ERİSİN DOĞUŞU
Bölüm Şarkısı
Sokrat St - Yorgunum Ben...
BU BENİM ILK KURGUM. OYLARINIZA VE DESTEGINIZE IHTIYACIM VAR.
UFAK TEFEK HATALARIM OLURSA MAZUR GÖRÜN...
İYİ OKUMALAR❣
Soğuk bir pazartesi akşamıydı. Hiddetle cama vuran yağmur asilce yere süzülürken geçmişin bataklığına saplanmış, çıkmak içinde bir çaba sarf etmiyordu Simge. Bilhassa son zamanlarda o bataklıktan kurtulmaya çalıştıkça daha çok batmış bundan sebep artık çırpınmıyor, geçmişe daha çok gömülmenin tadına varıyordu acı acı. Yutkunuşları boğazına düğüm olmuşcasına nefesini kesiyordu sanki. Nemli gözleri yağmurun eşsiz dansını seyre dalmıştı o an. Beyninin içindeki derin düşüncelerde kaybolmuş bir türlü yolunu bulamıyordu. Yarı açık ağzından pişmanlığını belirten küçük bir soru cümlesi karışmıştı salonun kasvetli havasına. Çenesinden dudaklarına doğru bir titreme yayılırken başını yere eğmişti hafiften. İç geçirdi yaptığı hataları düşünüp. İnsanlara çok kızgın ve öfke doluydu. Hep aldatıp güvenini kırmışlardı onun. Sevdiği adam bile... Hak etmiyordu oysa bunu. İyi bir insandı Simge, değerini bilmediklerini düşündü bu yüzden. İyi Simge yaranamamıştı kimseye. O ışıl ışıl parlayan sevgi dolu kalbini islemişler, karalar sürmüşlerdi. Bambaşka bir insan olmaya yakındı artık. Yıpranmıştı fazlasıyla. Kırılmıştı, yorgundu hiç olmadığı kadar. Yağmurun hışırtısı kulaklarına anılarını fısıldarken, daha çok düştü başı önüne. Titreyen nefesinin arasından derin bir soluk çaldı ciğerlerine. İrkildi boğazından aşağı inen havadan. Isırmıştı dudaklarını, için için sessizce ağlıyordu. Gözündeki yaşların sebebi o geçmiş bataklığıydı.
Çok özlemişti kaybettiklerini. Annesini, babasını, biraz da işini. Ailesi ile geçirdiği eşsiz zamanlar hafızasında paslanırken, onları ne kadar çok özlediğinin farkına bir kez daha vardı. Birkaç sene önce annesini ve annesinin ardından kısa bir süre sonra da babasını vermişti toprağa. Genç yaşında hem öksüz hem yetim kalmıştı. Hayata tutunabilmek için işine hiç olmadığı kadar fazla sarılıyordu. Ta ki o kara güne kadar. Bir salı sabahında hiç beklemediği bir olay ile karşı karşıyaydı. İtham edildiği şey onun teröre yardımda bulunmasıydı. Boğazına takılan keşkeler engeldi yutkunmasına. Büyük bir oyuna getirilmişti. Aksi ispatlanana kadar da hakkında görevden uzaklaştırma emri çıkmıştı.
Bu durumu gururuna yedirememiş ve orada vermişti istifasını. Asayiş Müdürlüğündeki hemen hemen her polis onu tanırdı ve böyle bir şey yapmayacağından emindiler. Bir o kadar da şaşkın. Cinayet büro amirliğindeki arkadaşları istifasını geri alması için çok dil dökmüşlerdi. Ama Simge tüm Emniyet yerine sadece bir ismin kendisine 'dur gitme' demesini beklemişti. O isim, her gördüğünde midesinde kelebekler uçuran, kalbi yerinden çıkacakmış gibi küt küt attıran, dili kabul etmesede yüreğinden adını sökemediği eski erkek arkadaşıydı. İç çekti ismini anarak.
''Bu kadar mı zordu be Burak? Gitme demek bu kadar mı zordu?''
Başını kaldırdı usuldan. Elini dayamıştı cama. Kaç gündür silmediği penceresi dışında tutunacak başka dalı yoktu sanki o an.
"Ahh Burak." diyerek yeniden anmıştı onu titreyen sesiyle. Omuzları düşmüş, aciz bir halde iç çekiyordu. Aşkı gururuna yeniliyordu çünkü her defasında. Artık bu aldığı bütün yenilgiler onu yıpratmış, hayata karşı, kimseye belli etmese de daha güçsüz ve kırılgandı sanki. Tüm dünya dert olup üstüne çökmüş o da bu enkazın altında nefes almaya çalışıyor gibiydi. Yaralıydı. Tutmuyordu dizleri. Adım atacak hâli yoktu bacaklarının.
Burak düşmüştü aklına bir kere. Şimdi nasıl çıkacaktı bu bataklıktan? Daha da zordu işi artık. Ağlayan dudaklarında acı bir tebessüm belirirken camdaki yansımasına iç yandı.
"Bana nasıl bunu yaptın?"
Başını salladı yanlara olumsuzca. Eğmişti kafasını bu sallantı arasında. Onu başka bir kız için terk ettiğinde can dostu Feyza'nın omuzlarında sabahlamıştı. Sahi Feyza nasıldı görüşmeyeli? Sol gözünden süzülen küçük damlayı elinin tersi ile temizledi. Kendini toplamaya uğraştı. Doğrulttu bükük boynunu, dikleştirdi belini. Ona bu kötülüğü yapan insanlardan hesap soracaktı. Sormalıydı da. Araştırmalarını bitirmesine az bir zaman kalmıştı. Yutkundu sertçe. Boğazına takılan düğümler her defasında zorlasada onu. İşinden atılmasına sebep olan isimlere tek tek ulaşmayı başarmıştı Simge.
Artık sağlıklı düşünemiyordu. Farkındaydı da bunun. Kaybettiklerinin verdiği acıyı daha fazla kaldıramamıştı yüreği. Güçlü sandığı o ruhu mahvetmişti güzel bedenini. Tuttuğu her dalın kırılmasından bıkıp usanmış, canına tak etmişti. İşinin elinden bu denli kahbece alınması bardağı taşıran son damla idi. Simge, vücudunda gürül gürül yanan intikam ateşiyle kaplanmıştı. Bu ateş cayır cayır yanıyor, yalnızca onu yakıyordu. Ama artık içindeki alevleri intikam listesindeki isimlere püskürecekti. Neden bu hikayede sadece o yansın ki? Kalbinin soğuması için ona atılan iftiranın arkasındaki isimleri dünyadan silmesi gerekti. O zaman belki bir nebze söndürebilirdi, kurbanlarının gözlerinden akan su damlacıkları, içinde gür gür yanan ateşi. Cam kenarından birkaç yavaş adım ile geçti koltuğa. Zorda olsa geçmişten sıyrılıp düşündü. Elini başına koyup derin bir iç çekişin ardından ofladı.
"Bu koca ev, neden dertlerimi sığdıramıyor artık. "
Birkaç haftadır beyninde susmayan sesler, tekrar Simge'nin kafasında mini bir konser vermeye başlamıştı.
"Hadi ama Simge. Çok yalnızsın neden bu kirli dünyaya katlanıyorsun ki? Hadi Simge, bu hayata bir son ver, yap şunu."
"Burak seni nasıl da bir anda ortada koydu, bu sana yapılır mıydı? Neden hâlâ onu bekliyorsun Simge? Hâlâ onu mu bekliyorsun? Neden Simge?"
"Aileni özlemedin mi? Anneni, babanı. Onlar seni çok özledi Simge."
"Buna bir son ver. Yapabilirsin, kurtul bu kirli dünyadan. Yapabilirsin Simge, kurtul bu dünyadan. Kurtul, yapabilirsin..."
"Simge... Simge..."
Tüm bu sesler beyninde yankılanırken, başı elleri arasında ayağa kalktı. İçinde ki seslerin susmasını istiyordu. Vücudu titremeye başlamıştı. Nefesleri kesik kesikti. Göz kapakları taşıyamayacağı kadar ağır geliyordu ona. Odasına doğru yönelmişken arkadan adının söylendiğini duydu.
"Simge"
Çok tanıdık bir sesti bu. Soluğu yorgun ve ürkek çıkarken dudakları titremişti. Kaskatı kesildiğini fark etti o an. Dolu gözleriyle yavaşça arkasını dönüp "anne" dedi. Şaşkın gözlerindeki yağmurlar yağmaya hazırlanıyorlardı. Kucak açmış onu bekliyordu annesi. Açıktı ağzı. Titreyen dudakları çarpık bir gülümseme bahşetti ona.
"Anneciğim."
"Güzel kızım. Gel buraya."
Hafiften salladı başını. Gülümserken, gözleri yaşlı, kocaman açtığı kolları ile sesin geldiği yöne koştu.
"Seni çok özledim anne."
Yumduğu harelerini aralamıştı. Etrafına bakındı. Kolları kendini sarıyordu Simge'nin. Bomboştu gerçekte. Aynı ses bu kez sol tarafından geliyordu. Afallamıştı bir an. Gülüşü kaybolurken gözündeki yaşlar ile bu kez karşısındaki boşluğa bağırmıştı..
"Sen gerçek değilsin! Rahat bırak beni! Git buradan! Git!"
Eline geçen birkaç parça eşyayı boş köşeye fırlatıp nazarlarındaki yağmurlar ile diz çöktü. Derin nefesler arkadaşı olmuştu şu günlerde ona. Parkeden destek alarak ayağa kalktı. Yüzüne yapışan saçlarını çekmişti eliyle. Etrafına yeniden bakıp yutkundu. Toplaması zor olmadı onun için. Şimdi düşerse kalkamazdı. Ailesine katılmayı düşünüyordu bu dünyada işi bitince. Ama önce onu böyle bir psikoza dönüştüren o isimlerden intikam almalıydı. Hayatını zindan eden kişilerin hayatını yok edecekti.
Düştü düşecek haliyle ayağını sürüye sürüye çıktı merdivenleri. Sessizliğine eşlik ediyordu gıcırdayan basamaklar. Hoş olmayan bir melodi bırakıyorlardı kulağına. Soluna dönerek uzun zamandır girmeye cesaret edemediği odaya baktı. 2 kişinin sevgisi sinmişti her bir köşesine. Her köşede hatıraları vardı onların aksine. Ayakları istemsizce sürükledi onu beyaz ahşap kapıya. Boynu düştü yaşlı gözleriyle. Erkendi bu ayrılık. Açmak için tuttuğu kapı kolunu daha çok sıktı elleri. Her defasında daha çok. Parçalayacakmış gibi sıksada döndüremedi kolu sağdan sola. Elinin tersi ile temizledi tanrının ona verdigi sihirli suyu. Yenildiği duyguları arkasından gülerken boynu bükük ve gözünde yaş ile ait olduğu odasına yöneldi. Düşmekten korkmadığı tek yer yatağıydı onun. Kendini bıraktı sakince. Tavana değen gözleri artık saatlerce oraya dalmaktan şikayetçiydi. Ama yaşlı ve yalnız gözlerin hepsi mahkumdu buna. Saatin tik tak sesleri ağlayan bir çocuğun hıçkırıkları gibi beyninin boşluklarında yankılanıyor yine dakikalar geçmek bilmiyordu. Bugünde akşam oldu. Ama sabahlar olmuyordu.
《☆☆☆》
Sabahın haylaz ışıkları yüzünü gıdıklarken istemsizce açmıştı gözlerini. Attı üstünden, bedenine beton yığını gibi çökmüş yorganı. Üç ayaklı abajurun yanında, sağına kalan komodinin üstünde duran sürahisinin dibindeki suyu da bardağa döküp dikmişti kafasına. Bugün yapacak çok işi vardı. Listesindeki son isme de ulaşıp adreslerini öğrenmişti. Tek eksiği eski dostu silahlardı. Acil silaha ihtiyacı vardı ama silah alabilmek içinde paraya. Ne yapması gerekiyordu? O anda aklı intikamdan başka bir şeyi düşünemez olmuştu ki bu yapacağı hataları peşin sıra getirecekti. Bir şeyler satması gerekiyordu para bulması için. Evde para edecek pek bir şeyi de kalmamıştı gerçi. Evi satsa hemen bir alıcı bulamazdı ki evi de asla satamazdı. Ailesinden geriye kalan bu eve ve bu evde ki hatıralarına ihanet etmiş olurdu. Bunu yapmayı istemezdi. Arabasıda onun için çok değerliydi. Dedesinin yadigarıydı. Aklındaki en mantıklı şey onu üzecekti belki ama yapmak zorunda olduğunu biliyordu. Elini saçlarından geçirip ofladı.
Bir ayyaş gibi sallana sallana yürürken yavaş ve ağır adımları uzun zamandır girmeye cesaret edemediği o odanın karşısına yine getirmişti onu. Beyaz ahşap kapının karşınında bir an bekledi. Titreyen elleri yavaşça kola uzandı. Sanki her şey yok olmuşta yalnızca o kapı ile Simge vardı orada. Tüm o hatıralara açılan kapı. Çevirdi kolu. Gelen tık sesiyle gıcırdayarak açıldı. Çenesinden küçük bir titreme yayılsada topladı kendini. Yapabilecek miydi peki? Ya da yapmalı mıydı? İyi gelecek miydi Simge'ye geçmiş sinmiş odayı koklamak?
Kapıyı tamamen iterek açınca kısa bir süre orada bekleyip eşiğinde dona kalmıştı öylece. Sonra omuzlarını dikleştirip annesinin makyaj masasına doğru hızlı adımlarla ilerledi. Bir an önce işini bitirip çıkmak istiyordu. Ayakları gitmemek için direnirken, başı yolunu şaşırması için dönüyordu lakin ne ayaklarına ne de baş dönmelerine yenilmedi Simge. O sadece ağır gelen geçmişine yeniliyordu. Kırmızı kadife yüzük kutusunu açıp, anneannesinden kendi annesine kalan ve ondan da kendine kalan büyük yeşil taşlı yüzüğünü çıkardı.
"Ne kadar da güzel ve parlak" diye iç geçirirken yapacağı şeyi unutup gülümsedi.
Manevi değeri maddi değerinden çok olsa da şu an en değerli ve para edecek olan eşyası buydu. Dolu gözleriyle masada duran fotoğrafa bakıp başını eğdi.
"Özür dilerim" dedi.
Vakit kaybetmeden yapmalıydı bunu. Çünkü bir an tereddüt onu vazgeçirebilirdi. Ve Simge vazgeçmek istemiyordu fakat bu odada beklediği her saniye onu vazgeçirmeye yakın tutuyordu. Ağır adımlarla geldiği odayı koşar adım terk etmişti.
Avuçlarının arasında tuttuğu yüzüğü sıkıştırıp soğuk bir sesle "şimdi sıra silahlarda" diyerek yutkundu.
・・・・・・
Gideceği adresi eliyle koymuş gibi bulmuştu. Dükkana görünmeyen bir yere park etmişti aracını. İşini garantiye almayı hep sevmişti Simge. Ruhsatsız alacaktı silahları, kaçak. Bu işlerle uğraşan bir kaçakçının, geçen hafta delil yetersizliğinden dolayı hapisten çıktığını duymuştu. Etrafında hâlâ ona bilgi getiren polis arkadaşları vardı. Adamın suçunu ne kadar ispatlayamasalar da Simge emindi buna. Çok vaka görmüş, duymuştu böyle. Yardım edebileceğini umdu. Kapşonlu siyah sweatinin başlığını kafasına atıp, gözüne siyah bir de gözlük takmıştı. Vücuduna artık bol gelen aynı renk eşofmanını yukarı doğru çekiştirerek dükkanın kapısına doğru kaldırdı gözlerini.
Yanıp sönen ışıkların üzerindeki harflerde "Aster Shop Hediyelik Eşyalar"
yazıyordu. Usulca yürüdü. Dükkanın kapısını açtığında tepede ki minik çan hareket ederek çaldı. İçerideki adam ve müşterisi etrafı süzen benzi solmuş ve bir hayaleti andıran bu genç kadına göz atmışlardı. Üzerindeki bakışlara aldırmadan adresini kontrol etti. Etraf pek öyle görünmesede doğru yerde olduğundan emindi. Etrafı incelerken içerideki tek müşteri de satıcıya gülümseyerek iyi günler deyip çıkınca, Simge orada duran, muhtemelen dükkanın sahibi olan orta yaşlı adama yöneldi. Herife yaklaşırken çatık kaşlarıyla da süzüyordu. Ela gözlü, sık ve gür siyah saçlara sahip; orta boylarda, şişman sayılacak derecede kilolu biriydi. Simge'ye bakarak sırıttı.
"Hoş geldiniz. Nasıl yardımcı olabilirim? Sevgilinize bir hediye almak istiyorsanız doğru adrestesiniz, size yeni gelen kar kürelerinden önerebilirim. Eğer vaktiniz varsa içine fotoğtaf koyup, isim de yazabilirim."
Adamın göstermek için eline aldığı eşyanın ne olduğuna bile aldırış etmeden biraz sert bir üslupla konuştu.
"Bırak kar küresini." Ona biraz daha yaklaştı. "Ben kaçaklardan istiyorum."
Adamın yüzündeki gülüş hazanın son çiçekleri gibi solup giderken Simge'ye bir bakış atmıştı. Ona güvenmediği o kadar belliydi ki her halinden. Sesinde az önce var olan neşe endişeye boyanmıştı.
"Ne dediğinizi anlamadım" dedi. "Ben burada hediyelik eşyalar satıyorum. Size başka türlü yardımcı olamam hanımefendi."
Yanından sıyrılıp tezgahın arkasına yönelmişken kolundan tutarak derin bir nefes alıp aynı soğukluk ve sertlikte devam etti sözlerine.
"Polis değilim merak etme. Sadece silah almak istiyorum ve o silahlar sende var. Hadi uzatma."
İşaret parmağı kapıyı gösterirken "lütfen buradan çıkar mısınız?" Dedi. "Ben şerefli bir esnafım."
Alaycı bir tebessüm yerleşti belli belirsiz. Bitkin çıkan sesiyle başı yerde iki yana sallanırken cıkladı. "Sizin şeref kavramınızı anlamıyorum. Ama ilgilenmiyorum da" diyerek kaldırdı kafasını. "Senden şerefini istemiyorum be adam. Oyalama beni. Hapse bu yüzden girdiğini ve delil yetersizliğinden çıktığını biliyorum. Ve o kadar eminim ki o silahlar sende var. Şimdi fazla uzatma da çıkar şu silahları. Çok vaktim yok benim."
Adam Simgeye tekrar baktı. Bu kez daha şüpheciydi. "Sana nasıl güveneceğim" diye sordu. Bu sorusu üzerine aslında farkında olmadan kendini ele vermişti. Hıh diyerek burnundan verdiği nefesle yüz ekşiterek ona bakmıştı ters ters. "Doğru" dedi çenesini kaşıyarak. "Bana güvenemezsin." Yutkunup kendinden emin bir şekilde eli ceplerine gitmişti.
"Siz şerefli(!) adamların en sevdiğim huyudur, kimseye güvenmemek. Ama..."
Yavaş yavaş eline aldığı şeyi çıkarırken adamın ürkek suratına baktı. Acıyordu ona Simge şu an. "Güveneceğin çok daha iyi bir şey var bende."
Cebinden çıkardığı paraları sertçe koydu masaya. Bir an hızlı nefeslere teslim olan adam rahatlamıştı. Bakışları Simge ve masa arasında gidip gelirken bu kadar çok parayı bir arada görünce usulca büyüttü gülüşünü. Korku, rengini mutluluğa devretmişti suratında. "Haklısın" dedi pişkin pişkin. "Para varsa güven vardır. "
Adamın paraya verdiği değer karşısında burun kıvırdı genç kız. Onun gözünde resimli kağıttan başka bir anlam ifade etmiyordu. Kapıya doğru ilerleyen dükkan sahibi şişman adam, dışarıyı kontrol ettikten sonra önce kepenkleri indirip ardından kapıyı kilitledi ve Simge'ye dönerek "gel benimle'' dedi. Adamın peşine takıldı. Bu küçük dükkanda gizli bir bölme olacağına ihtimal vermiyordu ama böyle insanlar ihtimalleri çürütecek cinstendi. Tablonun arkasına uzanan elini hafifçe sağa sola oynatınca bir ses yankılanmıştı.
Adam adeta duvarı ikiye bölerek kapı açmıştı ona. Hızlı adımlarla yürürken Simge şaşkınlıkla onu takip etmeye devam etmişti. Biri önde diğeri arkada beraber inmişlerdi gizli bölmeden aşağı. Adamın ışık düğmesine basması ile büyük demir raflar metal renklerle göz kamaştırıyordu. Başını çevirmeden gözleriyle taradı etrafı. Mest olmuştu Simge sanki. Hayranlıkla etrafına bakıyordu. Silah kullanmayı özlemişti. Uzun zaman sonra ilk defa gülümsediğini fark etti o an. Bir çocuğun oyuncak dükkanına girip raf raf kaybolup şımarıkça hepsini istemesi gibi bir his oluşmuştu onda. Derin bir nefes verdi. Eli tam gözlüğüne gidiyordu ki adamın arkadan gelen sesiyle irkilip nerede olduğunu anımsadı. Yüzündeki gülümseyip küçültüp silkelendi.
"Beğendiğin silah hangisi? "
Böyle bir manzarayla karşılaşabileceğini düşünmemeşti. Etrafında çok çeşitli sayıda silah vardı. Pompalı, makineli, uzun namlulu , yarı otomatikler ve türlü türlü tabancalar... Dili tutulmuştu sanki. Adam sorusunu yineledi:
"Hangisini istiyorsunuz? "
Simge eline bir silah alıp inceledi. Hiç yabancı değildi bu ona. Yine de karşısında, Ertan'dan öğrendiği kadarıyla isminin Şahin olduğunu bildiği kaçakçının bilgisini merak ederek sordu.
"Mesela bunun özelliği ne?
Gülümseyerek yanıtladı sorusunu.
"A4 uzun namlulu, Kanada yapımı, 43 mermi atar."
Simge kaşlarını yukarı kaldırarak kafasını salladı.
"Hmm" dedi bilmiyormuş gibi. "Bu güzelmiş, şuradakinin özelliği ne peki?"
Şahin eline alıp "Browning hi-power" dedi. "Güzel silah. Tetiği tek hareketle çalışır. 9 milimetre..."
"Luger veya 40 S&W fişekleri ile kullanıma uygun yarı otomatik bir tabanca."
Adamın şaşkın bakışları arasında eline alıp karşıda bir yere doğrultup nişan alır gibi gözünün birini kırparak "etkili menzil 50 metre. Tasarlandığı tarih 1914-30 yılları arasında. Üretime ise 1935'te başlandı." Adama dönmüştü. Tabancayı elinde tartarken "ağırlığı 1.0 kilogram" deyip bırakmıştı avcuna.
Kaşları göçmen kuşlar gibi havalanırken çapraz bir gülüş verdi ona Simge.
"Tüm bunları nered..."
"Bu seni ilgilendirmiyor."
Oldukça soğuktu sesi. Biraz sert ve de ciddi. Adam başına bir bela aldığını lakin geri dönüşü olmadığını anlayıp eline başka bir tabanca alarak tereddüt içinde kekeleyerek devam etti tanıtmaya.
"CZ 75 B" dedi. Tuttuğu kısım ahşap gerisi ise daha metalik görünüyordu. "BD yok mu?" Diye sordu. Diğerini alırken onu yerine bırakmıştı.
"Olmaz mı? CZ 75 BD. Özelliklerini saymama gerek yok sanırım" diyerek sırıttı adam. Eline alıp incelerken mükemmel dedi Simge. Simsiyah. Bir kadın kadar cesur ve güzel diye iç geçirdi.
S&W modelleri, Glock tabancaları, Ar-15'ler... Bir sürü silah vardı. Bazılarını bulmak ve bulundurmak oldukça güçtü. Bu yüzden şaşkındı Simge ve bu şaşkınlığı diline dökülürken çatıldı kaşları. Kendini bir an görev başında gibi hissedip sordu.
"Sen bunları nereden buldun?"
"Bu seni ilgilendirmiyor" diyerek sırıtmıştı.
Etrafına yeniden göz atarken neşesini kaybetmiş gibi görünen o ciddi kadın, asık suratını bırakıp sanki oyuncağını bulmuş bir çocuk gibi sevinçliydi o an. Adam Simge'ye bakarak neye güldüğünü anlamaya çalışıp ardından bunun boş bir düşünce olduğuna kapılarak seslendi.
"Hangisini alacaksınız?"
Koca bir kahkaha inletmişti ortalığı. Ses silahların tetik boşluğundan süzülerek yeniden kulağına dönmüştü sanki. Bir anlam veremeyen adam şaşkın bir şekilde bu garip müşterisine bakmaya devam ederken düşündü. Bu soruda bu kadar gülünecek ne var? Simge'ye komik gelmişti işte. Çünkü gülüşünü küçültüp şişman kaçakçıya bakarak
"Hepsini" dedi. "Sorduğum silahların hepsini alacağım."
Anlamsız bakışlarına teslim etmişti Şahin gözlerinin rengini. Başına bir bela aldığını düşüncesi onu bir hayli ürpertmişti. Adamın inanmayan ya da inanamayan bakışlarından rahatsız olan Simge bezgince nefes vererek "ciddiyim sorduğum silahların hepsini alacağım. Parası hazır, gördün" diyerek adamın meraklı bakışlarına karşılık vermişti. Ama Merakı daha da bir artan dükkan sahibi dayanamayıp sordu.
"Bu kadar silahı ne yapacaksın?"
Kızmıştı Simge. Fazla kurcalaması onu ele verebilirdi. "Bu seni ilgilendirmez" diyerek sert çıkıştı. "Paranı fazlasıyla vereceğim. Ve sen de beni gördüğünü unutacaksın. Ha unutmazsan" yaklaştı ona. "O zaman kim olduğumu anlarsın ve inan bana bu öğrenmek isteyeceğin son bilgi olur; çünkü benimle birlikte yanarsın." Kısık sesinin ardından yutkunup "her anlamda" dedi.
Az önce gülen kadın şimdi o kadar ciddi birisi olmuştu ki adam ne demesi gerektiğini bilememişti. Daha önceki müşterilerine hiç benzemiyordu Simge. Ondan garip derecede korkmuştu. Karşısında bir cellat vardı sanki. Siyah gözlüğünün altından koyu kahve irisleri görünmese de, adam sanki o delici bebeklere maruz kaldığını fark edip daha da ürpermişti. Dudaklarını gülümsemeye zorlayarak konuştu.
"Böyle bir psikopatın kim olduğunu bilmek istemem doğrusu. "
Aniden sırıttı. Duyduğu bu söz karşısında gayet mutluydu. Korkudan beslenen bir canavar gibi hissetti kendini o an. Seçtiği silahları bir valiz içine özenle yerleştirdikten sonra Simge önde adam arkada çıkmışlardı. Parayı da öderken köşedeki kamera dikkatini çekti.
"Neden ışığı yanmıyor?"
"Kayıtta değil."
"Sebep?"
"Ani bir baskında kendimi ele vermemek için" diyerek kapıları açmak için ilerledi. O ise eline valizi alıp ardından yürümüş, kepenklerin açılmasını beklerken etrafına bakınmıştı. Tam o sırada vitrinde duran büyük cam fanusun içinde mor renkli bileklikler gözüne çarptı. Aslında renk renkti lakin o morda takılı kalmıştı.
Bu onun için ölümün rengi miydi, mücadelesinin mi yoksa hafızasında yarım kalan bir anının mı?
Belki de üçü...
Aklı ona oyun oynamak için geçmişe sarmıştı bantları. Küçücük bir çocukken, annesinin ona ilk aldığı bilekliklere benziyordu bu. Evet bu onlardandı. Mor boncuklu bir bileklik. Vitrine ilerleyip nazikçe fanusun içine elini uzatıp mor olanın bir tanesini almıştı parmakları arasına. Sessizce avucundaki koyu renk tanelere bakarken gözleri nemlenmişti dudakları ile tebessüme kapılarını aralamıştı. Birkaç saniye böyle kalırken aklında kendini bile ürperten cinste bir fikir parladı o an.
Daha önce cinayet büroda çalışan Simge, bazı seri katillerin işaretleri olduğunu hatırlamıştı.
"Acaba?..." duraksadı bir an. "Neden olmasın" diyerek ilk bilekliğine benzeyen bu mor renkli bilekliği sıktı avucunda. Aklında konaklayan fikre minik bir tebessümde bulunarak bunlardan bir kutu istiyorum diyerek ona gösterdi. Bu duruma bir anlam yükleyemeyen adamın şaşkınlığı daha da artmıştı. Bir valiz dolusu silah, bir kutu dolusu mor bileklik.
Kendi düşüncelerine bana ne der gibi dudak bükerken elinden aldığı kutuyu poşete koymak için ilerleyip tezgahın arkasına geçmiş, kendi dükkanının isminin yazılı olduğu orta boy; mor renkli, beyaz puantiyeli karton çantalardan birine katıp ona uzatmıştı. Simge, aldığı bilekliğin parasını öderken adamı son defa uyardı.
"Beni gördüğünü unut. Unut ki bende gördüklerimi unutayım. Yoksa çıra gibi yanan sen olursun."
Bileklik çantasını almak için tezgaha uzanıp yüzüne doğru yavaşça eğilip fısıldadı.
"Seni yakmadan, yanmam" doğrulup gülümsedi. "İyi günler."
Karşısında sessiz kalan ve boncuk boncuk terleyen adamın yüzüne çapraz bir gülücük atıp o dükkana bir daha uğramamak üzere çıkmıştı.
《☆☆☆》
Temkinli şekilde sürüyordu arabasını. Yolda çevirmeye denk gelmeyi hiç istemezdi. Bu yüzden trafiği daha seyrek hatta çok sık kullanılmayan diğer yoldan gitmeyi tercih etmişti. Bu yol onu biraz oyalayıp eve dönüşünü uzatacaktı lakin en iyi seçeneği de buydu. Valiz hemen yanıbaşındaki ön koltukta arkadaşlık ediyordu yolculuğuna. Başını bir an sağına çevirip baktı sessizce. Düşünceliydi Simge bir süredir. Yüzüğü sattığı için kendine olan nefreti artıyordu. Camları sonuna kadar indirmişti. Direksiyonu sıkıca kavrayıp gaza yüklendi. Yüzüne çarpan hava bile ciğerlerine yetmiyor, nefessiz kalıyor gibi derin derin içler çekerek soluklanmaya çalışıyordu. Sanki bütün havayı insanlar tüketmişçesine nefessizdi. Kendini ikna edecek cümleler kurarken beyni buna kanmayınca biraz daha bastı gaza.
'Boğuluyorsun Simge' dedi içindeki ses. 'Yalnız öleceksin, intikamını alamadan boğulacaksın Simge. Öleceksin...'
Hayır diye sesi yükselirken farkında olmadan ayağını gazdan çekip biraz sonra da hızla frene basmış bu etkiyle öne doğru hoplamıştı biraz. Etrafı ormanlık olan yolun tam ortasında durmuştu. Kapıyı açıp hızla yere bastı. Derin derin çekti içine havayı. Soluğu düzene girmiş, nefes alabiliyordu eskisi gibi. Başını çevirip valizi kontrol etti, hâlâ koltukta ait olduğu yerde duruyordu. Etrafına bakındı o an. İyi değildi son zamanlarda. Yalnızlığı onu delirtmişti. Bazen kafasının içindeki seslere yanıt verdiğini bilsede elinde olmadan yaptığını fark etti. Elini başından geçirip kafasını semaya doğrultup bağırmıştı.
Boncuk boncuk dolmuştu gözleri. Yavaşça bindi arabasına yeniden. Karşısında sonsuza kadar gidiyormuş gibi, eski aslavaltları zamanla sıyrılmış, bazı yerlerde bu sebepten ara ara küçük çukurlar oluşmuş; uzunca uzanan yola baktı. Ağlamak istemiyordu. Bastırdı gözlerini. Göğsü hızlı hızlı inip yükselirken başını direksiyona koyup küçük derinden hıçkırıklar kaçırarak daha fazla tutamadığı gözyaşlarını yanaklarına bırakmış, sessizce ağlamaya başlamıştı.
'Deliriyor musun Simge?'
Burnunu çekti. "Ne oluyor sana? Deli kız derlerdi. Gerçekten mi delirdin Simge? Yalnızlığın seni delirtiyor mu?" Yutkundu. "Güç ver Allah'ım. İntikamımı alana kadar dayanma gücü ver. Sabır da ver... Sonra istersen canımı al."
Gözyaşları artınca öfkelenip direksiyona vurmuştu elini. Bir daha ve bir daha. Yakıştıramıyordu kendine gözyaşını. Mesleğinin verdiği bir öğretiydi bu lakin son yıllarda gizliden gizliye çoğalmış, yalnızken sık sık ağlamaya başlamıştı.
Çok geçmeden başını kaldırıp açık ağzından birkaç derin nefes daha alıp topladı kendini. Aksini düşünse de eskisinden daha güçlü bir kadın olmuştu. Yalnızlığını yalnızlığıyla dertleşerek yeniyordu.
Eve geldiğinde vakit öğleni çoktan geçmişti. Silah dolu valizi salonun bir köşesine koyup fermuarı açıp içinden bir tanesini çıkarıp baktı. Mesleğine duyduğu aşk canlanmıştı yine. Nasılda çok özlemişti polisliği, silah tutmayı... Elinde olan ve yalnızlığını onunla unuttuğu tek dalı da kurutmuşlardı. Avuçlarının arasında duram ağır demir yığınına daldı. En yakın arkadaşıymışcasına bakmıştı o an. Sırdaşı olacaktı çünkü, suç ortağı. Dertlerini, çıkardığı keskin ses azaltacaktı. Ama neden mutlu değildi? Ağzını sonuna kadar açtığı valizin içine daldı gözleri. Yapmaya hazırlandığı ölüm planını düşündü. Karşı tarafa mı geçmişti Simge?
"Bu yaptığım doğru mu, nasıl olacak?" Yutkundu. "Gerçekten yapabilecek miyim?"
O an kaskatı kesilmişti. Kendine sorduğu soru bir sarmaşık gibi boğazına dolanmış, üstelik cevaplanamayacak kadar da zor ve karmaşık bir hâl almıştı. Bedeni oradayken ruhu bir köşeye sinmişti.
"Onlar benim tutunduğum tek dalı kırdılar. İşim, işim benim her şeyim idi. Beni bu bataklığa, yalnızlığımı yaşatmayan uğultulara teslim ettiler. Onlar ölmeyi hak ediyorlar."
Söylediği sözler kulağına dolunca irkildi. Şu an hiçbir şey düşünmüyor, bir boşluğa sessizce dalıp gitmişti. Bunalmıştı artık. Yorgundu bu yaşta; hasta gibi, bitkin, halsiz. Genç bedeninde sanki çok yaşlıydı ruhu. Kırgın... Omuzlarında yüzünü hiç görmediği birini taşıyormuşcasına zorlanıyor, o yük olan kişi ara ara boynuna eğilip onu boğuyormuş gibi hissediyordu. Adalet peşinde koşan iyi polis ruhsatsız silahları almak için girdiğinde yeniden dışarı çıkamamıştı. İntikam ateşinde yanarak can verirken onu yakan kişi içindeki kötü tarafıydı. İyi Simge o dükkanda can vererek yok olmuştu. Kapıdan çıkarken veda etmişti iyiliğe. Bu veda en zoruydu... Sevdiklerinin cansız bedenine sarılırken kendi varlığına sarılamamıştı.
İçinde alevler yeniden yükseldi. Bitmeyen savaşı tekrar gün yüzüne çıktı. Yanlış olduğunu bildiği doğrulara yenilmek üzereydi. Gözlerini kapatıp silahı burnunun üstüyle birlikte alnına dayayıp söylendi.
"Bu benim davam... Bu benim adaletim..."
Kısıkça güldü. "Adalet..." dedi.
Ayağa kalktı yavaşça. Son cümlesini tekrar ederek hızlı adımlarla bir ileri bir geri gitmeye başladı. Kafasındaki sesler susmuyor aynı kelimeyi tekrar ediyor onları ne yapsa susturamıyordu. Başını elleri arasına alıp "susuun!!" diye bağırdı. Kontrolsüzdü. Çıldırmış gibiydi o an. Etrafına attığı bakışlar sanki ipini koparmış bir boğayı anımsatıyor neye saldıracağını düşünüyor gibi çevresine bakıyordu. Birden delirmişçesine etrafındaki eşyalara saldırmaya başladı.
Elinin tersiyle yanında duran sehpanın üstünde ki her şeyi fırlatıp atmıştı. Köşede duran yemek masasının iki sandalyesini havaya kaldırıp savurmuştu. Arkasına kalan konsolun üzerindeki bibloları yere çarparak kırmıştı. Çıldırmışcasına ağlıyordu üstelik. Bir süre sonra bitap düşüp dizlerinin üstüne çaresizce çöktü. İçinde ki bütün kini kusarcasına bağırırken avuç içleriyle parkeyi dövüyordu. Çok yorulmuştu yaşamaya çalışmaktan. Bu dünyanın onu çok yorduğunu hissedebiliyordu. Sağlıklı düşünemiyor hatta şu an hiç düşünmüyordu. Acı dışındaki tüm hislerini bir sünger emmiş gibiydi. Başını kaldırdığında gözüne karşısında ağzı sonuna kadar açılmış valiz ilişmişti. Bir hışımla ayağa kalkıp silah dolu çantaya ilerlemiş içinden çıkardığı bir tabancayı sağ şakağına dayamıştı. Derin derin, güçlükle nefes alıyordu. Göğsü titriyordu sanki. Ağır geliyordu ona artık yaşamak. Demirin soğukluğu alnında misafir olurken tetiği çekmek istedi. Çok mu zordu sanki basmak o küçük yere? Defalarca yapmamış mıydı zaten bunu polisken? Ne değişmişti peki şimdi? Kendini vurmak, isteyerek tetiğe basmak kolay değildi hiçkimse için. Titreyen elleri korkuyor muydu ilk defa bir silahı ateşlemeye yoksa? Belki de namlu ucunda ki kişi korkutuyordu onu. Aciz kılıyordu. Ölümden mi korktu Simge o an? Hem de yapabilecek cesareti varken. Nefesini toplayıp yavaşça değdi parmağı tetiğe. Bir daha ve birkaç kez daha. Boştu silah. Avuçlarına aldığı mermilere bakıp gülmeye başladı. Yanaklarında kahkahalara gözyaşları karışırken yavaşça parkeye bıraktı silahı ve ayağa kalktı. Hayır, kesinlikle korkmamıştı ölümden. Ama intikamını almadan pes etmek istemiyordu. Ölmek istemiyordu...
Biraz sakinleşmişti şimdi. Bağırmak onu rahatlatmıştı sanki. Yüzünü yıkamak için kırıp döktüğü eşyaların arasından usulca merdivenlere uzanıp yukarı çıktı. Lavabonun kapısını açıp, ayaklarını sürüyerek içeri girdi. Bu koca ev dar geliyordu ona. Boynunu daraltan sweatini çekiştirdi. Solgun yüzüne birkaç kere; tıpkı hava, insanlar ve Simge'nin kalbi gibi soğuk olan suyu çarptıktan sonra aynada uzun uzun baktı kendine.
"Ben kötü değilim" dedi sessizce. "Hayır, hayır. Ben kötü değilim." Kendi kendinin yüzünü okşadı. Kafasındaki ses konuşmaya başladı.
"Onlar seni zorladı buna Simge."
Etrafına göz attı. İç sesi olduğunu biliyordu bu fısıltının. Aynadaki bitik kahve gözlere dalıp baş salladı.
"Onlar beni zorladı. "
"Onlar seni mecbur ettiler Simge. Sen kötü biri değilsin. "
"Evet. Onlar beni mecbur etti. Ben kötü bir insan değilim."
Yapacaklarını düşündü.
"Kötü biri değilim" dedi. Kendine bakarken utanmıştı sanki. "Hayır! Ben kötü değilim. Kötü değiliim!!!"
Sesinin son raddesine kadar bağırmış yüksek sesle söyleyince ikna olacağını düşünmüştü. Başını öne eğdi ağırca. Düzensiz nefesi fısıldıyordu kulağına. Kafasını kaldırdığında aynada gözlerinin içine baktı. Solgun yüzünde gezinirken uzun saçları dikkatini çekmişti. Uzun at kuyruğu saçları. Siyah ve ince. Ona polisliğini hatırlatıyordu. Mesleğinden geriye kalan, ona ait olan tek şey. Artık polis değildi. İntikamı için olmadığı birine dönüşmek üzereyken bu sadece ruhsal olmamalıydı.
Çekmeceden bulduğu makası aldı eline. Bordo lâstik tokadan kurtulup serbest bıraktı onları. Salınan saçları mehtap gibi parlarken, ay kadar güzel görünüyordu. Uzun uzun bakıp sevdi son kez. Sonra tek teline kıyamadığı saçlarını göz yaşları içinde kesmişti. Düzensiz, dengesiz... Makasın önüne neresi gelirse almıştı acımadan. Keserken öldüreceği insanları düşündü. Saçları gibi onlarada acımayacaktı. Onlarda tıpkı lavabonun içine, dışına, yere öbek öbek düşen siyah saçları gibi yığılacaklardı ayağının dibine. Bu kez bunları düşünüp gülümsedi. Tam bir psikopat gibi. Saçlarıyla işi bittiginde bambaşka biri olmuştu. Aynadaki o artık bir yabancıydı. Fakat tamamen degişmesi için tek bir adım kalmıştı.
İsmini değiştirmek.
Ona özel olmalıydı. Duyduklarında korkacakları bir isim. Ama neydi? Çıktı banyodan. Aşağı inerken etrafına bakıyordu. Sanki büyüdüğü bu ev ona çok yabancıymış gibiydi. Kırdığı bütün eşyalar ona pişmanlıkla yoğrulmuş büyük bir acı verirken, geçmişi geri döndüremeyeceğini çok iyi bildiğinden dağıttığı etrafı toplamaya başladı. Bir taraftan da hâlâ isim düşünüyordu kendine.
Kırılan çerçeveyi kaldırırken çerçevenin camı eline batmıştı. Acıyla birden inlemiş parmağını hızla çekmişti. Çerçeveyi ters çevirdiğinde ölen anne ve babasının fotoğrafı olduğunu gördü. Bu bir işaret olabilirmiydi? Her şeyi bırakıp diz çökmüş, fotoğrafı karşısına koymuştu. Uzun uzun seyretti. Yüzümde küçük çekingen bir tebessüm yeşerirken özlem kelimesinin ağırlığını kalbimde hissetti. Art Arda kaybetmişti onları. Sevdikleri elinden bir kuş gibi birer birer uçup gidiyor tek başına yapayalnız sadece Simge kalıyordu. Başı yere eğilirken kahverengi irislerinden, kahverengi parkeye içinde biriken çaresizliği almıştı katre katre o an. Başını aheste aheste kaldırıp annesinin gözlerinde kaybolmuştu. Parmakları, fotoğrafta ki o güzel kadının, pamuk gibi görünen cansız suratında usulca dolaşırken kendini biçare, terk edilmiş küçük yaralı bir çocuk gibi hissetmişti.
Annesi trafik kazası geçirmiş fakat doktorlar durumunun iyiye gittiğini, kurtulacağını söyleyerek ona dünyaları verirken, aniden sebebini bilemedikleri bir nedenden dolayı uzun süre yoğun bakımda kalmış ardından da çok geçmeden bir akşamüstü vefat etmişti.
Simge yıkılmıştı o an. Babasının destegiyle güç buluyordu. Biraz zaman geçmiş, tam her şey düzene girmeye mecbur olup yavaş yavaş acıları içlerine sinip, bu düzene alışmışlarken babası pankreas kanserine yakalanmıştı. Eşinin yokluğuna dayanamamıştı İskender Bey. Zor bir süreçti ikisi içinde. Babasını kaybetme korkusu esir alırken onu, gözünün önünde eriyip bitmesine dayanamıyordu. Ama hayat onun bu haline acımamış, babasınıda hastalığından 6 ay sonra elinden almıştı. Kansere yenilmişti, gözünde herkesten güçlü gördüğü adam. O da bırakmıştı onu. Simge çok zor günler geçirmişti. Burak'ta onu terk edince tamamen yalnızlaşmış, sadece işine odaklanmıştı. 3 yıl 3 asır gibi geçmişti onun için. Geriye dönüp baktığında eski Simge'den hiç kimse kalmamıştı. Şu koca hayatta tek başına, yapayalnızdı. Belki de mesleğini bu yüzden daha çok seviyordu. Aşık olduğu mesleğini de almışlardı. Ailesinden sonra dünyada tutunduğu tek dalı kırmışlardı. İntikamı çok acı olacaktı.
"Annem, babam sizi asla utandırmadım. Ben şerefli bir polisim" dedi titreyen sesi ile. Hatalı konuştuğunu fark edip düzeltti. "Yani polistim. Ama hesabını çok ağır ödeyecekler. Onlara bunun hesabını soracağım. Söz veriyorum."
Burnunu çekti. Fotoğrafla konuşurken onları yanında hissediyordu. Aniden irkildi Simge. Eskiden yaşadığı anılar gelmişti gözünün önüne. Mezun olduğunda ona yaptıkları kutlama. Sahi ne kadar mutlulardı o gün. Kafasında sözler, karşı masada silüetler canlanmaya başlamıştı gözünde.
"Evine hoş geldin Simge!"
Mutluluğunu hatırladı. Unuttuğu, kaybettiği o duyguyu. Anne ve babasının konuşmalarını. Ona sarılmaları, öpmeleri... Babasının "Ervin hayatım pastayı getir" dediğini hatırlayıp sesindeki o tınıya gülümsedi. Annesinin onu onaylayarak "tamam İskender, sabırlı ol" diye söylendiğini. Pastayı kesip beraber yemeleri... Tadı hâlâ damağında duruyordu sanki. Her şey dün gibi aklındaydı, taptaze kalmıştı. Bu daha acı vericiydi aslında. Artık beraber hiçbir şey yapamayacaklardı. Yapamazlardı...
Fotoğrafa bakarken daha çok duygulandı şimdi. Bu fotoğrafı o gün kendisi, kendi elleriyle çekmişti. Derince soluk aldı. Bu işte anne ve babasının da yanında olduğunu hissetmek istiyordu. Güç bulabileceğini düşündü. Bu fotoğraf belki de onun için bir işaretti. Kendi kendine tekrarlamaya başladı.
"Ervin, hayatım pastayı getir."
"Tamam İskender. "
"Ervin hayatım, İskender."
"Ervin, İskender..."
"Buldum" dedi birden. Aklına gelen şey onu gülmeye itmişti.
"Tabii ya. Buldum."
Anne ve babasının isminden yeni bir isim oluşturacaktı kendine. Böylece yine onların Simge'si olmuş olacaktı. Harflerin yerini değiştirerek isimler uydurmaya başladı.
"Vinder. Nasıl olur acaba? "dedi kendi kendine.
"Hayır beğenmedim... Hmm, Erken" dedi ve gülümsedi. "Saçmalama Simge ya. Daha yaratıcı olmalısın" derken kahkaha atmaya başlamıştı.
"Niye bunu daha önce düşünemedim ki?"
Eliyle kafasına vurdu.
"Baş harflerini birleştirmek. Tabii ya, tabii. Baş harfleri..."
Kafasını doğrulttu ve "ERİS" dedi.
Gözleri parlıyordu. İçinde istemsiz bir heyecan baş gösterdi. Yeni bir devir başlayacaktı ona göre.
"Evet mükemmel oldu. Artık yeni bir dönem başlıyor."
Eline hazırlamış olduğu listeyi aldı. İlk sırada ki isme bakıp soğuk bir sedayla dişleri arasında ezdi o adı.
"Haluk YALÇINER."
O an bütün acılarını unutmuşcasına gülümsedi. İçinde bir yerlerde ortaya çıkmaya hazırlanan şeytan ses vermişti onun dilinden.
"Haluk YALÇINER, hazırlan. Adalet zamanı" dedi. "Adaleti dağıtacak olan benim ve bu benim zamanım. Bu Eris'in zamanı..."
Hikayeme destek olun lütfen ve yorumlarda görüşlerinizi belirtin :D
Oy vermeyi unutmayın 😊
Hikayede düzenleme yaptığım için paragraf arası yorumlar kayboldu ve biraz uzun bir bölüm oldu. Umarım ilk hikayemden keyif almışsınızdır.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top