11-CESARET
Dünya'daki en değerli insan gibi hissederken en sıradanı gibi yaşamak; sadece birkaç gün önce sonsuz güven duyduğu birini sonsuzluğa uğurlamak bir insana nasıl hissettirirdi? Bana o kadar değersiz hissettiriyordu ki o mezarın başına dikilip saatlerce sayıp dökmek bile içimdeki yangını söndüremezdi.
"Evine kadar bırakamam. Buradan sonrasını yürüyerek gitmek zorundasın."
Başımı camdan ayırmadan başımı salladım. "Teşekkür ederim. Hoşça kal." Kapıyı açıp ayağıma dikkat ederek dışarı çıktım. Arkama bir kez bile bakmadan yürürken hiçbir şey söylemedi.
Rica ederim?
Görüşürüz?
Görüşür müydük? Yavaş adımlar atarken elimi alnıma vurdum. Tam bir aptaldım. Batak'a dair her şeyi silmek için didinirken şimdi Ulaş'ın hayatımdan çıkmaması için dua edecektim neredeyse. Başımı çevirip arkama bakmamak için kendimi zor tutuyordum. Arabanın sesini duymamıştım. Benim gidişimi bekliyor olamazdı değil mi? Köşeyi dönerken omzumun üzerinden arkama baktım. Arabasının farları gözüme ulaşırken gözlerimi kıstım. Oradaydı. Bekliyordu. Dudaklarıma bir tebessüm yayılmadan önüme döndüm. Bunun iki anlamı vardı: Ya bu son görüşmemizdi ve kendince vedalaşıyordu. Ya da bu birbirimizi son görüşümüz değildi. Sıradan eve bırakma fasıllarından birini yaşıyorduk. İçten içe ikincisinin gerçekleşmesi için dua ediyordum.
Evin önüne geldiğimde kapının önündeki babamı gördüm. Yeni gelmiş olmalıydı. Beni fark edince başını bir hata yapıyormuşum gibi iki yana salladı.
"Bu halinle dışarı mı çıktın?"
"İyiyim baba."
Bugünlük sohbetimiz bu kadardı. Arkasından eve girerken salona uğramadan yukarı çıktım. Bahar'ın odasının ışığı yanmıyordu. Annemle oturmadığını varsayarsak uyuyor olmalıydı. Odama girip üzerimdekileri çıkardım. Rahat bir şeyler giydim ve pencerenin önüne sandalyeyi çekip oturdum. Telefonu elime aldım ve akşamdan beri mesaj atan Nehir'e cevap yazdım.
Ben : Evdeyim. Sadece biraz yalnız kalmak istedim.
Gönderdikten sonra Nehir'den mesaj ya da çağrı görmeyeli kaç gün olduğunu düşündüm. Onu çok özlemiştim. Kapanmak üzere olan ekrana dokundum ve ekledim.
Ben : Yarın buluşalım mı? Sen, ben ve Batu?
Biraz sonra yanıt geldi.
Nehir : İyi olmana sevindim. Tabi ki, çok güzel olur.
Ben : Güzel. Yarın görüşürüz.
Uyuyamadım. Zaman işini biliyordu. Yaptığı tek şey ilerlemekti. Bazen hızlı, bazense tüketici bir yavaşlıkla. Şimdi de öyleydi. Dakikalar saat gibi işliyordu.
"Umarım cennettesindir Doruk." dedim ve yıldızların esir aldığı gökyüzüne baktım. "Umarım orada mutlusundur." Pencereyi kapatıp oturmaya devam ettim. Hem de sabaha kadar.
*
Sonraki üç gün her gün aynı şeyleri tekrarlayarak geçti. Her sabah ailemle kahvaltı yapıyor, sonraki birkaç saati Nehir ve Batuhan ile birlikte geçiriyordum. Akşam ise odamdan çıkmıyordum. Bahar daha iyi görünüyordu. Ama burada kalmak istediğini düşünmüyordum. Ulaş'a duyduğu hisler sevgi miydi yoksa kin mi bilmiyordum ama onu düşündüğüne emindim. Ulaş demişken, onu o geceden sonra görmemiştim. Belki de gerçekten son görüşmemizdi. İçimdeki burukluk için kendime ne kadar kızsam da en iyisinin bu olacağını düşündüm. Üç hafta önceki gibi sorunsuz yaşamıma geri dönmüştüm işte. Belki eksikti ama yolunda gidiyordu. Tek sorun Ulaş'tı demek.
"Tatilinden memnun musun?" Yanımda yürüyen Bahar'a bakarak yürümeye devam ettim.
"Tahmin ettiğin kadar iyi değil." dedi.
"Hala geç kalmış sayılmazsın."
Bir şey söylemedi. Bir saattir sahilde yürüyorduk. Konu açmaya çalışmaktan sıkılmıştım. Ama o ısrarla konuşmama taraftarıydı.
"Ulaş'ı hiç gördün mü?" Ellerimi kapüşonlumun cebine geçirirken gözlerimi devirdim. İyi ki görmemişti.
"Sayılır. Mezarlıkta karşılaşmıştık." Yürümeyi kesip bana döndü.
"Birini mi kaybetti?"
"Bundan sana ne?" Tepkisi umurumda değildi. Ulaş ve ona dair ne varsa hiçbiri Bahar'ı ilgilendirmiyordu. Kendini üzmesine göz yummayacaktım; bu onu daha fazla üzecekse bile.
"Haklısın. Ama belki-"
"Belki ne abla? Arayıp baş sağlığı mı dileyeceksin?"
Gözlerini kaçırdı. "Kırılıyor diye kalbimi kırmak zorunda değilsin."
Amacım onu kırmak değildi. Neden böyle konuşuyordu? Ulaş'a olan hisleri tahmin ettiğimden daha fazlası mıydı?
"Özür dilerim." dedim ve sarılmak için bir hamle yaptım ama geri çekildi.
"Eve gidelim mi? Yoruldum." Cevabımı beklemeden yürümeye başlamıştı bile. Arkasından yürürken neye daha çok üzüldüğümü düşündüm. Bahar'ın kendine acı vermesine mi yoksa Ulaş'a duyduğu hislerin gerçek olduğuna mı? Cebimdeki telefonumu çıkardım ve son mesajlarımızı okudum. Yaptığım şeyler çok saçmaydı. Bahar'ı birini sevdiği için suçlayamazdım ama eğer onun sevdiği adamı seversem kendimi asla affedemezdim. Bu yüzden aklımdaki saçma düşünceleri mesajlarla birlikte sildim.
Mavi Kafe'nin önünden geçerken içeride oturan Batu'yu gördüm. Benden önde yürüyen Bahar'a seslendim. "Ben Nehirlerleyim!"
Elini 'tamam' der gibi salladı ve gözden kayboldu. İçeri girerken Nehir'in lavabodan çıktığını gördüm. Günler öncesinin aksine beni görünce gülümsedi. Ona sımsıkı sarıldım. Tahminlerimin yanlış olduğuna o an karar verdim. Doruk'un ölümü bize zarar vermemişti. Belki de daha çok bağlanmamızı sağlamıştı. Bunu zamanla görecektik.
"İyi ki geldin. Biz de seni arayacaktık."
"Bahar ile dışarı çıkmıştık." Masaya oturduğumuzda Batu bana gülümsedi. Nehir'in iyi olduğunu görmek onu mutlu ediyordu.
"Bu akşam gidiyoruz." Batu'nun itiraz istemeyen bakışları altında ezilirken arkama yaslandım.
"Adamla son konuşmamızda ona iyi bir baba olmadığını söylemiştim." dedim.
Doruk'un ailesini ziyarete gitmeyi planlıyorlardı. Aslında merak ettiğimiz sadece annesiydi. En azından benim.
"O gün hepimiz için çok zordu. Seni anlayacaktır." Yüzü düşen Nehir'e çaktırmadan bir bakış attım. Bilmeye hakları vardı. Bu gerçeği onlardan gizlemek haksızlıktı. Belki öğrenirlerse bu kadar üzülmezlerdi.
"Doruk ölmedi." dedim bir anda. Bakışlarımı ellerime indirdim. Batu'nun sandalyede doğrulduğunu fark ettim.
"Ne saçmalıyorsun Eylül?" Sesi öyle endişeli ama umut doluydu ki, Doruk'a olan sevgim yerini o an öfkeye bıraktı. "Sana sordum!" Ayağa kalktığında sandalyesi devrilmişti. Nehir'in korkudan sarsılan omuzlarına baktım. Ardından tepemde dikilen Batu'ya.
"Duydun işte. Doruk öldürülmedi. Kardeşiniz kendini sattı." Karşısına geçip yaşaran gözlerine baktım. "Hem de 30 bine. İnanabiliyor musunuz?"
"Hayır... Hayır..." Sayıklayan Nehir'e dönüp bakmadım. Bu gerçekle yüzleşmeleri gerekiyordu. "Bunu yapmaz. Hayır... Hayır..."
Batu'nun direnen gözyaşı yanağına dökülürken elimi sıktım. Acısını hissediyordum. Ne hissettiğini milimine kadar en iyi ben biliyordum. Nehir ayağa kalktığında ona baktım. Bakışları belirsiz, adımları tutarsız, kapıya doğru yürümeye başladı.
"Hayır... Kardeşim yapmaz. Kendi ile bizi de öldüreceğini bilir. Yapmaz!" Bize dönerek bağırdığında ağlamaya başladım. Batu ise yanımdaki sandalyeye çöktü. "Bunu bize yapmaz!" Tırnaklarını yanaklarına geçirip yere çöktüğünde bağırmaya devam ediyordu. Bu hali çok korkutucuydu.
"Yapmaz." diye mırıldandım. Yanağımda hissettiğim ıslaklığa dokunduğumda ağladığımı fark ettim.
"İyi misin sen?" Elimin üzerindeki elin sahibine baktım. Nehir endişeli gözlerle bana ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Korkarak arkaya çevirdim bakışlarımı. Nehir yerde değildi. Elimi tutuyordu.
"Eylül korkutma bizi." Batu'ya bakarken ağlamadığını gördüm. Hayal mi görmüştüm? Onlara söylememiş miydim? "Tamam gitmeyeceğiz. Ağlamayı bırak."
Nehir'e dönüp sımsıkı sarıldım. Onu öyle görmek çok acı veriyordu. Söyleyemezdim. Alışmışlarken bunu onlara yapamazdım. Ağlayışım şiddetlenirken beni saran kolları sıkılaştı. Nehir ve Batuhan'ın ona duyduğu sevgi öyle masumdu ki, bunu nefrete dönüştüremezdim.
Batu beni eve bırakıp gittiğinde arkasından bakıp gittiğine emin olana kadar bekledim. Arkasından tekrar çıktım ve ters yöne doğru yürümeye başladım. O kadar öfkeliydim ki evde kalıp sinirimi başkalarından çıkarmak istemiyordum. Demir kapıdan girip ezberlediğim yoldan yürüdüm. Biraz sonra, otları büyümüş toprağı tanıdım. Artık annesi de mi gelmiyordu ziyarete?
"Neden buradayım bilmiyorum. Sadece... Yüzüne söylemek istediğim onca şey var ve... Yoksun." Yine ağlıyordum. Dizlerim bükülürken kendimi yere bıraktım. "O kadar bencilsin ki Doruk, sesini son kez duymamıza bile izin vermedin. Arkanda bıraktığın herkes anneni kurtarmak için çalışırken öldüğünü zannediyor. Ama eğer annen onun için kendinden vazgeçtiğini bilseydi sana şu an duyduğu gibi minnet duymazdı." Günler önce dokunduğum toprağı avuçladım. Bu sefer sıcak değildi. Nemliydi. Ilıktı. Sanki o da ağlıyordu.
"Neden senden nefret edemiyorum?" diye bağırdım. "Neden yüzünü, gülüşünü aklımdan söküp atamıyorum?" Hıçkırıklarım artarken toprağa başımı koydum. "Canım çok yanıyor. Biliyorum senin de yandı. Ama dindi. Benimki ne kadar sürecek? Sanki her geçen gün daha da büyüyor. Azalması gerekmez miydi?" Avucumdaki toprağı sıktım. Sarsılarak ağlamaya devam ettim. Kimseye anlatamamak çok kötüydü. Bu enkazı tek başıma kaldırmaya çalışmak çok zordu. Altında kalmaktan korkuyordum.
Başımı kaldırıp etrafa bakındım. Ağlayışım dinmişti. Ellerimi silkeledim ve ayağa kalktım. Bu kez veda etmeden uzaklaşmaya başlarken aklıma Ulaş geldi. Onu burada görmüştüm. Acaba Bahar'ın söylediği gibi birini mi kaybetmişti? Tüm mezar taşlarına bakıp kimi ziyaret ettiğini bulmak isterdim ama soyadını bilmiyordum. O yüzden irdelemedim ve oradan uzaklaştım.
İrtibatı bu kadar kolay kesmesi kullanılmış gibi hissettirmişti. Ben onun yokluğunu garip ve saçma bir şekilde hissederken o neden hiçbir şeyi umursamıyordu? Topraklı elim dudaklarıma gitti. Beni öpüşü zihnimi doldururken ablama ihanet ediyormuş gibi hissettim. Elimi indirip adımlarımı hızlandırdım. Ayak bileğim Batak'taki tedavi sayesinde iyi durumdaydı. Gerçi bandajı bir gün sonra çıkarmıştım ama yine de iyi gelmişti.
Yarım saat içinde eve geldiğimde kapıyı Bahar açtı. "Annemler yok mu?" diye sordum ayakkabılarımı çıkarırken.
"Suna Teyzelere gitti. Babam zaten geç gelecek." Duraksadı. "Açsan bir şeyler hazırlayayım."
Annemin Doruk'un evine gitmesi bir yandan iyi hissettirmişti. Ben gidemiyordum. Babası ile karşılaşmaktan değil, annesi ile göz göze geldiğimde duyacağım suçluluk duygusu yüzünden gidemiyordum. Doruk'un katilini bildiğim halde susuyordum. Bu da kendimce Doruk'a verdiğim bir cezaydı.
"Aç değilim." dedim ve odama çıktım. Kapıyı arkamdan kilitlerken sessiz olmaya özen gösterdim. Sadece uyumak istiyordum. Tabi becerebilirsem. Kıyafetlerimi çıkarmadan yatağa uzandım. Yastığıma yüzümü gömerek uyumayı bekledim. Beklediğim birçok şey gibi uykum da gelmiyordu. Gözlerimi her kapattığımda Doruk'un yaşlı gözleri ile karşılaşıyordum. Ellerimle yastığı sıktım. Yine oradaydı işte. Hayal kırıklığı ile bana bakmayı sürdürüyordu. Yataktan kalkarak yastığı yere fırlattım.
"Şöyle bakmayı kes!" Bahar'ın bana bakmaya gelmemesini umdum. Onunla Doruk hakkında konuşmak istemiyordum. Bitkin bir halde yatağa oturdum. Telefonuma gelen mesajı okumaya üşeniyordum. Bu yüzden öylece oturmaya devam ettim. "Hala bencilsin." diye mırıldandım. Bana öyle bakmasının nedeni Hapishanenin o isli duvarının dibindeyken yaşadığını iddia etmesiydi. Ama nefes almadığına emindim. Saniyelerce nefes alışını duymak için kulağım kalbine dayalı beklediğim anı hatırladım. Kesinlikle nefes almıyordu. Gözlerim dolduğunda hızla sildim. Ağlamayacaktım. Telefonumu çıkarıp mesaja baktım. Ulaş'ın adını gördüğümde anlamsız bir heyecan bedenimi sardı. Hızla açıp okudum.
"Pencere."
Şaşırsam da tereddüt etmeden pencereye koştum ve ardına kadar açıp aşağı baktım. Arkası dönük öylece duruyordu. Etrafı kontrol ettiğini düşündüm.
"Sadece Bahar var."
Ağır ağır bana döndü. Sağ elmacık kemiğinin üzerindeki morluğu fark edince farkında olmadan kaşlarımı çattım.
"Çekil." dedi ve alt katın penceresine ayağını uzattı. Sarmaşık yardımı ile yukarı çıkarken pencereden uzaklaştım. Neden geldiğini merak ediyordum. Beni görmek için gelmiş olamazdı. Siyah kotunun sarmaladığı bacağını içeri uzattı ve bir kez daha arkasına baktı.
"Gerçekten korktuğun için mi arkana bakıyorsun?" diye sordum şaşkınlıkla. Koyulaşan gözlerini bana çevirdi. Bir adım ötede duruyordu. Üç gündür sesini bile duymamıştım. Onu bu kadar özleyeceğim aklıma dahi gelmezdi.
"Önlem diyelim." Geçmesi için geri çekilmem gerekiyordu ama hareket etmedim. Onu buraya getiren her neyse, içimden ona teşekkür ettim.
"Neden geldin?"
Oturmaktan vazgeçip kalçasını pencerenin pervazına dayadı. "Kapıyı kilitle."
"Kilitli." dedim ve yüzünde beliren alayı seyrettim.
"Ben yokken varmışım gibi hissetmek için ilginç bir çözüm." Kaşlarımı çattım.
"Neden geldin diye sormuştum."
"Bugün yine oraya gideceğim. Ormana." Kaşlarımı kaldırdım. Bunun beni ilgilendiren kısmı neydi?
"Ve?" diye sordum
"Ve eğer tekrar gelmek istersen, benimle gelebilirsin." Sesi öyle isteksiz çıkmıştı ki, sanki onu buraya zorla çıkartmıştım.
"Tuvana konusunu hala halletmedin mi?" Bu kadar beklemesi şaşırtıcıydı.
"Uygun zamanı bekledim sadece." Bir cevap bekliyordu. Eğer onunla gitmezsem sanki, bu sefer ben gidene kadar bir daha görüşmeyecekmiş gibi hissettirmişti.
"Sen in. Geliyorum." dedim ve telefonumu alarak kilitli kapıya yöneldim. Yüzündeki ifadeyi görememiştim. Acaba sevinmiş miydi? Kendime göz devirdim. Aşağı inene kadar bekledim ve gözden kaybolunca kapıyı açıp sessiz adımlarla aşağı indim. Bahar odasında olmalıydı.
Ayakkabılarımı giyip dışarı çıktım ve kapıyı aynı sessizlikle kapattım. Bileğim arada sancıyordu ama iyi durumdaydı. Bir dakika kadar sonra köşeyi döndüm ve arabada beni bekleyen Ulaş'a doğru yürüdüm. Neden tehlikeye giderken içim bu kadar rahattı? Sorgulamak istemedim. Altından çıkacak gerçekleri irdelemek istemiyordum. Beni görünce arabayı çalıştırdı. Yanındaki yerimi aldım ve sırtımı koltuğa yaslarken rahat bir nefes aldım.
"Ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sordum. Onunla konuşmak istiyordum. Saçma bir şey bile olsa.
"Stef'in gönderdiği kayıtları inceleyeceğim. Net bir karar vermeden önce ihanet ettiğine inanmam gerek." Sorularımı uzatmadan cevaplaması beni şaşırtsa da içimdeki mutluluk hormonunu harekete geçiriyordu.
"Ona zarar vermek istemiyorsun." dediğimde kısa bir an bana baktı.
"Bunun seni mutlu etmesi gerekmez mi?"
"Öyle, ama..." Sustum. Tuvana'ın onun için neden bu kadar değerli olduğunu sormak haddim değil, diye düşündüm. Belki de yalnızca çıkar ilişkisi idi. "Bir daha görüşmeyiz diye düşünmüştüm." diyerek konuyu değiştirdim.
"Sana son olmadığını söylemiştim." Evet, söylemişti. Ama üç gündür hiçbir şekilde ondan haber anlamamıştım.
"Benimle arkadaş olmaya mı karar verdin?" Sesimde alay yoktu. Ciddiyetle sormuştum bu soruyu. Bakışları bana çevrilince dışarı bakmaya başladım.
"Benimle arkadaş mı olmak istiyorsun?"
"Öyle bir şey söylemedim." dedim hemen. Araba yavaşlayarak durduğunda geldiğimizi fark ettim. İzlediğim şey dışarısı değilmiş, yalnızca cammış. "Geçen sefer daha uzun sürmüştü." Sorarcasına bana baktı. Omzumu silktim. "Yolculuk." Arabadan indim ve onu takip ederek geçen sefer geldiğimiz kulübeye kadar yürüdüm. Bu kez odunluğa değil, kulübenin kapısına yöneldi. Ahşap kapıyı büyük bir anahtarla açtı ve içeri girdi. Arkasından göz devirerek içeri girdim ve kapıyı kapattım.
Küçük koridorun sonundaki odaya girdiğinde etrafa bakındım. Neredeyse hiç eşya yoktu. Perdeler çekili ve kirliydi. Başımın arkasında asılı duran gaz lambasını inceledim. Üzeri toz içindeydi. Ayaklarımın altındaki tahta her adımımda gıcırdıyordu. "Ulaş?" diye seslendim. Neden evde üçüncü bir kişinin olduğu hissine kapılmıştım?
Bana cevap vermemesi sinirlerimi bozuyordu. Girdiği odanın önünde dikilmeye başladım. Kapı aralıktı ama açmakta tereddüt ediyordum. Aklıma bana söylediği sözler geldi. İnsanların ondan korktuğunu söylemişti. Bu yüzden onlardan önde olduğunu düşünüyordu. Ben ondan korkuyor muydum? Cevaplaması zordu. Çünkü onun yanındayken hissettiklerim dile dökemeyeceğim kadar belirsizdi.
Kapı aniden açıldı. Birkaç adım geriledim. Elindeki havluyu fark edince lavaboya gittiğini anladım. İyi ki kapıyı açmamıştım. "Ne yapacaksın şimdi?"
Başıyla sağ taraftaki odayı işaret etti. Arkamdan gelirken parmaklarımı pantolonumun kemerine yerleştirdim. Gergindim. Oturma odası olduğunu düşündüğüm yer tahmin ettiğimden daha büyüktü. Bir tekli koltuk dışında oturacak bir şey yoktu. Garipser gibi etrafa bakındım ve ona döndüm.
"Burası tam olarak neresi?" Beni umursamadan koltuğa oturdu ve havluyu yere bıraktı. "Sana soruyorum. Stef'in getirdiği belgeler ya da her neyse... Onlara bakmayacak mıydık?"
Başını arkaya yasladı. "Bekleyeceğiz."
"Beklemek için daha uygun bir yer bulamadın mı?" diye sordum sinirle. Zaten Stef'in gönderdiği şey her neyse başka yerde de bakabilirdi. Bana yalan söylediği hissine kapıldım. "Ulaş!" Aniden diklendi ama duruşumu bozmadım.
"Tuvana'yı bekleyeceğiz." Sesindeki korkutucu tını daha fazla gerilmeme neden oldu.
"Bir söylediğin diğerini tutmuyor." dedim sesimi yükselterek. "Hani emin olmadan bir şey yapmayacaktın?"
Oturduğu yerden öyle hızlı kalktı ki geri çekilmeye fırsat bulamadım. Eli kolumu kavramış, koyulaşan yeşilleri ile korkutucu bir şekilde bana bakıyordu. "Bana hesap mı soruyorsun?" Elini ileri geri sallayarak beni sarstı. Başımı hızla iki yana salladım. "Her defasında sanki sana zorla bir şey yaptırıyormuş gibi davranmayı kes. Sana sordum, gelmek istedin." Sesi alçalmıştı. Nefes alış verişi hızlanmıştı ve yaşaran gözlerim ona istediğini veriyordu. İterek beni bıraktığında sendeleyerek dengemi buldum. Arkasına dönüp perdesi çekili pencerenin önüne gitti. Elimi koluma götürdüm ve hafifçe ovaladım. Kendime kızdım. İyi biri olduğuna inandığım için başımı duvarlara vurabilirdim. Hasta kafasında bir oyun yazıyor ve oynamamı bekliyordu. Fikrimi değiştirmeden odadan çıktım ve kapıya yöneldim. Dışarı çıkıp koşar adımlarla yürürken kapının arkamdan açıldığını duydum. Omzunun üzerinden bakmak istesem de bakmadım. Adımlarımı hızlandırdım.
"Yolu bulamazsın kelebek!"
Duraksayarak ona döndüm. "Bence tam da doğru yolu buldum." Kaşlarını çattığını metrelerce öteden anlamıştım. Bana doğru yürürken öfkeli sesini duydum.
"Bana diklenme Eylül yoksa-"
"Ne yaparsın? Yoksa kerpeten mi getirmeliydim?" Geriye doğru yürümeye başladım. Üzerime gelirken ön taraftan gelen araba sesini işittim.
"Eğer planımı mahvedersen seni o kerpeten bile kurtaramayacak." Planının ne olduğu umurumda değildi. Beni buraya getirirken anlatmalıydı. Arkama döndüm ve var gücümle koşmaya başladım. Umarım bahsettiği plan boka dönerdi. Bilmediğim bir ara yola girdim ve koşmaya devam ettim; en azından ormandan çıkana kadar.
"Nereye gittiğini biliyor musun aptal, buradan çıkamazsın!" Arkamdaydı.
"Hayır ama buradan çıktıktan sonra nereye gideceğimi biliyorum." Ayağım ağrımaya başlamıştı. Eğer şu an durursam boşuna ona diklenmiş olurdum. Eline geçtiğimde çenemi ya da bileğimi sıkmaktan başka ne yapabilir diye düşündüm.
"Seni o karakola ellerimle götüreceğim!" Benim nefesine kesilmişti ama o hala rahatlıkla konuşabiliyordu. Topallayarak koşmaya devam ederken elime yüzüme bulaştıracağıma emin olduğum bir düşüncenin esiri olduğumu fark ettim. Neden bu davranışına şaşırmıştım ki? O Hapishane'nin sahibiydi. Onun için can yakmak, can almakla eş değerdi.
Ciğerlerim iflas etmeye yakındı. Ellerimle ceplerimi yokladım. İlacımı almamıştım. Hemen arkamda olduğuna emindim. Rüzgara karışan kokusu çok yakınımdaydı. "Tamam duracağım! Koşmayı kes!" diye bağırdım. Durunca ne yapacağını kestiremediğim için korkuyordum.
"Aklın varsa durmazsın Kelebek!"
Hızım kesmeden arkama bakmaya çalıştım. Hemen arkamdaydı. Yüzünden okuduğum tek şey işimin bittiğiydi. Kesinlikle duramazdım. Tekrar önüme döndüğümde neye takıldığımı anlamadan kendimi yerde buldum. Kollarımı başıma siper ederek bekledim. Kalbim hızla ağzımda atarken kapüşonumdan tuttu ve onu görecek kadar doğrulmamı sağladı. Gözlerimi sımsıkı kapattım. Onun o korkunç gözlerine bakmayacaktım.
"Değdi mi bari?" Nefes nefeseydi. Dudaklarım titremeye başlamıştı. Gözümden saç diplerime akan gözyaşına lanet ettim.
"Aldın işte istediğini, bırak!" dedim ve kapüşonumu kurtarmaya çalıştım.
"Sana benden korkmanı istediğimi söylediğimi hatırlamıyorum." Nefesi yanağımın üzerindeydi. Elini çektiğinde dudaklarımdan bir hıçkırık çıktı.
"Korkasım varmış o zaman. Lütfen bırak beni." Kalkmaya yeltendiğimde kolumdan yakaladı. Elimi elinin üzerine koyarak tutuşunu gevşetmeye çalıştım. "Yalvarırım bırak." Kendime daha sonra acıyacaktım. Karşısına omuzlarım sarsılarak ağlarken ne kadar aciz göründüğümü düşündüm.
"Güçlü biri olduğunu düşünmüştüm." Eli sıkılaştı. Bedenim geriye doğru gerildi. "Ama yanılmışım. Sen o kozalaktan asla çıkamayacaksın." Kolumu aniden ittiğinde yere yığıldım. Elim acıyan koluma gitti. Uzaklaşana kadar gözlerimi kapalı tutmaya devam ettim. Nemli toprağın üzerinde öylece yatarken gözlerimi araladım. Görüş alanına giren beyaz mermer taş ağlayışımı durdurdu. Taşın üzerindeki ismi okuduğumda çığlık attım. Aceleyle kalkmaya çalıştım. Ama ayaklarım birbirine dolandı. "Hayır! Hayır, olamaz hayır!" Ellerimi yüzüme örttüm. Mezarlıkta olmama imkan yoktu. Ayakkabımın topuğuyla yeri dövmeye başladım. "Hayır!" Sırtımın ağaca değdiğini hissedince gövdesine tutunarak ayağa kalktım. Gözlerimi tekrar açtığımda mezar yoktu. Etrafıma bakındım. Hiç kimse yoktu. Yüzüme düşen yağmur damlası ile irkildim. Tekrar yere düşerken kuruyan dudaklarımı araladım ve ilk defa onun adına kötü düşündüm. "Senden nefret ediyorum Doruk!" Başımı gökyüzüne doğru kaldırdım. "Umarım tüm bunları görüyorsundur."
"Seni asla affetmeyeceğim." Yorgun bedenimi zorlukla ayağı kaldırdım. Bu sefer merhamet yoktu. Ona ve ona ait olan ne varsa, yakıp yıkmaya hazırdım. Telefonumu çıkardım ve parmaklarım rakamlara basmadan önce elim saçlarıma gitti. "Korkma Eylül." diye mırıldandım kendime. "Saklandıkça geçmiyor. Kozandan çıkma vakti geldi." Telefonu kulağıma götürdüm.
"Beşiktaş Polis Merkezi Amirliği. "
"B-Ben bir şikayette bulunmak istedim. " Omzunun üzerinden arkamı kontrol ettim. Kimse yoktu.
"Dinliyorum efendim."
"İki hafta önce işlenen bir cinayetin katilini bildireceğim." Bedenim titremeye başlamıştı. Bu kadar zor olacağını tahmin etmemiştim.
"Bir saniye hanımefendi." Arkada bir hareketlilik oldu. Memurun bile heyecanlandığına emindim. "Ölen maktulün adını söyler misiniz?"
"Doruk Çelik." dedim tek nefeste. "Katilinin adı Taner." Elimle alnıma vurdum. Soyadını bilmiyordum. "Batak Caddesi'ndeki bir kulüpte çalışıyor. Pain Place'de. "
"Adınızı söyler misiniz?"
Telefonu kapattım. Bana ulaşmaya çalışacaklardı. Onlardan önce karakola gidip ifademi değiştirmem gerekecekti. Son kez arkama baktım. "Bu sefer senin değil , benim anılarım sahnede olacak Gölge." Kapüşonumu saçlarıma örttüm ve geldiğim yönün tersinde yürümeye başladım. "Bu sana son iyiliğimdi Doruk." diye düşündüm. "Artık beni rahat bırak."
Ormandan ana yola çıkmam yirmi dakika sürmüştü. Yirmi dakika polislerin Batak'a baskın yapmaları için yeterli bir süreydi. Koşmaya başladım. Eğer Ulaş'ın kulağına polislerin Taner'i almaya geldiği ben karakola gitmeden giderse, başım belaya girerdi. Anlık sinirle yaptığım bu hareket umarım yarın pişmanlığım olmazdı. Telefonum çalınca duraksadım. Numara kayıtlı değildi. Etrafıma bakındım. Ulaş olma ihtimalini aza indirerek telefonu kulağıma götürdüm. Soğuk ve öfkeli sesi kulaklarımı doldurdu.
"Eğer Batak'a gidene kadar Taner götürülmüş olursa arkadaşının yanına bir mezar kazmaya başla." Telefonu yüzüme kapattığında elimi sıkışan göğsüme götürdüm. Telefon tekrar çalınca ekrandaki isme baktım. Batu arıyordu. Batular öğrendiyse Taner yakalanmış olmalıydı. Sonra cevaplamaya karar verip yürümeye devam ettim. Bana gerçekten zarar verir miydi? Tabi ki verirdi. Peki öldürür müydü? Yürümeye devam ettiğim yarım saat boyunca aklımda bu soru vardı. Karakolun önünde beklerken, burada işim bittikten sonra Ulaş'a teslim olmaya gitmeyi düşündüm. Yetkisi neydi bilmiyorum ama sevdiklerime değil, zararı bana vermesini istiyordum.
Derin bir nefes alıp içeri girdim. İfademi değiştirip polisle konuştuğum süreç içinde Taner oraya getirilmemişti. Ulaş'ın onu kaçırmış olabileceğini düşündüm. Her halükarda olan bana olacaktı. Karakoldan çıktığımda bir izdihamla karşılaştım. Servisin içinden çıkarılan kelepçeli adamların hepsi siyah takım elbise giyiyordu. Arkadaki arabadan indirilen üç kadını incelerken üzerlerindeki kısa etek ve askılılar dikkatimi çekti. Hepsi içeri alınırken kenara çekilip izlemeye devam ettim. Eğer bu insanlar Batak'ın pislikleriyse, ölümüm yakın demekti. Polis arabasından inen polise bakarken endişe ile yutkundum. Arabadan çıkarılan Taner'i gördüğümde ağzım şaşkınlıkla açıldı. Buraya kadardı. Bitmişti işte. Hak ettiği cezayı alacaktı. Yanımdan geçerken bana çevirdiği mavileri tırnağımı avucuma geçirmeme neden oldu. Hiçbir tepki vermeden geçip gittiğinde hızla oradan uzaklaştım. Tüm Batak karakola getirilmişti. Sanırım bu Ulaş'a verebileceğim en büyük zarardı.
Caddeye gitmeyi düşünsem de yaşamak istediğime karar verip bir taksiye bindim ve evimin adresini verdim. Telefonumu çıkarıp Batu'nun arayıp aramadığını kontrol ettim. Mesajını açıp okudum. Birkaç dakika önce atmıştı.
Batu : Neler dönüyor Sarı? İfadeni değiştirmişsin.
Polisi ararken soranlara nasıl bir açıklama yapacağımı düşünmemiştim. Ölmekten hiç bu kadar korkmamıştım. Ulaş'ın, haftalar önce yaptığı tehdit zihnimde canlandı. Ona ait olan bir şeye verdiğim zararı Hapishaneye girerek ödeyeceğimi söylemişti. Gözümün önünde beliren kanlı, dağıtılmış yüz düzensiz aldığım nefeslerimi tutmama neden oldu. Doruk'un o hali aklımdan silinmiyordu. Orada ne olduğuna dair bildiklerim, bilmediklerimin yanında hiçbir şeydi. Kesinlikle beni Hapishaneye götürmesine izin veremezdim. Araba yavaşladığında etrafa bakındım. Daha gelmemiştik. "Ulus'a gideceğiz."
"Abla arkadaki araba izin vermiyor." Adamın bakışları dikiz aynasındaydı. Aniden arkama dönüp arabasını son sürat bize doğru süren sürücüyü seçmeye çalıştım. Şapkası yüzünden kim olduğunu anlamam zordu. Arabanın Ulaş'ın olmadığına emindim.
"Lütfen o olmasın." diye dua ettim. "Durmayın. Lütfen sürmeye devam edin." Adam dikkatini yola verip hızlandı. Arabanın asfaltta çıkardığı ses dizginlemeye çalıştığım endişemi gün yüzüne çıkarıyordu. Cami indirip sert rüzgarın yüzüme vurmasına izin verdim. Nefes almaya ihtiyacım vardı.
"Abla istersen karakola götüreyim seni." Başımı hızla iki yana salladım. Eğer Ulaş'ın da içeri atılmasına neden olursam yaz boyunca pencerem kapalı uyumak zorunda kalırdım.
"Hayır. Sadece izimizi kaybettirin." Tekrar arkaya doğru baktım. Taksiciye korna çaldı. Sol taraftaki yola girdiğinde arabanın filmli camlarına küfrettim.
"Kaza yaptıracak. Ben duruyorum. Paran da sende kalsın abla." diyerek frene bastığında bedenim öne doğru düştü. Dengesizce kapıyı açtım ve kendimi dışarı attım. Siyah araba yerde sürünerek durduğunda içinden çıkan beden ümitsizce yere oturmama neden oldu; gelen Ulaş'tı. Öfkeyle ön kapıyı açtı ve sürücüyü yakalarından tutup dışarı çekti. Ne halt ediyordu bu?
"Sana durman için korna çalmadım mı lan it!" Başını adamın burnuna gömdüğünde ellerimi ağzıma götürdüm. Adamın konuşmasına fırsat vermeden yumruğunu karın boşluğuna savurduğu. Taksici iki büklüm yere düşerken ön taraftan dolanıp yanıma geldi. Burnundan soluyordu.
"Onu neden dövdün?" diye sordum ağlamaklı bir sesle. "Yalnızca istediğimi yapıyordu." Kolumdan tuttu ve ayağa kalkmamı sağladı. Çenesindeki kaslar öyle gerilmişti ki bir yumruğunu da benim üzerimde deneyecek sandım.
"Cesaretin gözlerimi yaşarttı." Kolumu çekmeye çalıştım ama izin vermedi. Bir hamlede sırtımı arabaya yasladı.
"Bunu yapmamı istememiş miydin?" diye sordum meydan okurcasına. Bakışları sanki mümkünmüş gibi daha da sertleşti.
"Lafımı dinlemen ne güzel. Şimdi de gidip ifadeni geri çekiyorsun." Başımı iki yana salladım. Kolumu silkeledi. Acıyla yüzümü buruşturdum.
"Bunu yapmayacağım." Boynumu dikleştirdim. "Doruk'un annesinin içinin rahat etmesi gerek."
"Katil içerde olunca oğlu geri mi gelecek?" diye bağırdı.
"Sen ne anlarsın ki? Bir annenin evladını kaybetmesi nasıl bir his nereden bileceksin?" Ben de bağırmıştım. Nasıl böyle bencilce düşünebilirdi?
"Sen nereden biliyorsun?" Sesi alçalmıştı. Bakışları hala öfkeliydi ama sesi normal çıkmıştı. Umursamadım.
"Çünkü Gölge değilim." dedim düşünmeden. Umarım etkilenmişti. Onun bana yaptığı gibi onu kırıp dökmek istiyordum. Ama öyle olmadı. Sırıttı ve kolumu bıraktı.
"Ben Taner'i oradan çıkarırım. Ama eğer sen Batak'a bulaşırsan kimse seni o çamurdan çıkaramaz."
Beni bırakıp arabasına yürümeye başladığında şaşkınlıkla arkasından baktım. Bu muydu yani? Öylece gidecek miydi? İntikam hırsı neredeydi? "İfademi değiştiremem." diye seslendim arkasından. Kapıyı açıp bana döndü.
"Ben de olacakları." Binip hızla uzaklaşırken arkamdaki arabaya tekme attım. Sancıyan ayağım ağzımdan ufak bir inleme çıkmasına neden oldu. Madem eninde sonunda Taner'i oradan çıkaracaktı, ifademi değiştirmeme gerek yoktu. Yerde hareketsiz yatan taksiciye acıyarak baktım. Onun için yapabileceğim bir şey yoktu. Hızla oradan uzaklaşmaya başladım. Ben Ulaş'ın iyi tarafına iki günde alışmıştım. Şimdi bu halini görmek, garip hissettiriyordu. Bahar'ın ne hissettiğini şimdi daha iyi anlıyordum. Gözlerindeki samimiyeti sevdiğin adamın karanlık yüzünü görmek acı veriyordu. Bu acıyı bana çektirmesine izin verdiğim için kendimden nefret ettim.
*
Yıldıza dokunmayı unutmayın :)
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top