Yeni Margarita


                        
İlk merdiven sahanlığında duran Sorelli.Üst kattan inen Kont Chagny'ye doğru koştu. Genelde çok sakın olan Kont, oldukça heyecanlı görünüyordu.
"Ben de tam size geliyordum." dedi, şapkasını çıkarırken. "Ah. Sorelli! Ne akşam ama! Christine Daae Ye ne demeli? O ne başarıydı öyle!"

"Olacak iş değil!" dedi Meg Giry "Daha altı ay önce berbat şekilde şarkı söylüyordu. Ama şimdi bunu geçelim, sevgili Kontum." diye devam etti yumurcak, laubali bir reveransla. "Boynundan asılı halde bulunan zavallı bir adamın halini soracağız size."

Tam o sırada yanlarından telaşla geçmekte olan tiyatro müdürü, bu sözleri duyup durdu.

"Ne?!" diye feryat etti "Siz kızlar olanları şimdiden duydunuz mu? Pekala, bu gecelik hepsini unutun lütfen. Her şeyden önemlisi, bunlar Mösyö Debienne ve Mösyö Poligny'nin kulağına gitmesin sakın! Buradaki son günlerinde çok üzülürler."

Hep birlikte, şimdiden insanlarla dolmuş olan fuayeye gittiler. Kont Chagny haklıydı. Bu galanın eşi benzeri görülmemişti. Zamanın en büyük bestekarları sırayla kendi eserlerini icra etmişlerdi. Faure ve Krauss şarkı söylemişti. O akşam, şaşkın ve coşkulu seyirci karşısında, Christine
Daae'nin kendini tam anlamıyla sergilediği ilk akşam olmuştu. Gounod. Cenaze Marşı'nı;' Reyer, Sigurd'un muhteşem uvertürünü; Saint Saens ise Danse Macabre ve Reverie Orientale eserlerini; Massanet yayınlanmamış bir Macar marşını; Guiraud, kendi Karnaval isimli eserini, Delibes de Sylvia'dan Viyana Valsi'ni ve Coppelia'dan Pizzicati'yi yönetmişti. Bayan Krauss, Vespri Siciliani'deki boleroyu, Bayan Denişe Bloch ise Lucrezia Borgia'daki Brindisi şarkısını söylemişti.

Ama asıl zafer, şarkı söylemeye Romeo ve Juliet'ten birkaç pasajla başlayan Christine Daae'ye ayrılmıştı. Madam Carvalho tarafından eski lirik tiyatroda sahnelendikten sonra Opera Comique'te tekrar canlandırılan ve daha önce Opera'da sahneye hiç taşınmamış olan, Gounod'un bu çalışması, bu genç sanatçı tarafından ilk kez seslendiriliyordu. Onun bu pasajları söylediğini duyanlar, sesinin melek gibi olduğunu söylüyorlardı. Ama bunlar, hasta olan La Carlotta yenne rol aldığı, Faust'un final triosunda ve hapis sahnesinde çıkardığı insanüstü notaların yanında hiç kalırdı. Böyle bir şey daha önce ne duyulmuş ne görülmüştü.

Daae, o gece ortaya yeni bir Margarita" hem de şaşaalı bir Margarita çıkarmış, bugüne dek varlığı bilinmeyen bir görkem sergilemişti. Christine, hüngür hüngür ağlayarak bayılmış, diğer şarkıcı arkadaşlarının kollarında soyunma odasına taşınırken, bina coşkuyla yıkılıyor, insanlar parmak uçlarında yükselip tezahürat ediyor, bağırıyor, alkışlıyorlardı.

Birkaç katılımcının protesto ettiği de oldu. Böylesine müthiş bir hazineden bunca zamandır nasıl mahrum bırakılmışlardı? O zamana dek, Carlotta'nın oldukça esaslı Margarita'sı karşısında Christine Daae, iyi bir Siebel" karakteri canlandırmıştı.
Küçük Daae'nin, programın İspanyol divaya ayrılmış bölümünde neler yapabildiğini gösterebilmesi için ise, Carlotta'nın bu gala gecesine anlaşılmaz ve bağışlanmaz şekilde katılmaması gerekmişti. Katılımcıların asıl öğrenmek istedikleri, Carlotta hastalandığında. Debienne ile Poligny'nin neden Daae'ye başvurduğuydu. Ondaki gizli cevheri keşfetmişler miydi? Eğer bundan haberdarlarsa, neden onu gizlemişlerdi ki? Ya da kendisi de neden gizlenmişti? İşin tuhafı şu ki, o sırada ona şan eğitimi veren bir profesörü olduğu da bilinmiyordu. Önceleri sık sık, gelecek için yalnız başına prova yapması gerektiğini söylemişti. Tüm bunlar tam bir gizemdi.

Bölmesinde ayakta duran Kont Chagny, bu çılgınlığı dinlemiş ve gürültüyle alkışlayarak o da bu çılgınlığa katılmıştı. Kont Philippe Georges Marie Chagny henüz kırk bir yaşındaydı. Tıknaz alnı ve oldukça soğuk bakan gözlerine rağmen, ortalama uzunluğu biraz aşan boyu ve cazip özellikleriyle. harika bir aristokrat ve yakışıklı bir adamdı. Kadınlara zarif bir nezaket gösterir, başarıları yüzünden onu her
zaman affetmeyi başaramayan erkeklere ise biraz kibirli davranırdı. Harika bir kalbi ve kusursuz bir vicdanı vardı. Yaşlı Kont Philibert'in ölümünün ardından, mazisi on dördüncü yüzyıla dek uzanan, Fransa'nın en köklü ve seçkin ailelerinden birinin başına geçmişti. Chagny'lerin büyük bir serveti vardı. Dul olan yaşlı Kont öldüğünde, Philippe için böylesine büyük bir malikanenin yönetimini kabul etmek hiç de kolay olmamıştı. Kız kardeşleri de, erkek kardeşi Raoul de malların nasıl paylaşılacağından habersizlerdi ve sanki mirasın sadece ilk çocuğa kalması geleneği devam ediyormuş gibi, mirastaki haklarından vazgeçip kendilerini tamamen Philippe'in ellerine bırakmışlardı. Kız kardeşler hem de aynı gün evlendiklerinde,paylarını ağabeylerinden devraldılar. Bu, sanki meşru hakları değil de ağabeylerinin çeyiz hediyesiymiş gibi, ona minnettar kaldılar.

Kontes Chagny, evlenmeden önceki adıyla Moerogis de La Martyniere, ağabeyinden yirmi yıl sonra dünyaya gelen Raoul'ü doğururken ölmüştü. İhtiyar Kont öldüğünde Raoul henüz on iki yaşındaydı. Philippe, erkek kardeşinin eğitimiyle bizzat kendisi yakinen ilgilendi. Bu konuda öncelikle kız kardeşleri, ayrıca bir deniz subayının dul eşi olan ve Brest'te yaşadığı için Raoul'ün denizin tadını çıkarmasını sağlayan yaşlı bir teyzeleri de ona takdire değer derecede destek oldular. Ailenin delikanlısı Borda eğitim gemisine girip eğitimini onur derecesiyle bitirdi. Bu sırada dünya turunu da tamamlamış oldu. Güçlü nüfuzu sayesinde de, son üç yıldır haber alınamayan D'Artoi seferinden sağ çıkanların araştırılması için Arktik Kuşağa gönderilecek olan Requin gemisine resmi sefer elemanı olarak atanmıştı. Bu sırada, altı aydan önce bitmeyecek, uzun bir tatilin de keyfini çıkarıyordu. Saint-Germain banliyösünün yaşlı dulları, bu yakışıklı ve narin genç adama onu bekleyen zorlu iş yüzünden acıyorlardı.

Genç denizcinin utangaçlığı az daha masumiyeti diyecektim özellikle dikkat çekiciydi. Kadınlarla bağlarını kısa bir süre önce kaybetmiş gibi bir hali vardı. Kız kardeşleri ve ihtiyar teyzesi tarafından hep el üstünde tutulmanın bir sonucu olarak, hayli içten ve henüz hiçbir şeyin bozamadığı bir büyüyle üzerinde derin izler bırakmış olan bu bütünüyle
feminen eğitim tarzını geride bırakıp yoluna devam etmişti. Yirmi bir yaşına basalı fazla olmamıştı. Henüz on sekiz yaşındaymış gibi duruyordu. Küçük, kumral bir bıyığı, güzel mavi gözleri vardı ve genç bir kızın cildine sahipti.

Philippe, Raoul'ü şımartmıştı. Öncelikle, onunla fazlasıyla gurur duyuyordu. Soyağaçların da amirallik rütbesine ulaşmış akrabalarından biri olan, ünlü Chagny de La Roche gibi, küçük kardeşinin de orduda görkemli bir kariyere sahip
olacağını düşünmekten mutluluk duyuyordu. Kardeşinin izne çıkmasını fırsat bilip ona, tüm lüks ve sanatsal hazlarıyla Paris'i gösterecekti. Kont. Raoul'ün yaşında, fazla uslu durmanın pek de iyi bir şey olmadığını da göz önünde bulunduruyordu. Philippe'in hem iş hem de eğlence konusunda oldukça dengeli bir karakteri vardı. Daima kusursuz davranırdı. Kardeşine kötü örnek olması imkânsızdı. Gittiği her yere kardeşini de yanında götürdü. Hatta onu bale fuayesinde herkese takdim etti. Kont ile Sorelli arasındaki "beraberlikle" ilgili söylentiler olduğunu biliyorum. Ama bekâr ve özellikle kız kardeşlerinin evlenmesinin ardından kendine ayıracak bolca vakti kalan bu asilzade için, akşam yemeğinden sonra birkaç saatini, pek zeki olmasa da gelmiş geçmiş en güzel gözlere sahip bir dansçının arkadaşlığı eşliğinde geçirmek pek de kabahat sayılamaz! Ayrıca, gerçek bir Parislinin, Kont Chagny gibi bir mevkiye sahip olduğunda, kendini göstermesi gereken bazı yerler vardır. O zamanlar, operadaki bale fuayesi de bu yerlerden biriydi.

Sonuç olarak, eğer Raoul ondan bunu istememiş ve talebini Kont'un daha sonraları hatırlayacağı nazik bir inatla sürekli yinelememiş olsaydı, Philippe belki de erkek kardeşini operanın sahne arkasına hiç götürmeyecekti.
O akşam Philippe, Daae'nin tebrik edilmesinin ardından, dönüp Raoul'e baktığında delikanlının hayli solgun olduğunu gördü.
"Kadıncağızın ne kadar bitkin düştüğünü görmüyor musunuz?" diye sordu Raoul.
"Asıl bitkin düşen sen gibisin," diye cevap verdi Kont.

"Sorun ne?"

Ama Raoul hemen toparlanarak ayağa kalktı.
"Haydi, gidip onu görelim," dedi. "Daha önce hiç böyle şarkı söylememişti."
Kont, erkek kardeşine meraklı bir tebessümle baktı. Durumdan hayli memnun görünüyordu. Kısa süre içinde tiyatronun içinden sahneye açılan kapıya ulaştılar. Yollarının üzerindeki katılımcıların sayısı yavaş yavaş artıyordu. Raoul,ne yaptığını bilmez bir halde, eldivenlerini parçalıyordu. Philippe ise onun bu sabırsızlığıyla dalga geçemeyecek kadar iyi yürekliydi. Raoul'ün onunla konuştuğunda neden böyle dalgın olduğunu ve her sohbeti neden Opera'ya getirdiğini artık anlamıştı.

Sahneye ulaşıp beyefendiler, dekorcular, figüranlar ve koro kızlarından oluşan kalabalığı aştılar. Önden ilerleyen Raoul, kalbinin artık kendisine ait olmadığını hissediyordu.

Tutkusu yüzünden okunuyordu. Bu sırada Kont Philippe de gülümsemeyi sürdürerek onu zorlukla takip ediyordu. Sahne arkasındaki geçmeye çalıştıkları geçit, küçük bir balerin kız grubunun akınına uğramıştı; Raoul durmak zorunda kaldı.

Balerinlerin küçük, boyalı dudaklarından birçok alaycı söz çıkmıştı ama Raoul hiçbirini yanıtlamadı. Sonunda, aralarından geçmeyi başarıp, "Daae! Daae!" sesleriyle inleyen yarı loş bir koridora kendini attı. Kont, Raoul'ün yolu biliyor olmasına şaşırmıştı. Onu daha önce hiç Christine'in yanına götürmemişti. Kont, kendisi fuayede Sorelli'yle konuştuğu sırada, Raoul'ün buraya tek başına gelmiş olduğu sonucuna vardı. Sorelli ona sürekli "rolü devralma" sırası kendisine gelene dek beklemesini söylüyor, bazen de ten rengi taytını
ve saten dans ayakkabılarının kusursuzluğunu korumak için soyunma odasında arayıp bulduğu küçük tozluklarını eline tutuşturuyordu. Sorelli'nin böyle olmasının sebebi, annesini kaybetmesiydi.

Sorelli'yi her zamanki gibi ziyaret etmeyi birkaç dakika erteleyen Kont, erkek kardeşini geçidin Daae'nin soyunma odasına uzanan derinliklerine doğru takip etti. O akşama kadar burası böylesine kalabalık olmamıştı. Binadaki herkes,
Daae'nin hem başarısından hem de geçirdiği baygınlık nöbetinden dolayı oldukça heyecanlıydı. Henüz ayılmamış olan genç kızın yanma varan tiyatro doktorunun peşi sıra Raoul de odaya girdi. Böylece, doktorun uyguladığı ilk yardımın ardından Christine, gözlerini Raoul'ün kolları arasında açtı. Kont ve diğerleri kapıya doluşmuşlardı.

"Bu beyefendilerin odayı boşaltmaları gerekmez mi sizce de Doktor?" diye sordu Raoul küstahça. "Nefes alacak hava kalmadı."
"Kesinlikle haklısınız," diye cevap verdi doktor.

Raoul ile  -Raoul'e apaçık bir şaşkınlıkla bakan- hizmetçi haricindeki herkesi gönderdi. Hizmetçi kız onu daha önce hiç görmemişti ve kim olduğunu sormaya cesaret edemiyordu. Doktor ise, genç adamın böyle davranmaya hakkı olduğu için bu şekilde hareket ettiğini varsaymıştı. Böylece odada kalan Vikont, yavaş yavaş ayılmakta olan Christine'e göz kulak oluyordu. Bu sırada, iyi niyetlerini ve tebriklerini sunmak için gelen ortak müdürler Debienne ve Poligny, kendilerini geçide doluşmuş olan züppelerin arasında bulmuşlardı.

Dışardakilerden biri olan Kont Chagny güldü.

"Ah, köftehor, seni köftehor!" Alçak sesle devam ederek, "Ah şu gençler ve liseli halleri yok mu! Ne de olsa o bir Chagny!" dedi.

Dönüp Sorelli'nin soyunma odasına yönelmişti ki yarı yolda, yanında tir tir titreyen küçük balerin topluluğuyla birlikte, onunla karşılaştı.

Bu sırada, Christine Daae'nin iç çekişi, bir iniltiyle karşılık bulmuştu. Genç kız, kafasını çevirdiğinde Raoul'ü gördü ve sıçradı. Bir tebessüm bahşettiği doktora, ardından hizmetçiye, sonra tekrar Raoul'e baktı.

"Mösyö," dedi fısıltı gibi bir sesle, "kimsiniz siz?"
"Matmazel," dedi, bir dizinin üzerine çöküp divanın eline ateşli bir öpücük konduran genç adam, "ben, eşarbınızı kurtarmak için denize dalan küçük bir oğlan çocuğuyum."
Christine tekrar doktora ve hizmetçiye baktı, ardından üçü de kahkahalarla gülmeye başladı.
Kıpkırmızı olan Raoul ayağa kalktı.

"Matmazel," dedi, "beni tanımama memnuniyetini yaşadığınızdan dolayı, size özel olarak, çok önemli bir şey söylemem gerekiyor."
"Mahsuru yoksa, kendimi daha iyi hissettiğimde söyleseniz." Sesi titremişti. "Bana çok iyi davrandınız."
"Evet, artık gitmelisiniz," dedi doktor, hoş bir tebessümle. "Matmazeli iyileştirmeyi bana bırakın."
"Artık kötü hissetmiyorum," dedi Christine aniden garip ve beklenmedik bir enerjiyle.

Ayağa kalkıp göz kapaklarını ovuşturdu.
"Teşekkürler, Doktor. Artık yalnız kalmak istiyorum. Lütfen hepiniz gidin. Bırakın beni. Bu akşam kendimi çok yorgun hissediyorum."

Doktor hemen itiraz etmeye kalksa da, genç kızın bariz gerginliğinin farkında olduğu için, en iyi tedavinin ona karşı çıkmamak olduğuna karar verdi. Raoul'e, "Bu gece kendinde değil. Normalde çok naziktir," diyerek dışarı çıktı.

Doktor iyi geceler diyerek Raoul'ü de yalnız bıraktı. Tiyatronun bu bölümü şimdi tamamen ıssızdı. Uğurlama merasimi, bale fuayesinde gerçekleşiyordu şüphesiz. Raoul, Daae'nin de merasime katılabileceğini düşünüp bu sessiz tenhalığın ortasında, hatta kapı girişinin dar gölgesinde saklanarak beklemeye koyuldu. Kalbinde korkunç bir sızı vardı. Bununla ilgili olarak Daae'yle hemen konuşmak istiyordu.

Ansızın soyunma odasının kapısı açıldı ve hizmetçi, elinde çiçek demetleriyle çıktı. Raoul hizmetçiyi durdurup hanımının durumunu sordu. Kadın gülüp Christine'in iyi olduğunu ama onu rahatsız etmemesi gerektiğini, çünkü yalnız kalmak istediğini söyleyerek yoluna devam etti. Raoul'ün
hararetli zihnini dolduran tek bir fikir vardı. Elbette Daae, onunla birlikte olabilmek için yalnız kalmak istemişti! Sonuçta genç kıza, onunla özel olarak konuşmak istediğini söylememiş miydi?
Zar zor nefes alarak soyunma odasına gitti. Genç kızın cevabını duyabilmek için kulağını kapıya dayayarak, kapıyı çalmaya hazırlandı. Ama elini indirmek zorunda kaldı. Soyunma odasından gelen bir erkek sesi duymuştu. Adam, garip
bir biçimde buyuran bir ses tonuyla, "Christine, beni sevmek zorundasın!" diyordu.

Christine'in sesi ise, ağlar gibi titrek ve son derece üzgündü. Adama, "Nasıl böyle konuşabilirsin? Ben sadece senin için şarkı söylüyorken hem de!" diye cevap verdi.

Raoul acısını hafifletmek için duvar kaplamasına yaslandı. Sonu olmayan bir sevdaya düşen kalbi, göğsündeki yere geri dönmüştü ve gürültüyle çarpıyordu. Kalp çarpıntısı geçidin her yerinde yankılanıyordu ama Raoul'ün kulakları
sağır olmuştu. Muhakkak ki, eğer kalbi böyle bir ses çıkarıyor olsaydı, içeridekiler bu sesi duyup kapıyı açar ve genç adamı yerin dibine sokarak oradan kovarlardı. Chagny ismi için ne korkunç bir durum! Kapı dinlerken yakalanmak! Raoul kalbinin gürültüsünü durdurmak için onu avuçlarının içine almıştı.

Adamın sesi tekrar duyuldu. "Çok mu yorgunsun?"
"Ah, bu gece sana ruhumu verdim ve ben artık bir ölüyüm!" diye yanıtladı Christine.
"Senin ruhun öyle güzel ki, çocuğum," dedi vakur sesli adam ve ekledi, "ve teşekkürler. Hiçbir imparator böylesine güzel bir hediye almamıştır. Bu gece melekleri bile ağlattın."
Raoul bundan sonra hiçbir şey duymadı ama oradan ayrılmadı da. Yakalanmaktan korkuyormuş gibi, karanlık köşesine geri döndü. Adam odadan çıkana dek orada beklemeye kararlıydı. Aşkın ve nefretin anlamını aynı anda öğrenmişti.

Aşık olduğunu biliyordu. Nefret ettiği kişinin kim olduğunu öğrenmek istiyordu. O şaşkınlıkla bakarken açılan kapıda kürklere bürünmüş ve yüzünü dantel bir peçeyle örtmüş halde, yalnız başına Christine Daae belirdi. Kapıyı ardından kapadı ama Raoul. kapıyı kilitlemediğini fark etti. Raoul, yanımdan geçip giden Christine'e göz ucuyla bile bakmadı.
Gözleri tekrar kapıya kilitlenmişti.

Geçit tekrar tenhalaştığında, soyunma odasına gidip kapıyı açtı ve içeri girip kapıyı kapattı. Tastamam bir karanlığın ortasındaydı. Gaz lambası söndürülmüştü.

"Burada biri var!" dedi Raoul, titrek bir sesle ve kapalı kapıya sırtını vererek. "Neden saklanıyorsun?"

Karanlıktan ve sessizlikten başka bir şey yoktu. Raoul' ün duyduğu tek şey kendi soluğuydu. Bu davranışıyla düşüncesizlik sınırlarını aştığını göremiyordu.

"Ben izin vermeden buradan ayrılamazsın!" diye bağırdı. "Eğer bana yanıt vermezsen, korkaksın demektir! Ama ben seni ortaya çıkarmasını bilirim!"

Bir kibrit yaktı. Alev odayı aydınlattı. Odada kimsecikler yoktu! Raoul, önce kapıyı kilitleyip ardından gaz lambalarını yaktı. Soyunma kabinine girdi, dolapları açtı, etrafı araştırdı, nemli elleriyle duvarları yokladı. Hiçbir şey yoktu!

"Yahu!" dedi yüksek sesle, "deliriyor muyum yoksa?"
On dakika kadar ayakta dikilip boş odanın sessizliğinde gaz alevinin sesini dinledi. Aşık olduğu halde, sevdiği kadının parfümünü koklayabileceği tek bir kurdeleyi bile çalmak aklından geçmemişti. Odadan çıktı. Ne nereye gittiğini ne de ne yaptığını biliyordu. Rastgele ilerlemekte olduğu yolda, yüzüne buz gibi bir hava akımı çarptı. Kendini bir merdivenin dibinde buldu. Aşağıda, bir grup işçi, üzeri beyaz bir çarşafla örtülmüş, sedye benzeri bir şey taşıyorlardı.

"Çıkış hangi yönde acaba?" diye sordu adamlardan birine.
"Düz devam edin, kapı açık. Ama önce biz geçelim."
Sedyeyi göstererek mekanik bir sesle sordu: "Bu ne?"

İşçi cevap verdi:
"Bu, üçüncü mahzende, bir çiftlik evi dekoru ile Lahore Kralı operası dan kalma bir dekorun arasında boynundan asılı halde bulunan Joseph Buquet."

Şapkasını çıkardı, geri çekilerek cenazeyi taşıyanlara yol verdi ve oradan ayrıldı.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top