Kaderine Pişman
Gözlerimi açtım. "Ne?" Hayatımda ilk kez biri bu kadar çok kalbimi kırmıştı, ona zarar verebileceğimi gerçekten düşünmüş müydü? "B-ben yemin ederim ki sana zarar vermeye kalkmadım." Ve hayatımda ilk kez birinin yanında gerçekten kekelemiştim.
"Duymadın mı? Bence duydun, defol!"
Beni diğer taraf doğru ittiğinde az kalsın ışıklara basacağımı fark ettiğim, daha doğrusu daldığım için o ana kadar anlamamıştım. Yerden kalkarken gözlerimi ondan ayırmadım, hayal kırıklığımı görmüştü. Hayır, böyle olmamalıydı. Neden böyle hissediyordum? Hiç kimse kalbimi kırmayı başaramazken nasıl yapmıştı? Ona hiç güvenmemiştim, şimdiyse güvenilmemenin nasıl hissettirdiğini öğretmişti. Bugün hayatımda yaşadığım en berbat gündü. Her defasında daha kötüsü olamaz diyordum, kısa süre sonra da oluveriyordu.
Kelimeler dudaklarının arasından nasıl da kolay süzülmüştü. Acaba ne dediğine dikkat etmiş miydi? Gitgide hareket edecek halim kalmıyordu. Bana inanmıyorsa neden itip kurtarmıştı? Onun için basit biri miydim? Gözyaşlarım akmaya hazır haldeydi, hayır ağlamamakta kararlıydım. O savunmasız hallerime tanık olmuştu, kusursuz davranmadığım zamanlarımı görmüştü. Belki de o yüzden içindeki ışık sönmüştü. Beklediği kız olmadığımı fark etmiş olabilir miydi?
Yalnızca kendine zarar vermeye çalışan biriydim. Onun için utanç vericiydim, yalancıydım. Dediklerime, davranışlarıma güven olmazdı. Sözlerime de asla inanılmazdı. Yemin etmemiş miydim? İşte söz vermiştim, eğer gerçekten sevmiş olsaydı neden inanmasındı ki? İç çektim, yalnızca korumaya çalışmıştım. Sıla'nın bir şey yapıp yapmadığını merak etmiştim, zarar görmemesini istemiştim. Keşke yerimde kalsaydım, keşke hiç onunla arkadaş olmasaydım.
Zamanı tersine çevirme imkanım olsa anında yapardım, ne pahasına olursa olsun geçmişteki Jaha'yı bulurdum. Kuleye ilk geldiğim zamanlar Toprak'a yardım etmeseydim arkadaş olmazdık. Sadece tek bir hatam -yardımım- bana nelere mâl olmuştu? Berbat bir arkadaş edinmeme, o arkadaşın aşık numarası yapmasına, onun için aldığım birçok riske rağmen bana inanmayan birine mâl olmuştu elbette. Of... Ben de inanmamıştım ki, cidden şu an yaşadığım gibi kalbini mi kırmıştım?
Sıla'nın neredeyse Savaş'ın yanında -eskiden durduğum yerde- olduğunu gördüm. O kadar kısa sürede oraya gitmiş olma ihtimali çok düşüktü. Hanımefendi yeteneklerini konuşturuyordu. Kuzey'e zarar vermişti, başta üzülmüş olsam da bana dediklerinden sonra gram takmamıştım. Şu an bulunduğum noktanın yaklaşık iki metre ötesi hareket etmeyen karelerle doluydu, oradan geçmiş olamazdı. Kısacası hâlâ yakınımdaydı.
İllüzyonda ne derece ileri olduğunu bilmesem de gelişmiş olduğu aşikardı, ses dahi çıkarmıyordu. Adım seslerini duyamıyordum. Bir kişinin zihnine de girmiyordu, hepimizin zihnine aynı an da girebiliyordu. Çoğumuz özel güç konusunda gelişmiş değildik (ben bir istisnayım, sonra bu konuya yeniden geleceğiz). O ise muhteşem hareket ediyordu, düşmanım olmasaydı hayran kalabilirdim.
Oradaki kareler hareket etmeden -gitmesine fırsat vermeden- elimi çabuk tutmalıydım. Nerede olduğunu anlamalı, ağzını burnunu güzelce dağıtmalıydım. Kuzey'i inandırmak için yapmak istemiyordum, intikamımı alacaktım. Hem bana Kanada'da yaptıklarının cezasını hem de az önce yaptığı aptal oyunun cezasını verecektim. Herkese acıyabilirdim ama bu saatten sonra ona asla acımazdım. Benim çektiklerimin onda birini yaşadığında yine ayağa kalkabilir miydi? Sanmıyordum, sanmayacaktım da.
Berbat insanlara yeterince tahammül etmiştim, ya hikayemin sonu gelecekti ya da onların hikayesinin sonu. Hayatım boyunca bin bir türlü iğrençlikle savaşmıştım, deneyimliydim. Korkması gerekenler onlardı. Sonuçta adım Jaha Dwan'dı, kabul etsem de etmesem de her şeyin üstesinden gelebiliyordum. Dünya üzerinde bu soy ismine sahip kişilerin sayısı bile çok azdı, yani bu soy ismimi taşımak bir onurdu.
Üzerimdeki kazağı da çıkardım. Bu yaptığım şey başta Kuzey olmak üzere herkesin dikkatini çekmişti. Eh, nasıl olsa kulede deli görmek az rastlanır bir olaydı. Neredeyse yarım saattir aynı oyunun içindeydik. Yaptıklarımız başkaları için kolay gözükebilirdi fakat hiç de sanıldığı gibi değildi. Fena halde susamıştım. Kuruyan dudaklarımı ıslatmaya dahi çalışmadım, arkadaşımın kanının tadını almak istemiyordum. Öte yandan dikkatimi çeken başka bir şeyse her aşamada iki kişinin ölmesiydi.
Bir kişi daha gerekiyordu, bu durum beni heyecanlandırıyordu. Kimin gideceğini çok iyi biliyordum. Kazağımı kol kısmından tuttum, gelişigüzel etrafımda çevirdim ve bir şeye çarptı. Küçük bir çarpmaydı, yalnızca diğer kolu değmişti ama Sıla'nın yerini bulmuştum. Üstelik kedi fare oyununa dönmemiz gerekmemişti. Gülümsedim, üzerimdeki kanları da ele alırsak psikopat birini andırıyordum. Küçük bir çocuk gördüğü an da annesinin yanına gitmeye çalışırdı.
Olduğum yerde kareler yoktu, Sıla'nın tarafına geçmeden ortamızdaki karelerin yok olmasını bekledim. Hâlâ başka yerdeymiş gibi illüzyon yapıyordu. Oyunları hoşuma gitmeye başlamıştı, yüzündeki korkuyu tahmin edebiliyordum. Üzerine atıldığımda direkt olarak tekme savurdum. İllüzyonu bozuldu, bacaklarımın önüne düştü, karelerin çıktığı yerde yani duvarın dibindeydik. Oralar en güvenli yerlerdi çünkü kareler aniden çıkmıyordu. Eğer kareler bulunduğumuz noktaya gelirse ikimiz de ölürdük.
Yüzünün tam ortasına yumruk attım, burnunun kırıldığına emin olduğumda saçlarından tutarak yerde sürükledim. Kuzey'in kopan parmağının hemen yanına kadar çekmiştim. Kafasını belirli aralıklar yere vuruyordum, çıkan ses rock müziklerindeki ritimleri andırıyordu. Zihnimde tasarladığım ritimlerle şarkıyı sürdürdüm. Vurdukça rahatlıyordum, küçük şeylerden intikam almak çocukça idi. Yaptıklarıysa kesinlikle küçük değildi, katlanılmazdı.
"Bak oraya!" Geri çekilip yerdeki parmak parçasını işaret ettim. "Ne yaptığını gör."
Tekme atma konusunda da ustaydım, karnına acıtacak ama pek de zarar vermeyecek cinsten bir tekme savurmuştum. Küçük bir inilti çıkarmış, öksürmüştü. Yeniden saçlarından tutup duvarın kenarına kadar çektim, bu sefer de aynı ritimler kafasını duvara vurduğumda çıkıyordu. Saç telleri kopup elimde kalmıştı, bazı kısımlar derisiyle gelmişti. Bacağımı tutup tırnaklarını batırdı. Yaptığı hareket yüzünden elimden kurtulamayacağı kesinleşmişti.
İnsanlar zararlı kişi olduğumu, hatta katil olduğumu düşünecekti. Hakkımda ne derlerse desinler, ne dedikodu çıkarırlarsa çıkarsınlar umursamıyordum. Zaten katil olmakla suçlamışlardı, daha ileri gidemezlerdi. Gerçi yaptığım tam olarak herkesin gözünün önünde birini öldürmekti. Diğer oyunda da iki kişi öldürülmüştü, o iki kişiyi ben öldürmediğime göre üç sözde katilimiz vardı. Dedikoduları paylaşacaktık.
Boğazını yapıştım, tüm gücümle sıkıyordum. "Kendini çok mu akıllı sanıyorsun küçük Sıla'cık?" Kahkaha attım. "Ne tesadüftür ki kısa süre öncesine kadar ben de öyle sanıyordum."
Geri çekilip gözlerinin içine bakarak gülümsedim, yere oturmuştum. Sanki görevliler de bu durumdan bıkmıştı, yanım da hiç ışık yoktu. Bize doğru gelenler yavaştı, varmalarına çok zaman vardı. Hemen yanında durduğumuz duvarı saymazsak tehlikede değildik, doya doya boğuşabilirdik. Öğrenciler oyunlarına devam ediyor olsa da çoğunun dikkati bizdeydi. Savaş yanıma gelmeye çalışıyordu.
Dudaklarımı büzdüm. "Püf... Canın acıyorken konuşamıyorsun ve bu sıkıcı oluyor." Tırnaklarımı inceliyordum. "Her neyse konumuza dönelim, kendini akıllı sanmanın sonu her daim kötü oluyor." İki elimle kalp işareti yaptım, sebepsizce içimden gelmişti. "Sen bunu çok geç öğrendin, bense sınırından döndüm. Şansın yokmuş tatlım."
Yumruk atmaya hazırlandığında bileğini kavradım, eli havada kalmıştı. Ciddi anlamda delirmiştim, ona zarar vermek mutlu ediyordu. Başkalarına zarar vermek psikolojide büyük bir konu olarak inceleniyor, hatta alt dallara ayrılıyordu. Ne olursa olsun psikopatça bir davranış olduğu kesindi. Bileğini ters çevirdim, kolundan gelen çıt sesi ikiye katlandığında bıraktım. Devam etmeli miydim? Aynı kolunun parmaklarını sıktım, çıkan çıtırtılar içimi ısıtıyordu. Gülümsemem artıyordu.
Omzuma dokunan ele tepki vermedim, yanıma oturdu. Kim olduğuna bakmamıştım. "J şu an Sıla'yı değil, Kuzey'i öldürüyorsun."
Bakışlarımı Savaş'a çevirdim, dövmeyi bırakmam için mi demişti? Sıla'nın olması gereken yere baktığımda Kuzey'i gördüm. Parmaklarının uçlarından kanlar akıyordu. Ne mi yaptım? Savaş'ın da üzerine atlayıp boğazını sıkmayı denedim, başaramamıştım. Sıla yine illüzyonlarını konuşturmuştu, korkudan kuyruğunu bacaklarının arasına almış bir köpek gibiydi. Yaptığı illüzyon çok iyiydi, en ufak şeye kadar ayrıntıları yapabilmişti.
"Anlamayacağımı sandın, öyle mi?" Keşke yanıma kesici bir alet alsaydım, boğazını kesip işini bitirebilirdim. "Ucube."
Uzun yoldan işimizi bitirecektik, boğazını sıktım. Zaten nefessiz kalmaya çok dayanamıyordu. Öksürükleri şimdiden çıkmaya başlamıştı, elimi çekmeye çalışıyordu. Tüm gücüyle denese de yapamıyordu. Zevk alıyordum, kelimenin tam anlamıyla yaptıklarımdan zevk alıyordum. Katilin kendisi bile günahsız çıkabilirdi ama Sıla asla iyi biri olmamıştı. Tamam, Kuzey kardeşini öldürmüş olabilirdi, yine de ben Kuzey'i itmemiştim. Suçu benim üzerime atmamalıydı.
Hilelerle kazanılan ve dürüstlükle kazanılan bir savaş arasında büyük farklar vardı. Sonuç hep aynı olsa da yarış bitmeden kimse size sonucu sormazdı. Demem o ki yeniliyordu, oyunu burada bitiyordu. Beni bitirmeyi defalarca kez denemişti, artık sıra bendeydi. Tek sorun yalnızca deneyemeyecektim, başaracaktım. Kareler yanıma gelmeden işini bitirecekti, sonrası umurumda olmayacaktı. Ölsem dahi amacıma ulaşmış olarak mutlu mutlu gözlerimi kapatacaktım.
Yüzü kızarmıştı, iyice güçten düşmüştü. Son nefeslerini veriyordu, çırpınmayı bırakalı çok olmuştu. İnsanlar bırakmamı söylüyordu, yapmayacaktım. Küçüklüğümüzden beridir bana bir sürü pislik yapmıştı, o zamanlar kimse yardım etmeye çalışmamıştı. Dünyada her şey karşılıklıydı, bir şeyin karşılığı yoksa onu alamazdınız. Gün sona eriyordu, kazanıyordum.
Artık tamamen ölmek üzere olduğunda gerçek Kuzey kolumu tutup yerde sürükledi. Ondan birkaç metre uzaklaştırdığında kolumu bırakmıştı. "Sen aptalsın!" İlk olarak Sıla'nın iyi olup olmadığını kontrol etti, bana bakmamıştı bile. "Züppe."
Harika, bir kez daha düşmanımı öldürme olanağım elimden alındı. Yaşadıklarım bana ders olmuştu, bir dahaki sefere içeceğine zehir atacak veya yanımda kesici alet olmadan saldırmayacaktım. Sıla ile aralarında takım arkadaşlığından daha ileri bir şey olduğuna karar kılmıştım. Sıla için bana yakınlaşmış olmalıydı, ona bilgi taşımak istemişti. Zayıflıklarımı söyleyecekti, babamı demiş miydi?
Çektiği noktadan birkaç tane daha kare geçtiğinde ayağa kalktım. Eh, oyunun bu aşamasını bitirmeyi denemiştim. En yakın arkadaşım gayet güzel gidiyordu, ben de iyiydim. Yani yakın zamanda ölecek olanlar biz değildik, eninde sonunda birileri yorulup düşecekti. Kuleye geri döndüğümüzdeyse avıma başlayacaktım, kimseye acımayacaktım. Kim bana kötülük yaptıysa cezasını alacaktı.
Herkes birbirini avlamayı denemişti, bense kurtarmaya. Durum tam tersine dönüyorsa ayak uyduracaktım. Aramızdaki karelerin değişmesini bekledim. Hemen ardından da Kuzey'in yanına geçip suratının tam ortasına yumruğumu indirdim. Burnu kırılanlar listesine biri daha eklenmişti. Kendime hayran kalıyordum. Ne olduğunu anlamasına izin vermeden kocaman bir tokat indirdim, çıkan ses odada yankılandı.
Duramıyordum, öfkem geçmemişti. "Bir gün onu öldürmeme izin vermediğin için pişman olacaksın." Üzerine doğru hamle yaptığımda iki kolumu birden tutup arkama döndürttü, kollarımı göğsümü duvara bastırmıştı.
"Bırak da olayım! Ne o seni öldürecek ne de sen onu." Zeminin bazı yerlerinde boşluklar oluşmaya başlamıştı, bir sonraki oyun için yine düşecektik. "Defol Jaha, görmüyor musun? Beni korumaman için sana kötü davranıyorum ama sen hâlâ gelmiş Sıla'ya saldırıyorsun! Geberip gideceksin."
Elinden kurtuldum. "Yalan atmayı kes!" Yeni boşlukların oluşacağını düşünmüş, yanılmıştım. O boşluklar kayıp düşmemiz için yapılmıştı. Oyunu zorlaştırıyorlardı. "Sen geri zekalı olabilirsin ama ben değilim!"
Kolumdan tutup biraz daha ortalara doğru gelmemi sağladı, engel olmamıştım. Kavgaları seviyordum. "Ne yalan attım sana?" Tavana baktı. "Ne olur söyle ya.. Ben sana ne yalan attım? Asla yalan atma-"
"Kanada'da Sıla ile ne konuştuysanız duydum! Aynı takımda olduğunuzu biliyorum." Kenara çekilip üzerime doğru gelen mavi yuvarlak şekilden kaçtım. "Asıl konu ne yalan attığın değil, ne yalan atmadığın. Düşmanımla aynı taraftasın ve gelmiş bana aşık numarası yapıyorsun. Üstelik bana yaptıklarını bile bile onu koruyorsun."
Öfkesi yok oldu, göz bebekleri küçüldü. "Dwan... Özür dilerim."
"Ne için?" Kahkaha attım, kalp kırma sırası yeniden bana gelmişti. "Seninle neydik ki özür diliyorsun?" Son vuruşu yapıyordum. "Söyleyeyim: Arkadaşım bile değildin. Sen yalnızca o herkese yürüyen zamparanın tekisin. Senin gibiler her daim olur, temin ederim ki hikayenin sonunda kazanan değilsiniz."
Konuşmama devam edeceğim esna da çığlık sesi duyuldu. Melissa o yerdeki deliklerden birinin içine düşmüştü, tutunmuştu. Parmakları kayıyordu. Yanına gitmeye çalışıyordum, kareler gitgide yakınlaşıyordu. Kızı kurtaramayacaktık, yanına gitsek dahi çekmeye vaktimiz olmazdı. Parmaklarının kopmamasını diliyordum. Kötü senaryoların hiçbiri yaşanmamalıydı. Ölmesi gereken o değildi, iyi kişiler ölemezdi.
En yakınındaki kare parmaklarına değdiği an da tutunmayı bıraktı. Yere düşerken çığlıkları daha da incelmişti. Birkaç saniye boyunca devam etti, sonra da bir çarpma sesiyle durdu. Yumuşak bir zemine çarpmamıştı, sert bir zemindi. En azından çıkan seslerden anladığım kadarıyla öyleydi. Birkaç kişi arkasından bağırdı, cevap vermemişti. Paramparça olduğunu hayal edebiliyordum, başaramamıştık.
Kareler durdu, yerdeki boşluklar kapandı. Tüm odayı kaplayan beyaz ışık yandı. Acaba düşecek miydik? Yoksa bir yerden mi geçecektik? Yeni bir oyuna geçersek neredeyse kimse kalmayacaktı. Şahsen ben bile hayatta kalıp kalmayacağımı düşünüyordum. Yorulmuştum, terden sırılsıklam hale gelmiştim. Kafam da boş değildi, az önce olan kavgaları düşünmekten başka bir şey yapamıyordum.
En kısa zaman da babamla konuşacaktım. Neler olup bittiğini soracaktım, kendi kızını tehlikeye atıyordu. Takımının gelecekteki varisi sayılıyordum. Bunu neden yaptığını aklım almıyordu, yatırımını tehlikeye atmıştı. Savaş yanıma gelip kolumu omzuna attı, sanırım yorulduğumu anlamıştı ya da birilerine dalmamı engellemeye çalışıyordu. Toprak da yanımıza gelmişti, diğer tarafımdaydı.
"Ne diyeceğimi bilmiyorum. Sadece haklı olduğunu biliyorum Jaha." Küçük adımlarla arkadaşının yanına gitti.
İçeri giren görevliler yere çökmemizi, suçlular gibi ellerimizi kaldırmamızı sağlamıştı. Üzerimizi arıyorlardı. Aramayı bitirdiklerinde geçmemize izin verdiler, geldikleri kapıdan çıkmıştık. Açılan yer bembeyaz bir laboratuvardı. Hâlâ kulede miydik yoksa başka yere mi götürülmüştük? Kulenin içinde böyle yerler yoktu, iki-üç kat haricinde hepsine gitmiştim. O katlarda olsak dahi bu kadar çok düşmeyle çoktan yerin dibini boylamış olmamız gerekirdi.
Askerler etrafımızı sarmıştı. Neler olacağını az çok tahmin edebiliyordum. Yürümemizi işaret ettiler, neden kimse konuşmuyordu? Hepsinin yüzleri gizliydi, A.S.K.E.R sisteminin özel tasarım olan gaz maskelerini takıyorlardı. Üzerlerindeki her kıyafet simsiyah, yepisyeniydi. Yürümek dışında yaptıkları başka hareket yoktu, sanki robottular. Boyları ortalamaya göre oldukça uzundu. Toplam yirmi altı kişiydiler, yedi tanesi kadındı. En öndeki kişi haricinde kimseyle konuşmuyorlardı.
Kafesler içerisinde farelerin, tuhaf sürüngenlerin olduğu odaya geldiğimizde ayvayı yediğimizi iyice anlamıştım. Arada sırada çaktırmadan Kuzey'i süzüyordum, kaşlarını çatmıştı. Ağzını açmıyordu, yalnızca yere bakıyordu. Sanki son an da bir şeyi ağzından kaçırmıştı. Ne ondan özür dileyecektim ne de o özür dilerse kabul edecektim. Buradan sonra tüm bağımız kopmuştu. Sanırım oyunun üçüncü kısmı başlamıştı.
Düşüncelerinizi alabilir miyim?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top