4.BÖLÜM ''Mektup''

4. BÖLÜM

''Mektup''

Bana ithafen.

Babam...

Babamın bana bir mektubu, söyleyecek bir şeyi olduğunu duyunca dayımın yanına gitmek için yollara düştüm.

On dokuz yıl öncesi annem tarafından terk edilen biz, dokuz yıl öncesi her iki ebeveyni tarafından terk edilen ben olarak kalmıştım. Ama bunun için babamı suçlayamıyordum. İster terkedilmelere karşı bir bağışıklık deyin, ister alışkanlık...

Babam, anneme âşık bir adamdı. Annem tarafından terk edilmemizden sonra elinden geldiğince beni korudu, kolladı. Benim büyüyüp kendi yolumu çizebilmem için, annemin yokluğunu hissetmemem içim büyük uğraşlar verdi. Ama on yıl geçtikten sonra dayanamaz hale geldi. Yılların, yalnızlığın ve en önemlisi de aşkın onu çökertmesini on yıl boyunca izledim. Babam için elimden gelen ne varsa yapmaya çalıştım. Onu ağlatmak için, içini döktürüp ruhunu ağırlaştıran ne varsa yok etmek için uğraştım.

Ağlamadı. Sadece artık büyüdüğüm hakkında konuştu, onsuz devam edip edemeyeceğimi sordu ve gitmeye ihtiyacı olduğunu söyledi. Hayır demedim. Sadece söylediklerini onaylayıp o giderken ardından baktım. Belki de onun yükünü hafifletmek için yapabileceğim en iyi şey buydu.

Dokuz senedir tek kelime etmedik. Arada sırada onu ziyarete gittiğimde aramızdaki tek iletişim minik gülümsemeler, titreyen çeneler ve içe atılan gözyaşları olurdu. Ama yine de biz en çok birbirimizle dertleşirdik.

Dayımın kaldığı otele yaklaştığımda uygun bir park yeri bulup aceleyle indiğim arabayı kilitlemek son anda aklıma gelebilmişti. Koşarak resepsiyona gittim ve dayımla görüşeceğim hakkında bir şeyler söyledim. Gereksiz sorgular ve alınan izinlerle geçen zaman, sinirlerimi her geçen saniyesinde daha da yıpratıyordu. Sonunda gidebileceğim söylenip kat ve oda numarası hakkında bilgilendirildiğimde hızla asansörlere koştum. Beşinci katın düğmesine defalarca kez bastım. Ne kadar çok basarsam o kadar hızlı gidebilirmişim gibi hissediyordum.

Asansörden hızla çıktıktan sonra etrafta göz gezdirdim ve dayımı kaldığı odanın kapısının eşiğinde bana bakarken gördüm. Çok geçmeden yanına vardığımda, o kadar aceleye rağmen birkaç saniye boyunca birbirimizin yüzüne bakıp kalıverdik öylece. Bu da bir iletişim şekliydi, belki de en etkilisi. Gözlerini ilk kaçıran dayım olduğunda, içeri geçmemi söyleyerek önümden çekildi. Ben dairenin içinde gördüğüm divana doğru ilerlerken, o da arkamdan geldi ve elime yavaşça uzatarak beyaz bir zarf verdi.

Öyle narin davranıyorduk ki zarfa ikimiz de... Dokuz senenin suskunluğuydu zarfın içindeki mektup, on dokuz senenin acısıydı, babamdı. Titreyen ellerimle, özenle açmaya çalıştım zarfı. İçinden çıkan dörde katlanmış kâğıdı yavaşça çıkardım. İnci gibi ve düzenli yazısıyla tezatlık oluşturan kâğıda baktım. Bazı yerleri buruşmuş ve kabarmıştı. Mürekkep dağılmış, kâğıdın arka yüzünden görünür hale gelmişti. Bu izler, babamdı. Babamın on dokuz yıl boyunca akıttığı ilk gözyaşları, son umudu, tükenmişliği, çaresizliğiydi.

''Çağdaş, seni özledim oğlum.

Kendimi özledim.

Bugün, kendime kavuşuyorum. Sana da kavuşmama az zaman kaldığını bilmenin mutluluğuyla yazıyorum.

Öncelikle, umarım beni affedebilirsin. Eğer ki kendini yalnız, kimsesiz hissetmene, kırılmana bir saniye sebep olduysam, çok özür dilerim oğlum.

Yıllarca bekledim. Bir gözyaşının bedenimden ayrılıp da beni hafifletmesini, hıçkırıkların bedenimi sarsarak terk etmesini bekledim. Sevginin ya da acının beni öldürmesini bekledim. Bir türlü olmadı.

Beklemekten yoruldum. Ruhum git gide çürüyen bedenimin içinde kısılıp kaldı. Artık, ruhumu azat edeceğim. Ama ruhum özgürlüğün tadına yavaş yavaş varırken, hafiften bir korku siniyor içime.

Öldükten sonra ne yapacağım, ne yapacaksın?

Ruhum için endişelenmeyi bıraktım artık. Ölümün aslını anladıkça, tüm korkularım terk etti beni. Çünkü nelerle savaşacağımı biliyorum.

Yavaştan bir renk sardı etrafımı. Ruhumu alıp götürecek. Her geçen saniyede daha da yaklaşıyor bana, anlamaya başlıyorum. Bu rengi dünyanın sefil ışığında göremeyeceğim.

Herkesin hayatında bir ''O'' vardır. Dikkat et! Asla hazırlıksız yakalanma ve ne olursa olsun hem ölümden önce, hem de ölümden sonra onu kaybetmemek için savaş. Ama O'ndan önce kendini bul ve daha da önemlisi onu muhafaza etmeye çalışırken kendini kaybetme. Çünkü sen olmazsan, yapabileceğin hiçbir şey varlığını sürdürmez.

Ölüm, bir yok oluş değildir yavrum. Bunu sakın unutma. Seninle bir daha görüşeceğimizi de sakın aklından çıkarma. Ben seni uçsuz bucaksız bir renk şöleninin önünde bekliyor olacağım. Burada yapmam için bana verilen sınırlı babalık görevini, zaman kavramının olmadığı o yerde sonsuza kadar yapacağım. Yani, benden kurtulmayı aklından bile geçirme!

Buradaki son kelimelerimin ve son nefesimin sahibi sen ol istedim, şimdi de sonu beklemekten sıkıldığım bu minik dünyada, sonumu kendim yaratıyorum.

Umarım en güzel renkler arasında buluşuruz ve her şey hakkında hiç bıkmadan konuşuruz. O zamana kadar sözlü kelimelerim, senin için hazır bekliyor olacak.''

Bazı zamanlar olurdu... Ne yapmamız gerektiğini bildiğimiz halde, beynimizin komut verme yetisini kaybedip vücudumuzun hareketsiz kaldığı anlar... Aşırı heyecan, üzüntü, sevinç ve daha nice duygunun sebep olduğu çaresizlik anlarıdır bunlar.

Çoktan olmuş olması gereken fakat zamanın hızına yetişemeyip geride kalmış, gerçekleşememiş şeyler vardır. Anı haline gelememiş, hayal diye tasvir edilememiş şeyler. Düşünüldüğü zaman kenarları pişmanlıkla süslenmiş bir çerçevenin içindeki resme benzer, fakat görünmezler. ''Keşke'' kelimesi, her daim yoldaşlık eder böyle görünmez geçmişlere. ''-meli, -malı'' ekleri her zaman kelimelerin yanına sırdaş olur, gerçek anlamlarını saklamak adına.

Bu anları yaşama sırası bana gelmişti, görünmez geçmişin görünmez sınırlarına çarpmış, acısını hissetmiştim.

Keşke geçmişe geri dönebilseydim.

Gitmeliydim, babama gidip ne olduğuna bakmalıydım.

''Yapma!'' demeliydim. Yanına gidip sarılmalıydım, tutup bırakmamalıydım.

Gitmeye ihtiyacı olduğunu söylediğinde ona izin vermemeliydim. Benim de ona ihtiyacım olduğunu avazım çıktığınca kulaklarına fısıldamalıydım. Yanından ayrılmayıp yalnız olmadığını, birbirimizin her şeyi, herkesi olduğumuzu söylemeliydim.

Geç kaldım. Babamın hayatına geç kaldım. Bana bildiği her şeyi öğretmek için tek bir saniye bile fedakârlığından vazgeçmeyen adam...

Bana en son anında en önemli şeyi öğretmişti. 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top