7-ASANSÖR

Zamanı bana unutturan günlerin bende bıraktıkları beni göçükten farksız yaparken, benden aldıkları nefesimi tüketen hastalığım gibiydi. Bir anda gelip, acısını çektirip gidiyordu. Astımım için bana yardımcı olan bir ilacım vardı. Ama ruhuma işleyen acıyı unutmama yardımcı olan bir ilacım yoktu. Sorsan zaman en iyi ilaçtır derler. Değil! Zaman öldürür insanı. Çaresizce bekleyen insan, boğazına umut kelepçesini takıp ayağının altındaki tabureyi iter. Zaman benim için ilaç değil, panzehri olmayan bir zehirdi.

Yazmayı bırakıp başımı ellerimin arasına aldım. Çok yorgundum. Gözlerimi kapatıp derin bir uykuya dalmayı öyle çok isterdim ki! Nehir ile konuşmayı özledim. Arasam açar düşüncesi aklımı kurcalıyordu. Güya buluşacaktık ama Batu'dan bir haber gelmemişti. Hastalığım ise düne göre daha iyiydi. Oldukça rahat bir gün geçirmemin nedeni Ulaş'ı görmemiş olmamdı ama aklımdan da pek çıktığı söylenemezdi. Merdivenlerde duyduğum ayak sesleri ile burnumu çekip peçeteyi elime sıkıştırdım ve odamın kapısını açtım. Bahar elinde poşetlerle odasına girerken peşinden gittim. Yüzü gülüyordu. Bu beni bir yandan mutlu etse de şüphelendirmişti.

"Selam."

Poşettekileri yatağa boşaltırken bakışları bana kaydı. Gülüşü yüzüne yayılırken eline aldığı toz pembe elbiseyle bana doğru geldi.

"Hadi hazırlan." Elbiseyi üzerime tutarak nasıl göründüğüme baktı. "Dışarı çıkıyoruz."

Gülümseyerek elbiseyi aldım. Onunla bir şeyler yapmayalı uzun zaman olmuştu. "Nereye gidiyoruz?"

Hevesli ifadesini taşıyan yüzünü bana çevirdi. "Henüz belli değil."

Gülüşüm solarken kucağıma bıraktığı elbiseyi düşmeden yakaladım. "Nasıl yani?

Koşar adımlarla banyoya giderken bana kısa bir bakış attı. "Yarım saate hazır ol." İçeri girip kapıyı kapattı. Aklımdaki şeyin olmaması için dua ederken koşarak odama girdim. Elbiseyi yatağa atıp telefonu elime aldım. Adı hala kayıtlı olmayan numarayı aradım. Kalp atışlarım hızlanmaya başlamıştı. Umarım aklımdaki düşünceler beni yanıltırdı.

"Söyle." diyerek açtı telefonu.

Sesini duyunca pencereye doğru yürüdüm. "Ne yapıyorsun sen?" diye sordum fısıltıyla.

"Araba kullanıyorum. Önemli değilse ki öyle olduğuna eminim, meşgul etme."

Kasılan çeneme dokunarak "Ablamla randevun mu var?" diye sordum.

"Randevu mu?" dedi alayla.

"Ona bir zarar gelirse-"

"Kes." dedi sözümü keserek. "Beni tehdit edecek konumda değilsin. Yapman gereken tek şey Bahar ile birlikte Batak'a gelmek."

Gözlerim ağzımla birlikte açılırken yanlış duyduğumu anlamak için "Ne?" diye sordum. Ama gelen tek cevap telefonu kapattığını belli eden sesti. Bahar'ı oraya tek gönderemezdim. Bunu bildiği için rahattı. Hem birbirimizden uzak durmamızı söylüyordu hem de beni Batak'a gitmeye zorluyordu.

Öfkeme hâkim olmaya çalışarak mesaj attım.

Eylül : Saygısız domuz.

Mesaj sesiyle ekrana baktım.

05** *** ** ** : Sabrımı sınama.

Sevdiğim bir kişiye daha zarar gelmesine izin veremezdim. Hızla üzerimi çıkarıp yatağa attığım elbiseyi giydim. Üst kısmı dardı. Etek kısmı ise geniş ve rahattı. Toz pembe rengini sevmezdim ama başka elbise seçmek için zaman harcamak istemiyordum. Saçlarımı açık bıraktım ve elimle tarayıp şekil verdim.

Pencereden dışarıya göz gezdirdim. İnce ince yağmur yağıyordu. Siyah yağmurluğumu üzerime geçirip kapüşonunu başıma örttüm. Bu gece o caddeden çıkarken bir daha asla oraya adımımı atmayacağıma emin olarak çıkmak istiyordum. Spreyimi Batak'ta düşürmüş olmam ayrıca sinirlenirimi bozuyordu. Yenisini henüz almamıştım.

Odamın kapısı aniden açıldığında aynada kendime bakıyordum. Sıfır makyaj, özensiz bir gece gezmesi hazırlanışı, kızarmış bir burun ve ağlamaklı gözler.

"Hazır mısın?"

Heyecanlı sesin sahibine döndüm. Hazel rengi gözleri öyle güzel bakıyordu ki küçük bir tebessümü hak ettiğini düşünerek gülümsedim. Giydiği askılı siyah elbisenin içinde yeterince iyi görünüyordu.

"Hazırım." dedim.

Birlikte merdivenlerden inerken salondan gelen seslerin içinde en çok dikkatimi çeken ses beni çok geren kişinindi. Bahar'ın arkasından giderken kapının önünde duran anne ve babamın bakışları ablamın üzerindeydi. Beni rahatsız edecek derecede izleyen tek bakışlar onundu. Yeşil gözleri içine vuran ışıkla parlıyordu. Ayaklarımdan başlayıp tüm bedenimi ele geçiren gözleri gözlerimin odak noktasıydı. Üzerinde siyah bir pantolon ve aynı renkte deri ceket vardı. Dudağının kenarı yukarı doğru kıvrılırken bakışlarımı kaçırdım. Bahar'ın önüne geçip terliklerimi çıkardım ve parlak mavi alçak topuklu ayakkabıları ayağıma geçirdim.

"Çok güzel olmuşsun kızım." Anneme gözlerimi devirmek istiyordum. İkimizde kızıydık. Ama güzel olan oydu. Dudaklarına ruj sürdüğü ya da gözlerinin rengini belli eden bir göz kalemi sürdüğü için mi daha güzeldi? Ya da benim gibi üzerine bir şey almayıp omuzlarını çıplak bıraktığı için mi?

Umursamadan Ulaş'ın dimdik duran bedeninin karşısına geçip "Affedersin." dedim. Bir an önce dışarı çıkmak istiyordum. Kapıyı açıp dışarı çıktığında Bahar'ı beklemediği için şaşkınca ona baktım. "Ne yapıyorsun?"

Arabanın kapısını açtı ve bana döndü. "Gerçekten ne yaptığımı görmediğini bilseydim bu soruna cevap verirdim." Arabaya binip kapıyı kapattığında çatık kaşlarla evin kapısına baktım. Sonunda Bahar'ın çıktığını görünce arka tarafa geçip oturdum. Öne onun oturması daha doğruydu. Sahte bir randevu da olsa Bahar'ın ondan yana ümidi vardı.

Dikiz aynasından bakışlarımı uzak tutmaya çalışıyordum çünkü bana baktığı hissine kapıldım. Üçümüzün birlikte bir şeyler yapacağını düşünen Bahar'a acıyordum. Ulaş arabayı çalıştırırken asıl acınılması gereken kişinin ben olduğumu fark ettim.

Korkaktım.

Yalancıydım.

İşe yaramaz ahmağın tekiydim.

İlk başta korktuğum ve gerçekleri öğrenmek istediğim için susmuştum. Şimdi ise Doruk'a olan öfkem yüzünden susuyordum. Yaptığım hatanın bedelini Batak'a bulaştığım için her gün ödüyordum zaten. Gölge Bahar'a benim yaptığım hatalar yüzünden bulaşmıştı. Ama eğer bu gece Bahar'ın canını yakacak bir şey yaparsa bildiğim her şeyi polise anlatacağıma yemin edebilirdim.

"Geldik mi?" diye soran ablama ifademi görmese de göz devirdim. Evet gelmiştik. Uğursuz caddeye; Batak'a gelmiştik. Heyecanla arabadan indiğinde elimi öne doğru atarak Ulaş'ın kolunu tuttum. Kaşını kaldırarak bana baktı.

"Seni uyarıyorum. Ona sakın içki içirme."

Kolunu çekip kapısını açtı. "Ablan içeriyi görmek için sabırsızlanıyor. Acele etmeliyiz."

Dişlerimi sıkarak arkasından ben de indim. Soğuk hava bacaklarımı okşarken bana alayla bakan gözlerin sahibine sert bir bakış attım. Stef denen parlak kafa başıyla ablamlara selam verirken ben kapıdan geçeceğim sırada elini bana uzattı. Sorarcasına ona baktığımda kahverengi gözleriyle elini işaret etti. Astım spreyimi elinde görünce gülümsedim. Uzanarak hızla aldım.

"Teşekkürler Stef." dedim.

"Bu gece ihtiyacın olacağını düşündüm."

Gülümsemem solarken içeri girdim. Aptal ben! Ne diye teşekkür ediyorsun? Onlar yüzünden ona ihtiyacım vardı zaten. En azından eskisinden daha fazla ihtiyacım vardı.

İçeri geçerek devasa büyüklükteki bara adımımı attım. Aklıma dün sabah geldi. Gözlerim sarışın barmeni ararken gelen geçenin bana vurması sinirlerimi bozdu. Oflayarak kenara çekildim ve karşımdaki deri koltuklarda samimi bir şekilde oturan Ulaş ve ablamı kesmeye başladım. Bu adam gerçekten fazla sinir bozucuydu. Arada sırada dudağının kenarını yukarı kıvırıyordu. Ayıp olmasın der gibi. Saf ablamın dişleri ise sürekli göz önündeydi.

Tekrar bar kısmına bakındım ama sarışın çocuktan eser yoktu. Sindiğim köşede sessizce oturdum. Su bile içmedim. Dünkü olaydan sonra cesaret edemezdim.

"Selam."

İrkilerek soluma baktığımda o çocukla karşılaştım. Adını hala bilmiyordum. Beni o gece buraya getiren ve yanılmıyorsam sürekli Dark adlı kulübe giden çocuktu. Lazer ışıklarının aydınlattığı kahve gözleri muzip bir ifadeyle bana bakıyordu.

"Selam." diyerek cevap verdim ve tekrar önüme döndüm.

"Ulaş'ın misafiri misin?"

Meraklı bakışlarımı tekrar ona çevirdim. "Seni alakadar etmez."

Güldü. Bense aynı şekilde ona bakmaya devam ediyordum. Cevap vermeden ellerini cebine soktu ve bar taburelerine doğru ilerledi. Arkasından gözlerimi devirerek bakarken üzerimde hissettiğim rahatsız edici bakışların sahibine döndüm. Alayla bakan yeşil gözler bakben kazandım der gibiydi. Elindeki bardağı dikleyen Bahar'a her ne kadar beni görmese de onaylamazca başımı iki yana sallayarak tepki gösterdim. Ama ona karışmayacaktım. Nasıl bir hata yaptığını kendisi anlayacaktı.

Yaklaşık yarım saat o köşede dikilip geleni gideni izleyip içimden yığınla eleştiri yaptıktan sonra daha fazla dayanamayarak oradan çıktım. Aklıma üst kattaki oyun salonu geldiğinde merdivenleri çıkmaya başladım. Çıktığım her basamakta burnuma dolan ter kokusu yüzümü buruşturmama neden oluyordu. Sonunda salonun girişini görünce çekimser adımlarla içeri girdim.

Salon baya kalabalık ve dumanlıydı. Elimle kendime yelpaze yaparak ilerledim. Sağ tarafımdan gelen seslerle başımı hafifçe o tarafa çevirdim. Gözlerim kocaman açılırken koltukta rahat bir şekilde oturmuş ve üzerindeki kızla tabiri caizse yiyişen adama baktım. Elleri kızın her yerindeydi. Hızla bakışlarımı kaçırdım. Aklıma Doruk'un beni öptüğü gün gelmişti. Kısabelki de saliseler süren ama ikimizi de utandıran masum bir öpücüktü. Yanaktan öpmekten bir farkı yoktu benim için.

"Affedersin?"

Diğer tarafa döndüm. Bana seslenen çocuğu tanımam saniyelerimi almıştı. Geçen hafta Batak'ta sergilediğim küçük gösteriden sonra kendimi attığım ara sokaklarda rastladığım çocuktu bu. Oldukça açık renkli saçlarını şimdi daha yakından görüyordum. Albino olma olasılığı boya olma olasılığından daha fazla gibiydi. Ama ona yakışıyordu.

"Evet?" dedim gereksiz bir resmiyetle.

"Seni hatırladım." dedi hafifçe gülerek. Başımı salladım.

"Sanırım ben de."

Gülümsemesi genişledi. "Zihnimi okumuş gibisin." Sorarcasına ona baktığımda başıyla etrafı gösterdi. "Düşünmek için iyi bir yer bildiğimi söylemiştim."

Hatırladığımı belirtmek için tekrar başımı salladım. Sonrasında kast ettiği şeyi anlayınca kaşlarım benden bağımsız çatıldı. "Burası mıydı o yer?"

"Pain Place'den bahsetmiyorum. Caddenin çıkışına doğru çok güzel bir yer var. Sessiz ve-"

"Sakin mi?" diyerek lafını kestim. "Huzurlu? Ya da umut verici? Üzgünüm ama ben bu caddenin adını layıkıyla taşımasından başka hiçbir işe yaradığına inanmıyorum." Arkama dönüp salondan çıkarken az önce gördüğüm çifte iğrenerek baktım.

"Bakar mısın?" diye seslendiğinde adımlarımı yavaşlattım ama durmadım. Yanımda yürümeye başladığında merdivenlere ulaşmıştım. "Ben huzurlu ya da sakin demedim. Konuşmama izin verseydin sessiz derken neyi kast ettiğimi anlardın."

Üçüncü basamakta durarak ona döndüm. "Açıkla o zaman. Neyi kast ettin?"

Bir süre sessiz kaldı. Ama mavi gözlerini benden hiç ayırmadı. Göz teması kuramadığım için ben bakışlarımı kaçırdım. O sırada asansörden inen Bahar ve Ulaş'ı gördüm. Kahretsin! Gerçekten sarhoş olmuştu. Tutarsız hareketlerle onun yanında yürüyor ve aynı tutarsızlıkla gülüyordu. Birlikte salona girerlerken sonunda konuşan gence döndüm.

"Ölümün sessizliğini kast ettim." dediğinde ona döndüm. Dikkatimi çekmişti. "Sonsuz sessizliği kast ettim. Ben ne zaman buraya gelip düşüncelere dalsam ölümü hissediyorum. Söylediğin gibi burası gerçek bir Bataklık."

Söyledikleri dikkatimi çekmişti. Elimle önüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. "Sana ölümü hissettiriyorsa neden hala düşünmek için buraya geliyorsun?"

Dişlerini göstermeden güldü. "Belki de ölümü hissetmek istiyorumdur."

Onun aksine ben gülmedim. Ölümü hissetmek. Bu kelimeden nefret ediyordum. "Sana kolay gelsin o zaman." diyerek merdivenlerden inmeye devam ettim.

"Adın ne?"

Ona bakmadan cevapladım. "Eylül."

"Ben de Tolunay." Dönüp bakmak istesem de yapmadım. Güzel bir isimdi.

Az önce kaçtığım kalabalığa tekrar karıştım. Bahar'ın Ulaş ile birlikte oturduğu deri koltuğa geçip oturdum ve insanları izlemeye kaldığım yerden devam ettim. Dark'çı çocuk burada değildi. Kesin yine "Ben Dark'a geçiyorum" diyerek buradan ayrılmıştı. Sadece Pain Place'e dair bir şeyler biliyordum. Gölge yüzünden caddeden soğumasaydım Batak'ın geri kalanını gezebilirdim. Zaman ilerledikçe iyice bunalıyordum. Bu insanlar hiç mi yorulmazdı? Geleli neredeyse üç saat olmuştu. Ben bile oturmaktan yorulmuştum.

Gözlerim yavaş yavaş kapanmaya başlamıştı. Dakikada bir barın girişine bakıp Bahar'ı gözlüyordum. Kim bilir ne yapıyordu? Ulaş onun yaptığı dengesiz hareketlerini nasıl alayla izliyordu!

Karışmak istemiyordum ama onu tek bırakmak içime sinmiyordu. Başımı iki yana sallayarak oturduğum koltuktan kalktım ve koşar adımlarla ikinci kata çıktım. Bu kadar eğlence yeterdi! Salona girip sisli havayı soludum. Bakışlarım Bahar'ı arıyordu. Elimle dumanı dağıtmaya çalışırken öne doğru sendeledim. Arkama döndüğümde tanımadığım bir kız gördüm.

"Çekil!" diye tıslayarak bilardo masasına doğru ilerledi. Gözlerimi devirip oradan çıktım. Kaşla göz arasında nereye kaybolmuşlardı? Elimle alnıma vurdum. Onu o adamla yalnız bırakan bendim. Cebimdeki telefonum titrediğinde çıkarıp ekrana baktım.

"Neredesiniz siz?" diye sorarak cevapladım.

"Odama gel." dedi ve telefonu kapattı. Şaşkınlıkla açılan ağzım ve gözlerimle öylece kalırken aklıma gelen şeyle merdivenleri koşarak çıktım ve uzun koridorda ilerledim. Hatırladığım kadarıyla son oda onundu. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Korkuyordum. Onları yalnız bırakmamalıydım.

Tereddütle kaldırdığım elimi yumruk yaparak kapıya vurdum. "Kapıyı aç!" Eğer Bahar'a bir zarar verdiyse günlerdir koruduğum sükûnetimi bozardım. Ne yapacağı umurumda olmazdı. Kapı yavaşça açıldığında çıplak bir göğüs beni karşıladı. Gözlerim kocaman açıldı. Onu iterek içeri girdim ve endişeli adımlarla etrafta koşuşturmaya başladım. Çıkardığı tişörtü ceketiyle birlikte deri koltuğun üzerinde duruyordu. Elim alnımda korkuyla yatağın olduğu tarafa baktım. Şu an rahat bir nefes mi almalıydım yoksa daha fazla mı korkmalıydım bilmiyorum ama Bahar yoktu.

Kapının sesiyle arkama döndüm. Bu odaya en son girdiğimde oturduğu yere oturup aynısı olduğunu tahmin ettiğim içkiyi bardağa boşalttı.

Rom.

Hayretle ona bakarken o bir kere bile bana bakmıyordu. "Bahar nerede?" diye sordum nefes nefese.

Tek dikişte bitirdiği bardağı masaya bıraktı. Sonunda yeşillerini bana çevirdiğinde gerildim. O kadar karışık bakıyordu ki aklından geçen en ufak bir şeyi bile tahmin edemiyordum.

"Sana Bahar nerede diye sordum." diye söylediğim şeyi tekrarladım. Başını yana eğdi ve yutkundu. Elimi yumruk yapıp beklemeye devam ettim. Cebimdeki ilacımı çıkarıp içime çekmemek için kendimi zor tutuyordum. Beni öyle geriyordu ki, onun da bunun farkında olduğundan, hatta zevk aldığından emindim.

"Bilmiyorum." dedi ve ayağı kalktı. Bakışlarını benden ayırmadan bana doğru bir adım attı. Ayaklarım yere çivilenmiş gibiydi. Dudaklarımı hızla ıslattım ve konuşmak için ağzımı araladığımda bakışları orada oyalandı.

"Ne demek bilmiyorum?"

"Bilmiyorum işte. Aslına bakarsan umurumda da değil." Bakışlarını benden ayırmadan elini cebine götürdü. Kalp atışlarım ağzımda atıyor gibiydi. Elindekini bana fırlattığında son anda yakaladım. Bu bir telefondu; Doruk'un telefonu. Bunun için mi çağırmıştı beni?

"Ne değiştirdi fikrini?" diye sordum ama cevaplamadı. "Teşekkür ederim." diye mırıldandım. Elini umursamazca sallayıp lavabo olduğunu düşündüğüm yere doğru yürümeye başladı. "Bir şey söylemeyecek misin?"

"Verdim çünkü seni bir daha burada görmek istemiyorum." Anlamsızca güldüm. Bir daha buraya gelmemem için Doruk'un telefonunu geri vermişti. Bu yüzden sürekli buraya geldiğimi sanıyordu. Telefonu unutmuştum bile! Tek derdim Bahar'dan uzak durmasıydı.

"Ablamı rahat bırakırsan bunu düşünebilirim." Eli banyo kapısındayken bana döndü.

"Ablan mı?" Aklına yeni gelmiş gibi parmaklarını şaklattı. "Muhtemelen Batak'tan çıkmak üzeredir." Kaşlarımı çatarak ona doğru birkaç adım attım.

"Ne demek o?" diye sesimi yükselttim. "Sizi oyun salonuna giderken gördüm."

Kollarını göğsünde birleştirdi ve umursamazca konuşmaya başladı. "Onu kovdum." Bakışlarım sorarcasına ona bakarken devam etti. "Odaya çıkacağımı söyledim. Benimle gelmek istediğini söyledi. Ablan gibi kolay kızlarla uğraşamam. Yani ikiniz de vakit kaybısınız. Şimdi gidebilirsin."

Söylediklerine öfkelenebilirdim ama haklıydı. Bahar nasıl onunla odaya gitmek isterdi? Elimdeki telefonu yağmurluğumun cebine koyup kapıya yöneldim. Artık burada bir işim kalmamıştı. En azından öyle olacağını umuyordum. Bu konuyu da Bahar'la konuşmalıydım. Çünkü Ulaş'ın söylediklerine inanmak istemiyordum. Elim kapının kolundayken telefonu çaldı. Dinlememin saçma olacağını düşünerek kapıyı açtım. Zaten gitmemi bekliyordu.

Karşı odanın kapısı açılınca irkildim. Olduğum yerde kalakalırken orta yaşlı bir kadın elinde bluzu ile asansöre koşmaya başladı. Üzerinde iç çamaşırı, altında ise siyah mini etek vardı. Asansöre binip gözden kaybolurken aşağıdan gelen koşuşturma sesleri ile yutkunarak arkama baktım. Ne söylediğini anlamıyordum ama hala telefonla konuşuyordu. Yavaş ve temkinli adımlarla merdivenin başına kadar yürüdüm. Elimi tırabzanlara dayayarak aşağı bakmaya çalıştım. İnsanlar hızla en alt kata iniyordu.

Yağmurluğumun kapüşonundan tutulup geriye doğru çekilince çığlık attım. Elbisemin eteği yukarı toplanmıştı ama ellerim oraya gidemeden bileklerimden tutulup asansöre sürüklenmeye başladım. "Bırak!" diye bağırdım. Boğazım yanıyordu. Bedenim bir paçavra gibi asansörün içine savrulduğunda başımı aynaya vurmasına engel olamadım. Kapıların kapandığını zar zor gördüm. Elim başıma gitmişti. Kanamıyordu çünkü aynada bir hasar yoktu. Ama başım dönüyordu.

"O sen misin?" Demir gibi sert ve soğuk sesi kulaklarıma ulaşınca başımı zorlukla kaldırıp ona baktım. Ulaş, koyulaşan yeşilleriyle her an öldürecekmiş gibi bana bakıyordu.

"Ben kimim, anlamadım." dedim boğuk çıkan sesimle.

"Kelebek!" diye bağırdığında ağzımdan acı dolu bir çığlık çıktı.

"Kimi soruyorsun? Bir şey yapmadım." Saçlarımı kurtarmaya çalışırken başımın ağrısı kendisini belli etti ve ellerim çaresizce yere düştü.

"Polisi sen mi aradın?" Bahsettiği şeyin ne olduğunu hala anlamamıştım. Beni neyle suçluyordu?

"Kimseyi aramadım." Onun karşısında böyle çaresiz durmak utanç vericiydi. "Yemin ederim aramadım." Ağladığımı o ana fark ettim. Şu an acınası bir haldeydim ve bu ona zevk veriyordu.

"Batak'a giren kimse buna cesaret edemez." Çenemi kavradı ve aynada kendisine bakmamı sağladı. "Senin gibi bir aptaldan başka."

O an aklıma karakoldayken anlattığı anısı geldi. Batak'a ilk gelişi, ilk kavgası, belki de ilk cinayeti. Daha önce de şikâyet edilmişti. Bunun sürekli tekrarlanan bir şey olmadığı kesindi. Bu yüzden bu kadar öfkeliydi. Şikâyet eden ben değildim. Beni sevmediği için en uygun seçenek ben gibiydim ama ifade verdiğim günden beri polisle bir işim olmamıştı. Çünkü aptal ve korkak olan ben, onun karşısında tüm cesaretimi kaybediyordum. Bunun için kendini şanslı hissetmeliydi. Kaşlarımı çattım. Saçlarım birbirine girmişti. Her nefes verişimde gözümün önündeki saç demeti havalanıyordu. Kendimi tutamadım. "Üç yıl önce sizi şikâyet edip para kaybetmene neden olan kişiyi unutuyorsun sanırım." dedim tek nefeste. Ne olduğunu anlayamadan bir ses duyuldu. Ulaş'ın sesi asansörün duvarlarında yankı yaparak kulaklarımda çınladı. Aynaya tekme atmıştı. Çünkü o bir salaktı. Gözlerimi sımsıkı kapattım. İçimden hıçkırarak ağlamak geliyordu.

"Sınırlarımı zorluyorsun." dedi nefes nefese. Yere eğik duran başımı kaldırdı ve gözlerini gözlerime kenetledi.

"Ben aramadım." dedim yine ama sesim bu sefer daha kısık çıkmıştı. Nefes alamıyor gibi hissediyordum. Vücudum titremeye başlamıştı. Çenemi yana doğru çevirip yüzünü bana doğru eğdi.

"Beni öfkelendiriyorsun." dedi fısıltıyla. "Son kez soruyorum. Polisi sen mi aradın?" Dişlerimi birbirine bastırdım. Ben inkâr ettikçe o aynı şeyi soruyordu.

"Acı çekmekten hoşlanan biri değilim." dedim titreyen sesimle. "Eğer arasaydım çoktan kendimi ele vermiştim. Ve polise vermek gibi bir şey aklımda olsaydı bunu bu gece değil, karakolda beni ziyaret ettiğinde yapardım." Bakışları bir süre daha yüzümde oyalandı. Doğruyu söylediğimi biliyordu ama inanmak istemiyordu. İçlerinden birini onu şikâyet etmesini kaldıramıyordu. Çenemi iterek bıraktı ve tam karşıma oturdu. Ellerimle yüzümü kapatıp ağlamaya başladım. Sessizce ağlıyordum. Atmak istediğim çığlıklar ellerime çarpıp tekrar bana dönüyordu ve bu beni boğuyordu.

Acı çekiyordum. Yaşadıklarım beni değiştiriyordu. Gülmeyi unutmuştum. Hayatımın her anında gözlerimden boşalan her damlada boğulup, yaşamıma bir son vermek istiyordum. Hak ettiğim yaşam bu değildi. Doruk'a olan öfkem gün yüzüne çıkarken ellerimi yüzümden ayırdım. Başım zonkluyordu. Bana baktığını biliyordum ama başımı kaldırıp ona bakacak değildim. Aniden gelen nefes alma isteği ile ellerim cebime gitti. Spreyimi her ihtimale karşı sağ avucuma aldım ve sıkıca tuttum.

"Bir süre buradan çıkamayız." Ona bakmadım. Burnumu çekip geriye doğru yaslandım. Yağmurluğumun önünü kapatıp beklemeye başladım. Ben olmadığımı biliyordu. Eğer polise haber veren ben olmuş olsaydım şu anda karşımdaki aynanın parçalanmış kırıkları beynimde derin yaralar açmış olurdu. Dayanamayıp bakışlarımı ona çevirdim. Tahmin ettiğim gibi bana bakıyordu. Elimi başıma götürdüm. İnanılmaz derecede zonkluyordu. Ayaklarımı ona değmemeye özen göstererek uzattım ve diğer ayağımın yardımıyla topukluyu çıkararak elimle burkulduğunu düşündüğüm yeri ovmaya başladım. Ağzımdan bir inleme çıktığında ayaklandığını gördüm. Elimdeki ilacımı sıktım. Buradan çıkmak istiyordum. Hem de hemen!

"Çıkmak istiyorum." dedim ona bakmadan. Beni takmadı. Fazla alan varmış gibi bir ileri bir geri yürüyordu. Daha etkili olacağını düşünerek sesimi yükselttim. "Buradan hemen çıkmak istiyorum!"

"Ben de sana şu an çıkamayacağımızı söylüyorum." Önüme çökerek ayak bileğime dokundu. Korktuğum için irkildim. "Öfkemle hareket ettim." dediğinde bakışlarımı ona çevirdim. Kaşları çatık bir şekilde bana bakıyordu. Elini ittiğimde dengesi bozuldu. Duvardan destek alarak ayağı kalktım. Saçlarımın yüzümü örtmesi işime gelmişti çünkü öyle bir acı çekiyordum ki bunu fark edip zevk almasını istemiyordum. Diğer ayakkabıyı da çıkardım. Onu umursamadan asansörün tuşlarına göz gezdirmeye başladım. Hangisine basmış olabilirdi? Başım döndüğü için rakamlar birbirine girmiş gibiydi. Aniden hızlı bir nefes aldım. Boğazımdan garip bir ses çıkmıştı. Bir elimle duvardan destek alırken diğerini göğsüme götürdüm. Avucumun içimdeki spreyim yere düştü ve saniyeler sonra karşı duvara vurarak durdu.

"Çıkar beni buradan!" dedim nefesime karışan sesimle. Hala bir ileri bir geri yürüyordu. Elimi duvara vurdum ama çıkan sesten kendim ürktüm. "Beni duymuyor musun, çıkmak istiyorum."

"Biraz daha sabret." dedi. Hızlanan nefesimi kontrol edemiyordum. Parmaklarımla tuşlara rastgele basmaya başladım. "Kes şunu!" dedi ve saniyeler içinde kollarını karnımda hissettim. Beni kendine çekti ve aniden yere bıraktı. Ağzımdan çıkan acı dolu inleme ile elimi ayak bileğime bastırdım.

"Nef..." diyerek sustum. Göğsüm hızla inip kalkıyordu. Sanki yüzüm bir suyun içindeydi ve nefesimi çekiyordu. Boğuluyor gibiydim. Tekrar "Nefes..." dedim ve sustum. Öylece durup beni izliyordu. Bedenim arkaya düştü. İçime hava çekemiyordum ve şu anda ihtiyacım olan şeyi bana bir tek o verebilirdi. Acımasız bir insandan yardım dilenmekten daha imkansız bir şey varsa; o da katil bir insandan yardım istemekti. Şu anda benim yaptığım gibi.

🔗🔗🔗

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top