üç

Sırtımı soğuk duvara yasladım. Kemiklerime kadar üşüdüğümün farkındaydım ama bulunduğum yeri değiştirmek gibi bir düşüncem yoktu. Burası sessizdi. İnsanın kendi soluklarını duyabileceği kadar sessiz. Fakültede nefes alabileceğim tek yerdi üstelik. Ferah ve aydınlık bir yer olduğundan değil, karanlık ve bodrum kat olduğu için ışık bile almayan pencerelere sahip, kalabalığın ilgisini çekmeyen tek yer olduğundan.

Elimdeki kitabı okusam da tek bir kelimesini bile anlamadığımı fark ettim. Birkaç sayfadır öylece okuyup geçiyordum. Kapatıp kenara bıraktım. Devam etmek kitaba yapacağım bir haksızlık olurdu.

Bacaklarımı hastane sandalyelerini andıran banka uzattım. Yalnız olmayı sevmemin sebeplerinden biri de rahat olmaktı. İnsanların beni izlediğini düşünmek veya hareketlerimi onlara göre sınırlamak, en çok rahatsız olduğum şeylerden biriydi.

Gözlerimi tavana yakın, ince ve pis camlı pencereye diktim. Cam o kadar pisti ki dışarısı seçilmiyordu. Yine de bakmaya devam ettim. Hem gördüğüm pencere değildi ki, aklımda sürüklenen ve sanki gözlerime yansıyan düşüncelerdi -neler olduğundan bahsetmek istemem, onlar benim acılarım ve bence insan acılarını kendine saklamalı.

Odanın geniş kapısı gıcırdadı. Bakmadım. Çalışanlarından biri malzeme almaya gelmiştir diye düşündüm, nasıl olsa burada olmama alışkınlardı ve dekanın akrabası olduğumdan gelen talimatla hoşgörülmez de olsa yaptıklarıma bir şey demiyorlardı. Ama gelen her kimse, malzemelerin olduğu bölümü geçti ve oturduğum yere yaklaştı. Bakmamakta kararlıydım. Hiçbir şeyden çekinmiyor ve önemsemiyor izlenimi oluşturmak istedim.

Karşıdaki banka benim gibi ayaklarını uzatarak oturdu. Gözlerim pencereden aşağıya doğru kaydı ve onunla göz göze geldim. Şaşkın bir ifadeyle bakıyordu.

"Ben.. özür dilerim. Seni fark etmedim, kimse yok diye gelip oturdum." dedikten sonra uzattığı ayaklarını karnına doğru çekti.

Önemsememe konusunda aldığım karardan pişman oldum ama geri adım da atmadım. Kendime ördüğüm duvarı sırf birisi nazik davrandı diye yıkacak değildim. Yüzüne baktım. Tanımıyordum. Zaten kimseyi tanımıyordum ki bu fakültede.

"Ben Süha." dedi hafifçe gülümseyerek.

İnsan neden tanımadığı birine öylece gülümser ki? Gülümsemek bu kadar basit bir şey mi?

Yüzüne bakmaya devam ettim. Rahatsız olup gider diye düşünmüştüm. İşe yaramadı. Peki, deyip arkasına yaslandı. O da yüzüme bakmaya başladı. Nefesinin kesik kesik olduğunu fark ettim. Üzerinde basketbol forması vardı.

Yorgun görünüyordu. Gözlerinin altı çökmüş, saçları ıslak ve alnına dökülmüştü. Erkeklerin antrenmandan çıkıp öylece durmasından nefret ediyordum. Ama ondan kötü bir koku gelmiyordu. Belki de saçlarını ıslatmıştı.

Bana bakmayı kesip başını dizine yasladı. Nefesleri düzene bindi ama yine de rahatsız ediciydi. Kendimden başkasına tahammül edemiyordum. Yanıma bıraktığım kitabı ve yerdeki çantayı aldım. Bank eski olduğundan kalkarken gıcırdamıştı ama ne olduğuna bakmadı. O da önemsemiyordu sanırım başkalarını. İtiraf etmek gerekirse kötü bir hismiş, önemsenmemek.

Çantayı tek omzuma asıp son kez yüzüne baktım. Gözleri kapalıydı. Duvarı kazıyarak çatlatmaya çalışıyordu bastırdığım bazı duygular. Birine bile izin vermemeliydim. Arkamı döndüm. Gitmek için dönmüştüm ama engel olamadığım bir duygu incecik çatlaktan kendini attı. Çantamın koluna astığım parkaya baktım. Parkayı onun üzerine örten ben değildim sanki, öylece bir his çıkagelmiş benim yerime hareket ediyordu. Kendi bedenimden bin kat büyük aldığım için onu tamamen sarmıştı. Kendime ona bakmak için fırsat tanımadan karanlık odadan çıktım.

Aslında onun üzerini örtmemiştim. Sakladığım bir şeylerin üzerindeki örtüyü kaldırmış ve öylece bir yere sermiştim, serdiğim yer omuzlarıydı ama bu, onunla ilgili değildi. Benimle ilgiliydi.

𝐝𝐮𝐧𝐜𝐚𝐧 𝐥𝐚𝐮𝐫𝐞𝐧𝐜𝐞 // 𝐚𝐫𝐜𝐚𝐝𝐞

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top