Bölüm 7: Gün Batımı Çiçeği...
Bölüm 7: ''Gün batımı çiçeği...''
Hicran, sonunda ilaçlarında etkisi ile ağrılarını dindirmiş ve kalan işlerine yönelebilmişti. Makinedeki kalp atışlarını takip edip elindeki çizelgeye tek tek not almaya başladı.
Nabız: 82
Solunum: 10
Tansiyon: 110/70
Ateş: 36,3
AÇT: 3000/2750
Dosyaya uyguladığı ilaçları ve biraz önce çektiği EKG ve EMG verilerini de ekleyip ayakucundaki masaya bıraktı. Önündeki sedyede yatan kadını uzunca inceledi. Zayıf, kemikli yüzü solgundu; Çıkık elmacık kemikleri üzerindeki benleri dikkat çekiyordu. Kıvrımlı kirpiklere sahip kapalı gözleri hareket halindeydi, gözaltları halkalaşmıştı. Yüzündeki kablolar karmaşa halindeydi. Koyu renkli, uzun ve dalgalı saçları dün yıkanmıştı ve başının altındaki yastığı tamamen kaplanmıştı.
Üzerindeki beyaz örtünün dışına çıkarılmış zayıf kollarına baktı. Her yanına elektrotlar bağlandığı için kabloların arasında yatıyormuş gibi duruyordu. Solunum cihazını çıkarıp solunumunu yeniden takip etti, normaldi. Son zamanlarda her zamankinden daha normaldi genç kadın.
Bugünlerde 26 yaşına girmişti, genç ve güzeldi... En önemlisi, ölümü atlatmıştı ve sağlıklıydı.
Uyanacağını umut ediyorlardı...
Hicran bir süre kadının yanında oturup yaptığı şeyin ne kadar doğru olduğunu yeniden sorguladı. Zamanında oğlunu ölümden döndürebilmişti, şimdi bu kadın için aynı şeyi yapıyordu ama nasıl sonuçlanacağını bilmiyordu.
Tarih tekerrür etmiş gibiydi ve hala daha devam edecek gibi duruyordu. Musa'nın pes etmeyeceğini biliyordu, işin kötü yanı ise yanında bulunduğu adam buna izin vermeyecek gibi duruyordu.
İşler tamamen karışmıştı, adamın geri döndürülemez istekleri sonucu geri döndürülemez kararları uygulamaya konuluyordu ve bu, en çok kendisine zarar verecekti. Derin bir nefes aldı ve onca saat ağlamanın ardından uykusunun geldiğini anlayıp yaşlı bedenini dinlendirmek için ayağa kalktı.
Sedyede yatan kadını arkasında bırakıp üzerindeki beyaz önlüğü çekiştire çekiştire odanın kapısını açtı. Tam dışarıya çıkmak üzereydi ki, duyduğu ses yerinde donup kalmasına neden oldu.
''Doktor?''
***
''Dosya burada efendim...'' dedi Serdar, gözlüklerini düzeltip elindeki koyu mavi renkli dosyayı masaya bıraktı. Komiser Vural dosyayı hemen açtı, ilk sayfadaki Doğu'nun resmini ve kişisel bilgileri atlayıp vaka ile ilgili ipuçları kısmına yöneldi. Komiser Ezgi ise yanı başında, açıklama yapmaya başladı.
''Şüpheli profilleri ile başlayalım...'' Komiser onu onayladı. ''Katilin Doğu'nun hayatı ile ilişkili olduğunu ve ondan fazlasıyla nefret eden biri olduğunu düşünüyoruz, çevresindeki kişilerin bir listesini çıkardık. Eşinin yardımıyla bazıları ile olan ilişkisini öğrendik.''
Vural dosyayı çevirdiğinde, karşısında resimli bir liste ile karşılaştı. Ezgi en üstteki ismi gösterdi.
''Eşi Kerim Erge; 18 yaşında tanışmışlar ve 5 yıldır evliler. Komşuları ve doktorları dahil onların çok iyi anlaştığını söylüyor, daha önce kavga ettiklerini dahi gören olmamış. Evlat edinmek için başvuruda bulunmuşlar...''
Geri kalan bilgileri dosyadan hızlıca okudu, psikoloğun dosyasının bir çıktısı da yanındaydı. Bir sonraki resimde esmer, uzun saçlı bir adam vardı.
''Dr. Kazım Pirinççi; Doğu'nun kanser doktoru, 53 yaşında, eşi vefat etmiş. 1,5 yıldır Doğu'nun tedavisi ile ilgileniyor, hastaları ve doktorlar onun hakkında kötü bir izlenimde bulunmadı. Kişisel bilgileri şunlar...''
Komiser Vural bilgileri hızlıca okudu. ''Katilin erkek olduğuna emin miyiz?''
Serdar cevapladı. ''Kamera görüntüleri ve otopsi sırasındaki darp izleri bir erkeğe ait...''
Komiser omuzlarını silkti. ''Ondan nefret eden bir kadın, katil tutmuş olabilir.''
Komiser Ezgi devam etti. ''Çevresindeki herkesi araştırıyoruz, takip ediyoruz ancak katilin erkek olduğunu düşünmemizin bir başka nedeni daha var...'' Açıklamadan önce listeyi okumaya devam etti.
''Dr. Sibel Elbis; Kadın doğum uzmanı, yaklaşık 1 yıldır Doğu'nun gebelik tedavisi ile ilgileniyor. Evli, bir kızı var. Doktor Kazım ile ilişkisi devam ediyor, Doğu ile bir anlaşmazlık yaşamamışlar.''
Komiser elindeki kalemi salladı. ''Evlendiklerinden beri çocuk sahibi olma sıkıntısı yaşadığını söylemiştin. Sibel ile görüşmeden önce hangi doktorlar ile görüşmüşler?''
Ezgi arka sayfalardaki bir adamı gösterdi. ''Daha önce iki doktora daha görünmüşler, birisi iki yıl önce vefat etmiş, bir yıl kadar tedavi olmuşlar. Diğeri ise Modesa Hastanesinde çalışmış daha sonra ise istifa etmiş olan adam, Oktay Aksöz. Yaklaşık 9 yıl hastanede çalışmış, bilinmeyen bir nedenle istifa etmiş. Zamanında başarılı bir doktormuş ancak Kerim'in anlattığına göre pislik herifin tekiymiş. Doğu'ya karşı davranışlarından hoşlanmadığı için sadece iki görüşme sonrasında hastane ile bağlarını kesmişler. Oktay iki defa iletişime geçmeye çalışmış, sonra bir daha aramamış. Aralarında herhangi bir tartışma gerçekleşmemiş.''
Vural kişisel özelliklerine baktı, uzun boylu ve yakışıklı bir adamdı. Çapkın görüntüsü yeşil gözlerindeki ışıltıya yansımıştı. ''Doğu'yu öldürmek isteyecek kadar nefret beslemiş olabilir mi?''
Serdar, ''Doğu'nun telefon kayıtlarını kontrol ettik. Ne Oktay ile ne de bir başkası ile olumsuz bir mesajlaşması olmamış. Tehdit almadığı kesin...'' dedi.
Ezgi başını salladı. ''Ancak yakın zamanda bankadan yüklü bir miktar para çektiğini öğrendik.''
''Nereye harcadığı biliniyor mu?''
''Ekipler birkaç gündür evinde olmadığını söyledi, henüz bilmiyoruz.''
''Peki, kamera kaydındaki şüpheliyi takip edebildiniz mi?''
Serdar elindeki notlarına göz attı, Ezgi'ye verdi. ''Şüpheli 3nolu kameradan sonra Sancak caddesine kadar hiçbir kamerada görülmemiş. Oradan sonrasında ise yeniden görüş alanından çıkıyor. Doğu'nun evinden Sancak caddesine giden 4 farklı yol var, ekipler tek tek yolları takip etti ve çöp konteynırlarından birisinde Doğu'nun ceketine rastladık.''
Komiser şaşırdı. ''Bir başka delil daha!''
Ezgi onayladı. ''Ceketin Doğu'ya ait olduğu tespit edildi, geceliğinin bir takımı. Üzerinde henüz kime ait olduğunu bilmediğimiz bir kan lekesi var. Muhtemelen katile ait, ikisi arasında çatışma sırasında Doğu katilin yarasına dokunup kan bulaşmasına neden olmuş olabilir. Katil bunu fark edip ceketi yol üstünde çöpe atmış olmalı.''
Komiser Vural dudaklarını büktü. ''Ya kayıp bıçak?''
''Henüz bıçağı bulamadık ancak Doğu'nun evindeki kırık çerçeve parçalarında bir bulgu daha var. Cam kırıklarında siyah yün ipleri bulundu. Genelde kar maskelerinde kullanılan ip türü, kameralardaki şüphelinin taktığı maske ile benzeyen maskelerde kullanılıyor.''
''Katile ait bulgu?''
''Bulunamadı ancak doğru kişiyi takip ettiğimize emin olmuş olduk. Katil bu, kan lekesi ona ait.'' Dosyadaki karanlık adamı işaret etti.
Komiser başını salladı. ''Komşulardan bir haber var mı?''
''Olabildiğince polisi etrafa dağıttık, detaylı araştırmalar devam ediyor. Şüpheli davranış yok, henüz bir yabancı gören de olmamış.''
''Peki, evde hala zorla girilme izi yok mu?''
Serdar atıldı. ''Eşi Kerim evin arka pencerelerinden birinde kırık olduğunu ve bunu daha önce fark etmediğini söyledi. Pencereden girmiş olabilir ancak başka bir delile rastlamadık. ''
Bu katilin bir anahtarı olup olmadığı sorularına cevap veriyordu. Katil zorla girmişti ancak yine de planlı hareket etmişti.
''Kısa sürede güzel ilerlemeler kaydettiniz, kanlı ceket en önemli delilimiz. Katile ulaşacağınıza eminim...''
İkili güldü, dosya hakkında daha detaylı bilgileri paylaşıp biraz düşündükten sonra ise komiser Vural sordu. ''Basın ile görüşmeyeceğini söylemişsin?''
Ezgi'nin yüzü anında eski ciddiliğine kavuştu, ''İşim düşerse görüşürüm tabii...'' Komiser güldü, ''Onları kullanmaktan vazgeç, artık vakaları senden dinlemek istiyorlar...''
Serdar gözlüklerini düzeltip başını hafifçe eğdi. ''Eğer bir görüşme ayarlarsak, daha sonra kırılan kameraların parasını ödemek zorunda kalabiliriz.''
Ezgi burun kıvırıp elindeki dosyayı havaya kaldırdı. ''Ölmek mi istiyorsun!''
Komiser Ezgi'nin kolunu tuttu. ''Cinayet büroda böyle şakalar yapmanı yasaklıyorum.'' Ezgi çatılmış kaşlarını düzeltti, ''Neyse ki sadece şaka...''
Serdar, Ezgi'nin garip bir tavırla söylediği bu sözler karşısındaki kalakaldı, başına siper ettiği elini indirdi.
''Peki, yeğenin Cansu nasıl?'' diye aniden konuyu değiştirdi Komiser Vural. Ezgi durdu, komiserine baktı. ''Bu aralar bakıcısını çok zorluyor. Sanırım büyüdükçe rahatsızlığı artacak...''
''Kendine hala zarar veriyor mu?''
Ezgi düşen yüzü ile başını hafifçe salladı. ''Bu defa etrafa da zarar vermeye başladı. Bunu bir şekilde engelleyebiliyorum ancak sese karşı hassasiyetine bir şey yapamıyorum. Dün, 3 kat yukarıda konuşulan konuşmaları duydu ve rahatsız oldu. Duyma yetisi beni gerçekten şaşırtıyor, bu kadar iyi duyması onun için çok zararlı. 3. Kat ile aram artık tamamen bozuldu, Cansu'yu sakinleştirmek mümkün değil.''
''İlaç kullanıyor musunuz?''
Ezgi dudaklarını büktü. ''Henüz değil, yaşı çok küçük. Zaten, annesi böyle olsun istemezdi... Onu doğal yöntemler ile iyileştireceğiz.''
Serdar omuz silkti. ''Otizmin ileri derecelerinden değil mi?''
''Evet ancak onu resimler ile hayata kazandırmanın bir yolunu arıyoruz. Sanırım... resimler ona iyi geliyor.''
''Ya da sen ona iyi geliyorsun...'' Ezgi önüne düşen saçlarını kulağının arkasına sıkıştırıp tebessüm etti, bir süre sessiz kaldılar.
Serdar gözlüğünü düzeltti. ''Bundan sonra eve gidecek pek vaktiniz olmayabilir, işler iyice yoğunlaştı.''
Komiser genç polisi onayladı. ''Doğru, Sadiye Koşullar cinayetini de sen almıştın değil mi? Nasıl gidiyor?''
Ezgi elini beline attı ve gerindi, konunun değiştiğini umarak işi ile ilgili bilgileri büyük bir ciddiyet ile aktardı. ''Eşinden şüpheleniyorum, iki gündür ortalıkta yok. Polisleri bir şekilde atlatıp gözden kayboldu. Muhtemelen elimizdeki delillerin kendisini bildireceğinden korkuyor, tutuklama emri istiyorum.''
Komiser başını salladı. ''Kendini çok yoruyorsun, cinayet büroda çalışırken yeğenin ile ilgilenmen mümkün değil.''
''Bakıcısı elinden geleni yapıyor.'' Başka bir şey söylemedi, ciddileşen yüzü konuyu kapatmak istediğini belirtiyordu.
Komiser Vural güldü. ''Onun sana ihtiyacı var, bırak da bazı işleri de Serdar halletsin.''
Serdar biranda dikelip komiserine baktı. Zaten onlarca işi vardı ancak küçük Cansu için bunu yapabilirdi.
''Ahh, gözlüğü çok yoruyorum zaten. Hem, sanki benim yerimi doldurabilirmiş gibi konuşuyorsunuz...''
Komiser Vural güldüğünde Serdar homurdandı. ''Üzgünüm ama bu vakayı bırakamam, katili bulana dek gözüme uyku girmeyecek.''
Komiser dudaklarını birbirine bastırdı. ''Sorun ne Ezgi?'' diye sordu, garip bir tavırla. Ezgi bir süre cevap vermese de bakışların üstünde olduğunu bildiğinden derin bir nefes aldı.
''Hayata tutunmak için bu kadar çabalamış ve herkes tarafından sevilmeyi başarmış bir kadını kendi çıkarları için öldüren bu katil, şimdi öylece ortalıkta dolaşıyor ve kadının ardında bıraktığı eşi mezarı başında öylece onun adını sayıklıyor. Sizce bu adaletli mi komiserim? Kadınların ölmesi, sevdiklerinin acı içinde yaşaması, onca yıllık emeklerin yok edilmesi ve katillerin öylece dolaşması adaletli mi? Dünyadan bir Doğu Erge eksildi ancak herkes hayatına devam ediyor. Neden? Neden devam edebiliyoruz?
Ne benim için, ne de Kerim Erge, ne de onlarca ölen kadının ardından yas tutan sevdikleri için dünyadan yalnızca bir kadın eksilmedi... Bizler için bir güneş battı ve geri doğmuyor. Gündüzler artık hayatımıza uğramıyor ve biz her gece ağlıyoruz. Hem de her gece...
Güneşin yokluğunu öylece es geçemiyoruz, susamıyoruz...
İşte bu yüzden, güneşi geri getiremesem dahi onu batıranların intikamını alacağım. Hiçbir katil bu dünyada öylece gezinemeyecek. Hem de hiçbiri...''
***
Sedyede yatan kadını arkasında bırakıp üzerindeki beyaz önlüğü çekiştire çekiştire odanın kapısını açtı. Tam dışarıya çıkmak üzereydi ki, duyduğu ses yerinde donup kalmasına neden oldu.
''Doktor?''
Öyle narin, öyle hoş bir sesti ki bu; Hicran gözlerini kapadı ve derin bir nefes aldı. O uyanmıştı...
Uzun zamandır bekledikleri şey, uğruna ölümlere neden oldukları kadın sonunda uyanmıştı, bu yüzden seviniyordu ancak aynı zamanda karanlık tarafının bahsettiği bir hüzün kaplamıştı bedenini. Başardığı ve bir canı daha hayata kavuşturduğu için seviniyordu ancak adamın hayatının nasıl değişeceğini bilmediğinden de üzülüyordu.
Arkasına döndü ve canlı, masmavi parıldayan gözlere baktı. Kadın, sedye üzerinde merakla Hicran'a bakıyordu. ''Doktor?'' diye seslendi yeniden, yaşlı adama bakıp. Sonra bakışları üzerine çevrildi, onlarca elektrota ve göğsündeki EKG kablolarına baktı. Bakışları ağırca etrafını dolaştı, bembeyaz duvarları ve monitörleri inceledi. İçeriye ışık girmesine engel olan kapalı beyaz perdelere baktı.
Mavi gözleri birkaç saniye kapanıp sonra yerinde donakalan Hicran'a çevrildi. ''Hastane de miyim?''
Kadın öksürüp kaşlarını çattı, uzun zamandır konuşmamasından olsa gerek boğazı acıyordu ve hareket edip konuşmak onun için çok zordu.
Hicran, hafifçe öksürdü ve genç kadının yanına geldi. Üzerindeki şaşkınlığı attığında telaşlı bir şekilde monitörleri takip etti. Kadının uyanmasına şaşırdığını o an fark etmişti ancak umursamadı, kadının tüm bulgularını takip etti. Sonra dosyanın başına geçti ve yeni bir sayfa açtı.
''Hasta uyandı...
Nabız: 125
Solunum: 16
Tansiyon: 130/90
Ateş: 36,5
Konuşabiliyor, kısıtlı hareket edebiliyor...''
''Başım...'' dedi kadın, elini başına götürmeye çalıştı ancak kolunu kaldıramadı. ''Boğazım... Canım yanıyor...''
Hicran titreyen bakışlarını dosyaya çevirdi ve kalemi zoraki sabitledi.
''...Vücutta belirgin hissedilen ağrılar var...''
Kadın gözlerini kapatıp bir süre bekledi, Hicran'da bu sürede gelip kadının üzerindeki çokça kabloyu ve burnuna bağlanmış nazogastrik sondayı çıkardı.
''Hastanedeyim, değil mi?'' dedi, hırıltılı sesi ile.
Hicran kadına yakından baktı bu defa, masmavi gözleri öyle canlıydı ki, yeniden şaşırdı. Daha önce hiç böyle hissetmemişti.
''Hastanedesiniz...'' dedi, yalnızca. Hemen dosyanın başına geçti ve kalemi yeniden eline aldı. Titreyen elleri ile birkaç defa düşürse de, sonunda bir şeyler karalamaya başladı. Doktorun bu telaşlı halleri kadının gözünden kaçmamıştı.
''Duygusal ve zihinsel gelişmeleri yerinde, hasta yaşı gibi düşünebiliyor, eksiklik görünmüyor...''
''Acaba...'' dedi kadın, kaşlarını çattı. ''Neden buradayım?''
Hicran yutkundu, ona ne diyeceğini bilmiyordu. Bir süre sessizce kalınca, kadın öksürdü. ''Acaba... Bayıldım mı?''
Hicran kaşlarını çattı, başını kaldırıp kadına baktı. Kadının gözlerindeki telaşı gördü ancak neyden bahsettiğini anlamadı. ''Ne?'' dedi, hızlıca.
''Hastanede olmamın nedeni bayılmam mı?'' Yutkundu, boğazını temizledi. ''Neler olduğunu hatırlayamıyorum. Hastaneye ne zaman geldim?''
Hicran elini ceplerine sıkıştırdı. ''En son ne hatırlıyorsunuz?''
Kadın biraz düşündü, sonra boğazını temizledi. ''İşteydim, ne zaman çıktığımı hatırlamıyorum. Bayılmış olabilirim, son zamanlarda sık sık oluyordu...'' Düşündü. ''...Ağrılarım çok fazla ama... Kendimde bir gariplik hissediyorum.''
Hicran tek kaşını kaldırdı, kadının bu kadar şeyi hatırlaması onu şaşırtmıştı. ''Ne gibi?''
Kadın konuşmadan önce uzunca düşündü, ''Sanki yıllardır hareket etmemişim gibi yorgun hissediyorum. Konuşurken... Boğazım acıyor. Su- alabilir miyim?''
Hicran önce etrafına bakındı, sonra şaşkınlıkla kadına döndü. ''Bir şey içmeden önce birkaç test yapmam gerekiyor.''
Kadın gözlerini kapadı ve yutkundu, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. ''Doktorum burada değil mi?''
Hicran derin bir nefes aldı, kadının bunca şeyi hatırlamasına o kadar şaşırmıştı ki...
''Doktorunuz mu?'' Kadın başını salladı. ''Ya da eşim burada mı? Hangi hastanedeyim?''
Hicran öksürmeye başladı. ''Eşiniz mi?''
Kadın gülümsedi, kurumuş dudakları canını yakınca bundan vazgeçti. ''En son iş gezisindeydi sanırım... Tam hatırlayamıyorum.''
Hicran derin bir nefes aldı, şaşkınlıkta dilini yutacaktı. ''Eş-eşiniz...''
Kadın başını salladı, etrafına bakındı. ''Kerim... Kerim Erge... Burada değil galiba...''
Hicran elindeki kalemi yere düşürdü, titreyen bacakları kendini tutamadı ve geriye doğru birkaç adım sendeledi. Son anda masalardan tutunmayı başardı ancak üzerindeki birkaç ilacı yere düşürdü. Kırılan camların yerde çıkardığı ses, Hicran'ın adeta kulaklarında yankılandı.
''Doktor?'' diye seslendi kadın, ''Bir sorun mu var?''
Hicran donuk bakışlarına kadının mavi gözlerine çevirdi, sonra hiçbir şey demeden sendeleyerek odadan çıktı. ''Birazdan geleceğim...''
Kapıyı ardından kapadı, sırtını duvara yasladı. ''Bunları nasıl hatırlayabilir?'' diye mırıldandı kendi kendine, hayretler içinde. ''Nasıl hatırlayabilir? Biz ne yaptık?''
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top