Bölüm 6: Araştırmalar hızlanmak zorunda...
Bölüm 6: ''Araştırmalar hızlanmak zorunda...''
Ezgi, hızlı adımlarla büyük salona ilerlerken Serdar koşturarak kendisine yetişmeye çalıştı. Hastanedeki telefon konuşmasından sonra takındığı garip tavır, Doğu'nun psikoloğu ile görüşecekleri an yaklaştıkça daha da artmış ve öfkesi görünür hale gelmişti.
Ezgi cam kapıyı sinirle iteleyip açtığında, Serdar yüzüne çarpan kapının ardından zoraki toparlanıp elindeki karta yeniden baktı.
Uzm. Klinik Psikolog Taner SARSILMAZ
Komiserinin bu ismi gördüğünde ki öfkesi hala dinmemiş olduğundan, yalnızca vaka ile ilgilenmesinin daha yararlı olacağını düşündü ve sonunda psikoloğun odasına geldiklerinde, hızla sekteri ile görüştü.
''Anladım, lütfen bir saniye bekleyin; Taner Bey'e haber vermem gerek.''
Genç kadının ağır adımlarla Taner'in odasına girip polislerin geldiğini söyleyişi kapalı kapının ardından belli belirsiz duyuldu. Serdar, öfkeyle tek bacağını sallayan komiserine bakıp gözlüklerini düzeltti.
''İsterseniz psikolog ile görüşmeyi ben halledebilirim.'' diye kibar bir teklifte bulundu ancak Ezgi oralı bile olmadı. Biraz sonra sekreter içeriye girebileceklerini söyleyince, odaya girdiler.
Beyaz ağırlıklı dizayn edilmiş odaya girdiklerinde, üzerindeki takım elbisesi ile dikkat çeken Taner Bey ile karşılaştılar. 30'lu yaşlarındaki kısa saçlı doktor, önündeki dosyayı kapatıp gelenlere döndü. Ezgi ve Taner'in bakışlarının kesişmesi ise saniyeler sürdü. Taner ayağa kalkıp şaşkınca polislere bakarken, Serdar Ezgi'den önce davranıp selam verdi.
''İyi günler Taner Bey, biz cinayet bürodan geliyoruz. Doğu Erge'nin cinayetini ile ilgili birkaç sorumuz olacaktı.''
Taner, gözlüklerini düzelten polise kısa bir bakış attı. ''Cinayet mi?''
Bakışları bir süre havada asılı kaldıktan sonra yeniden Ezgi'ye döndü. Gözlükleri ardındaki gözlerinden hayal kırıklığı okunuyordu.
''Demek bu yüzden geldin?'' diye mırıldandı Taner, Ezgi'ye karşı. ''Bir an başka bir nedenle geldiğini sanmıştım...''
''Kişisel meselelerimizi bu konu dışında tutalım. Yalnızca vaka hakkında birkaç soru sormak için geldik.'' Ezgi'nin kararlı bakışları, dudaklarından sarf ettiği öfkeli sözler ile adeta bütünleşmişti. Taner güldü, başını eğdi. ''Kişisel bir meselemiz olduğunu düşünmen bile beni sevindirdi doğrusu...''
Ezgi başını iki yana salladı, tıpkı Taner gibi samimiyetsiz bir gülüş takındı. ''Kıymetli vakitlerimizi boşa harcamayalım!''
Serdar, birbirini daha önceden tanıdığını anladığı bu iki kişi arasındaki gergin ortamdan rahatsız olarak beyaz masanın önündeki koltuğa oturuverdi. Taner ve Ezgi'de aralarındaki garip bakışmayı kesip yerlerine oturdu.
''Doğu Erge sizin hastanızdı değil mi?''
Taner, bakışlarını Ezgi'den zorlukla çekip Serdar'a döndü. ''Evet, ruhsal sıkıntıları ile ben ilgileniyordum ama cinayet olduğunu söylediniz?''
Serdar başını salladı. ''Doğu Erge cuma günü intihar süsü verilerek öldürüldü. Bu konuda sizden birkaç bilgi almamız gerekiyor.''
Taner önce şaşırsa da, sonra başını salladı. ''İstediğinizi sorabilirsiniz...''
Ezgi soruları Serdar'ın sormasına izin verdi. ''Öncelikle bize Doğu hanımdan bahsetmenizi istiyoruz. Nasıl birisiydi, karakteri nasıldı, hastalık süreci nasıl geçiyordu, göze çarpan ruhsal sorunları nelerdi, ne kadar süre tedavi gördü, tedavi görmesinin asıl amacı neydi?''
Taner derin bir nefes aldı ve çekmeceden Doğu ile ilgili olan dosyaları çıkarıp önüne koydu.
''Sorularınızı tüm bildiklerimle cevaplayayım öyleyse... Doğu ile tedavimiz yaklaşık olarak bir yıldır devam ediyordu. Yoğun olarak hastalığının etkileri yüzünden tedavi görmeye başlasa da daha sonra gebelik sorunları ve geçmişte yaşadığı olaylarında etkisi üzerinde tedavi uyguladık. En başında, sürekli karşılaştığımız sorunlardan biri olan kendini ifade edememe dediğimiz güçlüğü yaşadı. Yani yaşadığı sorunları paylaşmayıp ruhsal sıkıntılarının olmadığını savunarak kendi sorunları ile kendi başına mücadele etme döneminden geçti.
5 yaşındayken ailesini bir trafik kazasında kaybetmiş, 11 yaşına dek yetimhanede kalmış. Ailesinin kaybıyla birlikte güçlü kişiliği ortaya çıkmış ancak bu biraz içe kapanıklığı beraberinde getirmiş. 18 yaşında koruyucu ailesini kaybettikten sonra üniversitede eşi ile karşılaşana dek içe kapanıklığı devam etmiş, daha sonra eşi ile birlikte bugün ki karakterine, yani sevecen haline kavuşabilmiş.
Kendini insanlara sevdirebilme gibi bir özelliği vardı. Doğu, sevecen, zarif, neşeli ve sakin görüntüsünün altında geçmişten bu güne yaşadığı sorunların acısını yaşayan ve bunlarla kendi yöntemleri ile başla çıkmayı başarmış güçlü bir kadındı.
Hastalığı ilerledikçe düşüncelerini benimle daha çok paylaşmaya ve sorunlarını daha çok dile getirmeyi başardı. Hastalığı fiziksel açıdan kendini çok fazla yıpratıyordu; Önce ağrılar arttı, sonra fiziksel görüntüsü bozulmaya başladı. Hastalığının etkileri olarak; Ciltte yaralar, kemiklerde zayıflama, artan ağrı ve kanamalar kendini gösterdiğinde, Doğu'nun günlük yaşamı belirgin derece etkilendi ve bu ruhsal sürecine yansıdı.
Ne kadar belli etmemeye çalışsa da işte verimli çalışamayacak hale gelmesiyle birlikte, çocuk sahibi olamama ve eşini bu hayatta yalnız bırakma korkusu onu yıprattı. Her şeye rağmen güçlü durmaya devam etti. Ölümden bahsetmeme kararı aldığımızda, kendini daha umutlu hissettiğini söyledi.''
''Son görüşmenizde neler oldu? Nelerden bahsettiniz ve davranışları nasıldı?''
''Son seansımızda, gayet rahattı. Sürekli eşiyle aldıkları karardan, çocuk sahibi olmaktan bahsetti. Gerçekten umut doluydu ve etrafındakileri sağlıklı olacağına inandırmış gibi görünüyordu. Onu son gördüğümde... Mutluydu.''
''Yani ölümü hoş karşılıyordu?''
Taner tebessüm etti. ''Ölümden hiç korkmazdı, sonucundan korkardı.''
Serdar başını salladı. ''Etrafındaki kişilerden, yeni tanıştığı birinden ya da nefret ettiği bir kişiden bahsetti mi? Eşi ile araları nasıldı?''
''Eşi dışında pek kimseden bahsetmezdi, eşi ile de araları iyiydi. Kerim Bey sürekli eşinin durumu ile ilgili benden olumlu haber alma umuduyla temasa geçerdi. Doğu'nun nefret ettiği kimse olduğunu da düşünmüyorum.''
Ezgi atıldı, ''Eşi hiç şüpheli sorular sordu mu? Verdiğiniz cevaplardan memnun kalıyor muydu?'' Taner biraz düşündü, ''Yanlış bir soru sorduğunu hatırlamıyorum, böyle bir şeyi fark etmedim. Genelde olumlu haberlerde sevinirdi. Birbirlerini gerçekten seviyor gibi duruyorlardı.'' Taner bir süre bakışlarını Ezgi'den çekmedi.
Serdar not almaya devam etti. ''Peki, son zamanlarda değişen tavırları oldu mu? Bir korkusu var mıydı, şüpheli bir durum sezmiş miydi? Tehdit, şiddet veya benzeri bir şey aldığına dair bir şeye rastladınız mı? Katilden daha önce söz etmiş olabilir mi?''
''Ara sıra ağlar, sonra güçlü olması gerektiğini hatırlayıp yine sevecen haline bürünürdü ama bu hastalığının ilerlemesinden kaynaklanan bir durumdu. Onun dışında her zamanki gibiydi.
Daha önce, -çocukluğunda gördüğü zorbalık dışında- hiç şiddet, tehdit gibi şeylerden bahsetmedi ve davranışlarında da bu tarz bir korkuyu hiç görmedim. Ölümden bile korkmadığından, bundan hiç bahsetmedik. Katil olabilecek birisinden de hiç bahsetmedi, rahatsız olduğu veya nefret edip korktuğu birisi olduğunu sanmıyorum. Zaten, birinin ondan nefret etme fikri de biraz garip geliyor.''
Ezgi'nin bakışları Taner'e kayınca Taner'in dikkati yine kısa bir süre dağıldı. ''Herkes onun düşmanı olmadığını düşünüyor ancak ölümü bunun aksini kanıtlıyor.'' Taner bir şey söyleyemedi, Ezgi devam etti. ''Sizce birisi onu neden öldürmüş olabilir?''
Taner dudaklarını büktü, bir süre düşünüp omuz silkti. ''Doğu kasiyerdi, rekabetli bir iş hayatı yoktu ve onun dışında çoğu zamanını hastanelerde ya da burada geçirirdi. Gittiği yerlerde birisinin nefretini kazanacak bir davranışı olduğunu sanmıyorum, muhatap olduğu insan sayısı pek fazla değildi; Bizlerde onu severdik. Birinin onu neden öldürmek istediğini anlayamıyorum.''
Ezgi derin bir nefes aldı. ''Katil Doğu'nun hastalığını ve yakında öleceğini bile bile onu öldürdüğü için ondan çok fazla nefret eden biri olduğunu düşünüyoruz. Böyle birisi mutlaka Doğu'da bir iz bırakmış olmalı.''
Taner bir süre düşündü, Doğu ile olan anılarını yokladı.
''Eğer ortada ondan bu denli nefret eden bir katil varsa, bunun şimdiki yaşamından olduğunu sanmıyorum. Öyle olsaydı, -özel yöntemler uyguladığımdan- bana çoktan bahsetmiş olurdu. En azından böyle bir izi bir şekilde davranışlarında fark ederdim. Belki geçmişte kötü olay yaşadığı biri vardı. Bilmiyorum, Doğu böyle bir şeyden hiç bahsetmedi ama onun unuttuğu, ancak onun hayatını tehlikeye atacak bir olay geçmişte yaşanmış olabilir.''
Serdar ve Ezgi bir süre bekledi. Doğu dışında kimse bu gerçeği bilemezdi... Serdar vaka ile ilgili aldığı notları incelerken odada sessizlik hakimdi.
''Şuan çevresindeki şüpheli profiline uyan kişileri takip ediyoruz.''
''Söylediğiniz doğruysa ve şuan ki yakın çevresinin cinayetle bir ilgisi yoksa, onun geçmişini detaylı öğrenebileceğimiz birisine ihtiyacımız var.''
Ezgi Taner'e döndü. ''Onun hiç akrabası yok mu?''
Taner dosyasına baktı. ''Anne ve babası dışında kimsesi yokmuş, koruyucu ailesi de vefat ettiğinden onun geçmişini öğrenebileceğiniz pek kimse olduğundan emin değilim. Eğer 18 yaşından sonra gerçekleşmiş bir olaysa, belki eşi size yardımcı olabilir.''
Serdar Ezgi'ye döndü. ''Kerim gözetim altında ancak durumu pekiyi değil. Psikolojik tedavi görebileceğini söylediler.''
Ezgi eli çenesine yaslı biraz düşündü. ''Eşi ile konuşup Doğu'nun geçmişi hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışalım.'' Taner'e döndü. ''Eğer bir şey hatırlarsan, herhangi bir şey, bizi arayıp haberdar et. En ufak bir ipucu katile dair iz bulmamızı sağlayabilir.''
Taner başını hızlıca sallarken sordu. ''Katilin belli bir profili var mı?'' Biraz önce Serdar'ın söylediklerinden katil hakkında biraz olsun bilgi sahibi olduklarını anlamıştı.
Serdar gözlüğünü düzeltip komiserine baktı. Ezgi, koyu renkli kısa saçları ile oynarken Taner'e döndü. ''Henüz bilgi veremeyiz.''
Taner dudaklarını birbirine bastırdı, gözlerini Ezgi'den ayırmadı. ''Doğu'nun daha önce şüpheli profiline uyan birisinden bahsedip bahsetmediğini öğrenmek için sormuştum.''
Serdar anladığını belirtti. ''Yardımcı olmak istediğinizi görebiliyoruz. Bunu dışında Doğu ile ilgili dosyalarınızın birer kopyasına ihtiyacımız var. Tedavide kullandığınız yöntemlerinde olduğu bir çizelge istiyoruz.''
Taner başını salladı. ''Gerekli belgeniz varsa seve seve veririm.''
Ezgi güldü, hatta neredeyse kahkaha atacaktı. Bakışlarını odada şöyle bir gezdirdi, Taner'in hiçbir kişisel eşyasının olmadığını fark edince gülümsemesi daha da arttı. Taner'in bu durumdan rahatsız olduğu belliydi ancak Serdar neler olduğunu anlayamadı.
''Önemli bir vaka olduğundan, dosyaların en kısa sürede elimizde olması gerekiyor. Cinayet bürodan çıkacak belgeleri size göndeririz.''
Serdar'ın sözü üzerine Taner dudaklarını birbirine bastırdı. ''Pekâlâ, biraz beklerseniz dosyayı hazırlayabiliriz.''
Serdar onu onayladığında, Taner Bey elindeki dosyalar ile birlikte odadan çıktı ve sekreterinin yanına gitti. Serdar kollarını göğsünde bağlamış komiserine dikkatle baktığında, gözlerinin kısılmış, çenesinin kasılmış olduğunu gördü. Bakışları etrafta gezinirken arada kaşını havaya kaldırıyordu.
''Komiserim, iyi misiniz?'' diye sordu Serdar, çekine çekine. Ezgi'nin bakışları kendisine döndü. Serdar kömür karası gözlerin hedefi olmaktan irkilse de, komiseri öne doğru eğilip işaret verdiğinde o da eğildi ve tüm dikkatini üzerine verdi.
''Doğu'nun çevresindeki her kesin ayrıntılı bir listesini istiyorum. Kadın-erkek, uzak-yakın fark etmeksizin detaylı bir dosya lazım. Ayrıca Taner'in şüpheli listesine eklenip takip edilmesini istiyorum.''
***
''Pekâlâ, aklınıza gelen her şey için bizi arayabilirsiniz.''
Serdar gülümseyip dosyaları toparladıktan sonra çıkışa doğru ilerledi. Ezgi'de henüz arkasını dönmüştü ki, Taner kolundan tutup onu durdurdu.
''Biraz konuşabilir miyiz?'' mahcup sesi, Ezgi'nin bıkkınlıkla gözlerini devirmesine neden olduğunda, Taner ısrarla devam etti. ''Ezgi yapma... Buraya kadar gelmişken en azından neden senden haber alamadığımı öğrenmek istiyorum.''
Ezgi ona doğru döndü, gözlükleri ardından görünen koyu kahve gözlerine baktı. ''Neden mi benden haber alamıyorsun?'' sözler dudaklarından hakaret gibi döküldü, öfkesini gizleme gereği duymadı. İşaret parmağını sertçe Taner'in göğsüne bastırıp mırıldandı. ''Çünkü bunu hak etmiyorsun!''
Ezgi yeniden gitmek için yeltendiğinde Taner bu defa iki kolundan tutup onu kendisine çevirdi. Ezgi, kısa saçlarını savurup kollarını çekiştirdi. ''Dokunma bana!''
Taner ellerini havaya kaldırdı ve teması kaybetti. ''Öylece çekip gidemezsin, bana neden böyle davrandığını anlat.''
Ezgi başını yere eğdi, bir süre dudaklarını kemirdikten sonra alayla güldü. ''Tamam, söyleyeceğim.'' Başını hızla kaldırdı, Taner'in gözlerini taradı. ''Sana beslediğim hislerimi yok sayıp onlara karşılık vermediğin için benden haber almıyorsun. Bencil bir pislik gibi davranıp yalnızca kendi duygularını öne sürdüğün için benden haber almıyorsun ve... '' Duraksayıp yutkundu, devam etti. ''Aramızdaki ilişkiyi hasta-doktor ilişkisine çevirip beni sürekli ölen kardeşimin acısı ile yaraladığın, beni acılarıyla yüzleşememiş, yeğenine bakamayacak kadar aciz bir kadın olarak gördüğün için senden nefret ediyorum ve şuanda sana bakarken bile söylediğin o sözler aklıma geldiği için midem bulanıyor.''
Ezgi'nin öfkeyle sarf ettiği sözler karşısında Taner öylece kalakaldı. Ne bir şey söyleyebiliyor, ne de kendini savunabilecek bir şey düşünüyordu.
''Gördün mü?'' diye sordu Ezgi, dolan gözleri ile Taner'e yaklaştı, yüzünü yüzüne yaklaştırdı. ''Hiçbir şey söyleyemedin.''
Taner yutkundu, Ezgi'nin öfkeli siyahlıklarına uzun uzun baktı. ''Çünkü haklı olduğumu biliyorsun. Yalnızca kariyerini düşünen bencil bir pislik olduğun için söylediklerimin doğru olduğunu biliyorsun. Benimle randevuya çıkmak yerine seanslara soktuğunu biliyorsun.''
Taner'in bakışları yere düştü, elleri yumruk halini aldı. Ezgi ise güldü,Taner'in her bir sözünde yıkıldığını ve haksız olduğu düşüncesi ile konuşamadığını görmek onu sevindirdi.
''Şimdi ise aramızda kişisel bir meselemiz olduğunu düşünmek bile seni sevindirebiliyor. Tüm meselelerimizi yok etmene rağmen suçu bana atman, sonrada sevinmen ne kadar yüzsüzce değil mi?''
Taner öksürdü, Ezgi dişleri arasından tısladı. ''Anladığını sanıyorum.''
Ezgi, saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı ceketinin yakalarını çekiştirdi.''Öyleyse bir daha beni rahatsız etmezsin.'' Taner'in cevabını beklemeden arkasını döndü, dolan gözlerini öfke ile bastırdı ve hızla binadan çıktı.
''Vaka ile ilgili tüm raporların toparlanmasını ve masama getirilmesini istiyorum.''
''Tabi efendim... Ayrıca, bugün cenaze var.''
***
Kerim, yaşlı kadının verdiği ilacı zoraki içip yeniden küçük yatağa kıvrıldı.Saat gecenin bir yarısıydı, tüm mahalle bu vakte dek uyuyamamıştı. Doğu Erge'nin ölümünün acısının yanında, Kerim'in cenaze boyunca yakarışları,hıçkıra hıçkıra ağlayışları herkesi yasa boğmuştu. Bu genç çiftin hayatlarının alt üst olması, herkesi üzüyordu.
Ancak Kerim'in yaşadığı acıların yanında bunlar bir hiç kalırdı. Doğu'nun bembeyaz çarşaflara sarılı zayıf bedeninin toprağın altına koyuluşunun Kerim'e verdiği acı öyle büyüktü ki, tüm kemikleri kırılsa dahi böyle bir acıyı tadamazdı. Haykırışlarına tüm ölüler şahit olmuştu, gecenin bu vaktine dek. Güneş şahit olmuştu, ay şahit olmuştu...
Doğu mezara koyulurken de, üzerine toprak atılırken de, herkes cenazeden ayrılırken de, güneş batarken de ağlamıştı Kerim. Bıraksalardı eğer, hiçbir zaman ayrılmazdı o canını verebileceği hayat eşinin yanından. Onun soğuk topraklar altında yattığını bile bile bırakamazdı onu... Günlerce, aylarca o mezarın yanına yatıp ağlayabilirdi, bıraksalardı.
Öyle yapacaktı ancak yaşlı kadının gönlü buna el vermemişti. ''Ölenle ölünmez...''demek istiyordu ancak Kerim o kadar çok ağlıyordu ki, kimseyi duymuyordu.
Gecenin bir vakti zoraki eve getirdiğinde, genç adama uyku ilaçları verip onu yatağına yatırmış ve gitmişti.
Kerim günlerdir aç ve susuzdu, birkaç günde adeta erimişti. Her gece uykusuz kalıp ağlamaktan gözleri şişmiş ve halkalaşmış, teni sararmıştı. Bedeni tamamen çökmüştü, Doğu'nun aşık olduğu o güçlü bedeni artık iki büklüm duruyordu. Üstü başı kirliydi, Doğu'nun öldüğünü öğrendiği günkü kıyafetleri hala üzerindeydi,saçları dağınıktı. Çökmüştü...
Sanki ölen yalnızca bir kadın değildi... Hayatını adadığı kadının sevdası gitmişti, içinde umudun her bir tonu olan mavi gözler gitmişti, birbirlerine deli gibi bağlanmış bir çift ve belki de aşklarından doğacak minik bir bebek gitmişti... Onca zaman boyunca biriktirilen anılar gitmişti, birlikte tutundukları o güçlü temeller yıkılmıştı, bir bedenin yarısı sökülüp atılmıştı...
Kerim ağladı, gözleri yerinden çıkana dek ağlamış olmasını umursamadan buna devam etti. Çünkü ağlamak, içinde duyduğun acıyı tarif edemediğin anda ortaya çıkan bir eylemdi ve Kerim, yıllar boyu ağlasa dahi bunu kimseye anlatamazdı.
'Öldüm.' dese daha kolaydı belki... 'Doğu gidince bende öldüm...'
Kerim ceketine sıkıştırdığı fotoğrafı çıkardı, titreyen elleri ile. İlacın etkisiyle sarhoş gibi olmuştu, uyumak istemiyordu ancak daha fazla uyanık kalırsa bedeni yenilecekti acılarına. Fotoğrafı gözleri önüne getirdi, bulanık görüşünün arasında zoraki aldığı bu fotoğrafa uzun uzun baktı.
Bu düğün fotoğraflarıydı, kırışmıştı. Doğu'nun üzerinde bembeyaz gelinliği vardı, masmavi gözleri mutluluk ve heyecanla kameraya çevrilmişti. Elinde mavi bir çiçek vardı, daha sonra kaybettiği. Kerim'in bakışları ise tamamıyla Doğu'nun üzerindeydi, yakışıklı yüzünü Doğu'nun yüzüne yaklaştırmıştı, alnı alnına dayalıydı. Kollarını Doğu'nun narin bedenine sarmıştı, birbirlerine yakışıyorlardı.
En mutlu günleriydi onların... Mutlulardı...
Bir daha olamayacağı şekilde...
Artık ne birbirlerine bakabilecekler, ne de bir daha dokunabileceklerdi... Kerim soğuk toprakları avuçlayacak, Doğu ancak uzaktan onu sevebilecekti. Aşkları arasında uzunca bir yol vardı şimdi, aşmak için bir başka günahın çağrıldığı. Doğu ona geri dönemez ya, Kerim ona gitmek isteyecekti.
İşte bir günah daha işlenecekti, sevap saydığına kavuşmak için...
Kerim, battaniyeyi üşüyen bedenine çekip elindeki fotoğrafı sıkıca tuttu. Doğu'nun alnına uzunca bir öpücük bıraktı, daha önce hissettiği sıcaklığın yerini şimdi fotoğrafın soğukluğu kapladığı yere. Doğu'nun mezarındaki toprakları avuçlamaktan kirlenmiş elleri ile fotoğrafı okşadı, çekti yine öptü.
Gözleri öylesine acıyor olsa dahi, uzun uzun baktı sevdiği kadının resmine. O ezberlediği gülüşünü yeniden görebilmek için nelerini vermezdi ki... Bir kez olsun sımsıcak sarılmak için, mavi gözlerine son defa bakmak ve onu doyasıya öpmek için nelerini feda etmezdi...
''Keşke...'' diye mırıldandı, düğümlenmiş boğazından zoraki sıyrılan kelimeleri ile. Sesi hırıltılıydı, hıçkırıyordu. ''...Seni geri getirmenin bir yolu olsaydı...''
Burnunu çekti, yastığı yine sırılsıklam oldu. ''Keşke... geri gelebilsen... Keşke seni öpebilsem... Keşke birlikte olabilsek...''
Keşke... Keşke...
''...Lütfen geri dön Doğu! Lütfen sevdiğim... Bir kez olsun bana geri dön... Evimize geri gel...''
Fotoğrafı göğsüne bastırdı, eşinin saçlarını okşadığı anın hayali ile sızlandı.''Keşke geri gelebilsen...''
***
Hicran, öfkeyle sesini yükseltti, karşısındaki adama. ''Söylesene, o uyandığında her şey hayal ettiğin gibi mi olacak? Onu burada tuttuğunu anlamayacak mı sanıyorsun?''
Adam güldü, yine tekli koltukta oturmuş bacak bacak üstüne atmıştı. Yeşil gözleri alayla bakıyordu. Karşısında topal ayağı ile gezinip duran ve sinirden köpüren adama baktı.
''O ölüydü, ben ne dersem onu yapacak.''
Hicran da güldü, samimiyetsiz bir şekilde. ''Onu kuklan yapabileceğine gerçekten inanıyor musun? O bir insan, kendi düşünüp karar verebilecek yaşta ve sen ne kadar engellemeye çalışsan da gerçekleri öğrenecek.''
Adam ayağa kalktı ve üzerindeki beyaz önlüğü çıkardı. Karnındaki yarasının durumu şimdi daha iyiydi, canı yanmadan rahatça hareket edebiliyordu. ''Ne yaptığımı biliyorum Hicran.''
Hicran huysuzca mırıldandı. ''Bunu tek bilen sen olsan keşke...''
Adam durdu ve omzunun üzerinden geriye baktı. Yeşil gözleri hafifçe kısılmıştı,''Neyden bahsediyorsun?''
Hicran oturdu ve acıyan dizlerini ovuşturdu. ''Musa beni aradı ve buluşmak istediğini söyledi. Eski dost deyip yanına gittim ve onunla görüştüm. Ama tek amacı benimle özlem gidermek değilmiş...''
Hicran'ın bakışları yere düştü ve reddettiği teklifin üzerindeki ağırlığından kurtulmaya çalıştı. ''Eee?''
''Kızı 5 aylık hamileymiş, bebeğin düşük tehlikesi varmış ve doğumda birçok komplikasyon olabileceği söylenmiş. Onlarca doktora gitmişler ama sonuç aynıymış. Kız ve bebeğin sağ çıkması mümkün görünmüyormuş...''
Adam gömleğinin düğmelerini açarken bakışlarını yere indirdi. ''Benimle mi görüşmek istiyorlar?''
Hicran başını iki yana salladı. ''Laboratuvarı istiyorlar.''
Hicran derin bir nefes alıp karşısına baktığında, adamın hareketlerinin donduğunu gördü. Düğmelerini açmaktan vazgeçip başını kaldırdı, gözleri kararmıştı.
''Sen ne dedin?'' sesi boğuktu, dişlerini sıkmaya başladığından çenesi kasılmıştı.
''Tabii ki hayır dedim. Ona laboratuvarın artık çalışmadığını ve böyle bir çalışmayı da yapamayacağımı söyledim ama birileri ona hala burada olduğumuzu söylemiş.''
Adam elini çenesine götürdü ve sıkıntıyla kaşıdı, derin bir nefes alıp hızlıca düşündü. ''Çok çaresiz durumdaydı; Laboratuvarın çalıştığını bildiklerinden buraya gelmeleri uzun sürmez. İşleri mahvedecekler...''
Adam başını salladı. ''Kendi çıkarları olduğundan bizi şikâyet edemezler ancak blöf yapacaklardır. Yine de burada ne yaptığımızı öğrenmeleri riskini göze alamam.'' Hicran sordu. ''Musa gibi sıradan bir adam bile bizi bu kadar kolayca bulmuşsa, polislerin bulması da çok uzun sürmez. Doğu'yu öldürdüğün öğrenilecek.''
Adam bir şey demedi. ''Hata yaptığını kabul et, polislerin elinde delil olduğuna eminim.''
Adam ayağa kalktığında Hicran'da ayaklandı. ''Ben o konuda bir şeyler düşüneceğim, endişelenme. Sen yalnızca Musa konusunu halletmeye bak.''
Hicran başını iki yana salladı. ''Musa sandığımızdan daha tehlikeli olabilir,onu öylece uzaklaştıramam. Buradan gitmemiz gerek... Ben gitmek için birkaç şey ayarlayabilirim...''
Adam gömleğinin kalan düğmelerini açıp üzerinden çıkardı, askılığa bıraktığı gibi masaların arkasına ilerledi ve karnına yapıştırdığı sargıyı çıkardı.''Planlarım yolunda giderse, buradan ayrılmak için bir nedenimiz kalmaz. Ben her şeyi düşünüp halledeceğim, sen bana Musa'nın kızının adını ver.''
''Miyase Akınsu...''
Adam başını salladı, yarasını son defa temizleyip kanayıp kanamadığını kontrol etti. ''Delilleri ne yapacaksın? Ya da bizi görenleri? Davadaki polisin çok başarılı olduğunu duydum.''
Adam ellerini tezgaha yasladı ve hafifçe öne doğru eğildi, geniş omuzları ve yapılı vücudu daha çok açığa çıkmıştı. ''Ne kadar başarılı olduğu umurumda bile değil, karşılarında kim olduğunu bilmiyorlar.''
Hicran derin bir nefes aldı ve arkasını döndü. Sızlayan bacağını dinlendirmesi ve kalan işlerini halletmesi gerekiyordu. Odanın çıkışına doğru ilerlerken,kapının aralık olduğunu ve ardında bir hareketlilik olduğunu fark etti.
Adımlarını hızlandırıp kapıyı araladığında, koridorda hızla koşmaya çalışan kadını gördü. ''Hey!'' diye arkasından bağırdı ve topal ayağı ile peşinden koşmaya başladı. Yaşlı bedeni ilerleyene dek diğer adam arkasından yetişti ve hızla koşup kadının peşine takıldı. Kadını kovalamaya başladı.
Yapılı adam, genç kadını takip ettiğinde, laboratuvarın arka girişlerinden girdiğini ve yine aynı yoldan çıkmaya çalıştığını anladı. Kadın son hızla ilerlerken, biraz sonra adam kendisine yetişemeden kendini dışarı atmayı başardı.Kalabalık sokağa çıktığında, ardına bakmadan koşmaya devam etti.
Adam, yarı çıplak bir halde gün ortasında bir kadını kovalarsa fark edilebilirdi, bu yüzden durdu ve yalnızca ardından baktı.
Kadının koştukça dalgalanan koyu renkli saçları vardı, üzerinde dizlerini kapatan fırfırlı bir elbise, ayaklarında da spor ayakkabıları vardı. Genç ve hafif kilolu birisiydi. İlerideki köşeyi dönmeden önce son defa arkasına baktı,hızla gözden kayboldu.
Adam öfkeli adımlar ile laboratuvara geri döndü ve kapıyı çarpıp defalarca kilitledi. Onlar öylece her şeyi konuşurken kadının gizlice girmesi ve kendilerini dinlemesi çok tehlikeliydi, Hicran'ın sorumsuzluğu başını ağrıttı.
Öfkeyle içeriye girdiğinde, Hicran'ın topal bacağını tutarak yerde acı içinde kıvrandığını gördü. ''Sen ne yaptığını sanıyorsun ha!''
Yaşlı adamın acı içinde çaresizce yerde kıvranmasını umursamadan yere çöktü ve başını Hicran'ın yüzüne yaklaştırdı. ''Nasıl olur da girişleri açık unutursun!?''
Bu defa bağırmamış ancak öfkeyle kıstığı dişleri arasından hırıltıyla solumuştu. Hicran, kırışmış yüzünden akan yaşları ile adama baktı. ''Özür dilerim, açık kaldığını fark etmemişim. Bu aralar ağrılarım arttı ve ayakta duram-''
Adam bağırıp sözünü kesti. ''Bilerek yapıyorsun değil mi? Sırf ben yakalanayım diye yapıyorsun!''
Güçlü elleri ile Hicran'ın bacağına bastırdığında yaşlı adam acıyla inledi.''Yapma, yapma!'' Bir süre acı içinde kıvrandıktan sonra adam elini çekti,yaşlı adam derin derin nefesler aldı.
''Sırf onaylamadığın için verdiğim hiçbir işi adam akıllı yapmıyorsun!''
Hicran başını iki yana salladı, ağlayarak mırıldandı. ''Bilerek yapmadım, yemin ederim. Senin zarar görmeni istemiyorum.''
Adam güldü. ''O kadının kim olduğunu bulacaksın! Eğer, konuştuklarımız hakkında bir başkasına en ufak bir şey söylemiş olursa, kendini ölmüş bil.''
Adam öfkeyle son defa yaşlı adamı süzdü ve ayağa kalkıp odaya girdi. Kapıyı ardından çarptığında Hicran başını duvara yaslayıp ağlamaya başladı. ''Özür dilerim...''
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top