3.BÖLÜM ''Yaşamın Rengi''

                  

3. BÖLÜM

''Yaşamın Rengi''

Hayatta sevdiğim iki kişi var, biri benim.

O'na ithafen.

Mavinin egemen olduğu rüyalarım arasından sıyrılıp, uyandıktan sonra uzun süre dün gece yıkılmışçasına yattığım koltuktan kalkamadım. Vücudum öylesine yorgundu ki, aldığım her nefes daha da ağırlaştırıyordu bedenimi sanki. Uykularım çok güzeldi, sürekli olmasa da bir süre için beynimi ve ruhumu dinlendirmem adına bir çareydi, bir çıkış kapısıydı... Ama uyandığımda tüm rahatlığım son buluyor, yerini gerçek hayatın nedeni meçhul acılarına bırakıyordu.

Sanırım, annemin cenazesi dün toprağa verilmişti. Ne yazık ki onun ölümü, benim için yaşamasından daha iyiydi. En azından artık nerede olduğunu bilecektim. 'Nasıl yaşıyor, kiminle beraber, başka çocukları var mı yoksa hepten yalnız mı?' Bu sorular o gittiğinden beri aklımı kurcalar, en sonunda aklıma gelen çekingen ve telaşlı olduğu kadar haklı düşünce sayesinde de beni terk eder, başkalarının canını acıtmaya giderdi.

'Ne yapacaksın? O seni bırakıp giderken bunları düşündü mü? Babanın da gideceğini hiç mi düşünemedi, kendini ne kadar sevdiğini hiç mi bilemedi?'

Velhasıl, kendini dünyaya sığdıramayan biraz anne, biraz eş, çokça kadın olan kişi en sonunda kendi yerini bulmuştu. Artık endişelenmeye mahal yoktu.

Düşüncelerimden sıyrılıp gerçek hayata dönebildiğimde, üzerimde hala dün geceden kalma kabanımın ve yarısı yerlerde sürünen atkımın olduğunu fark ettim, bir hayli terlemiştim. Dün gece gerçekten de çok kötü bir haldeydim, o yüzden botlarımı çıkarmış olmama sevindim ve üzerimi değiştirmek için ayaklandım.

Odama girdiğimde yatağımın hala dağınık olduğunu gördüm. Etraf karmakarışıktı, tabiri caizse her yer her yerdeydi. Bu görüntü zaten evhamlı olan halime biraz daha sıkıntı katmıştı. Yorgun halime zıt düşen bir hızda giyindim ve bu odadan çıkmak için hızımı adımlarımda da kullandım.

En son iki gün önce annemin ölüm haberini aldığım ve sonrasında da kapattığım telefonum sehpanın üzerinde öylece duruyordu. ''Açsam mı?'' diye düşündüm bir ara, fakat kimsenin gereksiz taziyelerini, haksız sitemlerini duymayı istemiyordum. Böylesinin daha iyi olduğuna karar verdim.

Dün sokaklardaki renk arayışımdan sonra bugün tüm umudumu kaybetmiştim. Sokaklardan medet umamazdım, çünkü gösterdiği tek şey doğru gibi görünen yanlışlardan ibaretti. Bu durumda mugalata, ihtiyacım olan son şeydi. Ama bir şeyler bulmam lazımdı ki akşama karşısına çıkabilmeliydim. Dün de hastanedeydi, bugün de orada olacağını düşünüyordum. Siyah değildi, mavi değildi. Ne olabilirdi?

Alkıma hiçbir şeyin gelmemesi ihtimali kalan zamanımla ters orantılı olarak artıyordu. Bu yüzden her ne kadar istemesem de günlerdir dokunmadığım telefonumu açtım ve zaman kaybetmeden internete girdim. Art arda gelen mesaj seslerinin beni sinir etmesiyle ses, titreşim, ne varsa kapattım. Gerisi sadece onunla ilgili olan kısımdı. Arama motoru sayesinde renkler arasında dolaşacaktım. İstanbul'un yalancı siyahından ve kirli beyazından daha çok işime yarayacağını umuyordum.

Yaptığım araştırmalara göre kırmızı heyecan ve canlı duyguları uyandıran bir renkti. Zaten en başından belliydi, fakat yine de hiçbir ayrıntıyı gözden kaçırmamalıydım. Hem dün akşam bunu beynime kazımıştım; ölüm asla hepten kötü bir şey değildi. Tıpkı tamamıyla iyi olmadığı gibi...

Turuncu neşeyi, sarı mutluluğu temsil ediyordu. Öldüğüm için sevineceğimi düşünmüyordum.

Gri, ciddiyetti. Mor, asaletti. Fakat öldüğümde ciddi ya da asil olmamın hiçbir anlamı kalmayacaktı.

Yeşil, huzurdu. Ölüm, sahiden de huzur demek olabilir miydi? Ne olursa olsun, asla tamamıyla huzurlu olabileceği mantıklı gelmiyordu. Düşünebilirsen, özlerdin. Geride kalanları, eşini, dostunu, aileni... Düşünemezsen, zaten huzurlu olduğunu bilemezdin. Gittikçe bu huzur denen şeyin sadece uydurulmuş sözlük anlamına sahip bir sözcükten ibaret olduğunu düşünmeye başlamıştım.

Mavi, soğukluk, sonsuzluk... Bir ölü kadar soğuk... Bir ölünün kalan zamanı kadar sonsuz, uçsuz bucaksız. Gözleri, yaşamın rengindeydi besbelli, aynı zamanda ölümün rengi de olabilir miydi? Yaşam ve ölüm, sadece bizim algılarımızın çabasından doğmuş olgular olabilir miydi? Fakat annemi düşündüm, yoktu. Belki de onun olduğu yerde, ona göre olmayan bendim.

Diğer renkler tek tek gözümün önünden silindi. Sadece yeşili ve maviyi görüyordum. Kapattım gözlerimi. Yeşil, git gide mavinin sonsuz güzelliğinin altında kaldı ve görünmeyecek hale geldi. Artık, her yer rüyalarımdaki gibi maviydi. Dümdüz bir çarşaf gibi olan mavi, kapalı gözlerimin önünde hızla dönerek harelendi, en güzel tonuna dönüştü ve bir çift mavi göz tam karşıma düştü. O an karar verdim, mavi diyecektim. Düşündüm; ölüm, bir son değildi zaten. Ölüm, asıl yaşama açılan görkemli bir kapıydı. Ölüm, O'ydu, onun gözleriydi. Ben, sanıyorum ki asıl yaşamıma diğerlerinden biraz daha önce ulaşmıştım.

Gözlerimi açtım, maalesef ki bu dünya beni hala tam anlamıyla bırakmamıştı. Bunu ışığı yanıp sönen telefonumdan anlayabiliyordum. Açmak istemiyordum, açmadım. Tekrar aradı. Peş peşe gelen aramaların dördüncüsünü bıkkın bir şekilde açtım. En azından karşıdan gelen sesleri dinlemiş gibi yaptığım savunmamdan sonra kendi cümlelerimi kullanarak taarruza geçebilirdim. Umarım ilk ve son olurdu.

''Efendim?'' Dedim sinir ve soğuklukla harmanlanmış sesimle. Bu karşıdakinin kendi etrafıma koyduğum bariyerleri aşmaması için bir uyarı anlamını en zirvesinde taşıyordu.

''Çağdaş... Benim, dayın,'' Diyerek aydınlattı beni. Sitem edeceğini düşünmüştüm ama sesi bu düşüncemi doğrulamıyordu. Sesindeki hüznü iliklerimde hissettim. Keşke, annem de bir kez olsun bu tonda konuşsaydı benimle. Düşüncelerimden sıyrılıp cevap verdim.

''Söyle, dayı.''

''İstanbul'dayım. Akşam yanına uğramayı isterim...'' Devamını getiremedi, pek bir şey demeye yüzü olmadığının farkındaydı demek ki. Aslında kabul edecektim ama olmazdı. O kızın yanına gidip cevabı söylemem gerekti.

''Akşam müsait değilim. Telefondan söyleyebileceğin bir şeyse şimdi söyler misin? Değilse ben bir ara yanına gelirim, konuşuruz.''

''Aslında... Sana bir mektup var oğlum.''

''Annem hakkında olan hiçbir şeyi duymak ya da okumak istemiyorum dayı, kalsın lütfen.'' Hız ve sinirle bezenmiş ses tonumu daha da açığa vurarak verdiğim cevaptan sonra bunu işittim;

''Annenden değil, babandan.''

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top