fly me to the moon
Heeyy, bunu bekliyor muydun yoksa beklemiyor muydun bilmiyorum ki önemli olan şey bu da değil. Doğum günün için bir şey yapmak istedim ve bu en iyi (ve tek) kutlama yolu olarak göründü. Doğum günün kutlu olsun, umarım güzel bir yıl geçirirsin.
"Günaydın, Harry."
Kendisine seslenildiğini zar zor işittiğinde, kapının tam karşısında masası bulunan Bayan Murphy'ye gülümseyerek selam vermişti.
"Hey, Harry." Yanında ona yardımcı olmak için duran başka bir danışman olan Anniston'a da gülümsemeyi eksik etmedi.
"Günaydın, hanımlar."
Harry, sorumlu olduğu sınıfa doğru ilerlerken, Anniston'ın nasıl kızardığını ve Bayan Murphy'nin nasıl onları birbirine yakıştırdığını yüksek sesle dile getirişini duyabiliyordu. Bayan Murphy, çalıştığı kreşin en sevimli çalışanlarından birisiydi ve Harry'yle aralarında iyiydi. Harry, bir keresinde nasıl onun vefat etmiş kocasına benzediğine dair birkaç hikaye dinlemiş ve Harry'yle Anniston arasında çöpçatanlık yapmaya çalışmalarına dayanmıştı. Araları bu kadar iyiydi işte.
Harry, yakın olduklarını söylemişti, evet ama cinsel yönelimini ona belli edecek kadar değildi. Tamam Bayan Murphy, her yönden yenilikçi bir kadındı ama bunu öğrenmek onu sarsacağını düşünüyordu çünkü Anniston'la aralarını yapmaya kendisini adamış gibiydi. Bir gün giydiği gömleğin benzerinden gençliğinde giydiğini söylemişti ve Harry birkaç dakika şüpheli bakışlara maruz kalmıştı. Neyse ki Bayan Murphy bunu dünyayı artık takip edememesine bağlamıştı.
Bayan Murphy burada çalışmak için çok yaşlı bir kadındı. Zaten burada bulunmasının tek sebebi kreşin sahibinin, onu çok seviyor olmasıydı. Eh, Bayan Murphy de çalıştığı kreşi ve içerisindeki herkesi seviyordu. Ailelerini bekleyen çocuklarla vakit geçiriyor ve kendi hayatındaki yalnızlığını biraz da olsa azaltıyordu.
Her türlü Harry, onu ve çalıştığı bu yeri seviyordu. Çocuklarla her zaman çok iyi anlaşan birisi olmuştu ve bu lise sonrasında kendisine meslek seçme konusunda birçok avantaj sağlamıştı. Tabii ki de onun da meslek seçimi sırasında bocaladığı çok şey olmuştu. Her zaman önünde birden fazla seçenek vardı ve bu kafasını çok karıştırmıştı. Fakat şu an olduğu ve yaptığı şeyden memnundu.
Başlarda ona yansıyan tek kötü yanı sosyalliğinin neredeyse eksilere inmesi olmuştu. Tüm hafta içinin çocuklarla geçmesi onu başlarda çok yıpratmış, artık kendi yaşıtıyla sohbet etmeyi özler hale gelmişti. Ailesinden uzakta yaşıyor olması ise onları daha fazla özlemesine sebep oluyordu. Fakat alıştığı bu şehirde her şey git gide iyileşmeye başlamıştı. Harry, zaten sosyal açıdan girişken bir insandı. Bu yüzden kendisine arkadaş edinmesi zor olmamıştı. Arkadaş çevresinin bir kısmını hala öğrencilerinin ailesi oluştursa bile hala buradaki hayatından mutluydu.
Harry'nin ablası Gemma, iki ay önce evlendiğinde tüm ailesi onun için mutlu olmuşlardı. Gemma, her zaman çok çalışkan ve kendisini işine adamış bir insandı. Bu yüzden yaklaşık sekiz ay önce evleneceği haberini verip, hazırlıklara başladığında tüm ailesi hem şaşırmış, hem de onun için mutlu olmuştu.
Harry, iki hafta içerisinde almayı planladığı iznin birkaç gününü ablasını ziyaret ederek geçirmeyi planlıyordu ve eli boş gitmek istediği son şeydi.
İhtiyaçları olan bir şeyi alma fikri, hediye seçme konusunda ona daha mantıklı geldiği için birkaç kere telefonda annesini, ihtiyaçları olan bir şey olup olmadığı konusunda sıkıştırmıştı ama annesi, ona parasını kenara atması, birikimin her zaman işine yarayabileceği konusunda birkaç şey söylemiş ve konuşmayı sonlandırmıştı.
Bu yüzden Harry ne alacağına karar verme konusunda yalnızdı.
Okuluna üç sokak uzaklıkta bulunan alışveriş merkezinde tüm mağazaları gezdiğinde aklında birkaç şey oluşmuş ama hiçbirisi almaya değecek kadar güzel -hepsi fazla pahalılardı- görünmemişti.
Hediye bakma olayını başka bir güne erteleyerek, eve dönüş yoluna girdiğinde aklında ne kadar yorgun olduğu vardı. Bu seneki sınıfı son derece yaramazdı ve Harry'ye o kadar alışmışlardı ki başka bir öğretmeni kabul etmiyorlardı. Öğretmenliğe başlamasının ikinci yılında böyle bir sınıfa düşmek onun için zor olmuştu. Bazı durumlarda deneyimsizliği yüzünden ne yapacağını bilemediği olmuştu ama artık öğrencileriyle birbirine çok fazla alışmıştı. Bu yüzden artık çoğu sorunu aşmışlardı.
Harry, evinin arka sokağında yeni açılmış bir mağazayı gördüğünde, birkaç saniye olduğu yerde dikildi. Yol ayrımının sağ tarafı onu sıcak duşa ve bir fincan kahveyle beraber rahat koltuğuna götürüyordu. Diğer kısmı ise yeni açılmış duvarlarında indirim afişleri dolu olan bir mağazaya.
Harry arabaları kontrol ederek karşıya geçerken, evi ikinci plana attı.
Mağazanın içerisi çok fazla kalabalık olmasına rağmen kasada aynı yoğunluk yoktu. Hediyelik eşya bölümüne göz atmak için büyük mağazanın içerisinde ilerledi ve gözüne çarpan ilk mumluğu aldı.
Uzak Doğu'yla özdeşleşmiş bazı simgeleri üzerinde bulunduran mumluğun, fiyatı görünüşüne göre son derece uygundu. Yanına gelerek çok uygun bir tercih yaptığını belirten görevli, içine değiştirebileceği birkaç kokulu mum önermişti.
Harry kasaya ilerlerken boş olmasına sevinmişti. Bir an önce eve ulaşmak istiyordu.
"Merhaba, iyi günler." Kasiyer adam, güler yüzlü bir şekilde karşıladığında Harry de ona aynı şekilde gülümsedi.
Ürünü okuttuğunda kasadan farklı bir ses çıktı ve kasiyer adamın gözleri şaşkınlıkla kendisine döndü. Fakat kendisini toparlayıp, işine dönmesi kısa sürmemişti.
"Lütfen hediye paketi yapabilir misiniz?" Adam, aynı güler yüzlülükle mumluğu güzel bir kutunun içerisine yerleştirdi. Kurdeleyi kutunun iki tarafından sardıktan sonra, yukarıda bir fiyonk yaptı. Harry beklerken kasa yanında göz alıcı bir şekilde duran promosyonlu ve sanki uygun fiyatlıymış gibi gösterilen ürünleri inceledi. Kendisine uzatılan karton çantayla Harry dikkatini sinir bozucu derecede mutlu görünen adama yöneltti. "İyi günler,beyefendi."
Harry, kapıdan çıkacakken bir şey yaşandı.
Dedektörler ötmeye başladı ve Harry üzerine doğru hızla yürümeye başlamış görevlilere, neredeyse çığlık atarak parayı ödediğini söylemeye başlayacaktı. Kartında mağaza müdürü olduğu yazan adam kendisine gülerek geldiğini görmesiyle sorunun başka bir şey olduğunu düşündü.
Mağaza müdürü, yanına gelip onu tebrik ettiğinde konfetiler üzerine patlamış ve mağaza içerisinde gezen insanların da dikkatini üzerine çekmişti.
"Merhaba, genç adam. Bugün şanslı günündesin belli ki," Orta yaşlarındaki adam konuştuğunda tüm mağaza çalışanları dediği şeye kahkaha atmıştı. Eh, prim kazanmanın karşılığı bu oluyordu demek ki. "Mağazamızdan alışveriş yapan 1000. Kişisiniz."
Vince. Harry, sürekli kendisine doğru değilde etrafında biriken topluluğa doğru konuşan bu adamın yaka kartını zor da olsa okuyabilmişti. İsmi buydu. Vince'in söylediği şey, mağaza içerisinde büyük coşku ve alkışlarla karşılansa bile Harry hala hiçbir şey anlamamıştı.
"Las Vegas'da bulunan Palace of le Dieu isimli otelde iki gün konaklama şansı elde ettiniz." Tekrar alkışlamalar başladığında Harry, onların düzenbaz olduklarını düşünmüştü. Şimdi odasına çağıracak ve gitmesi karşılığında ondan bir miktar para isteyecekti, sonrası ise ortadaydı. Harry, onları arayacak ve geri dönüşler hep bir bahaneyle olacaktı.
Adam, samimi bir şekilde elini Harry'nin omzuna koydu ve sıktı. "Detayları odamda konuşmaya ne dersin?"
Harry yine de ona bir şans verdi.
"20 dolarlık bir mumluğun sana bu şansı vereceğini kim nereden bilebilirdi değil mi?" Vince, kendisi için bir sigara yaktığında Harry yüzünü buruşturmamak için kendisini zor tutmuştu. Fakat paketin açık ucu kendisine döndüğünde, hala içerisinde olan dürtüyü engelleyemedi.
"Hayır, teşekkürler. Kullanmıyorum."
Adam, omuz silkerek gülümsedi. "Vay be, gerçekten bu devirde sigara içmeyen mi kaldı?"
"Evet, hala aranızda temiz bir şekilde dolaşıyorum." Harry, ufak bir tebessümle konuştuğunda karşısındaki adamın kahkaha attığını gördü. Sadece birkaç saniyesini niye bu kadar fazla tepki verdiğini düşünerek geçirmek istedi ama sonra bundan vazgeçti.
"Başlamanı hiç önermem zaten." Vince, baş parmağı ve işaret parmağı arasında tuttuğu sigaradan hızlı bir nefes çekti. Geri bırakırken Harry, onun sigara içişinden dolayı midesinin bulandığını hissediyordu. "15 yaşındaki kızımın çantasında sigara paketi buldum ve bu gerçekten berbat hissettiriyor. Orada birkaç saniyeliğine babamın nasıl hissettiğini anlamıştım. Umarım ailen seninle gurur duyuyordur."
Harry basitçe omuz silkti. "Sigara içmediğim için mi? Bu gurur duyulmasını sağlanılacak bir davranış olduğunu düşünmemiştim hiç."
"Yani diyorsun ki," Vince, tekrar parmakları arasında tuttuğu izmaritten hızlı bir nefes çekti ve parmağını kendine yöneltti. "Bazıları sigara içer," Sonra parmağını karşısında oturan adama yöneltti. "Bazıları da içmez."
Harry, onu kafasını sallayarak onayladı ve konuştuları konunun saçmalığından dolayı derin bir nefes verdi. Vince'in sanki beynini okumuş gibi diğer konuya dönmesi ise tekrar ona odaklanmasına sebep olmuştu. "Asıl konuya gelmek gerekirse, yirmi dolara aldığın mumluk sehpanın üzerinde küflenecek olsa bile, kendine sonsuza kadar hatırlayacağın güzel anılar yaratacaksın. Dostum, sen gerçekten şanslı bir insansın."
Harry, kafa karışıklığıyla konuştu. " Üzgünüm ama hala neyden bahsettiğinizi anlamıyorum."
"O oteli hiç duymamış mıydın? Hani aynı isimle Yorkshire'da da var?" Vince, sanki söylediği şey hatırlamasında çok yardımcı olacakmış gibi konuştuğunda, karşısındaki genç adamdan aldığı tek karşılık olumsuz anlamda bir kafa sallama hareketi olmuştu. Bitmek üzere olan izmaritini, ahşap küllüğe bastırdı.
"Her neyse, Las Vegas'daki bu otel beş yıl önce açıldı ve açıldığından beri şehrin en lüks otellerinden biri oldu ve burayı açtığımda sponsorluk teklifi verdiler. Bilirsin yeni yerler başta ilgi toplarlar ve onların isimlerini duyurmak için iyi bir yol. 1000. Müşterimizi orada iki günlük bir tatile gönderiyoruz. Şehri dolaşırsın veya ne yapmak istersen işte. Gidiş biletini onlar karşılıyorlar ve kalmak istersen falan diye dönüş biletini kendin alıyorsun. Dostum, bu kaçırmaman gereken bir teklif. Yani oranın bir gecelik ücreti ne kadar duysan dudağın uçuklar. Şahsen benim uçuklamıştı."
Harry, bir şeyleri anlamaya başladığında, hala ortada bir düzenbazlık olduğuna inanıyordu. "Madem bu kaçırılmaması gereken bir fırsat, peki o zaman sen niye kaçırıyorsun?"
"Eşimin kardeşine ait olan bir otele gitmek için niye böyle bir fırsata ihtiyacım olsun ki?" Vince omuz silktiğinde, Harry birkaç saniye düşündü. Denerse ne kaybederdi ki?
"Bak burada bir hile var aslında," Harry, biliyordu. Söylemişti işte kesin onu başta dolandırmak istemişler ama sonra haline acımışlardı. "Sen 1000. Değil, 1001. Müşterisin." Vince, ellerini yüzüne kapattı. Sanki yaptığı şeyden utanç duyuyordu.
"Ne oldu, biri aldığı şeyi geri mi verdi?" Harry alaycı bir şekilde gülümsedi.
Vince, duyduğu şeyle ellerini yüzünden çekti. "Ne? Tabii ki de hayır. Biz şimdiye kadar hiç şikayet almadık. Sadece senden önce bir çift geldi ve o kadar yaşlılardı ki mağazayı iki saatte gezebilmişlerdi. Onları Las Vegas'a göndermeyi teklif etmek saçma olurdu. Her neyse artık bu ödül senin geç adam."
Harry, elinde birkaç kağıtlık belge -üzerinde fişi ve bininci müşteri olduğu yazıyordu.- ve iki kartvizitle çıkarken aklında numarayı aramak bile yoktu.
Fakat ertesi gün ilk önce Vince'i arayıp kabul ettiğini belirtti ve sonra kartvizitteki numarayı aradı. Otel ve uçak biletinin bilgileri mail hesabına gönderileceği söylendiğinde üçüncü dersindeydi. Sınıfındaki öğrencileri dikkatle yemekhaneye indirirken sırayı bozmamaları konusunda uyarıyordu.
Beşinci ders saatinde telefonunun ekranı yeni mail bildirimiyle yanıp söndü. Her şeyin gerçek olduğunu tam olarak beş saatlik bir araştırma sonucunda kabul etmişti. Bu yüzden okul sahibine bir haftalık izin talebinde bulundu.
Harry, yıl içerisinde doğru düzgün -hatta hiç- izin kullanmayan bir insandı. Bu yüzden okul sahibi onun bu isteğini, okul döneminin ortalarında olmalarına rağmen kabul etmişti.
Harry, şans oyunlarından çok anlamazdı. Bu yüzden Las Vegas'la ilgili tek amacı ve isteği yeni bir yer görmekti. Harry, saçma oyunlarla vakit harcamaktansa vaktini gezerek geçirecekti.
Uçak bileti bilgilerinin olduğu maili incelerken Harry hala bunun içerisinde bir düzenbazlık olup olmadığını düşünüyordu. Tanrı aşkına, ya onu kaçırıp organlarını çalarlarsa? Ya tüm bunlar yüzü içinse? Ya yüz derisini yolup çirkin bir adama naklederlerse?
Harry, oturduğu havalimanı koltuğunda kafasını iki yana sallayarak kendisine geldi. Paranoyakça aklına dolan tüm düşüncelerin gerçek olup olmadığını öğrenmesinin tek bir yolu vardı.
Ekonomi sınıfından alınan bir bilet ve yaklaşık 10 saatlik bir uçuş.
Harry, Las Vegas'a sağlam bir şekilde ulaştığında ve havalimanından bir taksi çevirerek mailde detaylıca yazan adresi şoföre verdiğinde artık paranoyasından kurtulmuştu. Neredeyse.
Ve önünde dikildiği otel, neredeyse ağzının sularını akıtacaktı. Katlarını sayamadığı, adeta bulutları delecekmiş gibi gözüken cam yapıdan gözlerini alamıyordu. Zeminden doğru elmas gibi parlayan cam yapıyı aydınlatan ışık gözlerini alıyordu; sade fakat gösterişliydi. Adımlarını biraz daha hızlandırdı, siyah zeminin üzerinde bavulunun onu yavaşlatmasına izin vermeden. Yapının kendisine göre daha kristalize fakat sarımtrak bir renkte olan, üzeri işlemeli geniş kapıdan içeri girdiğinde siyah, parlak zemine yansıyan silüetler rahatsız edici bir şekilde hoşuna gitmişti.
Daha ne kadar ekstra olunabilir ki? diye geçirdi içinden. Daha dürüstçesi, hoşuna gitmiş olması onu depresif bir ruh haline sokuyordu. Sonuçta, küçük ve mütevazi dairesinde oldukça rahattı.
Resepsiyona doğru ilerlerken etrafındaki siyah deri koltuklar -ki her bahse girerdi ki, kendi yatağından daha rahat gözüküyorlardı-, siyah mermer sehpahaların üzerine özenle yerleştirilmiş altın varaklı kaseler, birkaç bölgeye atmosferi -belli ki- daha rahatlatmak için rastgele koyulmuş güller ve ihtişamlı vazolar içindeki orkidelerde gezindi gözleri.
Ana salonun tam ortasında, -Harry'nin hayal dahi edemeyeceği bir değeri olan- fil dişi ve altın rengi ağırlıklı devasa avize aklını başından almıştı. Şöyle bir şey vardı ki, Harry gerçekten bu kadar lükse alışkın değildi. Çok derinlerde bir yerlerde tüm bunlara hayran kalsa da, huzursuz hissediyordu.
"Merhaba, bayım," Resepsiyondaki kadın güleç yüzüyle şakıdı. "Nasıl yardımcı olabilirim?"
"İyi günler," Harry, omzuna asılı çantasının ön gözünden belgelerini çıkardı. "İngiltere'de sponsorluk yaptığınız mağazadan geliyorum. Şu iki günlük tatil hediyesi verdiğiniz hani."
"Ah şanslı olan sizsiniz demek ki." Genç ve oldukça güzel kadın konuştuğunda Harry'nin uzattığı belgeleri alıp bir süre incelemişti. Birkaç işlemden sonra üzerinde oda numarası yazılı olan kartı uzattı ve gülümseyerek konuştu. "Bu sizin oda kartınız ve size şans getirmesini umduğum ilk çipiniz. Umarım şansınız burada da devam eder, bayım."
Harry oda kartını eline alırken, mavi renkteki çipi cebine doğru yolladı. Kadına kısa bir gülümseme gönderdikten sonra yönünü asansöre doğru çevirdi.
Oda kapısının yanında duran okuyucuya kartını okuttuktan sonra kapıyı açtı, bir yandan da Bunca zamandır taşıyorum şimdi mi taşıyamayacağım? diye düşünüp bavulunu taşıyan bellboy'u engellediği için kendine literatüründe bulabildiği her küfürü ediyordu.
Yorgunca bir nefes verdi lakin içeri girdiği anda verdiği o nefese muhteşem bir şekilde ihtiyaç duydu.
Harry, yorucu uçak yolcuğu boyunca düşünmüştü ki, otelin kendisi için ayrılan bölümü temizlik malzemelerinin yanı olduğuydu. Fakat açılan kapının arkasındaki bulunan her şey düşüncelerinden çok uzaktı. Bavulunu arkasından sürükleyerek odanın ortasında bıraktı ve omzuna asılı olan çanta ipini çekerek yere düşürdü. Uzun iki adımla ortada duran büyük boy yatağa kendisini yüz üstü bıraktığında, bedeni iki kere zıpladı.
Yarım saat sonra duş almış ve eşyalarından kurtulmuş bir şekilde aşağıya inmişti. İlk önce kendisine akşam yemeği yiyebileceği bir yer buldu ve gezmek için akşam saatlerinin çökmesini bekledi.
Güneş yavaşça batmaya başladığında internette gezinirken rahatladığı, hem fiyatları uygun, hem de eski Vegas havasını gururla yansıtan bir İtalyan restorantı bulmuştu ve açıkçası güzel bir Arrabiata yemek için sabırsızlanıyordu. Sırt çantasını ne olur ne olmaz yanına alıp, tam bir turist edasıyla yola çıktı.
Taksinin fazla tutacağını bilmesine rağmen bir taksi tuttu çünkü buradaki toplu taşıma hakkında en ufak bir fikri yoktu ve kaybolmak isteyeceği en son şeydi.
Taksiye gitmek istediği yeri söylediğinde rahatlamaya çalışarak arkasına yaslandı. Vay canına, diye geçirdi içinden sıkkınca. Dolandırılıyorum sanarken Vegas'da salınıyorum...
"Capo's" Kırmızı ışıklarla aydınlatılmış tabelaya bakıp gülümsedi. Dünya mutfaklarıyla pek arası yoktu, -dürüst olmak gerekirse- pek şikemperver de değildi fakat İtalyan mutfağını kim sevmezdi ki? Yavaş ama heyecanlı adımlarla içeri girip gözüne güzel bir masa kestirdi. Mekan biraz alçaktı, siyah ve kırmızı tonları ağırlıklı dekore edilmişti. Kırmızı deri koltuklar ve bir kısmı koyu ahşap, bir kısmı siyah kadife desenli duvarlarla uyum içindeydi. Masaları aydınlatan küçük fakat ortama muazzam bir doku katan beyaz avizeler, duvarları süsleyen -tahminen 50'lerde çekilmiş- fotoğraflar ve dondurma üzerindeki kiraz gibi; kulaklarını yavaş yavaş dolduran Dean Martin şarkısı, isteyebileceği her şeydi. Nel blu, dipinto di blu. Felice di stare lassu...
"Ah, Arrabiata ve... Kırmızı mı yoksa beyaz mı tavsiye edersiniz? Pek de gurme sayılmam, ne yazık ki..."
Siparişini elindeki küçük not defterine yazan garson kız hafifçe gülümsedi. Kahverengi saçları tatlı bir at kuyruğuyla toplanmış, kırmızı eteğiyle uydurmak için uğraşmış olduğu boyanmış parmaklarını şıklattı. "Beyaz, efendim."
Harry minnetle gülümsedi, ve menüyü kıza geri verdi. Her şey çok güzel geçiyordu. Bir mumluk, huh?
Yemeğini beklediğinden fazla keyif ile bitirdikten sonra, her sene yazın yenilenen, Bellagio'nun -internette göz gezdirdiği fotoğraflara göre- harika gözüken ve kesinlikle fazla büyük botanik bahçesine gitmek için yola koyuldu. Günahların ve eğlencenin şehriydi belki ama gündelik aktiviteler azdı ve neden botanik bahçeleri seçtiğini o da bilmiyordu. Belki de, biraz rahatlamaya ihtiyacı vardı.
Dün gece geç döndüğü gezisi onu çok fazla yormuştu. Bu yüzden uyandığında saatin akşam altıya gelmesi birden yataktan sıçramasına sebep olmuştu. Fakat Las Vegas'da çok fazla gezilecek yer yoktu. Bu yüzden bu günü şehrin sadece içerisinde bulunarak keyfini çıkaracaktı. Otelin kafe kısmında kahvesini içerek akşam yemeği saatini bekledi ve buraya tatil için gelmiş bir arkadaş grubuyla tanıştı. Hedefleri burada kumar oynamaktı ve onlardan öğrendiği kadar kumarhane kısmı akşam saat onda açılıyordu.
Harry söylemişti ya, şans oyunlarıyla hiç işi olmamıştı. Sadece arkadaşları oynarken gördüğü kadar bilgisi vardı. Birkaç kez onlarla ufak paralara oynamış ve çoğunda da işi istediği gibi gitmemişti. Fakat tanıştığı arkadaş grubun en çok konuşanı ve en heyecanlı olanı Stefan, Harry'nin içinde olduğunu bile bilmediği bir merakını fark ettirmişti. O da denemek istiyordu. Sonuçta ne olabilirdi ki?
Vince, ona söz arasında ilk iki oyunun otelden olduğunu söylemişti. Bu yüzden saat ona yaklaşırken, çocuklara şans dileyerek yanlarından ayrıldı ve resepsiyon bölümündeki güler yüzlü kadının önüne doğru ilerledi.
"Merhaba, ben şu İngiltere'deki alışveriş merkezinden gelen kişiyim." diye kendisini tanıttı önce.
Genç kadın, gülümseyerek onu cevapladı. "Evet, hatırlıyorum."
"Beni buraya gönderen mağazanın müdürü kumarhane kısmında ilk iki oyunun sizden olduğunu söylemişti. Bunun doğru olup olmadığını öğrenmek istiyorum." Harry, içinden olumlu bir cevap almak adına dualar etmeye başlamıştı. Çünkü yanında doğru düzgün para kalmamıştı. Hatta uçak bileti dışında taksi parası bile tam çıkmıyordu.
Sonra bir şey oldu. Harry, her şeyin daha güzel gidemeyeceğini sanarken kadın birkaç telefon görüşmesi yaptı ve Harry'nin önünde durduğu masanın arkasındaki sandalyesine otururken yüzündeki gülümsemeyle cevap verdi. "Aldığınız bilgi doğru, beyefendi. Bu kartı kapıda duran görevlilere vererek bedava çiplerinizi alabilirsiniz, iyi akşamlar."
Harry, otelin içerisinden geçilen bölüme doğru ilerleyen yemek yerken tanıştığı arkadaşlarına katılmak yerine yukarı çıkıp üzerini değiştirmeyi tercih etti.
Otelin arka kısmına doğru ilerlerken onu ilk önce mor ışıklarla aydınlatılmış mor koridor karşıladı. Sonunda siyah deriyle kaplı bir kapı ve önünde iki tane boy ve vücut olarak neredeyse Harry'nin iki katı adamlar bekliyordu. Elindeki kartı uzattığında ona içerideki muhasebe bölümüne uğraması talimatını verdiler ve kapıyı açtılar.
İçeriye girdiğinde, -ki bu onun ilk kez bir casino'ya girişiydi- içindeki ufak heyecan parıltıları belirmişti. Kırmızı, ince desenlerle süslenmiş bir halıyla kaplanmış zeminde yavaşça ilerledi. Altın rengindeki duvarlar ve onları fazla parlak ışıklarıyla canlandıran avizeler ve ledlerde gözlerini gezdirdi. Çok fazla makina vardı, ne olduğunu bile bilmiyordu çoğunun.
Takımları dağılmış, ellerinde zar zor tuttukları viski bardaklarıyla oyun oynamaktan çok kurpiyerlerle flörtleşmeye çalışan gençleri süzdü.
Gözüne boş bir rulet masası kestirdiğinde hızla ilerledi. Denemekten zarar gelmezdi sonuçta, değil mi? Girer girmez poker masasına oturmaya cesareti yoktu, kısacası. "Merhaba,"
Dealer oldukça tatlı bir sarışındı. Ruby. "Bahsiniz?"
Cebinden beş dolar değerinde bir çip çıkardı ve dealer'a uzattı. "Bir-on sekiz."
Dealer, beyaz ufak topu ahşap tekerleğe attı ve döndürdü. "Buraya ilk gelişiniz sanırım, simanız pek de tanıdık değil."
"Evet, kısa süreli bir tatil için buradayım," dedi Harry, topun söylediği bahsin aralığında durduğunu görünce. Topun durduğu bölümün ismini hatırlamaya çalışıyordu. Orphelins. "Even money en güvenlisidir, bayım. İyi oyundu." Bu sayede, beş dolarlık çipini katlamıştı ve on doları vardı artık. İçinde fokurdamaya başlayan hazzı hissedebiliyordu. Kazanmak güzeldi.
Oturduğu yerden kalktı ve boş yeri olan herhangi bir blackjack masası aramaya başladı. Gerçi, fazla kolay olmasına rağmen nasıl oynayacağını pek hatırlamıyordu ama damarlarında pompalanan adrenalin hiç bir şeyi umursamasına izin vermiyordu. Ki, bu harikaydı.
Bu sefer biraz daha arttırdı bahsini ve dört tane on dolar değerinde çipi kurpiyere uzattı. Yanında üç kişi daha vardı: orta yaşlarında, saçları ağarmaya başlamış mavi gözlü bir adam, muhtemelen kız arkadaşlarıyla tatile gelmiş siyah saçlı genç kız ve sarı kıvırcık saçları olan ve asık suratın teki olan bir herif.
Kurpiyer tüm bahisleri alınca, kartları dağıtmaya başladı. Harry, önündeki iki karta bakınca özgüvenle sırıttı. Vale ve As.
Masadaki diğer üç kişiden ikisi kart istemeye devam ederken, sarışın adam ve Harry stand durumuna geçmişti.
Sonunda oyun bittiğinde, kurpiyer kendi kartlarını açtı. Sinek üç ve Papaz. Bir keyifli gülümseme daha geçti Harry'nin dudaklarından, tek rakibi olan adamın da kartlarının Kupa iki ve kız olduğunu gördüğünde.
Kurpiyerin uzattığı sekiz adet on dolarlık çipi alıp, dudaklarındaki gülümsemeyi asla silmeyerek masadan kalktı.
Artık büyük oynayacaktı ve kendine boş bir koltuk bulur bulmaz bir poker masasına oturdu.
Oyuncularda hızlıca gezdirdi gözlerini. Masanın çoğunluğunu orta yaşlarındaki adamlardan oluşuyordu. Kartları yavaş fakat yüzündeki zehirli gülümsemeyi silmeden dağıtan kurpiyere ilişti gözleri.
Büyük köpeklerle ilk oyunu, başlamıştı.
Yalan değildi, heyecanlıydı evet ama kazanmak o kadar güzel hissettiriyordu ki heyecanlı olduğunu bile fark etmiyordu.
Kartlarını açtı. Sağdan sola doğru, -ki Harry en sondaydı- oyuncular hamlelerini yapmaya başlamıştı. Pot'daki çipler artıyordu.
Kurpiyer ortaya üç kart açtığında etrafındaki adamların yüzlerini okumaya çalıştı.
Sinek beş, sinek altı, sinek yedi.
Pot'daki çipleri önüne çekerken kartlarını gösterdi. Sinek sekiz, sinek dokuz.
Harry, güzel giden şansına bir içki kaldırmak istediğinde kafasını kaldırmış ve en yakınında bekleyen garsona işaret verip bir içki alırken ona teşekkürlerini iletmişti. Harry, viskisinden birkaç yudum alırken gözleri içeriye giren silüetin üzerine takıldı.
Kendisi için açılan kapıdan yavaşça süzüldü ve içeride olan her kişiyi yavaşça süzdü. Karşılığında yüzünde beliren gülümseme tatmin olurcasınaydı. Onun yumuşak hatlarından, elbisesinden -miyopluğundan- veya tüm o şeylerinden başta onun bir kadın olduğunu düşünmüştü. Fakat o, yaklaştıkça yanıldığını anlamıştı.
Siyah, ince topuklu ayakkabıları onun her adımında ya içeride çalan müzikten daha fazla ses çıkarıyordu ya da beyni Harry'yle oyun oynuyordu. Üstelik her adımında üzerine oturan kırmızı elbisesinden sağ kısmındaki -veya hayır soldu, Harry emin değildi.- yırtmacından ince bacaklarından bir tanesini öne çıkarıyor ve dantelli diz üstü çorabı, Harry dahil orada bulunan tüm insanların beğenisini kazanıyordu. Harry, bakışlarını askılı elbisesinin üst kısmında çok fazla oyalanmadı ve yüzüne odaklandı. Yanından geçerken burnuna güzel bir orkide kokusu dolmuştu ve elbisesiyle uyumlu bir kırmızı rengine boyanmış dudaklar kendisine bir gülümseme göndermişti.
Harry, daha önce biri tarafından bu kadar kolay ve bu kadar etkili bir şekilde etkisi altına alındığını hatırlamıyordu. Arkasına dönerken masadan yükselen elini oynaması gerektiği uyarılarını umursamadı. Gözleri, sanki oda içerisinde hiçbir insan yokmuş gibi onun üzerine çekildi. O ise yanına vardığı bir adamın dizine yerleşiyordu. Harry, onun zarif omuzlarını veya şekilli kalçalarını yeterince inceleyemediği için öfkelendiğini hissetti veya onu başka birisinin yanında görmek onu öfkelendirmişti.
Eğer Harry öfkesinin nedenini, hiç tanımadığı birini kıskanmaya mı yoksa bir sanat eseri olarak sunulsa yadırganmayacak bir şeyi yeterince iyi inceleyemediğine mi bağlayacağına karar verse bu kesinlikle ilk seçenek olmazdı.
Onların ikinci kez göz göze gelmeleri böyle oldu. Harry neredeyse ona ağzı sulanmış bir şekilde bakarken, o dizinde oturduğu adamın boynuna kollarını dolamış bir şekilde onun dediğine kahkaha atarken gözleri Harry'ye doğru çevrilmişti. O, bu tür bir ilgiye -veya tacize, Harry bunun nasıl adlandırıldığını bilmiyordu.- alışıktı. Bu Harry'ye olan bakışından, gülümsemesinden veya kafasını çevirişinden bile anlaşılırdı.
Kendisine yapılan agresifçe uyarıları daha fazla görmezden gelemedi.
Yeni bahis açıldığında masadan iki kişi fold yapmıştı ve Harry sarışın adamla oynuyordu şimdi. Adam pot'a elindeki çiplerin yarısını koyduğunda Harry şaşırmadan edememişti ama yine de, önündeki çipleri özgüvenle pota itti.
Kupa on karo joker.
Harry, elindeki karo papaz ve as'ı açıp pot'da toplanan bütün çipleri kendine çekti. Yüzündeki sırıtış kayda değerdi, muazzam hissediyordu.
Fazla vakit kaybetmeden masadan kalktı.
"Nereye gidiyorsunuz? Bizimle bir el daha oynamak istemez misiniz?" Yanında neredeyse yaşının yarısından bile daha genç gözüken kızla beraber oturan yaşlı adam konuştuğunda Harry çiplerini topluyordu. Harry, ona samimiyetten uzak bir gülümseme sundu. "Teşekkürler ama şansımı başka yerde sürdürmek istiyorum."
Harry, masadan kalktıktan sonra neredeyse göz koyduğu masadaki oyunun bitmesini beklerken birkaç bardak bir şeyler içti. Rastgele insanlarla konuştu, tanıdık olmayan bir gencin oyunlarda ard arda kazanması birkaç insanın ilgisini çekmiş ve onu konuşturup, dedikodu almak istemişlerdi.
Harry, on beş dakikadır gözlediği masada yer boşaldığını gördüğünde yanında konuşan kadını nazik olmayan bir şekilde bölerek boşalan sandalyeye ilerledi.
"Merhaba, iyi akşamlar." Harry, ikisinin ilgisini kısa bir süreliğine çekmişti ama karşısındaki adam, kucağında oturan kişinin sesini duyduğu an ilgisini oraya vermişti.
"Ama bana bu kadar erken gideceğini söylememiştin." Harry, onun ince sesini ilk kez duyduğunda kalbinin ritminin hızlanmaya başladığını hissetti. Cümlesinin sonuna doğru dudağını bükmüş ve elini kucağında oturduğu adamın ceketinin omuz kısmında gezdirmeye başlamıştı.
"Hayatım izin verir misin?" Adam, kucağında oturan adama doğru gülümseyerek konuştuğunda gözlerini Harry'ye doğru çevirdi. "Sanırım bir oyun teklifinde bulunacaktınız ama bunun için çok geç tam da kalkmak üzereydim."
"Merak etmeyin büyük bahis üzerine oynamak zorunda değiliz." Harry, ikna olmasını umarak konuştuğunda adamın gözlerindeki tereddütü görmüştü. "Yoksa bizi kıracak mısınız?"
Kurpiyer tekrar kartları dağıttığında adam kalan çiplerini pot'a itti. Harry'de bir miktar çip itti ve kurpiyer üç kart açtı. Sinek sekiz, maça Papazı ve karo Papazı.
Aslında Harry şansının bu kadar yaver gideceğini aklının ucundan geçirmemişti bile. Kupa Papazı ve sinek Papazı.
Bütün çipler yine Harry'nin önünde yerlerini alınca, adam telaşlanmaya başlamıştı ve bu kızaran boynundan anlaşılıyordu.
"Eh, yeni bahsiniz ne olacak bayım?" Orta yaşlarındaki adam kaşlarını kaldırarak sorduğunda, Harry keyifle sırıttı. "Yanınızdakine ne dersiniz, dostum?"
Harry, konuştuğunda kucağında onu teselli eden genç adamın mavi gözlerini kısa bir süre üzerinde hissetti. İnce ve kavisli kaşları çatılmış ve maskarayla uzatılmış kirpikleri neredeyse kaşlarına değiyordu. Harry de üzerine yöneltilen hırçın bakışlara meydan okur gibi baktığında, adamın kesik kesik çıkan kahkahası ortamın havasını bozmuştu.
"Sen ne istediğinin farkında mısın?"
Harry, arkasına yaslanırken omuz silkti. Masa üzerinde bulunan viskisinden birkaç yudum alırken hala gözlerini ikisi arasında gezdiriyordu.
"Nathan, sorun değil. Sana güveniyorum." O konuştuğunda Harry gülmesini engelleyememişti. Karşılığında aldığı ters bakışları umursamadı.
Kurpiyer bir kez daha kartları dağıttı. Harry, elindeki kartlarda hızlıca göz gezdirirken Nathan onu izliyordu. Gencin alnından yavaşça süzülen ter damlasını keyifle izledi ve arkasına yaslandı. "Sanırım şans perilerin seni biraz erken terk etti, ha?"
Elindeki kartları incelerken kulaklarını dolduran sinir bozucu sesi umursamamaya çalıştı. Harry anlamıyordu, tüm gece şanslıydı. Asla kazanamayacağını sanmadığı oyunlarda istemediği kadar para kazanmıştı. Şimdi niye böyle oluyordu?
Louis, narin ellerini yavaşça Nathan'ın boynuna doladı ve kulağına eğildi. "Kaybedersen borcunun %20'si silinecek."
Harry, ne fısıldadığını duyamamıştı ve hayal kırıklığıyla artık hamlesini bekleyen kurpiyere baktı, Louis doğrulurken.
"Ama seni-" Nathan, konuşmak üzereyken dudağının üzerine bastırılan parmakla cümlesi yarıda bölünmüştü. Harry anlam veremediği bir kıskançlık dalgasının esiriydi bluff yaparken.
"Yap şunu." Adam, derin bir nefes verdi ve karşısında oturan gençten gözlerini ayırmadan konuştu. "Çekiliyorum. Sen kazandın."
İsminin Nathan olduğunu duyduğu orta yaşlarındaki adam oturduğu koltuktan kalkarken, Harry de ayaklandı ve üzerindeki siyah ceketin düğmelerini ilikledi. "Sizinle oynamak bir zevkti, efendim."
Harry'nin uzattığı ele karşılık Nathan, alaycı bir şekilde yüzüne gülüp arkasını dönmüştü. Ona takılan iki korumayla beraber çıkışa ilerlerken kenardan duyulan kahkaha Harry'nin de gülümsemesini sağlamıştı.
Hala havada olan eli, nazikçe kavrandı. Harry, ikisinin birleşmiş ellerine bakmadan edemedi. Sonrasında sesini duyduğunda ise gözleri yüzüne çıkmıştı. Mavi gözlerine bu kadar yakından bakıyor olmak, kendisini kutsanmış gibi hissettiriyordu.
"Louis." demişti gülümserken. Harry, onun gözlerinin yanında çıkan kırışıklıkları izlerken onun söylediğine odaklanamamıştı. "İsmim Louis."
Gözleri büyüyüp, ellerinin beklenti içerisinde sıkıldığını fark ettiğinde Harry cevap vermesi gerektiğini düşünmüştü. "Harry Styles."
"Hadi gel, Harry. Birkaç oyun oynayalım."
Slot makinelerinin olduğu yere yavaşça ilerlediler. "Denesene," dedi Louis, Harry'nin koluna girerek.
Altın rengindeki kolu çekip, ekrana dört tane aynı simgeden düşmesini bekledi. Yani, sonuçta bugün şaşırtıcı derecede şanslıydı ve bir slot makinasında kaybetmezdi, değil mi?
Kendine güveni işte orada yerle bir olmuştu, çünkü makina dört ayrı simgeyle gülüyordu amatör gence.
"Tanrım," sıkıntılı bir nefes verdi sessizce. "Şanssızlık dağıtıyorum, tam anlamıyla," Louis, gülümseyerek konuştuktan hemen sonra aklına başka bir şey gelmiş gibi iki saniye beklemesi gerektiğini söylediğinde Harry onu onayladı ama iki saniye on beş dakika ve gördüğü bir adamın onu bir konuşmaya sürüklemesiyle sonuçlandığında Harry ekildiğini hissetmişti.
"Ah şu orta yaşlı adamlar, yüzüne iki kere gülümsersen onlara ait oluyormuşsun gibi davranıyorlar." Louis, sinirle ona doğru yürürken söylendi. Harry ise yanına tekrar döndüğü için mutluydu ve içerideki müzik -veya Louis- beynini öyle uyuşturmuştu ki ne dediğine odaklanamadı.
Louis, dar koridorların arasından çıkmadan önce koluyla sardığı bir şarap şişesini ona uzattı. "Bak bunu bizim için çaldım."
Harry, şarabı ceketinin içerisinde sakladı. Gece ikiye yaklaşırken asansör neredeyse bomboştu. Louis en üst kata bastığında, asansördeki çift onlara garipçe bakmıştı. Zaten kadının bakışlarından, Louis'nin kendisini ne kadar rahatsız hissettiği görülebiliyordu. Harry boşta olan kolunu onun beline dolayarak kendisine doğru çektiğinde ayakkabısının topuğunu yamuk tuttuğu için neredeyse sendelemişti. Fakat Harry onu yakaladı.
Üçüncü katta onlar indiğinde Louis, kimsenin gelmemesini umarak hızla asansör kapısını kapama tuşuna bastı. "Sorsan özgür bir ülkede yaşıyoruz ama bana nasıl baktığını gördün değil mi? Tanrım, kıskançlığı gözlerinden okunuyordu. Kesin asla benim kadar genç ve güzel olamayacağını düşünüp tüm gece ağlamaya gitti."
Louis kendi kendisine söylenirken Harry geride kalıp onun söylediklerine güldü. "Haklısın."
"Ne?" Louis, ondan cevap beklemediği için hızla geriye doğru dönmüştü.
Harry omuz silkerek bakışlarını botlarına çevirdi. "Diyorum ki, haklısın. Asla senin kadar güzel olamayacak. Neredeyse dünya nüfusunun tamamını bu konuda kıskandırabilirsin."
"Ah, teşekkürler. Çok tatlısın." Louis, boş eliyle onun yanağına ulaştı ve elmacık kemiklerinin üzerini birkaç saniye okşadı.
Asansörün kapıları açıldığında hızla elini onun yanağından eline indirmiş ve çekiştirerek dışarı çıkarmıştı. Asansörün düğmelerinden ikinci katı seçerken asansörün kapılarının kapanıp gitmesini izlemişti.
"Gizlenmek için en iyi yol ardında iz bırakmamaktır, değil mi?" Göz kırparak ilerlediğinde Harry, ona anlam veremese bile çok üzerinde oyalanmadı.
Çatıya çıkan kapının anahtarının onun çantasında bulunmasının nedeni üzerinde de düşünmedi. Sadece kapı arkalarından kapandı ve sadece kendilerine ait terasın keyfini çıkardı.
Louis, ilk önce topuklu ayakkabılarından kurtuldu ve kenarda duran koltukla sehpayı ortaya doğru çekti ve Harry sadece onu izledi.
"Buraya bayılıyorum." Louis, büfenin kapısını da anahtarla açarak içinden iki kadeh ve pikeyle döndüğünde Harry hala onu izliyordu. "Hadi şarabı falan aç, bir şey yap. Durma orada."
Harry onu onaylayarak şarabı açtı ve getirdiği kadehlere doldurarak kanepede, onun yanına, pikelerin altına girdi. Çatı biraz rüzgarlıydı ve Harry üzerinde pike olmasına rağmen ceketini onun çıplak omuzlarına bırakmıştı. Burnu kızarmış ve ruju dağılmıştı. Fakat hala muhteşem duruyordu.
"Buralı değilsin, değil mi?" Harry, onu incelerken sordu.
Louis'nin şehrin ışıklarına odaklanmış gözleri birkaç saniye görüntüde dolaştıktan sonra kendisine çevrilmişti. "Niye soruyorsun? Buraya yabancı gibi mi duruyorum?"
"Bu aksanla bana bu soruyu mu söylüyorsun?" Harry şarabından bir yudum alırken konuştu. "Fransız olduğunu söyleseydin inanırdım."
"İngilizim." Küçük el çantasından bir sigara kutusu çıkardı ve içerisinden bir dal çekip çakmağıyla yaktı. İnce sigarayı dudağına yerleştirdiğinde Harry neredeyse sigaraların onun içmesi için yapıldığını düşünecekti. Sabaha kadar burada onun sadece sigara içmesini izleyebilirdi.
Louis izlendiğinin en başından beri farkındaydı ama karşılık olarak ona sadece konuşurken bakıyordu. Bu Harry için sorun değildi, onu izlemek için daha rahat bir alanı olması işine gelmişti.
"Sen de pek buraya ait gibi değilsin."
"İngilizim." Soruyu onun gibi yanıtladı. "İngiltere'de yeni açılan bir mağazada ablama hediye alıyordum ve birden konfetiler patladı. Burada iki günlük tatil kazandığımı söylediler ve işte yarın evime geri dönmeden önce buradayım."
Louis bir süre duraksadı. "O sensin." Birkaç saniye dediği şeye güldü. "Yani senin gelmeni bekliyorlardı, otel içerisinde."
"Niye?" Harry kaşlarını çatarak sorduğunda Louis bu duyduğu en saçma şeymiş gibi ona baktı. "İki taraf için de çok stratejik bir hamleydi bu. Hiç anlamaz mısın sen böyle şeylerden?"
Harry, omuz silkerek şarabının rüzgarla havaya karşı içini ısıtması için birkaç büyük yudum aldı. "Ben anaokulu öğretmeniyim."
"Bu çok sevimli," Louis, birkaç saniye ona bakarak gülümsedi ve neredeyse bitmek üzere olan sigara izmaritini terasta bir yerlere fırlattı. "Her neyse. Bak şimdi, bir taraf satışlarını arttırırken diğer taraf yeni bir kumarbaz geliştiriyor. Tabi burada verdiği bedava oyun hakkıyla başlıyorsun ve bir süre sonra duramıyorsun. Daha önce de böyle bir sponsorluk ayarlamışlardı. Adam iki kere geldi ve kötü bir şekilde borçlandı. Ödememek için hapse girdiği haberi gelmişti."
Harry bir süre anlattıklarını düşündü. "Mantıklı görünüyor."
Louis ona karşılık olarak gülümsedi. "Sen hiç kaybettin mi?" Harry, onu kafasını olumsuz anlamda sallayarak cevapladı ve yanında taşıdığı para çantasını gösterdi.
"Şanslıymışsın. Belki de seni burada öldürüp paranı alıp kaçmalıyım." Louis, ona gözlerini açarak masumca baktığında Harry kahkaha attı. "Asansördeki kadını ne yapacaksın? Tüm gözler senin üzerinde olur."
İrice açılmış mavi gözler, bu sefer kısılmıştı. "Belki onu da öldürürüm."
"Veya kimseyi öldürmezsin?" diye önerdi Harry ve devam etti. "Çünkü tüm paramı almak için beni öldürmene gerek yok."
Louis'nin kısık gözleri yavaşça normal halini aldığında birkaç saniyeliğine aralarında duygusal bir çekim oluştuğuna Harry yemin edebilirdi. Fakat sonrasında Louis kıkırdadı. "Amerika'da senin gibi nazik insanlar pek bulamıyoruz, Londra'ya daha sık sponsorluk vermeliyiz."
"Bugün gidiyorsun," Louis, kendi kendine konuştuğunda gözleri gökyüzündeydi. Saat gece yarısına yaklaşmış, belki de çoktan geçmişti ve şanslarına hava açıktı. Yüksek bina şehrin ışıklarını bloke ediyor ve yıldızlar görünüyordu. Ay ışığı, sanki direkt olarak Louis'nin üzerine vuruyor ve onun parlamasına sebep oluyordu. Harry, daha önce kimseden bu kadar fazla etkilenmemişti.
Louis, gözlerini ona doğru çevirip oturduğu yerde sırtını dikleştirdiğinde Harry bakışlarını onun üzerinden çekmedi. "Sabah olduğunda gitmen gerekecek."
Louis, koltukta kayarak bedenini onunkine yaklaştırdı.
"Bu da otelin stratejilerinden biri mi?" Louis, onun dediği şeye sadece gülümsedi. "Ben olsam bunu böyle adlandırmazdım."
Louis kolunu onun boynuna doladığında Harry de ona doğru yaklaştı. "Nasıl adlandırırdın?"
"Derdim ki," Louis burnunu onunkine sürterken fısıltı tonunda konuştu. "Tüm gece aptalca konuştum. Artık susup onu öpmem gereken kısım geldi."
Harry, daha fazla beklemedi. Louis'nin neredeyse silinmiş olan ruju, Harry'nin dudağına da bulaştı ve dudaklarıyla senkronize bir şekilde dudak çevrelerine de dağıldı. Dudaklarının her hareketinde Harry, onun için düştüğünü hissediyordu.
Lisedeyken her zaman yirmi dört yaşında hayatında birinin olacağını ve onunla hayatlarını birleştirmek için planlar yapıyor olacağını sanarken, sonunda yirmi dört yaşına geldiğinde beklentilerinin tam tersi olarak kalbinin olmadığını düşünmüştü. Fakat şimdi bu otelde, bu ay ışığının altında, soyadını bile bilmediği ve üzerinde kırmızı, askılı bir elbise olan erkek için düştüğünü hissediyordu.
Onun bir şey hissedip hissetmesini umursamadı. Sabah uyandığında para çantasının yanında olmayacağını biliyordu ama demişti ya umursamıyordu. Sadece orada kollarının arasında, onu öpüyor olmasının tadını çıkardı.
"Beni odana götür." Louis, dudaklarının üzerine doğru konuştuğunda Harry neredeyse anlamamıştı.
Ceketini onun omzuna sardığında onu belinden tutarak asansöre doğru ilerletti.
Harry'nin kartını cebinde bulması uzun sürmüştü. Elleri titriyordu ve sanki birazdan hayatında ilk defa seks yapacakmış gibi heyecanlıydı. Sonunda içeriye girdiklerinde Louis, omuzlarındaki ceketi düşürdü ve para çantasını kapının yanına bıraktı.
Harry, onu duvarla arasında bıraktığında, dudaklarını birleştirmişlerdi. Harry ışıkları açmadığı için pişman olmuştu, onu göremiyordu ve sayılı saatleri vardı. Bir saniyeyi bile harcamak istemiyordu. Kendininkilere göre daha küçük olan eller, ensesinden saçlarına doğru yol izlerken Harry onun kollarını bileklerinden yakalayıp başının üzerinde birleştirerek duvara yasladı.
Louis, kalçalarını, onunkine sürttüğünde refleks olarak elleri onun kalçalarına inmiş ve kendisini biraz daha ona doğru bastırmıştı. Fakat Louis'nin elleri kurtulduğunda yaptığı şey, Harry'nin istediği şeyin tam tersiydi.
Geriye doğru birkaç adım attığında dengesini kurmak bir süre zor olmuştu ama neyse ki Louis onu sürüklemek konusunda iyiydi. Kendisini yatakta sırt üstü uzanır halde bulduğunda Louis, elbisesini askılarını omuzlarından ittirerek üzerinden kaymasını sağladı.
Harry, yatağa dirseklerini yaslayarak doğrulduğunda karşısındaki manzaranın keyfini çıkardı. Bronz tenini saran siyah korse ve siyah dantelli çorabı hala üzerindeydi. Harry, yatakta oturur pozisyona geçerken Louis'nin parmaklarıyla oynadığını görmüştü.
"Louis?" Louis bakışlarını, ona yöneltse bile başka yöne çevirmesi fazla sürmemişti.
Neredeyse onun kızardığını görebiliyordu.
Tüm insanların gözleri üzerindeyken cesurca yürüyebilirken şimdi karşısında kızarmıştı. "Eğer vazgeçtiysen-"
"Hayır, istiyorum, onunla alakalı değil." Louis titreyen sesiyle konuştuğunda eli, yumuşak saçlarının arasına geçmiş ve kayarak aşağıya inmişti. "Sadece fazla uzun zaman oldu ve-"
Harry, soracağı şeyden dolayı kendisini kötü hissetmeye zaman bulamadı. "Nasıl yani? Nasıl uzun zaman oldu? Aşağıdaki tüm o adamlar..." Cümlesinin devamını getiremeden Louis kafasını olumsuz anlamda sallamıştı.
"Ben müşterilerle her zaman odaya gitmem. Yani en son bunu yapmamın üzerinden çok uzun süre geçti."
Harry, anladığını belirtircesine kafasını salladı. Onunla beraber olmayı her şeyden çok istiyordu ama eğer o istemiyorsa onu zorlayamazdı. "Eğer kendini rahat hissetmiyorsan-"
Louis birkaç saniye gözlerini, ona dikti ve Harry orada dikilmekten başka bir şey bulamadı. Tekrar geriye itilmesiyle kendisini yatakta bulmuştu. Louis kendisini altında yatan adamın kalçalarına konumlandırdığında Harry ona ulaşabilme umuduyla sırtını yattığı yerden ayırdı ve yükselmeye çalıştı. Fakat iki el göğsüne yerleşip onu tekrar yatağa yapıştırmıştı.
Louis kalçalarını, onunkiler üzerinden ayırmadan yüzüne doğru eğildi ve konuşurken yüzüne alaycı bir sırıtış yerleştirmişti. "Ne kadar acelecisin."
Kendininkilere iki santimetre uzaklıkta olan dudaklar yanağına sürterek boynuna ulaştığında Harry derin bir nefes verdi. "Elimde değil."
Louis, Harry'nin boynuna küçük öpücükler bıraktıktan sonra yüzünü tekrar onunkinin hizasına getirdi. "Sonuçta ben hala ellerindeyim, bu yüzden sabırsızlanmana gerek yok."
Harry sonunda istediğini almıştı. İnce dudaklar, kendininkiler üzerinde bir hakimiyet kurduğunda Harry bunu bir meydan okuma olarak algılamadı. Sadece ona ayak uydurarak keyfini çıkardı. Üzerindeki siyah gömleğin ilikli olan düğmeleri Louis tarafından açıldıktan sonra, omuzlarından kavranmış ve yukarı doğru çekilmişti.
İşareti aldığında çarşafları tutan parmakları kucağında oturan adamın kalçalarındaki yerini almıştı. Parmakları, diz üstü çorabıyla uyum sağlayan siyah dantel detaylı iç çamaşırının üzerinde gezdikçe onu daha çok kendisine bastırıyordu.
Sağ taraflarında açık olan camdan içeri giren rüzgar sırtına vurana kadar üzerindeki gömleğin gittiğini fark etmemişti. Sanki tüm algısı Louis'nin dokunduğu yerlerdeydi ve geriye kalan hiçbir kısım ona ait değildi. Sanki dudakları onunkiler üzerinde olmasa nefes bile almıyor gibiydi.
Harry bir elini kalçasından sırtına çıkardı ve dudaklarını onun boynuna yaslarken beline bağlı korsenin düğmelerini buldu. Diğer elinin parmakları da birazcık yardım için çıkartması ne büyük şanssızlıktı. Korsesi rastgele bir yere düştüğünde kollarını onun beline sarmış ve ayağa kalkıp nazikçe onu yatağa bıraktı.
Harry botlarını çıkarırken Louis'nin bedeni tensel temas ihtiyacıyla yatakta kıvrıldı. Harry daha önce onun kadar güzel birini görmüş müydü, hatırlamıyordu. Bu konu hakkında uzun bir süre düşünebilirdi ama şu an bunun için uygun yer değildi.
Bacaklarını kendisi için yeterli alan bırakana kadar açtı ve dizleri üzerinde oraya yerleşti. Sol bacağını bileğinden tutarak kaldırdı ve hala ayağında olan siyah topuklu ayakkabılarını çıkarttı. Dudaklarını onun siyah çorapla sarılı ince bacağına yasladığında yavaşça kasıklarına doğru ilerledi.
İlk önce parmaklar saçlarına dolandı ve sonra Harry ismini fısıltı tonunda işitti. Dudakları onun üzerinde gezerken, içerisinde yeni ergenler gibi onu işaretleme isteği dolmuştu. Zaten bacaklarından dudaklarına kadar olan bölümde yer yer kendisini engelleyemeyip sertleşmişti. Louis de karnında ve göğsünün bazı kısımlarında iz kalacağını fark etmişti, Harry saçlarındaki parmakların sertleşmesinden bunu anlamıştı.
Dudaklarına küçük bir öpücük bıraktıktan hemen sonra tekrar bacaklarının arasındaki eski yerine döndü ve Louis'nin siyah dantelli iç çamaşırını üzerinden sıyırdı. Üzerindeki pantolon ve iç çamaşırından hızla kurtulduğunda bavulundan kayganlaştırıcı jeli ve prezervatifi çıkardı. Yatağa geri döndüğünde Louis, onu beklerken ellerini kendisinden uzak tutamamıştı. Louis, onun yatağa geri geldiğini gördüğünde hızla ona ulaştı ve elinin üç parmağını sıcak ağzıyla buluşturdu.
Louis'nin dili, parmaklarının üzerinde ve arasında gezip, yanaklarının içiyle sıkıştırıyorken, sadece onun görüntüsü sayesinde neredeyse inleyecekti. Parmaklarının yeterince ıslandığını düşündüğünde onu tekrar yatağa yatırdı.
İlk parmağı içine kaydığında Louis gözlerini sıkıca yummuştu. Harry, onun içerisinde ikinci parmağı için yer açarken dudaklarını onun tüm yüzünde gezdiriyordu.
İkinci parmağından sonra üçüncüsüne gerek kalmamıştı. Bu yüzden Harry yapması gereken şeyleri yaptıktan sonra tekrar onun bacak arasına yerleşti. Yüzünü görmek istiyordu, en ufak detayı bile kaçıramazdı.
"İzin verir misin?" Louis, yarı kapalı gözleriyle sorduğunda Harry onu onayladı.
Yer değiştirdiklerinde Louis hızla onun üzerine tırmandı. Bedeni yukarı doğru çıkarken kendisini Harry'nin penisine konumlandırdı, yavaşça aşağıya indiğinde Harry'nin gözleri yukarı doğru kaydı ve Louis'nin kesik nefesleri, Harry'nin inlemelerine karıştı.
Louis başta yavaşça onun üzerinde yükselip alçalırken bir süre sonra kendisine bir tempo tutturdu ve Harry ona yardım etmek için ellerini onun beline yerleştirdi.
Louis'nin hareketleri yavaşlayıp, inlemeleri arttığında Harry ona belini hareket ettirerek yardım etti ve sona yaklaştığında Harry, gözlerini bile kırpmadı. Her saniyesini izledi ve beynine kazımaya çalıştı. Zayıf bedeni güçsüzce kalçalarında otururken, kollarını ona sardı ve yerlerini değiştirdi. Birkaç saniye içerisinde arkasından o da sona ulaştığında, yorgunlukla başını Louis'nin göğsüne yasladı.
Saçlarının arasında gezen parmaklar yer yer başına baskı uyguluyor ve bu Harry'nin olduğu yerde uyumak istemesine sebep oluyordu. Sonra aklına bir şey geldi, sabah oluyordu ve uyandığında burada olması beklentisi dahilinde bir şey değildi.
Kafasını kaldırdı ve yüzleri aynı hizaya gelecek şekilde yükseldi.
"Hey," Harry mırıldandığında altında yatan adamın kapalı gözleri açıldı. Yorgunca bir gülümseme sunduktan hemen sonra Harry'nin dudaklarına küçük bir öpücük bırakmıştı.
Harry yanına uzandığında, Louis ne kadar romantik olacağını umursamadan kollarını ona doladı.
"Bugün otelden ayrılıyorsun." Harry, ona cevap vermedi, kendisiyle konuştuğunu bile düşünmüyordu.
Harry, gözlerini açık pencere arkasında aydınlanmış gökyüzünden çekmedi. "Hayatım boyunca çok şanssız bir insan olduğumu düşünmüştüm, ne kadar komik değil mi?"
Louis'nin bir şeyler söylediğini duyuyordu. Ah, birkaç dakika daha uykuya direnip onu dinlemek ne kadar güzel olurdu ama gözleri bugünün yorgunluğuna dayanamayıp kapandığında geriye sadece vücudunun yanında yatan bedenden gelen sıcaklık kaldı.
Birkaç saat içerisinde o da gittiğinde Harry, iki saatliğine bile olsa yatakta onun olduğu kısma dönüp uyumuştu. Alarmın sesi ve kapının çalması eş zamanlıydı.
"Louis?" Harry yatakta sıçradığında yanında kimseyi bulamadı, lavaboda veya odanın küçük bölmesindeki koltuklarda bile.
Kapının arkasındaki kişi tekrar seslendi. "Oda servisi. Lütfen kapınızı açar mısınız?"
Harry beline bir havlu dolayarak kapıyı açtığında genç bir çocuk içeri girmiş ve tepsiyi içeriye bırakıp kapının önüne geri dönmüştü. "45 dakika içerisinde otelden çıkış yapmanız beklenmektedir, efendim. Uçağınız üç saat içerisinde havalimanından kalkacak, biletinizi resepsiyondan alabilirsiniz. İyi günler."
Harry, onu onayladıktan sonra kapıyı kapattı ve kapının yanındaki çantaya takılarak sendeledi. Para çantası hala buradaydı ve hala doluydu. Harry'nin umurunda olan son şey falan bu olabilirdi.
Gitmişti. Ona veda bile etmemiş ve gitmişti. Onu nerede bulacağını bile bilmiyordu.
Harry, 45 dakikasını duş alarak, eşyalarını toparlayarak ve nereden geldiğini bilmediği oda servisinin ona getirdiği kahvaltıdan bir şeyler atıştırarak geçirmişti. Soğumuş kahvesinden birkaç yudum aldı ve kenarda duran ağrı kesiciden bir tane içti.
Bavulunu arkasından çekerek resepsiyona doğru ilerledi. Oda kartını geri teslim etti ve karşılığında uçak bileti kendisine verildi. Geri dönüş biletinin kendisi karşılayacağını sanıyordu ama sesini çıkarmadı. Birkaç belgeyi imzaladığında gitmekte özgürdü.
"Merhaba, Bay Styles," Harry, duyduğu ses tonuyla o kadar hızlı arkasına dönmüştü ki neredeyse boynunu falan kıracaktı. "Umarım tatilinizden memnun kalmışsınızdır. Sizi tekrar aramızda görmekten mutluluk duyarız."
Harry, onu ilk gördüğünde üzerinde kırmızı bir gece elbisesi gördüğünde bunu yadırgamamıştı ama şu an karşısında takım elbiseyle onu görmek neredeyse aklını kaybetmesine sebep olacaktı.
"Sen- Ne? Nasıl yani?" Harry, büyük gözlerle etrafına bakınırken resepsiyon bölümünde duran kızın sesini duymuştu.
"Bay Tomlinson," Louis'nin ilgisi oraya doğru kaydığında Harry de ona baktı. "Babanız yaklaşık iki saat içerisinde burada olacağını söyledi. Kardeşleriniz ve sizi görmek istediğinden bahsetti."
"Peki, teşekkürler Christine." Louis, bakışlarını tekrar Harry'ye çevirdiğinde hala bir şeyleri anlamaya çalışıyordu. "Bay Styles, sizin için taksi çağırdılar mı? Uçağınıza iki saat kaldı. Bir an önce havalimanına varmanız sizin için daha uygun olur."
Harry, birkaç saniye onun kendisiyle konuşma şeklini düşündü. Niye bu kadar ciddiydi ve niye resepsiyondaki kadın ona resmi bir şekilde konuşuyordu bilmiyordu. Sonuçta o sadece kumarhane bölümündeydi, değil mi?
"Burada ne olduğunu anlamıyorum."
Louis, onu kolundan tutarak lobiye doğru sürüklerken isminin Christine olduğunu duyduğu kıza bir taksi çağırmasını söylemişti.
Louis karşılıklı duran tekli koltuklardan birine yerleştiğinde, bileğinde duran saate baktı."Şu an önemli bir iş görüşmesine gitmeme engel oluyorsun."
"Bence bana bir şeyler açıklamayı borçlusun. Eğer sabah uyandığımda yanımda olsaydın belki konuşabilir-"
Louis'nin kahkahası cümlesini böldü. "Dramatikliğin gün ışığıyla beraber mi ortaya çıkıyor? Gece hiç fark edememiştim de."
Harry, dilinin ucuna gelen tüm iğneleyici cümleleri geri yuttu. Çocuk gibi onunla atışmak için uygun bir zaman değildi. "Yani soyismin Tomlinson ve burada çalışıyorsun öyle mi?"
"Soyadım Tomlinson ve burada çalışmaktan fazlasını yapıyorum, buranın sahibiyim."
Harry alaycı bir şekilde konuştu. "Yaa dün gece burası için ne kadar fazla şey yaptığını görmüştüm evet. Bayağı benimsemiş olmalısın."
Louis, birkaç saniye alınmış gibi göründü ama bunun alaycılığa dönüşmesi fazla zaman almamıştı. "Öyle bir konuşuyorsun ki, fahişe olsaydım daha çok sevineceğini düşünmeye başladım."
Harry sessiz kaldığında hala ona kızmak ve onu öpmek istemek arasındaydı. Fakat tek yaptığı şey bakışlarını ellerine indirmek olduğunda konuşma işini Louis devraldı. "Bak, dün gece benim için de özeldi." Harry, itiraf karşısında sanki lise aşkından karşılık alıyor gibi hissetmişti. "Nasıl gözüktüğünü biliyorum ama sadece dün eğlenmek istemiştim ve o şekilde biteceğini hiç düşünmemiştim." Elini alnına attıktan sonra histerik bir şekilde güldü. "Daha önce hiçbir tek gecelik ilişkime kendimi açıklamaya çalışmamıştım. Sevimli yüzünün sana getirisinin keyfini çıkar."
Christine, lobi içerisinde görünüp yanlarına taksinin geldiğini söylemek için geldiğinde Harry hızla toparlandı. Tamam, onunla evlenmeyi hayal edecek kadar platonik değildi ama tek gecelik olarak adlandırılmak da gururunu pek okşamamıştı.
Bavulunu hızla çekerek ve omzuna asılı çantasını sıkıca tutarak kapıya hızlı adımlarla ilerlerken takip edildiğini hissediyordu. Birkaç saniye arkasından seslenildiğini işitti ama bu yüzden durmadı. Bavulunu taksiye yerleştirirken Louis, ona yetişmişti.
"Bunu unuttun." Siyah, otelden verdikleri şık para çantası kendisine uzatıldığında Harry omuz silkti. "Ona ihtiyacım yok."
Louis, zorla çantayı onun eline tutuşturdu. "Beni bir daha ziyaret etmeyi düşünmüyor musun?"
"Bu da sevimli yüzümün getirisi mi yoksa şirketinizin yeni bir kumarbaz yetiştirme politikası mı?"
Harry'nin alaycı yüz ifadesine karşılık Louis kıkırdadı ve kısa bir sürede parmak uçlarına yükselip dudaklarını onunkine bastırdı. "Sen karar ver."
Louis ondan uzaklaşırken Harry de taksi şoförünün uyarıcı korna çalışına maruz kalmıştı.
"Kim bilir belki seni ziyarete gelecek olan ben olurum."
Louis'nin ona söylediği son şey bu olmuştu. Arkasını dönüp otelin içerisine girdiğinde Harry bir süre arkasından baktı.
Harry, yazdığı notu kargo kutusuna yerleştirdikten sonra görevlilere teslim etti.
"Sevgili Gemma, size yapacağım ziyareti iptal ettiğim için üzgün olduğumu bilmenizi istiyorum. Umarım bu hediye bana getirdiği kadar size de şans getirir. Yakın zamanda görüşmek üzere. Tüm sevgililerimle, Harold."
Şimdi bu hikayeyi tek başıma yazmadım. Özellikle poker sahneleri+takıldığım yerlerdeki tüm yardımları ve yazma sürecinde bana sabrettiği için sigyni 'ye çokça teşekkür ederim, seni seviyorum.
Umarım sevmişsinizdir, hoşçakalınn
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top