Beşinci Bölüm ~Karışıklık
Mültimedyada Riley var.
İlk bölümlerin 3. Kişi ağzından yazılması gerekiyordu. Artık 1. Kişi ağzından yazacağım.
Bu bölümde sizlere Riley'nin Mayka olduğunu öğrendiği günden sonra ruhunda oluşan değisiklikleri göstereceğim. Kafa karışıklığı olmaz umarım.
İyi okumalar,
Şöminede yanan ateş ruhumu ısıtıyordu; bedenimi değil. Bedenim beni rahatsız edecek kadar soğuktu. Oda çok sıcaktı ancak bedenime bir yararı yoktu. Üşüyordum... Ağacın altına bırakıldığım gün gibiydi. Belki de ruhuma derin yaralar bırakmıştı o gün. Sadece şimdiye kadar farkına varmamıştım. Ruhum o kadar saftı ki bunun bile farkında değildim. Her şeye olumlu yönde yaklaşan aptalın tekiydim belki de. Bilmiyorudum... Hiçbir şeyi. O odada kaldığım süre boyunca tek isteğim mutlu olmaktı. En ufak bir şey ile mutlu olacağıma dair söz vermiştim kendime. Her şeyin daha güzel olacağına inanmıştım, dünyanın güzel olacağına... Her şey çok farklıydı oysaki. Kendi hakkımda bile bir şey bilmiyormuşum. İşte en çok da bu acıtıyordu kalbimi.
Önüme koyulan bardağa baktım. Düşüncelerimden sıyrılmamı sağlamıştı.
"İç, ısınırsın biraz." Başımı Ares'e doğru çevirdim. Ondan nefret ediyordum. Hiç tereddüt etmeden bana Mayka olduğumu söylemişti. Benim nasıl bir halde kalacağım umurunda bile değildi. Şu an bile beni düşünmüyordu, emindim. Tek istediği şey hayatta kalmaktı. Güçlerimi kontrol edebilseydim ilk işim ruhunu bedeninden ayırmak olacaktı.
Masanın üzerine bıraktığı bardağı elime aldım. İçinde daha önce hiç görmediğim bir sıvı vardı. Sıcaktı. Buhar çıkıyordu içinden. Bir süre daha inceledim sıvıyı. İçmeli miydim?
"Kahve." James'in sesini duyunca refleks olarak ona doğru döndüm. Elindeki bardaktan bir yudum aldı. Sanırım bardaklarımızda aynı sıvı bulunuyordu. Ne olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu.
"Ne?" diye sordum. James'in söyledigi hiçbir şeyi anlamamıştım. O sırada kıvırcık saçından bir tutam alnına düştü. Dikkatim dağılmıştı. Kahverengi saçları kıvırcıklığıyla insanlara meydan okuyordu adeta. Asiydi.Tarosları çok güzel temsil ediyordu.
"Bardaktaki şey... Kahve." dağılan dikkatim bu sözler karşısında toparlandı. Gözlerimi James'den ayırıp elimdeki bardağa baktım. Burnuma yaklaştırıp kokladım. Gerçekten de güzel kokuyordu. Aklıma gelen düşünceyle kaşlarım çatıldı istemsizce.
Mutlu değildim.
Normalde en ufak bir şey ile mutlu olurdum. Ne değistirdi beni? Gerçekler mi?
Gözümden süzülen bir damla yaş, yanağımdan aşağıya doğru ilerledi ve kayvemin içine düştü. Kendimi zorladım ve ağlamadım.
Kahvemden bir yudum aldım ancak almamla dışarı püskürtmem bir olmuştu. İğrençti.
"İğrenç!" diye bağırdım. İğrenç kelimesinin somut haliydi.
"Ağladın mı sen?" diye sordu Ares. Gerçekten mi? Ben neyden bahsediyordum, onun söylediği şey neydi? Beni umursuyor gibi davranması sinirlenmeme sebep olmuştu. Derdi neydi?
"Evet," dedim konunun hemen kapanması için.
Yanımıza gelen James'e çevirdim bakışlarımı. Ares'e bakmak midemi bulandırıyordu. Elimdeki bardağı alıp bir yudum içti James. Yüzünü buruşturunca dışarı atmamak için kendini zor tuttuğunu anlamıştım.
"Gözyaşın damlamış olmalı," dedi James. Bir şeyler biliyor olmalıydı. Ares ile bir süre birbirlerine baktılar.
Hiçbir şey anlamamıştım. Öylece onlara bakıyordum. Gözlerinde endişeyi görmüştüm. Ares'in gözünde gördüğüm dehşet verici şey ile kalbim hızla atmaya başladı. Korkuyordum. İçimde kötü bir şey olacağına dair bir his vardı. Engel olamıyordum. Çok... Çok kötü bir duyguydu. Hiç kimse bu duyguyu yaşamak istemezdi. Emin olduğum tek şey buydu.
"Neler oluyor?" diye sordum sonunda. Sesim titremiş aynı zamanda boğuk çıkmıştı. Boğazımda oluşan yumru, ağlamak üzere olduğumun belirtisiydi. Bunun bile farkında değildim.Aklım çok meşguldü. Korku bedenimi sarmış, düşünmemi, vücüdumda hissettiğim acının farkına varmamamı sağlıyordu. Beynim uyuşmuş gibiydi ve mantıklı davranmamı engelliyordu.
"Maykanın gözleri herhangi bir canlıyı öldürür. Gözyaşı ise zehirdir. Mayka dışındaki her canlıyı zehirler gözyaşı. Maykanın kanı ise ölen bir kişiyi diriltebilir ya da yaralı birini iyileştirebilir."
Her şey açıklığa kuvuşmuştu. O an bir kez daha kendimden ve hayatın bana sunduğu şeylerden nefret ettim. Yeniden doğmuşken nasıl olurda aynı zaman da ölmüş olabilirim? Mükmün müydü? Ne yazık ki evet. Hayat bana birkaç gün içerisinde öğretmişti. Acıydı ancak alışmaya çalışıyorum.
"Sanırım artık buradan gitmeliyiz. Güçlerin kendini göstermeye başladı."
Ares'in sözleri ile yeni kaybolmuş olan soru işaretleri tekrar kendini belli etmişti. Kasanın içinde bulunan soru işaretlerinden seçip dile getiremiyordum. Hepsi iç içe girmiş soru yığanlarıydı.
"Toparlansak iyi olur." diyip odadan çıktılar. Ben ise bir kasa dolusu soru ile başbaşa kaldım.
*
"Şapkayı başına geçir, üşürsün yoksa." Ares kırmızı şapkayı başıma geçirdi. Onun bu yapmacık tavırları sinirlenmeme sebep olmuştu. Beni önemsediği ya da düşündüğü yoktu. Tek istediği yaşamaktı. Bunun için, beni benden almıştı. Ne kadarda iyi bir kızdım. Evet, şu an ki düşüncem buydu. Gerçekten de bir ay önceki ben ile şimdiki ben çok farklıydık. Her şey ile mutlu olabilirdim. O bunu benden çalmıştı. Şu an ki tek amacım onu öldürmekti. Güçlerimi kullanmayı ögrendiğim gün ruhu ellerimin arasında olacaktı. Bunu gerçekten de yapacaktım. Acımak yapacağım son şey olacaktı.
Elinde olan atkıyı aldım. Yüzüne bile bakmamıştım. Elimdeki kırmızı atkıyı boynuma sardım. Dışarısı soğuk olmalıydı. Her yeri 'kar' adında beyaz bir örtü kaplamıştı. Pencereden dışarı bakınca bile ürperiyordum.
Odanın içinde adım sesleri yankılanınca başımı kapıya doğru çevirdim. İçeriye James ile birlikte bir kız girmişti. Siyah dalgalı saçları, kayverengi gözleri vardı. Bunlar çok güzeldi ancak onu en güzel yapan şey kemikli yüzüydü. Onu o kadar güzel gösteriyordu ki... Üzerinde siyah
straplez bir tulum vardı. Siyahtı ve vücüdunu sarıyordu. Bel kısmında kemer vardı. Kemerin iki tarafında cepe benzer bir şey vardı; tam görememiştim. Üzerinde yarım deri ceket vardı. İtiraf etmeliydim ki çok güzel görünüyordu.
Kızı incelerken gözüm bir şeye takıldı. Sırtında demirden yapılı -sopaya benzer; ince- bir şey vardı. Adını tam olarak bilmiyordum.
Aslında tam değil; hiç bilmiyordum.
Kıza bakıp gülümsedim ancak onun suratında herhangi bir değişme olmadı. Yüzümdeki gülümseme yavaşça solarken yerini ciddi bir yüz şekli aldı. Kızı sevmiştim, içim ısınmıştı.
"Şimdi mi gidiyoruz?" diye sordu kız Ares'e. Ares'e doğru döndüğü için sırtında bulunan şeyin ne olduğunu anladım. Uzun demirden yapılı bir sopaydı; yani sanırım.
Hiçbir şey anlamadan Ares ve havalı kıza bakıyordum. Evet, beni zorlada olsa giydirmişlerdi. Neden giydirdiklerini hiç sormamıştım. Sahi herkes bizi ararken, nereye gidiyorduk?
"Evet," dedi Ares kısaca. Bu durum daha çok meraklanmama sebep olurken; kendimi tuttum ve hiçbir şey sormadım. İlla ki bir şekilde öğrenirdim. Onlarla gerekmediği sürece konuşmayı düşünmüyordum; en azından bir süre.
"Yollar çok tehlikeli olacaktır. Biliyorsun, köprülerde, tünellerde, hava alanlarında kısacası her yerde güç tarayıcıları var. Nasıl çıkacağız bu şehirden?"
Soru işareti dolu kutum yeni bir soru işaretini kaldıramıyordu. Düşüncelerim allak bullak olmuştu. Ne düşüneceğimi bile bilmiyordum. Soru işaretleri onlara ayrırdığım yerde kalamamış, düşünce kısmına da dalmıştı. Düşüncelerimi toparlamak oldukça zamanımı alacaktı.
Soru işaretlerini silmeye başlamalıydım. En azından yeni oluşanları. Başka çarem yoktu. Merak duygusu vücüdumu çoktan ele geçirmişti.
"İki kişi tek kaçtığınızı sanıyordum. Başkaları da mı var?"
Oldukça masum bir sesle söylemiştim bu sözleri. Oysaki içimde büyük bir nefret vardı. Keşke içimdeki bu nefreti dışarıya yansıtabilseydim. Belki o zaman her şey açıklığa kavuşabilirdi.
Onlar için.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top