Vikont Ve Acem

Raoul, ağabeyinin bir keresinde bir Acem olduğundan ve Rivoli Sokağında küçük, eski moda döşenmiş bir dairede oturduğundan başka hakkında bir şey bilinmeyen bu gizemli adamı kendisine gösterdiğini hatırladı.

Kapkara tenli, açık yeşil gözlü ve astragan şapkalı adam Raoul'e doğru eğildi.

"Umarım. Mösyö Chagny," dedi. "Erik'in sırrını açık etmemişsinizdir!"

"O canavarın varlığını açık etmekten neden çekineyim ki, Bayım?" diye karşılık verdi Raoul mağrurca. Bu davetsiz misafiri başından savmaya çalışıyordu.

"Erik hakkında hiçbir şey anlatamadığınızı umuyorum. Bayım çünkü Erik'in sırrı Christine Daae'nin de sırrıdır. Biri hakkında konuşmak, öteki hakkında da konuşmak demektir!"

"Ah, Bayım," dedi Raoul. Sabırsızlığı giderek anıyordu.

"İlgimi çökecek pek çok şey biliyor gibi görünüyorsunuz. Ancak benim sizi dinleyecek vaktim yok!" "Tekrar soruyorum. Mösyö Chagny böyle telaşla nereye gidiyorsunuz?"

"Tahmin edemiyor musunuz? Christine Daae'nin yardımına." "O halde, efendim, burada kalın. Çünkü Christine Daae burada!" "Erik'le mi birlikte?" "Erik'le." "Nereden biliyorsun?" "Ben de gösterideydim. Diyebilirim ki, dünyada Erik' ten başka hiç kimse, böyle bir kaçırma planı yapamaz! Ah!" dedi, derin bir iç çekişle "Canavarın dokunuşunu tanıdım!" "O halde onu tanıyorsun, ha?" Acem cevap vermeden tekrar içini çekti. "Bayım." dedi Raoul, "Niyetinizin nedir bilmiyorum ama acaba bana yardımı dokunacak herhangi bir şey yapabilir misiniz? Yani, Christine Daae'ye yardım edebilecek herhangi bir şey?"

"Sanırım, evet, Mösyö Chagny. Sizinle de bu yüzden konuştum zaten."

"Elinizden ne gelir?"

"Sizi Christine Daae'ye ve Erik'e götürmeyi deneyebilirim."

"Bana bu iyiliği yaparsanız, ömrüm sizin olsun! Bir şey daha var. Komiser Christine Daae'yi ağabeyim Kont Philippe'in kaçırdığını düşünüyor."

"Ah. Buna hayatta inanamam."

"Bu imkansız, değil mi?"

"İmkansız mı değil mi bilemem ama türlü şekilde adam kaçırılabilir ve bildiğim kadarıyla. Sayın Kont Philippe'in bu tür büyücülük işleriyle alakası yoktur."

"İddialarınız epey inandırıcı. Ben bir ahmağım! Ah haydi acele edelim! Kendimi tamamen ellerinize teslim ediyorum! Size inanmamam mümkün mü? Hem de bana inanan ve Erik'in adı geçtiğinde gülümsemeyen tek kişi sizsiniz!"

Delikanlı, süratle Acemin elini kaptı. Adamın elleri buz gibiydi.

"Sessiz ol!" dedi Acem. Durmuş, binanın uzak köşesinden gelen seslere kulak kabartmıştı. "Buradayken onun adını dile getirmemeliyiz. O desek yeter. Böylece onun dikkatini çekme ihtimalimiz de azalır."

"Yaklaştık mı dersin?"

"Mümkün. Tabii şu anda, kurbanıyla birlikte göldeki evde değillerse."

"Demek o evi de biliyorsun!"

"Eğer orada değillerse, hemen burada ya da duvarın içinde, yerde, hatta tavanda bile olabilir! Haydi gelin!"

Sonra Acem Raoul'e daha sessiz adımlar atmasını söyleyip onu daha önce hiç görmediği koridorlara soktu. Raoul bu koridorları, Christine Daae'nin onu bu labirentte gezmeye götürdüğü zaman dahi görmemişti.

"Umarım Darius gelmiştir!" dedi Acem. "Darius da kim?"

"Darius mu? Benim uşağım." Tamamen boş bir meydanın ortasında küçük bir lambayla azıcık aydınlanan kocaman bir odada duruyorlardı. Acem Raoul'ü durdurup mümkün olan en kısık sesle, "Komisere ne anlattınız?" diye sordu.

"Christine Daae'yi müzik meleğinin, diğer adıyla opera hayaletinin kaçırdığını, onun gerçek adının da..."

"Şşşt! Komiser inandı mı size?" "Hayır." "Dediklerinizi dikkate almadı mı?" "Hayır." "Deli olduğunuzu mu düşündü yoksa?" "Evet." "Böylesi daha iyi!" diyerek iç çekti Acem.

Yollarına devam ettiler. Habire inip çıktıkları merdivenleri Raoul daha önce hiç görmemişti. Sonunda, Acemin bir maymuncukla açtığı kapının önüne geldiler. Her ikisi de smokinliydi fakat Raoul'ün uzun bir şapkası Acemin ise astragan bir şapkası vardı.

"Bayım," dedi Acem "uzun şapkanız size mani olacak. Onu soyunma odasına bıraksanız iyi olur."

"Hangi soyunma odasına?" diye sordu Raoul. "Christine Daae'nin odasına." Henüz açtığı kapıdan geçmekte olan Raoul'e sanatçının karşı tarafta bulunan odasını gösteriyordu.

Raoul şimdi Christine'in kapısını çalmadan önce dolaşıp durduğu koridorun sonunda duruyordu.

"Operanın her köşesini ezbere biliyorsunuz anlaşılan!" "Onun kadar değil!" dedi Acem mütevazı bir şekilde. Delikanlıyı, Raoul'ün az önce bıraktığı halde bulduğu, Christine'in soyunma odasına soktu.

Acem kapıyı kapatarak soyunma odasını yandaki depodan ayıran epey ince bir perdeye doğru ilerledi. Etrafa kulak kabarttı yüksek sesle öksürdü. Depodan gelen ses, orada birinin hareket ettiğini işaret ediyordu. Sadece birkaç saniye sonra bir el soyunma odasının kapısını tıklattı.

"Gel." dedi Acem. Astragan şapkalı ve uzun paltolu bir adam içeri girdi.

Adam onları başıyla selamladı. Paltosundan üzerinde oymadan çeşit çeşit süsleme olan bir kutu çıkarıp tuvalet masasının üzerine koydu. Başıyla tekrar selam verdikten sonra kapıya yöneldi.

"Gelirken kimse seni gördü mü, Darius?"

"Hayır, efendim." "Çıkarken de kimse görmesin."

Uşak koridora bakıp hızla ortadan kayboldu. Acem kutuyu açtı. Kutunun içinde bir çift tabanca vardı.

"Christine Daae kaçırıldığında, uşağımdan bu tabancaları getirmesini istedim. Bu tabancaları uzun zamandır kullanıyorum ve epey güvenilir aletlerdir." "Bir düello olacağını mı söylemek istiyorsunuz?" diye sordu delikanlı. "Dövüşmek zorunda kalacağımız bir düello olacağı kesin." dedi silahının dış kaplamasını incelerken. "Hem de ne düello!" Tabancalardan birini Raoul'e uzatarak "Bu düelloda ikiye karşı bir olacağız fakat yine de her şeye hazırlıklı olmalısınız. Çünkü hayal edebileceğiniz en korkunç rakiple karşılaşıyor olacağız. Christine Daae'yi seviyorsunuz, değil mi?"

"Bastığı toprağa dahi taparım! Ama siz ona aşık olmadığınız halde, neden onun için hayatınızı riske atmaya hazırsınız söyleyin lütfen? Erik'ten kesinlikle nefret ediyor olmalısınız!"

"Hayır. Bayım," dedi Acem kederle "ondan nefret etmiyorum. Ondan nefret etseydim kötülük yapmayı çok uzun zaman önce bırakırdı." "Size de mi kötülük yaptı?" "Bana yaptığı kötülüğü çoktan affettim bile." "Anlamıyorum. Onun bir canavar olduğunu düşünüyorsunuz, günahlar işlediğinden bahsediyorsunuz, size kötülüğü de olmuş ama siz de, tıpkı Christine gibi ona anlaşılmaz bir merhamet gösteriyorsunuz. Bu, beni çaresiz hissettiriyor!"

Acem cevap vermedi. Bir sandalye çekip duvarı tamamen kaplayan aynanın karşı duvarına yasladı. Sandalyenin üstüne çıkıp burnunu duvar kağıdına yasladı. Bir şey arıyor gibiydi. "Aha!" dedi uzun süre aradıktan sonra "Buldum!" parmağım başının üstüne kadar duvar kağıdının desenlerinden birinin köşesine bastırdı. Sonra sandalyeden aşağı atladı.

"Yarım dakika içinde onun yoluna girmiş olacağız!" diyerek soyunma odasını baştan sona geçti. Büyük aynaya dokundu. "Hayır, daha açılmamış." diye mırıldandı.

"Ah, aynadan mı geçeceğiz?" diye sordu Raoul. "Christine Daae'nin yaptığı gibi?"

"Demek Christine Daae'nin bu aynadan geçtiğini siz de biliyorsunuz!"

"Gözümün önünde oldu her şey! İçerideki perdenin arkasında saklanmıştım. Onun aynanın içinde yok olup gidişini gördüm!"

"Peki, sonra ne yaptınız?"

"Tüm duyularımın bozulduğunu, bunun çılgın bir düş olduğunu sandım."

"Ya da yeni bir tür hayalet hayali!" diyerek kıkırdadı Acem. "Ah, Mösyö Chagny," dedi elini aynadan kaldırmadan "bir hayaletle gerçekten baş etmek zorunda kalırsak, tabancalarımızı kutularından hiç çıkarmasak da olur. Şapkanızı çıkarın lütfen. Şuraya koyun ve gömleğinizi paltonuzla kapatabildiğiniz kadar kapatın. Benim yaptığını gibi paltonuzun yakalarını da kaldırın. Olabildiğince görünmez olmalıyız."

Aynaya dayanmayı sürdürürken, kısa bir sessizliğin ardından. "Zembereğe odanın içinde basılırsa, dengeleyici ağırlık serbest kalır ama bu biraz zaman alır. Duvarın arkasına geçtiğinde durum farklıdır çünkü dengeleyici ağırlığa doğrudan müdahale edebilirsin. Derken ayna dönüverir ve inanılmaz bir süratle hareket eder." dedi. "Ne dengeleyici ağırlığı?" diye sordu Raoul.

"Duvarın tamamını kendi ekseni üzerinde kaldıran dengeleyici ağırlık büyüyle filan hareket ettiğini sanmıyordunuz herhalde! Eğer izlerseniz, aynanın birkaç santimetre kalktığını sonra ta sağa ya da sola birkaç santim kaydığını görebilirsiniz. Böylece eksenine oturur ve dönmeye başlar."

"E, dönmüyor!" dedi Raoul sabırsızlıkla.

"Bekleyin! Sabırsız olmanıza gerek olmayacak kadar vaktiniz var. Belli ki mekanizma paslanmış ya da zemberek bozulmuş. Tabii, sorun başka bir şey değilse." diye ekledi Acem, endişeli bir şekilde.

"Ne?"

"Dengeleyici ağırlığın ipini keserek tüm düzeneği bozmuş olabilir." "Niye yapsın ki bunu? Bizim buradan geleceğimizi bilmiyor ki'" "Sanırım bundan şüphelenmiş olabilir çünkü benim bu sistemi çözdüğümü biliyor."

"Dönmüyor! Christine. Ya Christine?" Acem soğuk bir ifadeyle konuştu. "İnsanı imkanlar dahilindeki her şeyi yapacağız! Ama daha ilk adımımızda bizi durdurabilir! Duvarları, kapıları ve trapları kontrol edebiliyor. Memleketimde, onun trap sever anlamında bir lakabı vardı."

"İyi ama bu duvarlar neden sadece ona itaat ediyor ki? Onları inşa eden o değildi!"

"Hayır, yaptığı tam olarak buydu!"

Raoul hayretle Acem'e baktı. Ama Acem, sessiz olmasını belirten bir işaret yaparak aynayı gösterdi. Bir tür titrek yansıma başlamıştı. Görüntüleri, adeta dalgalı bir sudaki yansıma gibi kıpırdadı ve sonra her şey tekrar sabitleşti.

"Görüyorsunuz ya. Bayım, dönmüyor işte! Başka bir yol bulalım!"

"Bu gece, başka yol filan yok!" dedi Acem, garip şekilde hüzünlü bir sesle. "Şimdi, dikkatli olun! Hep hazır olun ateş etmeye!"

Aynanın karşısında durup tabancasını kaldırdı. Raoul de onun yaptığını yaptı. Acem, boştaki eliyle Raoul'ü göğsüne çekti ve ayna birden döndü. Çapraz aydınlatmanın ışıkları adeta gözlerini kör ediyordu. Son zamanlarda birçok restoranın girişine takılan döner kapılar gibi, Raoul'ü ve Acemi taşıyarak onları yoğun aydınlatmadan depderin bir karanlığa savurarak dönmüştü.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top