına almadığına karar vermiştim. Onu izlediğimi anlamamasını umarak düşüncelerime yoğunlaştım. Gerçekten garip biriydi, üstelik onun yüzünden başıma bela alabilirdim.

Özel gücümü kullanmamam büyük aptallıktı. Evet, yapabiliyorsam sonuna kadar gücümü saklamalıydım ama hayatım söz konusuysa kullanmalıydım. Bana silah doğrulttuğunda öylece kala kalmıştım. Kendimi korumak için kullanmayacaksam özel güce sahip olmamın ne anlamı kalırdı ki? Yeteneğim her daim soruna yol açmıştı, biraz da başımı dertten kurtarmalıydı. Aslında Kuzey gücümü öğrenseydi diğer herkesin yapacağını yapardı, korkup kaçardı. Muhtemelen cadı olduğumu herkese söyler, dostlarını uzak tutmaya çalışırdı.

İndiğimiz veya çıktığımız katları saymayacağım, hızlıca geçmem gerekirse; Yine o sıkıca asansörleri, koridorları kullanmıştık. Bazı öğrenciler son model telefonlarıyla bizi kayda almış, sosyal medya hesaplarında paylaşmıştı. Galiba Kuzey'le aynı cezayı almak dahi ilgi çekiciydi. Bütün öğrenciler başıma bela açarken nasıl olurda hepsini korumaya çalışabilirdim? Kelimenin tam anlamıyla aptaldım.

Müdürün odasına geldiğimizde Kuzey ile iki saniyelik göz teması kurdum, hemen ardından etrafı incelemeye koyuldum. Odanın her yeri yeni yapılmıştı. Antrenman odalarını, yemekhaneleri saymazsak kuledeki en büyük odaydı. Odanın sağ köşesinde daha yerine monte edilmemiş simsiyah bir lavabo duruyordu. Borularda su sızıntısı vardı, damlalar gölet oluşturmuştu. Henüz koltukların yerleri doğru düzgün ayarlanmamıştı, hepsi düzensizdi. Hangi parayla yaptırdıklarını merak etmiştim, babam A.S.K.E.R sisteminin ana kurucularından olmasına rağmen paramı savurgan kullanmıyordum/kullanamıyordum.

Karton kolilere takılmamaya özen göstererek en yakındaki ikinci koltuğa oturdum. Tam karşıma da Kuzey geçmişti. "Efendim bizi çağırmışsınız."

"Jaha Dwan ve Kuzey Avcı, öyle değil mi?" Pembe kravatını düzeltip gümüş kol saatine baktı. "Kaçak şekilde dışarı çıkmışsınız. Kurallarımız nettir. Doğrusu hangi noktanın anlaşılmadığını merak etmekteyim." Kızgınlığını bastırmaya çalışıyordu. "Açıklama yapacak mısınız?"

Az kalsın sevinçten havaya uçacaktım. Evet, yakalanmıştık fakat katil olduğumuzdan dolayı yakalanmaktan bin kat iyiydi. Yüzüme saniyelik olarak yayılan gülümsemeyi kimseye çaktırmadan hemencecik sildim. Parmak uçlarımla avuç içimi okşuyordum. Çekingen, kurallara tamamen uyan kız rolüne geri dönmüştüm. Yalan uydurmalıydım, acele etmeliydim. Öte yandan bu son iki gündür ikinci kez uydurduğum bahane olacaktı.

Mimiklerimin uygun olduğundan emin olur olmaz konuşmaya girdim. "Efendim, bir görev almıştım. Biliyorsunuz ki bize yalnızca A.S.K.E.R sistemi görev vermiyor, takımlarımızın özel olarak verdiği görevler de var. Uygulamazsak başımıza neler geleceğini biliyorsunuz."

Her kelimeyi tane tane diyordu, kravatını düzeltti. "Beni kandırmaya mı çalışıyorsunuz? Bayan Dwan dediklerinizin konuyla ne alakası var?"

"Hayır efendim." Koltuğun ucuna doğru kaydım. "Görevim birini başkasının belgeleriyle dışarı çıkarmaktı. Ben de sahte görev belgesi çıkarıp Kuzey'in odasına bıraktım, ortak görevimiz var sandı. Sonrasına sabaha kadar öylece sokak aralarında takıldık." Konuşmamı güzelce toparlamalıydım. "Yani bize ceza verecekseniz yalnızca antrenmanlarımızı kaçırdığımız için vermelisiniz."

Kimsenin konuşmamı bölmemesi için oldukça hızlı şekilde konuşmuştum. Sanırım inanmıştılar, kırmızı tükenmez kalemle önündeki kağıda notlar aldığında arkama yaslanmıştım. Kuzey'in ağzı aralanırken ağır çekim sahnesindeymiş gibi hissetmiştim. Ne diyecekti? Ne derse desin benden güzel dayak yiyecekti. Engel olmak için hamle yaptığımda artık çok geçti.

"Efendim Jaha yalan söylüyor." Ağzım açık kalmıştı, ne halt yediğinin farkında değildi. "Çok uzun süredir buradayım, beni herkes bilir. Yalanlardan nefret ederim, özellikle de kendi adıma söylenen yalanlardan. Dışarı çıkarması için zorladım. Yani benim yüzünden ceza almasını istemem, burada ceza alacak biri varsa o da benim." Bana doğru dönüp gülümsemişti, ilk kez gülümsemesine sinir oluyordum.

Ayağa kalkıp elimin tersiyle yüzüne tokat çaktım. Çıkan ses kulakları acıtacak cinste yankı çıkarmıştı. Yanağı kıpkırmızı olurken yüzünü eğdi. "Kuzey bizim yatmış olmamız yalan söyleyerek suçu üzerine alabileceğin anlamına gelmiyor!" Aklıma o an gelen en iyi yalandı, Kuzey'in yüzünü ovuşturmasını fırsat bilerek görevlilere döndüm. "Efendim Kuzey ile aramızda bazı aşırıya kaçan yakınlaşmalar oldu, bundan suçluluk duyup yalan atıyor."

Toplum ayıp olarak nitelendirilen konular hakkında konuşmayı sevmezdi. Kolay kolay kimsenin aklına da bu tarz bir olaydan yalan atılabileceği gelmezdi. Kulenin kuralları arasında birbirinizle aşırı derecede yakınlaşmayın tarzında da kurallar yoktu, yani ceza almamız için neden de yoktu. Kuzey'in dediklerini yalanlayarak başımızı bir kez daha beladan çekmiştim. Biliyorum, utanç verici bir yalandı.

Ayağa fırladı. "Bu kadar yalan yeter Jaha!" Beni belimden tutup kendine çekti. Vücudunu benim vücuduma bastırdığında dudağımın kenarına bir öpücük kondurdu.

Ne yapmıştı o? Donup kalmıştım, hareket edemiyordum. "Sen ne yaptığını sanıyorsun!" Tüm gücümle kendimden ittim, şaşkınlığım yüzümden okunuyordu.

Görevlilere döndü, beni takmamıştı. "Gördünüz, o gün kendi isteğiyle benimle yatmış olsaydı şaşırmazdı. Beni dışarı çıkarması için zorladım, ceza almalıyım. Jaha da hem antrenmana gitmediği için hem yalanları yüzünden ceza almalı." Kahkaha attı. "Eğ... Ceza vakti ne zaman?"

"Kuzey bu ne biçim kendini savunma yöntemi!" Sahte bir cilveyle gülümsedim, çok komik gözüküyordum. "Ah bebeğim inan bana daha yaratıcı olabilirsin. Görevlilerin ve diğer insanların yanındayken utanacağımı biliyorsun, bu yüzden seni ittirdim..." Dudaklarımı büzdüm. "...ama gerçekten yatmadığımızı düşünmen çok üzücü, oysaki o gece kulağıma hiç de öyle şeyler fısıldamıyordun."

Yanılmıyorsam Kuzey de yalanlarıma hayran kalmıştı. "İf-iftira!"

"Efendim Kuzey'in bir kanıtı yok ama benim var, olay antrenmanlarımızı yaptıktan sonra gerçekleşmişti. İsterseniz gidin bakın, yatağının kenarında asılmış boks eldivenlerim var." Kuzey'in bileğini kavradım. "Cidden yakın olmasak neden orada bırakayım ki?"

Konuşmamı bitirmek adına reverans yaparak eğildim. Kuzey'in bileğini bırakmadan odanın dışına çektim. Kapıyı kibarca kapatıp uzaklaştım. Ruh halim bu sefer üzgün değildi, sinirden ejderhaya dönmüştüm. Bana söz vermişti, hiçbir şey demeyeceğine söz vermişti. Bu durum kalbimi kırmıştı ve neden kırıldığını dahi bilmiyordum. Tutulmayan sözlerden nefret ediyordum. Gerçi o sevdiğim biri değildi, normal bir insanı takmazdım. Onu da takmamalıydım.

Sözler gerçekten önemliydi, kişinin ruhunu yansıtırdı. Sözlerimi tutmak uğruna canıma dahi kıyabilirdim. Bir daha yakınında dahi geçmeyecektim, ne konuşacak ne de dostça davranacaktım. İyi niyetimi herkes suistimal ediyordu. Yalnızca aramı düzeltmek, eski arkadaşımı geri getirmek istemiştim. Sürekli dudaklarımı ısırıyor, yeterince uzaklaşmadan ağzımı açmamaya çalışıyordum. En sonunda pes ettim, daha fazla dayanamadım.

"Neden salakça davranıyorsun! Yalan bile atmadın, senin yerine yalan attım. Ne halt yemeye dediklerimi bozdun?" Suratına yumruk attım, itiraf etmeliyim ki yumruğumu o kadar da sert atamamıştım. Şaşkınlığım yüzünden gücümü toparlayamıyordum.

Yediği yumruk karşısında kafası az da olsa geriye gitmişti. Yürümeyi sürdürüyordu. "Benim yüzümden başının belaya girmesinden bıktım. Artık ne olacaksa olsun bırak ben çekeyim." Aniden durdu, nefesi i düzenledi. "Bana güvenmemene rağmen yardım ediyorsun, neden?"

Kaşlarımı çattım. "Anlamadım?"

"Bana güvenmediğini biliyorum. Güvenmen için de bir şey yapamam. Sadece neden güvenmediğini soruyorum." Başka kişilerin olup olmadığını kontrol etti, bizi fotoğraflayacak kimsecikler yoktu.

Kollarımı kovuşturdum, tırnaklarımı etime batırmıştım. Kendime zarar vermemek için elimden geleni yapıyordum. "Bana söz verdin Kuzey! Bana söz vermiştin, sana inanmıştım." Ayağımı yere vurdum sinirle. "Harika! Her zaman milletin arkasını kollayacak bir kız var diye bu kadar rahat olamazsınız." Aramızdaki mesafeyi koruyordum. "Kuzey ister inan ister inanma, umurumda değil ama ben birilerine verdiğim sözleri bazılarımız aksine ne olursa olsun tutarım."

"O zaman tutma!" Sesini yükselmişti.

Kollarımı sıyırdım, en sevdiğim kıyafetin kanla kaplanmasına göz yumamazdım. Ne diyeceğimi kestiremiyordum, tek bildiğim eninde sonunda sözlü kavgamızın gerçek kavgaya dönüşeceğiydi. Her daim ilk yumruğu atan avantajlı başlardı. Göz teması kurmuyordum, sakinleşmeyi deniyordum. Resmen gözüm dönmüştü, öyle ki insanların kollarımdaki kesikleri görüp görmemesini bile önemsememiştim.

"Diyeceklerimi henüz bitirmedim!" Aramızdaki mesafeyi kapattım. "Peki sen söz verince ne yaptın? Senin yüzünden hayatımda hiç olmadığım kadar ceza alacağım. Benim tek cezalarım burası değil, gerçekte yani A.S.K.E.R'in verdiği cezalar haricinde de cezalarım var." Soluklandım, nefesimi düzenlemeliydim. "Sana sanırım gerçekten güvenmiştim. Üstelik takımını bile bilmiyorum. Babamın takımına düşman takımda olsan ne olacaktı? Eminim kuyumu kazacaktın."

Bu kadar tartışma yeterdi, artık canım sıkılmaya başlamıştı. Hamle yapmalıydım, elimden birkaç basit yumrukla kurtulamayacaktı. Gücümü de toparlamıştım, hatta öfkem sayesinde hiç olmadığım kadar güçlü olduğumu hissediyordum. Karnındaki dikişler onun zayıflığı olsa da orasına vurmamıştım, yan tarafına vurmuştum. Afalladığında ikinci yumruğumu atarak yere düşmesini sağladım. Saldıracağımı sanmamıştı, yüzündeki şaşkınlıktan anlayabiliyordum. Onu altıma almıştım.

"Sıra en güzel sorumda, bana karşılık verebilecek güçtesin öyleyse neden karşılık vermiyorsun! Yumruk atmama neden karşılık vermedin?" Sesime alaycılık yayılmıştı. "Ah... Hadi ama küçük Kuzey kızlarla Barbie oyuncaklarıymış gibi oynamayı bırakıp gerçekten birini sevecek değil ya? Benim hakkımda bir şey bildiğine eminim, ne saklıyorsun? Sırımı öğrenmiş ola- Ne bildiğini söyle."

"Sır?" Yani hoşlanma konusunu kabul mü ediyordu?

Küçük bir hamleyle yerlerimizi değiştirdi, artık üstümdeydi. Bileklerimi tek eliyle kavrayıp üzerine baskı yaptı. Bacaklarımı da bacaklarıyla bastırıyordu. Bu pozisyondan kurtulmam çok zor olacaktı fakat imkansız değildi. Yerimde başkası olsaydı aramızdaki yakınlığı düşünüp aptal pembe hayaller kurabilirdi, bense kolayca alt etmesine öfkelenmiştim. Yıllardır aldığım eğitimlerin boşa gittiğini düşünüyordum. Geri zekalının biri bile beni alt edebiliyordu. Burnuma duş losyonunun kokusu geliyor, kaşındırıyordu. Aslında hoş bir kokuydu, deniz kokusunu andırıyordu.

Nefesini yüzümde hissediyordum. Soğuk tenimi ısıtıyor, masaj yapıyordu. Başımı hafifçe yana doğru çevirdim. Aramızdaki yakınlığı sevmediğimi belirtmek istemiştim. Faydalı olmasını ümit ediyordum. İlginç şekilde vücudum rahatlamıştı, sanki ikimiz de alışkındık. Benim gibi kalakalmıştı. Biz ne yapıyorduk böyle? Daha doğrusu ben ne yapıyordum? Onun bana iyi davranmasının iki sebebi olabilirdi: Ya asılmak ya da sırlarımı takımına bildirmek istemesi...

"Birincisi benim için neden söz verdiğini anlamış değilim. Sen söz tutulmamasından nefret ediyorsun ben yalandan. Az önce ben senin için sır tutmadım sen de benim için yalan söyledin, bu gayet te adil." Sakinleşmişti, sesi tane taneydi. "Neden bana saldırdığında kaçmadığımı soruyorsan... Jaha senin bildiğin kadar masum değilim senin kendi hayatında sırların varsa benim de var." Müdürün odasına gelen birkaç kız bizi izliyordu.

Tüm gücümle üzerimden çekmeye çalışsam da başarısız olmuştum. "Senden nefret ediyorum."

Kavga etmek istemediği apaçık ortadaydı. "Sana zarar vermekten korkuyorum. Sana benim yüzümden zarar gelmesinden korkuyorum. Sana söz verdim üzgünüm bunu tutamadım ama şimdi diyeceğim sözü tutmanı istiyorum." Üzerimden kalkıp elini uzattı. Az önceki tartışmamıza nazaran daha dostça bir tavır takınmıştı. "Bir daha benim hayatımı kurtarmaya çalışma Jaha, benden çok sen zarar görürsün."

Sinirle kahkaha attım. "Bana zarar vermekten mi korkuyorsun? Aman ne inandırıcı..." Elini ittim, kendi başıma ayağa kalktım. "Sen yalanlardan nefret ediyorsun ben de söz tutulmamasından. Kimse için kendi doğrularımı değiştiremem. Eğer sana o sözü verirsem tutmayacağım bir söz vermiş olurum." Bluzumun kollarını çektiğimde kızlar aralarında gülüşmeye başlamıştı. "Ne var be! Neden sürekli bizi izleyip duruyorsunuz?"

Diğer kızların yanına bir grup daha gelmişti. Muhteşem güzellikteki kızlardan oluşuyordu, hayran kalmamak imkansızdı. Ellerinde kahve bardağı tutuyorlardı. Bize en yakın olan kız grubu dört kişilikti. En arkadaki telefonuyla kayıt alıyor, görülmediğini sanıyordu. Aynı elbiseleri giyiyorlardı, yalnızca renkleri farklıydı. Bazıları bot, bazılarıysa pijama terliğiyleydi. Gülmemeye çalıştım, cevap vermemiştiler. Öyleyse kendi cevabımı kendim alacaktım.

Madem izinsiz çekiyorlardı o zaman ceza almaya hazırdılar. Kahve bardaklarını alır almaz sıcaklığına baktım, ılıklaşmıştı. Anında yüzlerine savurdum. Üstleri kahve içinde kaldığında tüm koridora çoktan kahve kokusu yayılmıştı. Zenginlerin tonlarca para verdiği kahvelerdendi, yerler sırılsıklam hale gelmişti. Kızlar başta çığlık atsalar da sonradan üzerime yürümüştüler, Kuzey hepsini durdurmuştu. Aksi halde dayak yiyen ben olmayacaktım, kulede herkes manyaklığımı deneyimlemişti. Yeni gelmiş olmalıydılar.

Bizden ancak beş-altı yaş büyük gözüken adam yanımıza gelmiş, soğukkanlılığını korurken beni uyarmaya çalışmıştı. Kızları savunduğunu fark eder etmez diğer kahve bardağını da onun yüzüne boşaltmıştım. Beyaz gömleği kahverengi olmuştu. Ceketinin cebinden çıkardığı mendille yüzünü sildi. Tek kelime etmemişti. Yerdeki tuhaf kahve lekelerine, duvar kağıdının sırılsıklam kalmasına bakıyordum.

"Bayan Dwan, ben İvan Sebastian Kanada A.S.K.E.R elçisiyim. Ayrıca takımlardan birinin kurucusuyum." Mendili yeniden cebine soktu. Sebastian'ı nasıl tanımamıştım? "Aslında size ceza vermeyecektik, yalnız barışmanız için ortak göreve gönderecektik ama görüyorum ki ekstra ceza almanız herkesin yararına olacak."

Ne yapmıştım böyle? Kendime ne zaman hakim olamasam başıma bela alıyordum. Neden beceriksizdim? Diğer insanlar kendine hakim olmadığında başları belaya giremiyordu, bense ne zaman olamasam utanç verici olaylarla yüzleşmek zorunda kalıyordum. Cevap vermeye çalışmadım, başımı öne eğerken onayladığımı belli edecek şekilde salladım. Başka çarem yoktu. 

Ayy... Burada Kuzey'e aşırı derece de sinir oldum. Sizin düşünceleriniz neler?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top