Onuncu Bölüm~ Canavar

Ciğerlerime hava dolarken uzun zamandır ilk defa mutlu olduğumu hissettim. Sanırım mutlu olmayalı bir yirmi sene falan oluyordur. Doğmadan önce daha mutluydum herhalde. Çünkü dünya çok kötü bir yer ve burada mutluluk adına herhangi bir şey yok. Hiçbir zaman uzun süreli bir mutluluk yaşayamıyorsun. Mutluluğun belki birkaç saniye, belki birkaç dakika, belki de birkaç gün oluyor ve bu seni tatmin etmiyor. Bana kalırsa mutluluk aslında olmayan bir şey. İnsanlar tarafından uydurulmuş bir kelime. Gerçek hayatta bir karşılığı yok. Elbette ki bu hayatta güzel günlerimiz oluyor. İnsanların tabiriyle 'mutlu' oluyorsun. Ama bence bizim yaşadığımız şey çok farklı. Bu mutluluk olamaz çünkü ömür boyunca bizimle kalmıyor. Bunun için çok farklı bir isim türetilmeli, acilen.

Koşmak güzeldi. Ciğerlerime temiz hava doluyordu. Orada kendine yer ediniyor, canımı az da olsa yakıyordu. Kim olduğumu, niye burada olduğumu hatırlatıyordu. Ağaçların arasından geçip giderken özgür olduğumu hissediyordum. Dünya ayaklarımın altındaydı ve en güçlü bendim. İşte bu duygu paha biçilemezdi.

Ciğerlerim oksijen için savaşıyormuşçasına hızlı hızlı nefes alıyordum. İşte bu da mükemmeldi. Rüzgâr yüzümü yalıyordu. Rüzgârın çığlık atarmışçasına çıkardığı o uğultu içimde bir yerlerde garip bir his yaratıyor, başımı döndürüyordu, bu güzeldi.

Gözlerimi ormanda gezdirdim ve kendime biraz zaman tanıdım. Ares'i göremiyordum. Muhtemelen her zaman yaptığı gibi bir ağaç olmuştu. Bana kendisini nasıl bulabileceğimi öğretmiş olsa da bir türlü bulamıyordum onu. Bütün ağaçlar birbirine benziyordu. Bana, şeklini büründüğü ağacın üzerinde boydan boya, bir asırlık gibi görünen bir çizgi olacağını söylemiş, bütün ağaçlara da aynı çizgiden yapmıştı. Tek fark, onlar yeni yapılmış gibi görünüyordu. Neden böyle bir şey yapıyorduk, bilmiyordum. Bizim şu an James ve Anna'ya yardım etmemiz gerekiyordu. Şu an ise gelmiş burada ağaç bulmaya çalışıyordum. En kötü olanı da bu oyunu bir haftadır oynamamız. Şimdiye kadar hiç bulamadım onu, bulamayacağım da...

Ormanın içinde yürürken etrafımı kolluyordum. Her an arkamda çıkabilir, kazanabilirdi. Ares'i sevmiyordum ve bu yüzden onun kazanmasını istemiyordum. Derin bir nefes çektim içime. Acaba James şu an ne yapıyordu? Ares bana onun iyi olduğunu ve insanların elinden kaçtığını söylemişti ancak ona güvenemiyordum. Belki de ben korkmayayım diye söylemişti, kim bilir?

Başımı iki yana salladım. Şu an yapmam gereken Ares'i bulmaktı. Adımlarımı hızlandırıp ağaçlara göz attım. Bütün çizgiler farklıydı, tek ortak yanı ağacın gövdesinde yukarıdan aşağıya doğru bulunmasıydı. Ellerimle sarı saçlarımı arkaya attım. Bu oyun sıkıcı bir hal almaya başlamıştı.

Ormanda biraz daha ilerlemiştim ki bir ağaç gözüme çarptı. Üzerindeki çizgi pek belli olmuyordu. Oysaki diğer ağaçlarda oldukça belli bir çizgiydi. Başımı sol tarafa doğru eğdim ve biraz inceledim. Derin bir iç çekip ağacın yanına gittim. Çizgi neredeyse kapanmak üzereydi ve oldukça eski görünüyordu. Acaba bu o ağaç mıydı? Elimi kaldırıp yavaşça ağacın üzerindeki çizgiye dokundum. Ağacın gövdesi diğer ağaçlara göre çok daha büyüktü. Eski bir ağaca benziyordu. Ne demişti Ares? Ağacın üzerindeki çizgi bir asırlık gibi görünecek. Evet! Bulmuştum.

Avucum düz bir şekilde ağaca dokundum ve gözlerimi yumdum. "Seni buldum Ares. Artık insan olabilirsin."

Ağaç sağa ve sola doğru esnedi. Ardından birkaç metre uzadı ve ağaç paramparça oldu. Ağacın yaprakları başımdan aşağıya doğru süzülürken mükemmel hissetmiştim kendimi. Ares'i bulmuştum! Ben kazanmıştım!

Ares, yerdeki yaprakların birleşmesiyle beden buldu. Gülümsüyordu. Yanıma gelince elini uzattı, beşlik çakmam için. Her ne kadar onu sevmesem de çok mutlu olduğum için sert bir şekilde beşlik çaktım. Kolunu omzuma attı ve ormanın içinde yürümeye başladık. "Şimdi diğer aşamaya geçeceğiz." dedi. Kaşlarımı çatıp yüzüne baktım. Diğer aşama derken? Bir daha ağaç bulmak istemiyordum. Tamam, ormanda koşmak çok güzeldi ancak ağaç bulmak çok sıkıcıydı. 

"Bir daha ağaç bulmayacağım, Ares. Bu çok sıkıcı." dedim. Sesimden bu durumdan ne kadar sıkıldığım belli oluyordu. Gülümsedi.

"Bu aşama ağaç bulma kadar kolay olmayacak Riley. Bu aşamayı başarabilmen bir ayını alabilir." Ağzım şaşkınlıkla açıldı. Bir ay mı? Hayır, her ne yapacaksan bunu bir ay boyunca tekrarlamayacaktım. Köşeye oturup ölmeyi beklerdim, daha iyi.

"Bunu kabul etmiyorum Ares. Bir ay dayanamam." Derin bir nefes aldı. Gözlerimi devirdim. 

"Bir ayını alabilir dedim, Riley. Alacak demedim. Kendini verirsen birkaç gün bile sürebilir. Güven bana." Kendimi biliyordum ve birkaç günde yapamayacağımı da biliyordum. Ağaç bulmaktan daha zor olan şeyi nasıl olur da bir haftadan daha kısa bir süre içinde bulabilirdim?

"Hayır Ares, bunu yapmayacağım. Ölmeyi yeğlerim." 

"Peki James'in ölmesini? Onların ölmesini ister misin?" diye sorunca kalbimin üzerinde bir baskı hissettim. James ve Anna ile çok fazla zaman geçirmemiştim ancak yine de onlara bağlanmıştım. Bir parçam haline gelmişlerdi adeta. Ve ben onların ölmesini istemiyordum.

"Ben, onlar ölmesin diye elimden gelen her şeyi yaparım ancak sen yapmıyorsun Ares ve benim de elimden tek başıma bir şey gelmiyor." Kendimi onun kollarından kurtardım. Yine sinirlenmiştim. Benim elimden hiçbir şey gelmiyordu ve o, bu yüzden beni suçluyordu. O, her zaman başkalarını suçlardı zaten. O bir Biyrex'ti ve yaptığı her şey doğruydu  (!)

"Sence, bir Biyrex'in tek başına insanlara karşı şansı olur mu? Benim fiziksel hiçbir gücüm yok Riley. Ben sadece yaralıları iyleştirir, birkaç büyü yapar ve bir şeyler öğretirim. Onların biyolojik silahları karşısında benim hiçbir şansım yok. James ve Anna'yı kurtaracak şansım yok. Seni kurtaracak şansım yok. Yapabileceğim tek şey, ölmemenizi sağlamak. Ve sen bana hiç yardımcı olmuyorsun!" Bağırarak konuştuğunda, elimde olmadan korkmuştum. Bir adım gerilemiştim. O haklıydı. O ne James kadar güçlüydü, ne de Anna kadar iyi dövüşüyordu. Ben ve o... İşe yaramazın tekiydik işte.

"Üzgünüm," deyip bana doğru bir adım attı. Şansım yok. Bir adım daha geriledim. Ben güçsüzün tekiydim işte. James ve Anna'nın başı dertteyken, kendimi suçlamak yerine tüm suçu Ares'in üzerine yığıyordum. Ares'in onları kurtarmak için bir şey yapmadığını düşünüyordum, aslında ben onlar için hiçbir şey yapmıyordum. Ben, onları kurtarmak içi, bir ayımı verip bir şeyler öğrenmeye bile çalışmıyordum. Sahi, ben ne işe yarıyordum?

Arkamı dönüp koşmaya başladım. Gözlerim yanmaya başlamıştı. Bu kadar kırılgan olmak zorunda mıydım? Bir kere de sorunlarımı ağlamadan çözseydim işte. Ne olurdu sanki?

"Riley!" Ares arkamdan bana sesleniyordu ancak dinlemiyordum. Koşuyordum. Nedenini bilmiyordum. Koşmak güzel hissettiriyordu. Bu yüzden mi koşmak istiyordum, kaçmak ve yalnız kalmak istediğim için mi koşuyordum. Bilmiyordum ve umurumda da değildi.

***

"Sadece sesime odaklan. Başka hiçbir şey düşünme. Çünkü düşünce insanı bozguna uğratır. " Ares sesini yumuşak bir tonda ayarlamış, bana talimat veriyordu. Söylediği şeyi yapmak oldukça zordu. Hiçbir şey düşünmemek imkansızdı. Ne kadar çabalarsam çabalayayım biliyordum ki bir şeyler düşüneceğim. Şu an yaptığım gibi...

Geçen hafta Ares ile tartışmıştım. Daha sonra bana ikinci aşamayı nasıl yapacağımı öğretmeye başlamıştı. Öğreniyor muydum? Hayır. Kendime engel olamıyordum ve illa ki bir şeyler düşünüyordum. 

"Riley, sesime odaklan ve hiçbir şey düşünme. Hadi ama bu o kadar zor olamaz!" Gözlerimi açıp öfkeyle yüzüne baktım. Sanki benden su içmemi istiyordu. Ya da nefes almamı. Hadi ama! Nasıl olur da hiçbir şey düşünmezdim! 

"Kolaysa sen yap, Ares. Deniyorum ama olmuyor işte. Eğer yapmak istemeseydim şu an burada olmazdım!" Evet, her zamanki gibi bir kavga daha... Ne yapabilirdim? Sinirlerimi hoplatmak için ayrı bir çaba sarf ediyordu sanki. 

"Ben zaten yapıyorum Riley. Büyüleri yapabilmek için zihnimin boş olması gerekiyor. Ve sana bir şey söyleyeyim mi? Yapmanı istediğim şey çocuk oyuncağı. Sadece sen fazla beceriksizsin! Sen Mayka olmayı hak etmiyorsun, Riley. Beni duyuyor musun?" Sarf ettiği sözler karşısında başta üzülsem de, daha sonra bu üzüntüm nefrete ve öfkeye dönüştü. Ondan nefret ediyordum. Neden onunla şimdiye kadar beraberdim ki? Ben Mayka idim. Ölüm perisi. Elçilerin en güçlüsü. Onu şu an öldürebilirdim. İçimde bir yerlerde koca bir güç hissediyordum. Midem bulanıyordu ve gözlerim yanıyordu. Hayır, göz yaşı yüzünden değildi. Sebebini bilmediğim bir şeyden ötürüydü.

Ayağa kalktım ve öfkeyle Ares'e baktım. Ayakta öylece duruyordu. Yüzünde şaşırdığını belli eden bir ifade vardı. Ona doğru bir adım atınca, o da geriye doğru bir adım attı. Mavi gözlerinde endişe vardı.

"Ne oldu Ares? Haydi, aynı şeyleri bir daha söylesene!" Ona doğru ilerlemeye devam ettim. Midem bulanıyordu, her an kusabilirdim. Direndim. Ellerimi iki yana açtım. Aniden etrafımı bir rüzgar kapladı. Çok şiddetli değildi ancak saçlarım uçuşuyordu.  

"Riley! Durmalısın yoksa buradaki bütün bitkileri öldüreceksin. Beni öldüreceksin..." Histerik bir kahkaha attım ve ona iyice yaklaştım. Başımı geriye doğru yatırdım. Bu his mükemmeldi. Bir insanın ruhu ellerimin arasındaydı. O kadar güzel hissettiriyordu ki... Kendimi özgür, yenilmez ve mutlu hissediyordum. Sahi, istediğim herkesi öldürerek sonsuza dek mutlu kalabilirdim. Neden arkadaşlarımı kurtarayım ki? 

"Riley! Kendine gel!" Ares bağırdığında hemen ona baktım. Mavi gözleri yalvarır gibi bakıyordu. Onu mavi gözlerine bakarken, aklıma James geldi. Onu ilk görüşüm, bana Mayka olduğumu söyledikleri zaman yüzündeki endişe ve korkuyu... Son Anna düştü gözlerimin önüne. O havalı kıyafetleri, gülümsemesi... Onları kurtarmalıydım. Onlara yardım etmeliydim!

Vücudum birden ağırlaştı ve yere kapaklandım. Midem artık daha fazla bulanıyordu. Kendimi çok fazla güçsüz hissediyordum. Biraz önce yaşadığım her şey yerini korku ve üzüntüye bırakmıştı. Ben ne yapmıştım? Ares'i öldürecektim. Ben... Ben katil olacaktım!

Gözlerimden yaşlar süzülürken boğazımda bir yumru oluştu. Öfkeme yenik düşmüştüm. Tanrım,güç beni karanlığa doğru çekiyordu. Kendimi eğer karanlığa teslim edersem, bir daha kurtulamam. İçimdeki bu güç beni ele geçirirse, kendimi kurtaramam. Annem bunu nasıl başarmıştı? Annem, nasıl olur da insanları öldürmemiş, Elçilere önderlik etmişti? Ben kendimi korkak gibi hissediyordum. Bunu başaramayacaktım. Ben... Arkadaşlarıma destek olup onları kurtaramayacaktım. Ben daha kendimi karanlıktan kurtaramıyordum. Karanlık, bir bataklık gibi beni içine çekiyordu ve ben en ufak bir şeyde bulunamıyordum. Bu durumdan kurtulmak istiyordum. 

Ares, yanıma gelip elini omzuma koydu. Hıçkırarak ağlamaya başladığımda, sırtımdaki elini sıktı ve "Geçecek Riley. Başaracaksın, biliyorum" dedi. Söyledikleri hiç de inandırıcı gelmiyordu. Ben çırpındıkça içinde bulunduğum bataklıkta daha çok batıyordum.

"Üzgünüm Ares. Ben... Başaramayacağım." Beni kendine doğru çekti ve sarıldı. Kollarımı ona doladım. Ağlamam daha da şiddetlenmişti. "Geçecek, Mayka." 

Bana Mayka demesinden nefret ediyordum. Ben, Mayka olmak istemiyordum. Bir canavara dönmek istemiyordum. 

"Ares, korkuyorum. Ben birini öldürmekten korkuyorum. Bir canavar olmaktan korkuyorum. Ben... ben ölmek istiyorum."

Ve yeni bölüm geldi! Benim içime sinen bir bölüm olmadı, üzgünüm. Koca bir aradan sonra daha iyi bir bölümle karşınıza çıkmalıydım. Gerçekten çok üzgünüm. Bir sonraki bölüm daha iyi olacak, söz veriyorum. 

Sanırım kim olduğunu bilmediğim birine teşekkürlerimi borçluyum. MAYKA - YALAZ DEVRİ  wattpad öne çıkanlar listesinde ve buna biri sebep oldu. Ona çok büyük bir teşekkür borçluyum. Lütfen her kimse bana mesaj atsın, çünkü buradan yazarak, küçük bir teşekkür etmiş olurum. Yine de eğer onun kim olduğunu öğrenemezsem ve eğer o kişi bu satırları okursa, tüm samimiyetimle teşekkür ettiğimi bilmesini isterim. Çok teşekkür ederim!

*Son olarak bölüm hakkındaki düşünceleriniz neler?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top