Sekizinci Bölüm ~Ares ve Riley
Gökyüzündeki yıldızları saymak istedim. Hepsini teker teker saymak. Her biri ayrı bir önem taşıyordu. Bence her birinin ayrı bir özelliği vardı. Ya da her biri farklı bir insanı temsil ediyordu. Düşüncem buydu.
Herkesin kendine özel bir yıldızı olmalıydı. Benim yıldızım mı? Benim yıldızım o kimsenin seçmediği küçük yıldızdı. Oradaki yıldız bende saklıydı. Ben de onda.
Her gökyüzüne baktığımda orada olmasını istedim. Bana güç vermesini... Tabii ki de bu imkânsızdı.
"Benim yıldızım şu." Gözlerimi gökyüzünden ayırıp sesin sahibine -Ares'e - baktım. Gülümseyerek yıldızına bakıyordu. Çok içten bir gülümsemeydi. İçimi ısıtmıştı.
"Hangisi?" derken yıldızların arasında onunkini arıyordum. Gerçekten de birçok yıldız vardı gökyüzünde. Onun yıldızını bulmak neredeyse imkânsızdı.
Elini kaldırdı. Sağ tarafı -benim yıldızımın bulunduğu bölge- eliyle gösterdi. "Bak şuradaki. Tek başına olan. Hani şu kimsenin parlak olmadığı için seçmediği yıldız." Gösterdiği yere baktığımda gördüğüm yıldız, benim yıldızımdı.
"Gördüm." dedim gülümserken. İkimiz de aynı yıldızı seçmiştik.
"Senin yıldızın hangisi?" dedi yıldızlara bakarken. Sırtımı ağaca yasladım ve yüzünü inceledim bir süre. Tek yaptığım buydu. Bir süre sessizce bekledik.
O yıldızları izliyordu, ben ise onu. Aklımda beliren düşünceler ile kaşlarım çatıldı.
Her insanı bir yıldız temsil ediyordu. Öyleyse benim gerçek yıldızım hangisiydi? Ait olmadığım bir yıldızı mı seçmiştim?
O sırada bir şey işittim. Çok kısa sürdü ancak sesin nereden geldiğini çözebilmiştim. Sırtımı yasladığım ağaçtan ayırdım. "Beni takip et." deyip ormanın içinde ilerlemeye başladım. Yerdeki dikenlere basmamaya özen gösteriyordum.
Ağaçların arasından geçerken peşimden geldiğini adım seslerinden anlıyordum.
Ağaçların dalları yere çok yakın bir mesafedeydi. Bu yüzden ellerimle ince dalları yolumdan çekmeye çalışıyordum.
Kısa bir süre daha ilerledikten sonra, karşımıza bir nehir çıktı. Aslında başka bir ses duymuştum ancak bir nehirle karşılaşmak da güzeldi.
Olduğum yerde durup gülümsedim. Ares yanıma geldi. "Buraya neden geldik?" diye bir soru yöneltti. Sorunun cevabını bende bilmiyordum. Cidden, ne için buraya gelmiştim?
Gözlerimi kapattım ve suyun akışını dinledim. Bu... Muhteşemdi.
Derin bir iç çektim. Yıllarca gözlerimi kapatıp burada kalabilirdim ancak şartlar buna izin vermiyordu. Vermeyecekti.
"Riley, anlıyorum burası çok güzel ama... Hemen geri dönmeliyiz. Bir şeyler ters gidiyor. Hissedebiliyorum."
Gözlerimi araladım. Ellerimi göğsümde kavuşturdum. Başımı yukarı kaldırıp indirdim. Kurumuş dudaklarımı ıslattım ve Ares'e doğru yavaşça döndüm.
"Ne var, biliyor musun? Arkadaş olabileceğimizi düşünmüştüm... Kısa bir an. Ancak sen yine kıçını kurtarmak için hemen buradan gitmemizi istiyorsun. Ares... Biraz, sadece biraz James gibi olsan? Onun gibi güçlü, cesur ve karşısındakini de düşünen biri. Bazen senin bir Biyrex olmadığını düşünüyorum. Biyolojik olarak bir Biyrex olabilirsin ancak benim gözümde o bencil insanlardan hiçbir farkın yok!"
Kelimeler dudaklarımdan dökülürken, öfkem de paralel olarak gitmişti. Belki de şimdiye kadar yapmam gereken buydu. İnsanları, insan görünümlü elçileri umursamamalıydım. Herkesin beğendiği, büyük gördüğü Mayka'nın kızıydım. O öldüğü için Mayka bendim. İnsanları öldürebilirdim. Kendi başımın çaresine bakabilirdim. Burada ne işim vardı?!
Arkamı döndüm, bir adım atmıştım ki Ares:
"Hikâyenin başlangıcını öğrenmek ister misin, Riley?" sesi yalvarır gibiydi. Şu an onu dinlememem ve öylece çekip gitmem gerekirdi. Yapmadım. Döndüm ve anlatması için ona izin verdim.
Yerdeki taşların üzerine oturdu ve gökyüzüne baktı. Yanına gidip oturdum. Bacaklarımı kendime çektim. Ellerimi bacaklarıma doladım ve gözlerimi kapattım.
"Ben daha çok küçükken, sanırım üç yaşındaydım. Bu yüzden pek hatırlamıyorum. Hafızamda kalan birkaç anıyı sana anlatacağım. Sonuna kadar dinleyecek misin?" Cevap vermedim. Bu evet demekti. Bir süre hiç konuşmadı, nehrin akışını dinledik. Boğazını temizledi.
"Taroslar, Biyrexler ve Mayka. Bizler kendimize, insanlardan uzak bir dünya kurmuştuk. Her şey o kadar mükemmeldi ki... Biyrexler hep birlikte, haftanın iki günü toplanır, doğaya katkı sağlarlardı. O kadar mükemmel şeyler ortaya koyarlardı ki, Mayka bile hayretle karşılardı onları.
Taroslar ise haftada bir dövüş turnuvaları düzenlerlerdi. Biyrexler bu duruma çok karşıydı ancak ben farklılık yaratıp her hafta gidip izlerdim. Mayka bu turnuvaları izlemezdi. Bu durum Tarosları öfkelendirirdi; haklı olarak.
Mayka hafızamda kaldığı kadarıyla çok güzel, nazik bir kadındı. Herkes ona aşıktı. Ben dahil... Ona sonsuz sadakat yemini etmiştik. O... O mükemmel bir kadındı Riley. Ölümü benden parçalar alıp götürmüştü.
O yıllarda Mayka bazı günler gidiyordu ve bir süre gelmiyordu. Bu bizi korkutuyordu çünkü Mayka'sız biz birer hiçtik. Elimizden bir şey gelmiyordu. Korkuyordu Riley. Hem de çok. Çünkü Taroslar ile aramız kuvvetli değildi. Bizi öldürebilirlerdi, daha kötüsü insanlar bize saldırırlarsa kendimizi savunacak gücümüz olmayabilirdi.
Mayka bunu biliyordu, iki seçenekten biri gerçekleşecekti." Hikâyeye devam ederken nehrin sağ köşesinde bulunan bir kayaya demir saplandı. Üzerinde kırmızı bir ışık yanıp sönmeye başladı.
Ares panikleyerek ayağa kalktı. Kalbimin ritmi hızlandı. Soluduğum nefes boğazımı yakmaya başladı.
"Hemen buradan gitmeliyiz!" elini bana doğru uzatıp kalkmama yardımcı oldu. "Neler oluyor?" diye bir soru yönelttim. Biliyorum, hiç sırası değil.
"Onlar... İnsanlar burada. Anna ve James'i çoktan yakalamışlar, seni buradan çıkarmalıyım." Gözlerimi yumdum. Ares ne zaman vaz geçecekti?
"Kendi kıçını kurtarmaya çalışırken beni bahane etme. Üzgünüm, seninle gelmeyeceğim. James'in bana ihtiyacı var. Anna'nın da."
Başını iki yana salladı. Derin bir nefes aldı. Ellerini birbirine sürttü ve mor bir tozu yüzüme attı.
Bilincimi kaybedip yere yığılırken Ares'in sözlerini işittim.
"Kahramanlığın sırası değil. Üzgünüm."
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top