Bölüm 3: Doğu Erge Cinayeti



Bölüm 3: ''Doğu Erge Cinayeti...''


''Hey, şuna baksana...'' dedi Ezgi. ''Hey, hadi ama...''

Ezgi, elindeki resmi sallamaktan vazgeçip oturduğu koltukta ayağa kalktı. Üzerindeki tişörtü çekiştirip dizlerini örtmesini sağladı ve küçük kızın yanına çöktü. Kız, kısa, koyu kahve saçlarını çekiştirerek ahşap masanın üzerinde kendince bir şeyler karalıyordu. Üzerinde kalpli bir pijama takımı vardı. Sevimli yüz hatları, resim çizerken ki aşağı sarkan dudakları Ezgi'yi gülümsetti.

''Benim resmime bakmak istemiyor musun?''
Ancak küçük kız yüzüne dahi bakmadı. Ezgi, resmi kızın önüne koyduğunda ise kız çığlık atarak resmi iteledi. Ezgi telaşla birkaç adım geriledi ve kızın sakinleşmesi için bekledi. Küçük kız, kendi kendine bir şeyler mırıldanarak başını iki yana sallamaya başladı. Saçlarını çekiştirdiğinden canı yanıyor olmalıydı, dilini dışarı çıkarıp bakışlarını tavana çevirdi.

Şimdi önündeki resimden ilgisini tamamen yitirmiş ve odanın köşesine öylece bakakalmıştı.

Ezgi, derin bir nefes aldı ve ellerini saçlarına daldırdı. Küçük kızın kendi kendine zarar vermesine engel olamıyor, bir türlü onunla iletişime geçemiyordu. Küçük kız henüz dört yaşındaydı, oldukça sevimliydi ve annesine benziyordu. Ela gözleri, bakıldığında annesini hatırlatacak derecede güçlüydü.

Ancak kimsenin gözlerine bakmasına izin vermiyordu küçük kız; İnsanlarla iletişimi yoktu, nesnelerle ilgisi yoktu. Tamamen asosyal, aynı zamanda da hiperaktifti. Kimi zaman kendi kendine anlamsız sesler çıkarır, kimi zaman Ezgi'den kaçar, kimi zaman kimseyi duymaz, çağrıldığında gelmez, kimi zamansa en ufak bir sese takılıp kalır ve saatlerce gözünü ayırmadığı o tavana bakarak ağlayıp çığlık atardı.

Geçen yıl otizm teşhisi konulduğunda, Ezgi tüm ilgisini yeğenine vermişti ancak stresli ve çokça dikkat gerektiren mesleğinin üzerine örttüğü sert mizacı, küçük kıza yaklaşırken değişmekte zorluk çekiyordu. Mesleği gereği sert bir tavır takınırdı, umursamaz tavırlarla etrafını inceler ancak gördüğü her şeyi zihnine not ederdi. İnsanlara karşı umursamazdı ancak küçük kız, kendisinden daha da umursamaz görünüyor ve Ezgi'nin hayatı boyunca sağlayabileceği en büyük ilgiyi görmezden geliyordu.

Ne yazık ki isteyerek yapmadığında, onu suçlamak yanlış olurdu. Ezgi'de bunu biliyor ve kimi zaman zorlandığında öfkesini gizlemeye çalışıyordu. Çünkü öfke, küçük kızı daha da kötü hale getirebiliyor, iyileşmesine engel oluyordu. Onu hayata kazandırmak için en çok Ezgi'nin uğraşması gerekiyordu, bu yüzden hata yapmamalıydı.

Mesleğinden daha zorlu gelen bu uğraşta, küçük kızın sesleri ile başını kaldırdı ve şakaklarını ovuşturdu. Hemen sonra ise kızın boya kalemlerini ağzına soktuğunu görünce hızla yerinden kalktı ve kıza atıldı.

''Hey! Bırak onları!''
Kız bağırdı, küçük parmaklarını boyalara sımsıkı sarıp Ezgi ile inatlaşmaya başladı. ''Bırak dedim! Kendini zehirleyeceksin!''

Ezgi çekiştirdikçe, kızın bakışları odağını kaybediyor ve dili dışarda başını kuvvetle iki yana sallıyordu. Ezgi, sonunda kızın elinden kalemleri aldığında, kız ayağa kalkarak çığlık atmaya başladı. Kollarını iki yanında sallayarak yerinde zıpladı, saçlarını çekiştirdi. Ezgi ona engel olmaya çalıştığında da odanın içinde koşuşturmaya başladı.

Ezgi, onu daha fazla sinirlendirmekten vazgeçip yere çöktü. Başını tekrar elleri arasına alarak saçlarını karıştırırken küçük kızda etrafında dönüyor, başını koltuklara çarpıyordu. Çığlık sesleri gecenin sessiz geçen geç vakitlerini tamamen doldurmuştu, bir süre sonra ağlama sesi de çığlığına eşlik etti.

Ezgi, derin bir nefes aldı. Ve ezbere bildiği o şarkı sözlerini mırıldandı.

''Uyudum bu gün, senin dizlerinde...
Kapadım gözlerimi, hala dizlerinde...
Yağmurlar yağdı o gece, yıldırımlar hep gökyüzünde...
Uyudum bu gün, senin kollarında...
Kapadım gözlerimi, hala kollarında...
Karlar yağdı o gece, ay dede hep gökyüzünde...
Uyudum bu gün, uyudum bu gün...''


Ezgi gözleri kapalı, elleri başında öylece bu şarkı sözlerini mırıldanırken küçük kızın çığlık sesleri kesildi. Hemen ardından sakin adım sesleri yavaşça Ezgi'ye yaklaştı.

''Yıldızlara sordum, ay dede hep böyle güzel mi?
Yıldızlara sordum, annem hep böyle güzel mi?''

Küçük kız sakince Ezgi'nin yanına çöktü, başını usulca dizlerine yasladı. Ezgi'de kızın yine her zamanki gibi uyuyacağını anlayınca dizlerini uzattı, kızın rahatça uzanmasını sağladı.

''Yağmurlar yağarken, söyledi ki en güzel...
Karlar yağarken, söyledi ki en güzel...
Ay dededen bile daha güzel...''


Küçük kız kollarını Ezgi'nin bacağına doladı ve gözlerini kapadı, sakin bir şekilde kendini uykunun kollarına bıraktı. Ezgi güldü, dudaklarındaki küçük tebessümün sahibinin başını usulca okşadı. Dağılmış yumuşacık saçlarını çözüp elleriyle öylesine taradı. Küçücük bedeninin iki büklüm olup nefeslerinin düzene girdiği ana kadar defalarca aynı şarkıyı mırıldandı.

Sonunda derin bir nefes aldı, gözlerinden firar eden gözyaşlarını hızlıca sildi. ''Aynı annen gibisin...'' diye fısıldadı. ''O da bu şarkıda hemen uyuya kalırdı.''
Ezgi, çalan telefonunun sesi ile hemen etrafına bakındı, masanın üstünde görünce hızla çağrıyı cevapladı.

''Alo?''

''Ezgi?''

Ezgi kaşlarını çattı, telefonu çevirip ekrana baktı. ''Ahh, sen miydin? Otopsi ile ilgili bir gelişme mi var?''
Karşı taraf derin bir nefes aldı. ''Normalde bu saatte aramam ama araştırmamı istediğin birkaç şeyde olumlu sonuç aldım. Gelip görmek ister misin?''
Ezgi dizlerindeki hareketlilik ile yeğenine kısa bir bakış attı. ''Serdar ile sabah erkenden orada olacağım, benim için raporu hazır tut.''

''Tamam, sorun değil. Komiser Vural'ı aramamı ister misin?''
Ezgi başını ki yana salladı. ''Kimseyi arama, önce ben görmek istiyorum.''

Ezgi telefonu kapamadan önce karşı taraf telaşla seslendi. ''Bu arada, şu doktor... Dün seni sordu. Görüşmek istemediğine emin misin? Sonuçta aranızı ben yapmıştım ve en çok düzelmesini isteyenlerden birisi de benim. Bu konuda ısrarcı olmak istemiyorum ama en azından arayamaz mısın?''

Ezgi, burun kemerini sıkıştırdı ve saatine şöyle bir göz attı. Gece yarısını çoktan geçmişlerdi. ''Geç oldu, yeğenim huysuzlanıyor. Sabah görüşürüz.''

''Pekâlâ, görüşürüz.''


***

''Hala ceset görmeye alışamamış mı? Yazık oldu, iyi bir araştırmacıya benziyordu.'' diye mırıldandı Komiser Ezgi.
Serdar gözlüklerini düzeltip merdivenleri hızla çıktı ve komisere yetişti. ''Bunu duymak garip hissettirdi, genelde umut vaat edici konuşan biri değilsiniz.''
Ezgi tek kaşını kaldırıp Serdar'a göz ucu ile baktı. ''Beni nasıl gördüğünü gerçekten merak ediyorum.'' diye mırıldandı sakince. Serdar ise refleksle dudaklarından kaçan sözlere engel olamadı.

''İşkolik, umursamaz yine de iyi bir gözlemci olan, insanlara üstten bakmayı seven ve benim gibi gözlüklüleri pataklamaktan zevk alan sert bir kadınsınız.'' Sözlerinin hemen ardından gözleri hayretle açıldı ve adımlamaktan vazgeçen komiserine döndü. ''... Ve muhtemelen çenemi tutamadığımdan kırılan gözlüğümü yine yenisi ile değiştirmem gerekecek. Neyse ki beni yeniden pataklayacağınız ihtimaline karşı geçen hafta yenisini sipariş etmiştim.'' Gözlüklerini düzeltti ve kaşları düzelmemiş olan komiserine korkuyla baktı. ''Efendim...'' diye sakince sordu, ''Devam edelim mi?''

Ezgi güldü, Serdar'ın omzuna dostanece vurdu. Serdar, korkuyla gerileyince ise gülümsemesi genişledi. ''Öğreniyorsun gözlük.''

Ezgi, emin adımlarla öncen ilerleyip cam kapıyı geçti. Karmaşık koridorlarda ilerleyip aradığı kapıyı buluncaya dek devam etti. Karşısındaki büyük kapıdan çıkan başındaki bonesi ve üzerindeki koyu renkli önlüğü ile dikkat geçen, hafif kilolu genç kadını görünce hızla seslendi, ''Ekin!''

Ekin, maskesini indirip sese doğru yöneldi. ''Ahh, sizi bekliyordum. Gelin hadi!''
Odanın kapısını aralayıp önden içeriye girdi. Ezgi ve Serdar onu takip etti. İçerisi karşı duvardaki büyük pencere sayesinde olabildiğince aydınlık bir otopsi odasıydı. Odanın merkezinde metalik masalar, duvarlarda ise büyük boy dolaplar vardı.

Masalardan ikisi doluydu, üzerleri beyaz örtüler ile kapatılmış cesetler öylece yalnız bırakılmışlardı. Ekin, masalardan birinin yanına yaklaşıp beyaz örtüyü kaldırdığında tanıdık bir yüz açığa çıktı.

Şimdi teni daha da beyazlamış, yüzü tamamen çökmüş ve kemikleri açığa çıkmış, yüz hatları halka halka olan genç kadın, eski güzelliğinden geriye bir şey kalmamış bir şekilde öylece yatıyordu.

Serdar, gözlüklerini iteleyip kadına dikkatle baktı. ''Morlukları sanki daha da artmış.'' Eliyle kendi boynunu işaret ettiğinde bakışlar cesedin boynundaki derin yaraya kaydı.

''İnsan öldüğünde kan akışı tamamen durur, cilt canlılığını kaybettiğinden dolayı zayıflar ve üzerinde kusurlar daha da açık hale gelir. Bu yüzden, morluklar fazlalaşmış gibi görünüyor ancak öncekinden daha farklı bir halde değil.''

Serdar dudaklarını büktüğünde Ezgi dikkatle Ekin'e baktı. ''Şüphelerimden söz etmiştin.''
Ekin ağırca başını salladı ve maskesini çıkarıp cebine sıkıştırdı. Sedyenin yanına asılı dosyayı çıkarıp eline aldı. ''Doğu Erge, 26 yaşında, kemik iliği kanseri hastası...''

Serdar hemen söze atıldı. ''Aaa, aslında 25 yaşında.''
Ekin, başını kaldırmadan gözlerini Serdar'a çevirdi. Gülümsemesinden dolayı göz kenarları hafifçe kırışmıştı. ''Dersine iyi çalışmamışsın genç adam, bugün onun doğum günü...''

Serdar, Ezgi'ye baktı. ''Teknik olarak ölü olduğunda... Neyse, devam edelim.''

Ekin'de beklemeden devam etti. ''Multipl miyeloma bağlı kemoterapi ilaçları kullanıyor, hastalığı 3. evreye ulaşmış. Kemik iliği nakli için uygun donor bekliyormuş. Kanında hala kullandığı ilaçlarından izleri var. Ölmeden önce, yani Cuma günü ilaçlarını kullanmış.''

''İnsan kendini öldürmeden önce neden ilaç içsin ki?''
Serdar komiserine baktı. ''Ölmeyi planlamamış olmalı.''

Ekin devam etti. ''Vücudunda hastalığına bağlı pek çok ezik ve doku hasarı var, pek çok kemiğinde zayıflık olduğu röntgen ve MR sonuçlarında tespit edildi.''
Ezgi kollarını göğsünde bağladı. ''Herhangi bir şiddet ya da zorlanma belirtisi var mı?''

Ekin, örtüyü biraz daha açtı ve cesedin kollarını işaret etti. Kadının çıplak teninde, yine aynı morluklar göze çarpıyordu. ''Kollarının iki farklı yerinde yakın zamanda oluştuğu açık olan iki büyük iz var. Bunlar kolunun kuvvetle tutup çekiştirilmesinden oluşmuş el izleri. Büyüklüğüne bakacak olursak, muhtemelen erkek eli. Parmak izi yok. Ayrıca saçlı deride de bazı tahrişlere rastladık, yanaklarında da dudaklarını örten parmak izleri var. Şiddet belirtisi olabilir...''

Ezgi, Ekin'in elindeki kalem ile işaret ettiği ince uzun morluklara baktı. Hemen ardından da Serdar'a döndü. ''Anlaşılan eşini şüpheliler listesinden çıkarmasak iyi olur.''

''Ası sonucu oluşan hasara gelirsek... Boyun bölgesi MR ve BT görüntüleme yöntemleri ile incelendi. Boyunda yükselici ve yüzeyelleşici nitelikte telem, boyun yumuşak dokuda ekimoz, hyoid kemik, gırtlak kıkırdağı ve her iki boynuzunda kırık olduğunu saptadık. Ası türü tam ası; tipik bir şekilde ası vasıtası ensede ve ayakların yerle teması yok. Uzun süreli asıdan dolayı ellerde ve ayaklarda ölü morlukları oluşmuş, yumruklar sıkılı... Kolları bedeninin iki yanında sarkık haldeydi. ''

Ezgi hızla sordu. ''Telemi tarif edebilir misin?''
Ekin başını salladı. ''Cesedin yaşına, boyuna ve kilosunu dikkate alındığında, telemin derinliği doğru orantılı çıktı. Telem, büyük oranda ekimozla birlikte öncelikle arterlere baskı yapmış. Yani Doğu, Cuma günü saat 03.00 civarı asfiksi sebebiyle ölmüş. Ancak bir sorun var.''

Bakışlar cesetten ayrılıp Ekin'e döndü. ''Asıda en önemli ipucu telemdir ancak bu cesette iki telem izi var.'' Kalemle Doğu'nun boynundaki bir diğer izi işaret etti. ''Ası vasıtası kalın bir ip olduğunda, telemler birbirine geçmiş durumda ancak bunu fark etmek hiçte zor değil. Birisi vücut eksenine paralel, diğeri ise çene altından enseye ulaşıyor. Paralel olan daha önce gerçekleşmiş, arterlere baskının sebebi oymuş, diğeri ise ası sırası bedeninin ağırlığı ile oluşan ve kırıkların sebebiyeti.''

Ezgi tek kaşını kaldırdı. ''Yani asılmadan önce iple boğulmuş.''
Ekin başını salladı. ''Muhtemelen evet...''
''O zaman ası vasıtası bir delil sayılır.'' dedi Serdar, heyecanlandığını saklayamadı, sarı saçlarını öylesine karıştırdı. ''Yani bu bir intihar değil.''

Ezgi başını salladı. ''Bu bir intihar değil, cinayet... O öldürülmüş...''

''İntihar süsü vermeye çalışan bir katilimiz var.''


Ekin derin bir nefes aldı. ''Ası vasıtasına gelirsek, 2 cm çapında kalın bir halat. İlginç olan şey ise üzerinde Doğu'nun parmak izleri dışında hiçbir şey yok; Koyulduğu yere dair hiçbir belirti yok; ne bir is, nede benzeri bir bulguya rastlamadık. Tamamen steril olarak kullanılmış.''

''Anlaşılan katil kendinden bir delil bırakmamak için bir hayli uğraşmış.'' dedi Serdar. ''Bu bizi biraz uğraştıracak gibi...''

Ezgi kollarını çözdü ve cesedin ellerini işaret etti. ''Elindeki siyah leke? Bıçaklıktakiler ile eşleşti mi?''

Ekin onu hızlıca onayladı. ''Başparmağının başlangıç noktasında bıçaktaki leke ile uyuşan lekeler vardı. Yani ölmeden önce bıçağı kullanmış.''

''Ama bıçak ortada yok. Yani katil yaralandı, üzerinde kanı bulunan nesneyi de olay yerinde bırakmak istemedi.''

''Bu önemli bir ipucu!''

Serdar şaşırmış gibi mırıldandı. ''Ölümün gece geç vakitte olduğunu söylediniz; Böylesine zayıf ve hasta biri uykusundayken nasıl direnebildi ve katili yaraladı?''

''Kolundaki ve başındaki izler katile direndiği sırada oluşmuş olmalı. Katili nasıl yaraladığı muamma...''

Ezgi saçlarını kulağının arkasına sıkıştırıp cesedi uzunca inceledi. ''Ya kıyafetlerinde? Katile dair bir bulgu, kan lekesi var mı?''

''Kıyafetleri tamamen temiz...''
Serdar biraz hayal kırıklığına uğramış olmalıydı. ''En azından odada bulmamız gerekirdi.''

Ezgi güldü. ''Yapma gözlük! Kadın en küçük bıçağı kullanmış, çokta büyük bir yara olmadığına eminim.''
Serdar omuzlarını silkti, ''Yine de katilin yaralı olduğunu biliyoruz.''

Ezgi gözlerini cesetten ayırmadan devam etti. ''Olay mahallinde kurbanın direndiğine dair pek fazla iz yoktu, yerde yalnızca kırık bir çerçeve vardı. Doğu eğer onu silah olarak kullanmışsa üzerinde katile dair bir şeyler olabilir. Gözlük, çerçeveyi incelemeye göndermelerini söyle.''

Serdar, komiseri hızla onayladı ve telefonunu çıkarıp hızla birkaç tuşa bastı.

''Tamam, yaralı olduğunu bildiğimiz ve büyük bir delili elinde bulunduran bir katile sahibiz. Vakanın seyri değişti, artık katili arıyoruz. Gece o vakitlerdeki çevre binalardan tüm kamera kayıtlarını istiyorum. Ayrıca katilin eve nasıl girdiğini bulmalıyız.''

Ellerini sedyenin yanına yasladı, gözlerini kapadı, düşündü. Gözleri önündeki olay mahallini dikkatle taradı. Koltukları, duvarları, perdeleri, mutfağı, ilaç kutularını, yatak odasını, kurbanı, yatağı, nesneleri... ''Eve zorla girildiğine dair bir belirti yoktu. Yani katil ya evin anahtarına sahipti. ''Evin anahtarına sahip olacak kadar yakın biri mi yaptı bunu?''

''Eşi onun çok sevilen biri olduğunu söylemişti. Büyük bir yanılgının içinde...''

Ezgi derin bir nefes aldı ve doğruldu. ''Ne demişler, herkes öldürür sevdiğini...''

***

''Sanırım bir tane daha tost almalıydın, karnın hala gurulduyor.'' diyerek sevimlice güldü Doğu. ''Karnımdan değil kalbimden geliyor o, senin sevgine aç çünkü...''

Doğu hayretle kaşlarını kaldırdı. Biricik eşinin bugün romantik olma isteği bir hayli kabarmış gibi duruyordu. ''Ne yani, sevgim yetmiyor mu sana?'' diye sordu, alınmış gibi yaparak. Kerim'in gülen yüzü aniden düştü ve telaşla elini Doğu'nun beline doladı. ''Hayır sevgilim, yanlış anladın...'' diye mırıldanıp yanaklarına küçük buseler kondurdu. Doğu güldü. ''Şaka yapıyorum, bu günlük romantizm dozumu tamamladım ben. Kafi, kafi...''

Kerim'i hafifçe iteledi ve ayağa kalktı. ''Doktor hala gelmedi mi?''
Kerim de peşi sıra ayağa kalktı, koridorda biraz ilerledi. ''Acaba oynaşırken gözden mi kaçırdık?'' diye mırıldandı Kerim. Doğu hayretle kaşlarını kaldırıp telaşla Kerim'in omzuna vurdu.

''Şöyle şeyler söylemesene!''
Kerim güldü, genç kadının siniri anında uçup gitti. ''Gel hadi, odasına bakalım.''
Kerim elini uzattığında Doğu hızla küçük ellerini avuçlarına bıraktı ve koridorda adımlayıp doktorun odasına vardılar. Büyük, beyaz kapının üzerinde 'Kalp ve Damar hastalıkları Uzmanı, Prof.Dr. Kazım Pirinççi' yazan tabelaya şöyle bir göz atıp kapıyı tıkladılar. Hemen sonra içeriye girdiklerinde, orta yaşlı esmer doktorun masasında olduğunu, önlüğünün düğmelerini iliklediğini gördüler.

Doktor, girenleri görür görmez hemen saatine göz attı ve ayağa kalktı. ''Hoş geldiniz, içeriye gelin lütfen''

Genç çift içeriye girdi, kısa bir selamlaşmanın ardından beyaz masanın önündeki sandalyelere oturdular. ''Kusura bakmayın, acilde bir hasta sorun çıkarmış. Biraz gecikmek zorunda kaldım.''

Kerim başını iki yana salladı. ''Hiç önemli değil Kazım Bey. Peki, hastalık ile ilgili bir gelişme var mı?''

Doktor dirseklerini masaya yasladı, ellerini bağladı ve öne doğru eğildi. Koyu renkli gözleri önce Kerim'in sonra da Doğu'nun mavilerinde gezindi.

''BT taraması ve MR sonuçları elime ulaştı. Maalesef, pek umutlu haberlerimiz yok.''
Doğu, düşen omuzlarına engel olamadı, Kerim'in elini sıktı. ''Son zamanlarda sık idrara çıkıyor musunuz Doğu Hanım?'' diye sordu. Doğu başı ile onayladı. ''Artan eklem ağrıları, yürümede yavaşlama, aşırı susuzluk gibi şikâyetleriniz var mı?''

Doğu, eşinin elini daha çok sıktı. Birbirine yapışmış dudaklarını aralamaktan vazgeçip yine başını salladı. ''Cildinde oluşan yaralarda uzun süre geçmiyor.'' diyerek ekledi Kerim. Genç kadın hızla başını eşine çevirdi, onun bilmediğini düşünmüş ancak bunda yanılmıştı. Kerim, Doğu'ya bakmadı, tüm dikkatini doktora vermişti.

''Maalesef, hastalığın 3. Evresine ulaştınız Doğu Hanım.'' dedi önce, genç çifte vakit tanıdı. ''BT ve MR sonuçlarında, özellikle uzun kemikleri etkileyen birçok kemiğinizde zayıflama tespit ettik. Hızla kaybettiğiniz kilolarınızla birlikte böbreklerinizin çalışmasında bir hayli yavaşlama var. Acil olarak ilik nakline ihtiyacınız var.'' Derin bir nefes alıp devam etti.

''Aksi halde hastalığınız ilerleyecek; Aşırı susuzluk, hızla artan kilo kaybı, dayanılmaz ağrılar, kemiklerde kırılma, idrar kaçırma, ciddi böbrek sorunları, düzensiz kanamalara bağlı kansızlık, ciltte belirgin yaralar, kalıcı hasarlar, sık sık ateşlenme ve enfeksiyon gibi ciddi sıkıntılar sizi bekliyor olacak.

Çok üzgünüm ancak bu vakitten sonra kemoterapi ile süreci olabildiğince yavaşlatmak ve en kısa sürede uygun donor bulunması için dua etmek dışında elimizden hiçbir şey gelmiyor.

Bu süreçte, Kadın hastalıkları uzmanınız ve psikoloğunuz ile sık sık iletişim halinde olup hastalık süresince karşılaşacağınız diğer rahatsızlıklara elimden geldiğince destek olmaya çalışacağım.''

Doğu başını eğip dolan gözlerini saklamaya çalıştığında, nefesi hızlanmıştı. Kerim, elini Doğu'nun omzuna yasladı, destek olmaya çalıştı. ''Teşekkür ederiz Kazım Bey, siz elinizden geleni yaptınız.''

''Devam eden süreçte, lütfen umudunuzu kaybetmeyin. Hastalığın son evresinde dahi uygun donor bulunup ilik nakli olabilen hastalarımız oldu. Siz, bu zamana kadar gördüğüm en güçlü hastalardan birisiniz Doğu Hanım. Daha önce 3. Evreye bu kadar süre dayanabilen kimse görmemiştim. Şimdiye kadar, daha önceki yaşantınızla birlikte sonuna dek dayandınız, şimdiden sonra da bunu başarabilirsiniz. Eşiniz ve biz doktorlar sizin için elimizden geleni yapsak da, en çok siz kendinize yardımcı olabilirsiniz.''

Genç adam, başını sallamakla yetindi. Tek eli hala narin eşinin omzunda, onu kendine yaslamış bir halde ona destek oluyordu. Bedeninin sıcaklığıyla onun üşümüş bedenini ısıtmak istedi.

''Psikoloğunuz ile kısa bir görüşmemiz oldu. Değişen hastalık sürecinizde, terapilerinizde de değişiklik olacak. Daha sık seanslar olacak ve...''
Doğu'nun omuzları sarsılıp dudaklarından küçük bir hıçkırık kaçınca doktor aniden sustu. Genç kadın ellerini hemen dudakları üzerine kapadı ve eşinin geniş omuzları arasında saklandı. Kendini tutmak, ağlamamak ve direncini kaybetmemek için çabaladı.

Genç adam, eşinin başına ufak bir öpücük kondurup sırtını sıvazladı. ''Ştt, sakin ol.'' diye mırıldandı yalnızca. Eşinin güçlü olduğunu, bedeninin kendisine isyan edip pes ettiği anlarda bile kısacık sürede narin bedenine söz geçirerek toparlanacağını biliyordu. O, pes etse bile başkalarının yanında bunu saklamaya çalışırdı, hemen toparlanırdı. Özellikle eşi uyuduğu zamanlarda ağlardı, sıcacık yatağında, battaniyesinin altında. Eşi duyup ona destek olmak için sarıldığında gözyaşlarını hemen silerdi.

Bedeni zayıftı işte ama kendisi güçlüydü.

Doğu, kısa sürede hıçkırıklarına hakim oldu ve gözyaşlarını sildi. Akan makyajını elbisesiyle temizleyiverip başını kaldırdı. ''İl-ilginiz için teşekkür ederiz. Gerçekten minnettarım, siz olmasanız bu aşamaya bile gelemezdik. Teşekkürler...''

Doktor hızla başını salladı, uzun saçlarını hafifçe kaşıdı. ''Asıl ben teşekkür ederim, dilerseniz daha sonra tekrar görüşebiliriz.''

Genç çiftin acılarını yaşayabilmeleri için onlara izin verdi, yakın zamanda hızlıca görüşme ayarladı. Doğu ayağa kalkıp kapıya ilerlerken doktor hemen Kerim'e döndü. ''Ben yine psikoloğunuzla irtibat halinde olacağım. Lütfen bu süreçteki psikolojisine dikkat edin, bedenindeki en ufak bir gelişmeden de beni haberdar edin. Numaramı biliyorsunuz.''

Kerim başını salladı, doktorla vedalaşıp hızla eşinin yanına geldi. Doğu, makyajını hala daha silmeye çalışıyor, elbisesinin kollarını berbat ediyordu.

''Seni sulu göz, bütün makyajın aktı.'' diye mırıldandı genç adam, eşini sıkıca sarıp ağır adımlarına eşlik etti. ''Artık...'' diye mırıldandı Doğu, başını kaldırıp.

''Artık makyaj yapmayacağım, buna karar verdim.''

Kerim bakışlarını yere düşürüp düşündü. ''Kendini daha iyi hissettiğini sanıyordum.''
Doğu başını iki yana salladı ve yalandan dudaklarını kıvırdı. ''Değişmediğime inanmak istiyordum ama artık... Buna gerek kalmadı. Daha fazla makyaj yapmayacağım.''

Kerim, Doğu'yu durdurdu ve hemen karşısına geçip başını kaldırdı. Kızarmış gözleri, akmış makyajı ve sevimli ifadesi, Kerim'in genç kadına küçük bir öpücük vermesi için yeterliydi.

''İstemiyorsan bırakabilirsin ancak hastalığımız yüzündense...''

Doğu burnunu çekti. ''Evet, onun yüzünden... Çünkü artık daha güçlü olmam ve gerçekleri örtmek değil kabullenmem gerekiyor.''
Mavi gözlerini hızla Kerim'in gözlerine çıkardı. ''Artık makyaj yapmayacağım,kendimle ve hastalığımda yüzleşeceğim.''


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top