İLK KURBAN



İyi Okumalar

Oy vermeyi unutmayın




Emniyette Simge gideli henüz iki hafta olmuştu. Ekipteki arkadaşları onu çok özlüyorlardı. En çokta yakın dostu Feyza... Onun en eski ve en yakın arkadaşıydı. Tıpkı kendisi gibi kardeşi olmayan Simge'yi, kardeşi yerine koymuş, onunla birlikte görev yapmak için Simge'nin bulunduğu cinayet büroya geçmek istemişti. O 'kara gün' dedikleri Salı, Feyza'yı da paramparça etmişti aslında. 'Gitmesine nasıl izin verdim' diye çok dövünsede mani olamamıştı ona. Zaten her şey üst üste gelmişti Simge için. Can dostu gözlerinin önünde erirken bir şey yapamamak da Feyza'yı yıpratıyordu. Görmeyede gidemiyordu sık sık işinden dolayı. Bugün ise Simge'nin aylardır üstünde durduğu ve çözmeye çok yaklaştığı cinayet aydınlığa kavuşmuştu. Feyza bunu bilmeye hakkı olduğunu düşünse de, Simge'nin üzülmesinden korktuğu için onu aramaktan vazgeçmişti.

"Bu kadar sessizliğe alışkın değiliz" diyerek düşüncelerine mahkum olmuş genç meslektaşını dahil etmişti gerçek dünyaya Tankut. "Açıkçası bu göreve onsuz gitmeyi hiç istemiyorum" dedi.

Feyza hüzün rengine boyanmış bir maske takmış gibi görünen üzgün suratında dudağının kenarını sağa çekip
"bende" diyerek onayladı onu. "Bende istemiyorum. Hele ki onun bu cinayeti aydınlatmak için o kadar uğraşıpta gidememesi... Bu adalet mi Tan.?"

"Onunla görüştün mü? Ne yapıyormuş?"

"Şu yoğunluğumuza baksana Tankut. Eve gidemiyorum uyumaya neredeyse. İşten ayrıldıktan 3 gün sonra ziyaretine gidiyordum yolda telefon geldi. Şu ölen genç kız. Adı neydi...?" Epeyce düşünürken "Asena SARIAY" diye onun merakını karşı saldalyede oturan sohbet arkadaşı gidermişti.

Parmağını şıklattı."Hahh yaşa! Asena SARIAY. Yoldan döndüm o yüzden. Telefonla görüşebildim." Derin bir nefes alıp vermişti. "Sesi bitkin geliyordu." Yutkundu. "Çok merak ettim. Bir türlü yoğunluktan firsat bulamadım Tankut biliyorsun. İlk fırsatta onu görmeye evine gittim. Evine geldiğimde salonda bir valiz vardı. Bir şey söylemedi. Bende sormadım. Ama... Korkum şu ki..."

Sessizce dinliyordu onu. Devam etmesini beklerken hâlâ susan Feyza'nın yüzüne bakarak çattı kaşlarını. Sanki son nefesini içine çeker gibi bir derin soluk daha alıp "sanırım buradan gidecek" dedi.

Elini yavaşça masaya vurup başını refleks olarak yana çevirdi.
"Yapma be! Bu hiç iyi olmadı işte."

Tankut ekibin en olgun üyesiydi. Emekliliğine 6 sene kadar bir süre kalmıştı. Bu genç ekibin içinde kimi zaman bir abi kimi zaman onlar kadar genç birine dönüşüyordu. Ekibin en sevilen ve saygı duyulan isimlerinden biriydi o. Evli ve 2 çocuk babasıydı. Üstelik yemeyi de çok seven, her fırsatta bir şeyler atıştıran obur biriydi. Rütbeleri ne olursa olsun ona herkes saygıdan abi demeyi tercih ediyordu fakat Tankut özellikle bu genç ekibin arasında kendini yaşlı hissetmemek için onlara şaka ile karışık sitemlerde bulunarak ismiyle hitap etmelerini rica ederdi.

Feyza sandalyesinden kımıldanıp oturuşunu düzeltti.
"Birkaç gün sonra tekrar aradım. Hem gidip gitmediğini öğrenmek hem de nasıl olduğunu merak ettiğim için."

O sohbetin arasında kapıdan içeri iki isim birden girmişti. Bunlardan birisi Gökhan diğeri ise ortamı Feyza'ya göre soğutan Burak'tı. Onun son sözlerini duymuşlar ve kimden bahsettiğini gayet iyi biliyorlardı. Bu yüzden meraklı Gökhan lafa karışarak hemen sordu:
"Eee, ne konuştunuz peki komiserim?"

Dönen sandalyesini biraz çevirip Dik  kaşları ile ona bakarken sertçe çıkıştı.
"Ne oldu Gökhan?"

Karşısında biraz kızarmıştı. Boğazını temizleyip başını eğdi.
"Afedersiniz komiserim. Ben, 10 dakika sonra hareket edeceğiz de onu söylemeye gelmiştim."

Cümlesini bitirir bitirmez mahcup bir şekilde ayrılmıştı odadan.

Feyza başını yine önüne dönüp bakışlarını masadaki su şişesine odakladı. "Telefonuma bakmadı."

Kurulan son cümle odaya sibirya soğuklarını andıran bir fırtına dahil etmişti sanki. Her şey buz tutmuş fakat kimse donmuyor, zaman zalimce eriyip gitmeye devam ediyordu. Kuytu bir yalnızlık sinmişti sanki her köşeye. Etraf derin bir sessizliğe gömülmüş gibiydi. Emniyetin büyüttüğü, köşede yuvarlak uzun kafes içinde duran kanarya bile ötmeyi bırakmıştı o anda. Bu ölümü andıran korkutan sessizliği bozan Tankut olmuştu. Gençleri teselli etmeyi iyi bilirdi fakat o bile bu konuda nasıl davranacağından pek emin değildi.

"Üzülme Feyza" diyebildi. "Duymamıştır belki. Belki de bir süre görüşmek istemiyordur kimseyle. Simge'ye zaman vermemiz lazım. Hem kafasını toplamak için, buralardan uzaklaşmak için, ne bileyim belki de tatil yapmak için bu şehirden" durdu ve gerçek olmasını istemediği sözleri döktü ağzından.
"Gitmiştir."

Kendinden emin şekilde gitmediğini ileri sürmüştü.

Yan tarafından tok bir ses duyuldu.
"Nereden biliyorsun?"

Bu söz onları sessizce dinleyen Burak'a aitti. Hâlâ Simge'nin kinini tutan Feyza, gözlerini devirerek soğukça yanıtladı.

"Komşuları ile irtibata geçtim. Akşamları ışığını görüyorlarmış."

Sesinde buzdan bir kesit basılı gibiydi. Birbirleri ile çok muhattap olmayı sevmiyorlardı. Hatta birbirlerini sevmiyorlardı. Aslında bu nefret Simge ve Burak ayrıldıktan sonra gerçekleşmişti. Sevdiği insanlara zarar verilince kendine yapılmışçasına o kişiye kin besleyen bir karaktere sahipti Feyza. Her ne kadar bu huyunu sevmese de elinde olan bir şey değildi. Değer verdikleri incindiği zaman dünyayı bile karşısına alabilecek biriydi. Onun dışında diğer insanlara karşı hep sevecen ve güler yüzle yaklaşırdı.

Belirsiz bir tebessüm suratını esir alırken içinden eski sevgilisinin gitmemesine sevinmişti. Hiç bir anını kaçırmamak için aynı heyecanla çaktırmadan, dışarıdan umursamaz görünen tavrını takınıp diğer ikisinin konuşmalarını dinlemeye devam etti.

"Evine daha sonra tekrar gittim. Uzun süre çaldım kapıyı. Tam dönecekken açtı." Hıhlayarak güldü. "Beni gördüğüne güya sevinmiş gibi yaptı." Yutkunmuştu. "Ama her halinden mutsuz olduğu belliydi."

Burak tekrar girmişti araya.
"Mutsuz olduğunuda nereden çıkardın?"

Feyza, o konuştukça deli oluyordu. Sesini biraz yükselterek sandalyesini ona döndürdü. "Gözleri ağlamaktan perişan olmuş, şişmiş ve yorgun görünüyordu! Sence yeterli mi?!"

Tankut hızla araya girip, üzülmüş bir tavır takınarak cümlesini kurdu.
"Yapma be! Sebebini hepimiz biliyoruz aslında ama yine de sordun mu? Başka bir şey de olmuş olabilir."

Gülümseyerek başını yukarı aşağı salladı.
"Ahh! Sormaz olur muyum? Tabii ki sordum Tan. Ama Simge'yi bilmiyor musun? Kendi ile alakalı bir şey söylemez. Bir derdi olduğunda bile bizimle paylaşmaya çekinirdi. Kimseye çok fazla bir şey anlatmazdı ki." Yanıbaşında aralarında bir sandalye boşluk bulunan Burak'a çapraz bir bakış attı. "Aramızdakilere bile..." Tekrar Tankut'a dönerek "şimdi ise iyice içine kapanmış" dedi.

Burak sandalyesini tamamen ona döndürüp sırıttı. "Haklısın" dedi. Tam da Feyza'nın istediği gibi lafı üstüne alan Burak olmuştu.Feyza'nın bu sözü bilinçli söylediğine emindi. "Simge çok derdini anlatan biri değildi. Mesela sana" diyerek bastırdı. "Da anlatmazdı. Feyza'cım. Mizacı böyleydi Simge'nin."

Öfkesi burnundaki sıcak nefeste bile emareler taşırken o da suratını tamamen ona dönmüştü. Nefret dolu gözlerle bakıyorlardı birbirlerine. Tankut yine araya girerek eee dedi. Parmağını şıklatıp onun dikkatini kendine çekmek isteyerek Feyza dedi. "Devam et."

Dediğini yapıp yavaşça bakışlarını Burak'tan alıp ona döndü. Sesi normal düzeye inerken kaldığı yerden sürdürdü konuşmasını.

"Eve girmek istedim. Belki biraz bile olsa dertleşiriz diye ama o gün tuhaf bir tavrı vardı. Sanki" gözleri yere eğilmiş, kaşının teki istemsiz yukarı kalkmıştı.
"Sanki bir şey saklıyormuş gibiydi."
Dudaklarını acı bir tebessüm ile geri büktü Feyza.
"Başta eve almak istemedi biliyor musunuz?"

Şaşkın bakışlar üzerine çevrilmişti. Alt metinde neden sorusu yatarken Feyza ellerini yana açarak 'bilmiyorum' der gibi kafasını sallamıştı.

"Sonra nazikçe üzgün olduğunu söyleyip içeri davet etti. Eve şöyle bir göz attım da eski halinden eser kalmamış gibiydi sanki. Her yer dağınık. Bazı eşyalar kırılmış. Hiçbir şey yerinde değil. Masada karalanmış kağıtlar vardı. Fotoğraflar vardı ama kim olduklarını göremedim."

"Kağıt mı?"

"Evet" diyerek yüzünü ekşitti. "Kağıtlarda sanki birkaç isim yazıyordu. "

"Ne ismi Feyza?"

"Bilmiyorum. Okuyamadım. Aniden bir hızla topladı masayı. Telaşlı görünüyordu. Kusura bakma Feyza'cım ev biraz dağınık diyerek soğuk bir gülümseme attı bana. Bende sorun değil diyerek üstelemedim."

"İnsan bir sorar ama bu isimler ne diye!" Yüksekti sesi Burak'ın.

Feyza'da ona karşı sesini yükseltti. Alaycı bir şekilde konuştu.
"Sizin kadar meraklı olamadığım için kusura bakmayın Burak bey! Keşke bu merakınızı başka günlerde de gösterseydiniz!

Burak suçlanmış bir tavır takınarak sessizleşerek önüne döndü. Tankut ona sakin olmasını söyleyerek ne adları olabileceği konusunda bir tahmini olup olmadığını sordu. Feyza tereddüt ederken cevap vermişti ona.

"Ya çok emin değilim ama isimlerden birinde Esin mi Ersin mi yoksa annesinin ismi Ervin mi ona benzer bir isim yazıyordu? Evet evet belki de annesine ait bir şeyler karalamıştır."

Tankut olabilir diye onu onaylarken Burak yüzünü ekşiterek homurdandı.
"Ersin kim lan?" Burak'ın kısıkça çıkan sözlerini duymuştu Feyza. Zaten sevmediği bu adama yanıtını bir tokat gibi sertçe yüzüne çarpacağı kelimelerle verecekti.

"Söylemeyeyim diye kendimi sıktım ama gerçekten dayanamıyorum."
Kafasını salladı iki yana. Hesap sorarcasına öfkeli çıkıyordu sesi
"Ne sandın Burak?" dedi. "Ne hakla hâlâ onunla alakalı konulara dahil olabiliyorsun?!"

Tankut susturmak için araya girsede öfkesine yenik düştüğü için dili daha fazla susmaya tahammül edemeyecekti.

"Bir dakika Tan. Ne sanıyordun Burak, ne? Cevap ver hadi. Ömür boyu seni bekleyeceğini mi?! Hayatına başka birinin girmeyeceği mi düşünüyordun?! Uyan bu rüyadan Burak POYRAZ! Uyan.."

Burak derin bir nefes alıp yüzünü ona çevirdi. Derinden çıkan sesi eşliğinde sordu. "Ne demek bu şimdi? Ben sadece eski..." Bekledi bir an. Yutkunmak istesede boğazına dizilmiş düğümler izin vermedi buna. Çünkü kabul etmesede haklı olan Feyza'ydı. Simge onun 'eski' nesiydi? Yaşattığı bunca acıdan sonra, ona olan ihanetinden sonra hâlâ onu düşünmek hakkı mıydı gerçekten? Tek başına bir salda koca ummanda yol alırken onun yanında olmak yerine onu ittirenler arasında olan bu adamın gerçekten onu düşünmeye hakkı var mıydı?

"Eski ne, Burak?" Vurguluydu kelimeleri Feyza'nın.

"Eski iş arkadaşım. Hepsi bu. Ben sadece eski iş arkadaşımın durumunu merak ettim. Ne var bunda?" Gayet soğuk ve bir o kadar da ciddiydi sesi.

"Eski iş arkadaşın haa Burak. Merak ettin hem de. Hani varya meşhur bir söz. Her katil merak eder vurduğu insanın ölüp ölmediğini diye. Hahh işte şu an o katil sensin. İkimizde gayet iyi biliyoruz bunu. O yüzden şimdi bana masum, saf çocuk rolüne yatma. Çünkü masum değilsin. Seni çok iyi tanıyorum Burak POYRAZ! Saf hiç değilsin. Kardeşim dediğim insanı aldattın sen..."

Gözlerinin içine baka baka söyledi bunu ona. Şu an irislerinden kurşun çıksa ıskalamadan Burak'ı göz bebeklerinin tam ortasından vururdu. Tankut bu öfkeyi onun harelerinden rahatlıkla gördüğü için yine yeni yeniden olayın daha fazla büyümesine engel olmak isteyerek iki sevdiği dostunun arasına girmişti.

"Tamam çocuklar kesin şunu. Bizi bekliyorlar."

Bir kaç adım attı lakin onlar hâlâ nefretle bakıyorlardı birbirlerinin yüzlerine.

"Hadi Feyza."

Sanki Tankut'u duymuyorlardı. Bir birlerinin nefret denizinde boğulmuş gibi sessiz ve hareketsizdiler. Bu kez Burak'ın yanına giderek onu kaldırdı.
"Hadi Burak. Hadi abi hadi..." Sırtından iteleyerek çıkarmıştı odadan. Ardından da Feyza çıkmıştı zaten.

***********

Simge, listesinden seçtiği ilk ismi pusuya yatmış bir avcı gibi gözetliyordu. Son zamanlarda siyahın esir aldığı bedeninde yine siyah kapşonlu bir ceket ve kapşonunun içinde bir şapka altında ise siyah bir eşofman vardı. Ona göre güzel bir kamuflaj şekliydi. Çapraz duran dikiz aynasına küçük bir göz attı. İçeri tıktığı katillerden bir farkı olmadığını düşündü. Tek şey dışında. Masumiyet... Çünkü aslında burada ki kurbanın kendisi olduğunu düşünüyordu. Onlar bunu yapmamış olsaydı eğer; o da burada olmazdı. O bunu yapmak istemesede, yapmaya mecbur hissettiği için farklıydı diğerlerinden.

Haluk, malikanesinin bahçesinde kahvaltı yapmaya devam ederken onu iyice göz süzgecinden geçirmişti. Orta yaşlarda; kafası hafif kel ve kısa boylu biriydi. Etrafında ona köle olmuş genç ve yaşlı birden fazla uşağı vardı. Zengin olmasına rağmen çok kaba görünüyordu. Davranışları Simge'yi igrendirmişti.

"İyi beslen pislik herif. Bu senin yaptığın son kahvaltı olacak. Son sabahına uyandın Haluk YALÇINER" dedi.

Çaktırmadan malikanenin etrafını gözetlemeye devam ediyordu. Nerede kamera var, neresi kör nokta önceden keşfetmiş, eve bir hayalet misali varla yok arası bir giriş planlamıştı. Bu yüzden de ormanlık tarafına bakan yoldan gelmiş, girmeyi de oradan düşünüyordu. Kamera olmayan tek yerdi. Üstelik plakayı o sıra gizlemiş onu da gizleyen siyah kapşonu ile kamera açısına takılsa bile yakalanma ihtimali sıfırdı. Sinsice bir planın baş karakteriydi Simge. Keyfini daha da yerine getirecek bir müzik açmıştı. Arkasına yaslanıp, o meşhur çarpık gülümsemesi ile güldü. Şimdi Haluk'un evden çıkmasını beklemek dışında yapacağı bir şey kalmamıştı. Arkasına kalan ormandan yayılan o saf kokuyu içine çekmiş bir rahatlık hissi vücuduna yayılırken "akşam için sana bir sürprizim var Haluk" diyerek başını da arkaya doğru yaslamıştı.

******

Saatine bakıp oflamıştı. Aradan 4 saat geçmesine rağmen evde hâlâ hareketlilik yoktu. O tıknaz herifide göremiyordu artık. Nereye kaybolmuştu bu adam?

"Acaba bugün işe gitmeyecek mi?" Diye sesli düşüncesine iç sesiyle karşılık vermişti.

"Gidecek Simge." İç sesine farklı bir ses karışmıştı.

"Gitmezse bile ne fark eder? İçeri girip herkesi öldürürsün. Sana güçleri yetmez. Sana bir şey yapamazlar Simge."

"Hayır" ürkek ve titrekti sesi. Yutkundu.
"İçerde masumlar var."

"Sende masumdun. Unuttun mu Simge?Sana yapılanları unuttun mu?"

Başını elleri arasına aldı.
"Kes sesini. Suss. Rahat bırak beni. "

"Ya evden çıkmazsa o zaman ne yapacaksın Simge?"

"Bugün onun toplantısı var.Özellikle seçtim bugünü. Çık şu evden artık aptal herif. Çık!"

Bu seslerin kafasında ibaret olduğunu bilsede dayanamıyordu. Öfke ile bağırmıştı yine. Ama sinirlerini kontrol etmek zorundaydı. Yoksa her şey başlamadan bitebilirdi. Kendini
teskin etmeye uğraştı. Direksiyondaki ellerine baktı, titremesinin geçmesini bekliyordu. Derin derin nefesler alıp verirken sonunda öfkesi kontrol altına alınmıştı. Bir süre sonra nihayet beklediği olmuştu Simge'nin. Haluk evden ayrılmıştı. İçeri birkaç kişi görünüyordu sadece. Haluk evli değildi. Bunlar sabah gördüğü emekterlardı. Havanın biraz daha kararmasını işini daha da kolaylaştıracaktı onun. Bu yüzden hâlâ bekliyordu sessizce. İşini şansa bırakamazdı ama Haluk gelmeden de eve girmeliydi. Hava istediği renge bürünmüştü artık. Heyecan basmıştı onu. Dudaklarını ısırdı. Boğazı kururlen öksürdü. Titreyen ellerine siyah deri eldivenini geçirmişti. Yanına CZ75 tabancasını alıp yavaşça indi arabadan. Güvenlik görünmeyecek kadar uzakta, ters bir köşeye kalıyordu. Bu onun işine gelirdi. Bir gölge gibi ilerliyordu karanlıkta. Bahçeye ulaştığında hâlâ temkinli davranıyordu. Pamuk ipliğindeydi cambazlık yaptığının farkındaydı. Yavaşça ilerlemeye devam ederken önceden bulduğu bir metre kadar yüksekte olan girişe tutundu. Sığabilirdi. Orada sıkıştığı düşünüp sessizce kıkırdadı. Kendini çekmişti yavaşça yukarı. Bu zayıflıkla bile geçerken biraz zorlansada kendini yavaşça atmıştı yere. Ayağının üstüne düşünce biraz canı acımıştı. Ayağını tutup dudaklarını bastırdı. Dışarıdaki ve içerideki yükseklik farklıydı. Burnundan aldığı nefeslerle elini zemine dayayarak yavaşça doğruldu. Kabak gibi ortada durmak istemeyerek ilerledi. Tam ikinci adımı atmıştı ki kendini bir şeye çarpmıştı. Küçük bir inilti yayıldı geceye. Kendine kızdı Simge. Arabaya çarpmıştı. İçinden bunun burada ne işi var diye küfürler savururken o sırada bir ses duyuldu. Biri geliyordu aşağı. Soğukkanlı olmalıydı. Başlamadan bitemezdi. Hemen yere çöküp arabanın altına sokulmuştu. Riskliydi fakat karanlikta nerede ne var bilmediği için yapacağı en mantıklı şeydi bu. Işık yanmıştı bir an. Ayak seslerini duyarken siyah iskarpin bir ayakkabı gördü. Çıt çıkarmadan beklerken ya beni görürse ne yapacağım diye düşünmeye başladı. Adam söylenmeye devam ederken küçük girişi açık görünce "yine mi kedi girmiş buraya?" Diye pencereyi kapatıp çıkışa ilerledi. Simge korktuğu başına gelmediği için mutluydu. Bir dakika kadar bekledikten sonra çıkmıştı sessizce sürünerek. Az önce yanan ışığın içeriyi aydınlattığı sırada etrafa bakmıştı biraz. Nereden bir şeylere çarpmadan çıkabilirim diye göz gezdirdiğinde gördü. Daha iyi olmuştu onun için. Burası evin bodrumu gibiydi ama her yerde farklı model ve renklerden oluşan arabalar vardı. Simge göz devirmişti bu lükslüğe. Yavaşça ilerlerken bir ses daha duymuştu.

"Ben yatmaya gidiyorum artık. Sizde oyalanmayın!"

İçeride hâlâ çalışanlar vardı. Karanlık mekanda bir arabanın arkasına geçip kızdı sessizce. "Çıkın hadi be adam!"

Bir süre de öyle beklemişti. Ayağının acısı yavaşça geçerken etrafa baktı. Nihayet evden sesler kesilince Simge tabancasını belinden eline çıkarıp yavaş adımlarla merdivenleri tırmanmaya başladı. Küt küt atan kalbi yerinden çıkacakmış gibi hızlı çarpıyordu. Eliyle kalbini tutup yutkundu.

"Sakin ol Simge." Kendini yatıştırmaya uğraşırken Ahh dedi sinirle. Eli şakağındaydı.
"Sen Simge degilsin. Değilsin. Sen Eris'sin. Eris."

Soğukkanlılıkla, odalarda birinin olup olmadığını kontrol ederken çalışma odasını bulup girmişti. Loş bir ışık aydınlatıyordu içeriyi. Odayı incelerken bir isim dikkatini çekti

"Oğuz Kudret Duman"

Bu ismi daha önce işittiğine o kadar emindi ki. Kendi kendine düşünmeye başlamıştı kim olduğu, neden ona bu kadar tanıdık geldiğini? Neciydi bu adam? Kimdi? Neyse dedi. Şu an daha önemli işleri vardı. Salona geçip buralara göz attı. Çok gösterişli bir salonu vardı Haluk beyin. Lüks ve pahalı eşyalar ile donatılmıştı. Her şey o kadar çok parlıyordu ki bu da Haluk'un zenginliğini göz önüne seriyordu aslında.

"Mutlaka bu eşyaların hepsini haksız yolla almışsındır.Seni zengin p*ç."

Tüm bunlar yine de onu cezbetmiyor, hiç dikkatini çekmiyordu. Onun gözüne konsolun üstündeki fotoğraf takılmıştı. Çerçeveyi eline alıp bakarken tükürmek istesede tuttu kendini. Ondan bir iz bırakmamalıydı arkasında.

"Cenaze fotoğrafın ellerimin arasında Haluk YALÇINER" dedi. Yerine bırakıp
pencereye doğru yürüdü ve perdeleri indirdi. Etrafta dolaşmaya devam ediyordu hayalet gibi. Rahattı şu an. Sessiz ve sakindi. Geceyi andırıyordu onun bu hali. Salonun köşesinde; şöminenin hemen yanında duran deri koltuğa oturup bugün en çok yaptığı işi yapmaya başlamıştı. Bekliyordu. Halum'un eve gelmesini sinsice beklerken bir saye gibiydi o an. Zaman ilerledikçe Eris'in heyecanı artıyordu. Evet Simge'yi dışarda bırakmıştı. Şu an elleri koltukta oturan isim Eris'ti. Saat neredeyse gece 1 olmuştu. Uykusu yavaş yavaş onu etkisi altına alırken kıkırdadı.

"Ona uyurken yakalansam..." Gülüşünü artmıştı. O sırada birden garaj kapısının sesi duyuldu. Yüzündeki tebessüm katlanarak büyümüştü.

"Yavaş yavaş ölümüne geliyorsun Haluk YALÇINER..."

Kapının kilit sesi geldi. Kalbi küt küttü. Haluk içerdeydi ve artık yüzleşme zamanıydı.

"Hoşgeldin Haluk" dedi aniden.
Birden gelen ses ile ürpermişti. Sesin geldiği yöne dikkat kesildi adam
"Bende senin gelmeni bekliyordum."

Çok korkmuş ve şaşırmış bir hâlde karanlık köşede; şömine başında, her gün oturduğu deri koltuğa bakıyordu. Dili tutulmuş gibiydi. Sesin kime ait olduğu öğrenmek için ışığı açtı hemen. Uzun süredir karanlıkta duran Simge'nin gözünü almıştı yanan ışık. Göz kapaklarını kısarken elinin dışını gözünün üstüne doğru paralel olacak şekilde getirdi.

Haluk cesaretini toplayıp tüm şaşkınlığıyla "kimsin sen?" diyebilmişti sadece.

Sesi ürkmüş gibi geliyordu. Simge de bunu istiyordu zaten. Deliye dönmüşcesine kahkaha atmaya başladı. Ağzını ayıra ayıra gülüyordu. Adam neden evinde olduğunu veya neden böyle delirmişcesine kahkaha attığını anlamazken, korku tüm iliklerine işlemişti ve mantıklı düşünemiyordu. İlk defa ölümle burun burunaydı Haluk. Normalde ona bir şey olmazdı ya. Parası onu her yerde kral yapmıştı. Ama bu kez farklıydı. Öleceğini düşünüp ürperdi. O sırada Eris'in sesi yankılandı kulaklarında.

"Ben Eris. Beni nasıl tanımazsın yakında dünya markası olacağım" dedi ukalaca.
"Ahh pardon" diyerek yüzünü ekşitti. "Senden sonra marka olacağım." Sırıtmıştı. "Sen göremeyeceksin maalesef. Ama üzülme bak çok şanslısın, beni ilk sen tanıdın."

Haluk:
"Evimde ne işin var, seni kim aldı içeri?"

Simge güldü yeniden.
"Ne komik adammışsın sen böyle. Severim komik adamları." İşaret parmağı tavanı gösteriyordu. "Bacadan girdim kapıyı kullanmayı sevmiyorum da." Göz kırparak sırıttı. Sonra seri bir şekilde devam etti sözlerine.

"Çok klasik oldu değil mi? Evet biliyorum. Eve gizli girdim, köşede bir koltuğa oturup kurbanımın gelmesini bekledim falan filan" diye elini salladı. "Amann, sen ilksin ya toyum daha. Diğer kurbanlara farklı girişler denerim. Bunlara takılmayalım" dedikten sonra gözlerine baktı. Onun
gözlerinde gördüğü korku onu heycanlandırmıştı.

Haluk'un titreyen sesi salondaki lüks eşyalara çarparak onun kulağına dolmuştu.
"Kurban mı?" Diye sordu. "Sen neden bahsediyorsun?"
Haluk komodine doğru hızlı bir şekilde ellerini uzattı ama tabancayı bulamamıştı. Eris elinde ki tabancayı sallayarak "şey" dedi. "Yoksa bunu mu arıyorsun?" Çocukça devam etmişti. "Ben aldım kızdın mı?"

Haluk bir anda kapıya doğru yöneldi. Eris ayağa kalkıp silahı üstüne doğrultup cıklayarak ona doğru yürürken ciddi bir şekilde devam etti sözlerine.

"Sakın Haluk. Denemeye bile kalkma."

Güvenliğe bağırmak istedi fakat Simge tabancanın horozunu indirmişti. "Tek kelime edemeden vururum seni"

Tam karşısındaydı şimdi. Haluk susarken o yeniden gülüyordu. "Ahh hadi ama adamım. Bu gece senin için o kadar yol geldim. Sen benden kurtulmaya uğraşıyorsun, ne kaba hareketler bunlar."

Tabanca tutam eli işaret etti.
"Geç. Koltuğunu özlemiş olmalısın."

Haluk artık sonunun geldiğini anlamış, katili olacak bu kıza yalvarmaya başlamıştı. İkna etmeye uğraşıyordu.

"Bak Eris. Sana istediğin kadar para veririm. Yeter ki beni öldürme. Seni kim tuttu bilmiyorum ama ben ne kadar istersen veririm. Lütfen."

"Lütfen mi?"
Eris kafasını kaldırdı
"Kes sesini Haluk YALÇINER. Senin paranı istemiyorum!"
Sonra gülümsedi. Kısık bir sesle devam etti.
"Sadece seni öldürmek istiyorum Haluk."

"Paramı istemiyorsan beni neden öldürmek istiyorsun? Eris seni kim tuttu? Bak anlaşabiliriz. Yeter ki, yeter ki beni öldürme. Yalvarırım."

Derin bir nefes aldı. Boğuyordu bu ev onu şu an. Gözlerine bakarken acıyarak sordu.
"Gerçekten beni tanımadın değil mi?"

Kafasını salladı olumsuzca. Kekeleyerek
"H-Hayır" diyebildi.

"İki hafta önce attığınız iftiradan dolayı mesleğinden istifa eden komiseri hatırladın mı?"

Başında dönmeye devam ediyordu Haluk'un. Şaşkın ve biraz da kızgın bir ses tonuyla
"o polis, evet o polisi hatırladım" dedi. "Tam bir baş belasıydı." Kafasını Simge'ye doğrulttu. "O polis neredeyse beni ve ortaklarımı çökertecekti."
Alaycı bir üsluba büründü birden.
"Ve bizde bunu göze alamazdık bir an önce icabına baktık. Sonuçta o sadece bir memur parçası."

Simge şakaklarını tutmuş ileri geri hızlı adımlar çiziyordu. İtirafını hazmetmeye uğraşırken nefesi daraldı. Sözler beyninde yankılandıkça burnundan solumaya başlamıştı.

"Ama o polis..." dedi Haluk. "Yoksa seni o polis mi tuttu?"

Bu sözler karşısında gözleri büyüyen Eris durdu bir an da önünde Haluk'un. Daha fazla dayanamayarak elindeki tabancayı yüzüne sertçe vurmuştu. Ardından yakasına yapışarak bağırdı.

"Kes sesini Haluk YALÇINER!
Vücudu titredi o an adamın.

"Yaptıkların yanına kâr mı kalacak sandın haa?"

Bir kaç saniye sessizlikten sonra yakasını bırakıp gülmeye başlayan Eris, dediklerinden bir şey anlamayan Haluk'a baktı.
"O polis... " Yutkunmuştu. Sakince geçip Haluk'un karşısına oturdu.

"O polis bendim."
Sözler ağzından çıkar çıkmaz Haluk'un göz bebekleri korkudan yerinden fırlayacakmış gibi büyürken ne diyebildi.

"O polis benim ve şimdi seni öldürmeye geldim Haluk." Silahı üzerine doğrulttu. "O memur parçası benim lan!" Hıh diyerek güldü. "Sabah bütün gazete ve televizyon kanallarında adın manşet olacak."

Ayağa kalkıp eliyle soldan sağa bir yarım daire çizerek
"Zengin iş adamı Haluk YALÇINER evinde ölü bulundu.Ne kadar trajik bir olay" dedi. Yumuşattığı sesi yeniden sert çıkmaya başlamıştı.
"Son duanı et Haluk."

"Dur yapma" diyerek ellerimi göğüs hizasına getirerek kalkarken "itiraf ederim, seni işe geri aldırtırım. Yapma Eris. Yalvarırım..."

"Artık çok geç Yalçıner."

Haluk'un sesi kulaklarında yankılanırken, o içinde acıma olmadan silahını İlk kurbanının başına doğrultmuş ve gülümseyerek kısık bir ses tonuyla konuşmuştu.

"Cehennemde görüşürüz... Ben Eris ve benim dönemim başlıyor."

Önce kalbine sonra da kafasına sıkmıştı. Koltuğa düşen adama baktı. Elinde duran mor bilekliği çıkarıp baktı. Ardından Haluk'un kalın bileklerine geçirdi. İçi rahatlamış bir şekilde yavaş adımlarla geldiği yerden geri dönmüştü. Etrafında bakan gören biri var mı diye baktıktan sonra da binmişti arabasına? Oradan uzaklaşırken artık tek yapması gereken Haluk'un cansız bedenini bulmalarını beklemekti.

*******

Eve vardığında saat 3:35 olmuştu. Odasına girip tabancasını köşede duran masaya bıraktı. Yatağına uzandı ve tavanı seyretmeye başladı. Kaç saattir yemek yememesine rağmen aç degildi. İçinde garip bir rahatlık vardı. Sanki bütün yorgunluğunu unutmuş gibiydi. Gülümsüyordu.

"Eris... Eris..." diyen Haluk'un sesi yankılandı kulaklarında. Kendiside "Eris.. Eris. Bu isme alışmaya başladım"dedi. Yavaş yavaş uykusu gelirken sabaha yakın artık uykuya yenik düşmüştü.



Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top