Bölüm 24: Oyunlar ve düşenler...
Bölüm 24: ''Oyunlar ve düşenler''
Doğu başını iki yana salladı. ''O senin çocuğun mu?'' diye sordu Doğu, 'O' diye bahsettiği kişinin kim olduğunu bilmeden.
''O benim her şeyim.'' Hicran öne doğru eğildi, kaşları çatıldı. ''O benim her şeyim.''
Doğu burnunu çekti. ''Peki benim neyim?''
Hicran'ın dudakları iki yana kıvrıldı. ''O senin katilin. O Doğu Erge'nin katili...''
Doğu'yu geri getiren kişi, katilinin babası mıydı? Doktor katil için kurbanını geri mi döndürmüştü?
Bir şeyler yanlıştı ancak Doğu bunun ne olduğunu henüz bilmiyordu. Nasıl sorusundan çok, neden sorusu aklını kurcalıyordu.
Neden öldürmüştü?
Neden döndürmüştü?
''O beni önce öldürüp sonra da geri döndürmen için sana mı yalvardı?''
Hicran başını iki yana salladı. ''Hayır, hayır...'' Arkasına yaslandı, pencereye kısa bir bakış attı. Buruşmuş elleri ile ritim tutuyordu. ''O asla yalvarmaz. Asla başkalarına boyun eğmez. Kendine güvenen, zeki birisi o... Benden yardım istemedi, ona ben yardım ettim.''
Doğu'nun titreyen bedenini süzmekten alıkoyamıyordu kendini, yaşlı Hicran. ''Seni böyle karşısında, capcanlı görünce iyice delirdi. Senin için neler yaptı bilemezsin.''
Doğu yanaklarını kuruladı. ''Ona benim için bir şey yap diyen olmadı. Beni öldürdüğü için geri döndürmek zorunda kaldı. Eğer,'' Yutkunmak zorunda kaldı, sesini yükseltti. ''Eğer hayatıma hiç karışmasaydı tüm bunlar başıma gelmeyecekti!''
Hicran saçlarını karıştırdı, dudakları arasından bir şeyler mırıldandı. ''Hayatın hakkında hiçbir şey bilmediğin için senin pencerenden haklıymışsın gibi görünüyor. Ama işler sandığından daha da farklı... Bu hayatı ona borçlusun. Senin için onca şeyi yapmış birine böyle davranmamalısın. Hasta bir adamın tüm hayallerini parçalamak üzeresin,'' dedi Hicran. Öfkeliydi ancak Doğu'nun kendince haklı sebeplere sığınmasını anlayarak sakinliğini korudu.
Ancak Doğu için aynı şey geçerli değildi. Haklı olduğunu biliyor, katiline öfkesini kusmaktan çekinmiyordu. ''Ona borçlu falan değilim!'' Hıçkırdı. ''Sırf o hasta diye kendi hayatımdan vaz mı geçeceğim ben! Hem, umurumda da değil... Hasta olduğu zaten belli, psikopatın teki... Ne sen, ne o, ne de bir başkası umurumda değil! Beni evime, eşime geri götürün.''
Doğu'nun sesi küçük odada yankılandı. Hicran kaşlarını çattı ancak sesi yine de alçaktı. ''Senin evin onun yanı, senin eşin hayatını borçlu olduğun o adam...''
Doğu güldü, samimiyetten uzak, öfkeli gülümsemesi kahkahaya dönüştü. ''Ona aitmişim gibi davranma...'' dedi. ''Ona ait değilim, onu tanımıyorum bile...''
Hicran dudaklarını birbirine bastırdı. ''Eminim tanıyorsun, sadece hatırlamıyorsun. Zihnin sahte anılarla dolu...''
''Bu da ne demek?'' Oda sallandı, birkaç eşya parçalara ayrılmaktan son anda kurtuldu.
''Gideceğimiz yere varmak üzereyiz, biraz dinlensen iyi olur. İndikten sonra önümüzde uzun bir yol var.''
Hicran Doğu'nun sorusunu es geçerek ayağa kalktı, bastonundan destek alarak odadan çıkmak için yöneldi.
''Dur! Henüz sorularım bitmedi. En azından sorularımı yanıtlamak zorundasın.'' Doğu yataktan ağırca kalktı ve battaniyeyi silkeleyip Hicran'a yaklaştı. ''Sorularımı yanıtla...'' dedi Doğu, 'Lütfen' dememek için kendisini zorladı. Ona yalvarmak istemedi.
Hicran önce başını, sonra bedenini ağırca Doğu'ya çevirdi. ''Tüm sorularını ona sormanı istiyorum. Yanıtlamaktan bir hayli memnun olacağı için onu beklemelisin.''
Doğu başını iki yana salladı. ''O kim?'' Katilinin adını duymak için bekledi.
Hicran'ın yeşil gözleri yere düştü, ahşap zeminde uzun uzun gezindi. ''O senin eşin olacak...''
Doğu ellerini öfkeyle havaya kaldırdı. ''Benim bir eşim, bir hayatım var zaten. Buna müdahale etmesine izin verme.''
Hicran'ın kaşları havalandı, alnı kırış kırış oldu. ''Senin eşin yok.'' Doğu sol elini havaya kaldırdı.
''Var, Kerim Erge benim eşim! Parmağımda onun yüzüğünü taşıyorum, karnımda onun bebeğini taşıyorum, kalbim tamamen ona ait.''
Hicran Doğu'nun havadaki elini hızlıca yakaladı. ''Kerim'i unut!'' dedi, buğulanan sesi ile. Kaşları çatılmış, gözleri adeta kararmıştı. Sanki küçük bir çocuğu azarlar gibi kelimelerin üstüne basa basa konuştu. ''Bu yüzüğü unut, artık sana ait değil.'' Doğu'nun ince parmakları arasındaki yüzüğü hızlıca çıkarıp cebine attı.
''Yüzüğümü bana ver!'' diye direnen Doğu'nun omuzlarından tutup yaşlı bedenine rağmen onu durdurdu. Yeşil ve mavi hareler çarpıştı.
''Ne Kerim, ne yüzük, ne de hatırladığın hayatın... Hiçbiri artık yok. Kalbinin Kerim'e ait olmadığı gibi,'' Ellerini indirdi ve çırpınan Doğu'yu serbest bıraktı. ''Karnındaki bebekte ona ait değil.''
Doğu aniden durdu, bakışları Hicran'ın yüzünde takılı kaldı. ''Ne?''
Birkaç adım geriledi ve arkasındaki masaya tutundu. Bakışları donuklaştı, kaşları hafifçe havalandı. Dudakları bir şey söylemek ister gibi aralanıp geri kapandı. Tüm vücudu titremeye başladı, eli ağırca karnına tutundu.
''Bebeğim Kerim'den,'' dudaklarından istemsizce bir hıçkırık kaçtı, ''...Değil mi?''
Hicran bastonundan destek alarak arkasına döndü. ''Doğu Erge'yi ve onun sahip olduklarını unut. Artık güneş battı.''
***
''Evet, kayıtlar üzerinde çalışıyorlar. Ayrıca Doktor Kazım Bey bir süreliğine gözetimimiz altında olacak.''
Ezgi masanın üzerindeki dosyaları kucakladı. ''Tamam, hastalarla görüşmeler nasıl gidiyor?''
Uzun boylu polis omuz silkti, masanın ucuna oturdu. ''Onca polis ve kapıdaki güvenlik görevlileri görmemişken hastaların görmüş olabileceğini sanmıyoruz. Şimdiye kadar da kimseden ses çıkmadı.''
Ezgi ofladı ve elindeki boş kahve bardağını çöpe attı. ''Kimsenin haberi yokken kaçmayıp daha sonra güvenlik artınca nasıl kaçtı bunlar,'' diye kendi kendine mırıldandı.
''Vallahi Doğu dirilip geldikten sonra, katil görünmez deseler bile inanırım,'' dedi polis.
Ezgi'nin kaşları alayla havalandı. ''Başlama yine doğaüstü güçler bahşetmeye...'' Arkasını dönüp koridorda ilerlemeye başlayınca polis peşinden takip etti. ''Ama öyle değil mi komiserim? Sonuçta bilimin son noktasının hep bu olduğunu söylerler; dirilmek mümkünse, böyle şeylerde mümkündür.''
Ezgi meslektaşına kısa bir bakış attı. ''Aslında doğru söylüyorsun. Bazen sende görünmez olabiliyorsun, değil mi?'' Ezgi durunca poliste aniden durdu. ''Mesela şimdi?'' diye ekledi Ezgi. Polis önce durup şaşkınca komiserine baktı, ardından da ''Haaa...'' diye mırıldanıp arkasını döndüğü gibi koridorda uzaklaştı.
Ezgi güldü, başını eğip dosyalarla ilgilenmeye devam etti. Başı önünde, Doğu Erge vakası ile ilgili delilleri incelerken Oktay'ın çektiği yüklü miktarda para yeniden gözüne çarptı. Oktay bu parayı ne için çekmişti hala bilmiyorlardı. Ezgi bu paranın vaka ile ilgili olduğuna emindi, Oktay'ın günlerce kayıplara karışmasından önce olmuştu bu olay. Üstelik Doğu döndüğü sıra Oktay'ın bir başka laboratuvardan geri dönmesi, bu paranın gittiği yerde harcanmış olabileceğini gösteriyordu.
Ezgi başını kaldırıp etrafına bakındı, karakolun koridorları artık kalabalıklaşmaya başlamıştı. Birazdan yemek saatine çıkılacaktı. O zamana dek Komiser Vural ile konuşabileceğini düşündü. Koridorun sağ tarafında kalan Komiser Vural'ın odasına doğru adımladı. Kapıyı tıklayıp içeriye bakındı ancak komiser odasında değildi, pencereler açık bırakılıp çıkılmıştı.
Ezgi içeriye girdi ve dosyaları orta sehpaya koyup koltuklardan birine oturdu. Komiseri bekleyecek, sonra Oktay ile görüşmek istediğini bildirecekti. Aradığı cevapları Oktay'dan almak zorundaydı.
''Seni nasıl bulacağım?'' diye kendi kendine mırıldanıp dosyalara yöneldi, bu sırada dosyalar arasındaki bir resim usulca yere düştü. Pencereden sızan rüzgârın etkisi ile kâğıt parçası havalanıp Vural'ın masasının altına sürüklenirken Ezgi küfredip ayağa kalktı. Vural'ın masasına gelip kâğıdı almak için eğildiğinde ise bakışları parlak bir cisim üzerinde takılı kaldı. Kâğıda yönelmiş eli yön değiştirdi. Çekmecenin ucundan sarkan ince uzun kolyeyi parmakları arasına doladı.
Aynı kolye, farklı zamanlar...
Bu ablasının kolyesiydi ve yıllar sonra üçüncü defa ansızın karşısına çıkıyordu. Hiç ummadığı yerde... Komiser Vural'ın çekmecesinde...
Ezgi kolyenin sarktığı çekmeceyi hızla çekiştirip çekmeceyi açtı. Onu daha çok şaşırtan şey ise bu kolyeden çekmecede bir tane daha olmasıydı. Şaşkınlıkla dudakları aralandı, kara gözleri kolyeler üzerinde kilitlendi. İki kolyeyi de eline aldı, birbirinin tıpatıp aynısıydı. Aynı yeri kirlenmiş, aynı yerleri paslanmış, ikisinin de zincirinin aynı yeri kırılmıştı. İki kolye de ablasının kolyesine tıpatıp benziyordu.
Hangisi gerçekten Gazel'indi bilmiyordu ancak bu kolyeden nasıl iki tane olduğunu ve buraya nasıl geldiğini tahmin edebiliyordu. Ya katil oynadığı oyunun içine düşmüştü ya da Ezgi ile oynayan katilden başka birisiydi.
Ezgi iki kolyeyi de pantolonun cebine sıkıştırıp çekmeceleri hızlıca kapadı. Dosyaları toparladığı gibi odadan çıktı ve iyice kalabalıklaşmış koridorlarda hızla ilerlemeye başladı. Telaşlı görünüyordu. Masasına ulaştığında elindeki dosyaları fırlatır gibi masaya bıraktı ve çekmecedeki telefonunu aldı. Aradığı kişi otopsi uzmanı Ekin idi. Bir süre sonra arama cevaplandı.
''Alo Ekin?''
''Ezgi, bir sorun mu var? Sesin biraz garip geliyor.''
Ezgi etrafına bakındı ve Komiser Vural'ın buralarda olup olmadığına bakındı. ''Ekin sana bir şey göndereceğim. Gönderdiğim şeyi kimsenin haberi olmadan adli tıpta inceletebilir misin? Çok önemli.''
Telefonun diğer tarafından bir süre ses gelmedi, Ezgi saçlarını kulağının arkasına sıkıştırıp sıkıntıyla iç çekti. ''Gerçekten çok önemli Ekin.''
Karşı taraftan kapı çarpılma sesi duyuldu. ''Kişisel bir meselemi yoksa vaka ile ilgili mi?''
Ezgi gözleri kapadı. ''Tam olarak kişisel diyemeyeceğim. Sanırım vakanın ortasına düşürülmeye çalışılıyorum.'' Ya da tamamen uzaklaştırılmaya...
''Ezgi, neler oluyor?''
Ezgi başını eğip ensesini ovaladı. Ensesindeki saçları havalandırıp saçlarını iyice dağıttı. ''Daha sonra açıklama yaparım, olur mu? Şimdi benim için göndereceğim şeyi incelet. Sonuçlarından da yalnızca benim haberim olsun istiyorum.''
''Tamam, kiminle yollayacağını söyle ben hallederim.''
''Teşekkür ederim, görüşürüz.''
Ezgi derin bir nefes alıp doğruldu ve ellerini beline yasladı. Kolyeden neden iki tane olduğunu ve Vural'ın çekmecesine nasıl girdiğini bulmalıydı. Eğer onu, yine kendisiyle oynadığını düşündüğü katil bırakmışsa bu karakola girecek kadar cesur ve becerikli olduğunu gösteriyordu. Fark edilmeden komiserin odasına girebilmişti. Diğer yandan, bunu neden direkt olarak Ezgi'nin masasına değil de, Vural'ın masasına bırakmıştı?
Bu Vural Bey'e kurulmuş bir tuzak mıydı, yoksa bir mesaj mıydı? En kötüsü, bunun Vural Bey'e gelen bir mesaj değil, Vural Bey'den gelen bir mesaj olma ihtimaliydi.
***
Doğu çığlık atıp kapıyı tekmeledi ve çaresizce bağırmaya devam etti. ''Çıkarın beni buradan! Geri götürün beni!''
Ancak ne birisi sesini duyuyor, ne de onu kale alıyorlardı. Doğu, kapıyı yumruklamaktan kızarmış, acıyan ellerini ovuşturup küçük, ahşap pencerelerin yanına geldi. Küçük perdeyi aralayıp uçsuz bucaksız, ufukta kaybolan denize baktı.
Oda sallanıyordu, Geminin alt kısmında kalan bir odaya yerleştirmişlerdi. Deniz üzerinde, hiç bilmediği bir yere götürülüyordu. Odadan çıkmanın bir yolu yoktu; kapı kilitli, camlar sağlamdı. Üstelik odadan çıkmayı başarsa bile dışarıda onu nelerin beklediğini bilmiyordu. Denizin ortasında kalakalmıştı.
Güneş ışınlarının etkisi ile parıldayan mavi denize iç çekerek baktı, böylesine güzel bir manzara karşısında yıkık olmak onu üzdü. Hasta, saplantılı bir psikopatın ve oğlunu memnun etmekten başka çabası olmayan yaşlı bir adamın eline düşmüştü. Hayatından tamamen uzaklaştırıp katile ait olmaya zorlayacaklardı. Katiline ait olmaya...
Üstelik... Bebeği...
Yalan söylüyor olmalılardı, değil mi? Bebek bir başkasından olamazdı çünkü Doğu eşine ihanet edebilecek birisi değildi. Ancak Doğu bir ay boyunca ortalıkta görünmemişti, bu sürede, gözlerini laboratuvarda açmadan önce neler olduğunu bilmiyordu.
Doğu ellerini karnına doladı. Uzun zamandır beklediği bebeğe sonunda sahip olabilmişti ancak artık mutlu değildi. Bebek, sevdiğinden değilse ona nasıl sahip çıkacaktı? Kerim'e tüm bunları nasıl anlatacaktı? 'Hayallerimizi süsleyen bu bebek aslında 'bize' ait değil' demek kolay değildi.
Gözyaşları yine durmayıp yanaklarında ince bir sızı bıraktı. İçindeki tüm o acıları, hüzünleri, pişmanlıkları birleştirse şu karşıdaki mavi deniz kadar edecek, üstüne taşacak gözyaşı akıtırdı ya...
Geminin sallanması ile Doğu korkuyla duvara tutundu ve eğilip dışarıdan gelen sesleri dinledi. Gemide kimler varsa, bir hayli ses çıkarmaya başlamışlardı. Boğuk konuşma sesleri ve kalın botların ahşap zeminde bıraktığı tok sesler yankılanıyordu gemide.
Doğu pencereye yaklaşıp yeniden etrafa bakındı; gemi durmuştu. Hicran Doğu'yu nereye sürüklemek istediyse, sonunda gelmişlerdi. Doğu yutkundu, odanın kapısına yaklaşıp sesleri dinledi.
''Onu eve götüreceğim, biraz dinlenmeli. Oğlum gelene dek muayene edip bebeğin durumuna da bakacağım. Buraya kadar getirdiğin için teşekkür ederim eski dostum.''
Doğu kaşlarını çattı. Hicran'ın sesini net bir şekilde duyabiliyordu ancak karşısındaki kişinin söylediklerini anlayamadı. Belki bir umut, gemidekiler durumu bilmiyordur diye yardım dilenmek için ani bir karar ile bağırdı.
''İmdat! Yardım edin! İmdat!'' Acıyan ellerine rağmen kapıyı yumruklamaya başladı. Kapı her defasında sallanıp gıcırtılar çıkarırken odanın dışındaki sesler azaldı.
''Yardım edin! Kimse yok mu? İmdat!''
Nefes nefese durdu ve kulağını kapıya yasladı, adım sesleri kendisine yaklaşıyordu. Doğu dudaklarını dişledi ve birkaç adım geriledi. Hemen arkasındaki tıbbi malzemelerin içinde bulunan küçük makası parmakları arasına sıkıştırdı, ne yapacağını bilmiyordu. İçgüdüleri ile hareket ediyordu.
Göğsü hızla inip kalkarken parmakları sıkılaştı, birbirine yapışan kirpikleri mavi gözlerini açık tutmak için zorlandı. Kapıdan iki kilit sesi duyuldu, kapı gıcırtıyla açıldı. Hicran'ın yaşlı bedeni görünüp yeşil gözleri titrek mavi gözlere değince, Doğu dışarıya fışkırmaya hazır hislerini serbest bıraktı. Aniden bağırıp öne doğru atıldı.
Hicran'ı ittirdi ve bedeninin ardındaki duvara çarpmasını sağladı. Beklemeden kapının aralığından sıyrıldı, Hicran'ın son anda yakaladığı bileğini bir hışımla çekiştirdi. Hicran'ın elinden kurtulur kurtulmaz, ince bacakları anında kaçış yoluna yöneldi. Ahşap merdivenleri hızlıca çıkıp peşinden bağıran Hicran'ı duymamaya çalıştı. Kalbi deli gibi atıyor, nabzı damarlarını zorluyordu. Adrenalin artık bedenine hükmetmek için hazırdı.
Önceden olsa nefes nefese çıkacağı merdivenleri bir çırpıda çıkıp geminin üst kısmına ulaşınca etrafına bakındı. Burasıda kapalı bir alandı, odanın dört tarafı pencereler ile çevriliydi ve dışarıdaki güneş, içeriyi olabildiğince aydınlık hale getirmişti. Mavi deniz gözler önündeydi.
Doğu beklemedi, etrafına detaylıca bakmadı bile. Hızla odanın çıkışına ilerledi ve sonunda açık havaya çıktı. Temiz, tuzlu koku ciğerlerine dek ulaşırken ılık rüzgâr elbisesini havalandırdı.
Hicran'ın yaklaşan sesi nedeniyle telaşla gemiden inmenin bir yolunu aradı. Biraz ilerleyip geminin karaya düşen koluna gelince, kafasını kaldırıp etrafına baktı.
O anda anladı ki, Hicran'dan kaçsa bile onu bekleyen kaderden kaçamazdı. Şimdi Kerim'e dönme gibi bir şansı yoktu. Hıçkırdı, çaresizce kollarını çırptı. Gözyaşları akmak için hazırlanırken ellerini dudaklarına kapayıp peşinden gelen Hicran'a baktı.
''Evine... Hoş geldin,'' dedi Hicran, nefes nefese. Topal ayağını sürüyerek Doğu'ya yaklaştı. ''Buradan kaçamazsın.''
Doğu yeniden etrafına bakındı, karşısındaki küçük adayı taradı çaresizce. Şimdi denizin ortasında, kimsenin onları bulamayacağı, göremeyeceği bir yerdeydi. Dört tarafı derin denizlerle çevrili, yalnız bu kara parçasında kapana kısılmıştı.
''Adayı gezmeden önce dinlensek iyi olur.''
***
Ezgi, yakasını düzeltip bileklerini kütletti ve etrafındaki bakışların ilgisizliğinden emin olmak için çevresine bakına bakına hücrelerin olduğu kısma ilerledi.
Oktay'ın yanına gidiyordu. Yıllarını harcamış katilin yanına gidiyordu.
Sanki telefonu ile ilgileniyormuş gibi yapıp adımlarını hızlandırdı ve kasvetli duvarlar arasından süzüldü. Sonunda hücrelerin olduğu bölüme geldiğinde telefonu cebine sıkıştırdı ve hızlıca parmaklıklar arasından geçti. Şimdi, kapıdaki güvenlikleri bir sorun olmadığına dair ikna ettikten sonra Oktay ile arasında yalnızca 2 duvar kalacaktı.
Karıncalanan ellerini ovuşturdu ve saçlarını düzeltti. Güvenliğe yaklaştığında söyleyeceği cümleleri hazırladı. Tam, görmeye aşina olduğu kel polise doğru ilerliyordu ki, önüne çıkan beden ile tökezledi. Karşısındaki bedene çarpmamak için duvara tutundu, başını kaldırdı.
''Ezgi?''
''Komiserim?''
Ezgi kaşlarını çattı ve ellerini beline yasladı.
''Senin burada ne işin var?''
Ezgi dudaklarını ısladı ve öylesine etrafına bakındı. Aklındaki onca düşünceler arasından yakaladığı cümleleri, hazır cümlelerinden öne çekti. ''Aslında size bakmaya gelmiştim. Burada olduğunuzu söylediler.''
Aslında sizi burada görmeyi hiç beklemiyordum.
Komiser Vural, başını sallayıp ellerini ceplerine sıkıştırdı. ''Odamda bekleseydin kısa sürede benimle görüşürdün zaten. Biliyorsun, buraya gelmeni istemiyorum.''
Ezgi tek kaşını kaldırdı. ''Buraya gelmemi, burada bulunan kişi yüzünden istemiyorsunuz. İşte tamda o kişi ile ilgili konuşmak için sizin yanınıza geldim. Ama sizin neden burada olduğunuzu anlayamadım. Oktay'ın yanında mıydınız?''
Vural öksürüp kolunu Ezgi'nin omzuna yasladı ve onu döndürüp kendi ile ilerletmeye başladı. Şimdi Oktay'dan uzaklaşıyorlardı.
''Evet...'' Kısa bir cevap.
Ezgi'nin bakışları komisere döndü. ''Neden onunla görüştünüz?''
Komiser ofladı. ''Vaka ile ilgili görüşmek istedim ancak onunla konuşamadım. Nöbete girdi. Sende beni öfke nöbetine sokmak istemiyorsan lütfen sözlerimi dinle ve yanlış bir şey yapma.''
Ezgi omuzlarını silkerek koluna dolanmış ellerden kurtuldu. ''Bunca zaman yanlış bir şey yapmamışken neden şimdi defalarca beni uyarıyorsunuz komiserim?'' dedi, asabi bir tonda.
Komiser Ezgi'ye bakmadı. ''Yemek yemelisin, başını dosyalara gömmekten vazgeç ve...'' Gözleri kısa bir an öfkeli görünen Ezgi'ye çevrildi. ''...Hata yapma.''
Vural Komiser arkasını dönüp koridorda uzaklaştı. Ezgi ise öylece olduğu yerde dikilmiş komiserinin ardından bakıyordu. Vural Komiser neden Oktay ile görüşmüştü? Üstelik bundan kimsenin haberi yoktu, onun burada olduğu ilk öğrenen kişi Ezgi idi. Vural, Oktay ile gizlice görüşmüştü.
Ezgi yönünü değiştirdi, koridorda ağır adımlar ile ilerlemeye başladı. Başı önüne düşmüş düşünüyordu.
Vural Komiser neden Oktay ile görüşmüştü? Neden Ezgi'ye 'hata yapma' demişti? Oktay ile –söylediğinin aksine- Ezgi hakkında bir şey konuşmuş olabilirler miydi? Öyleyse bunu neden saklıyordu?
Oktay, kolye, katil, komiser...
Ezgi aniden durdu, zihninde yeşermiş şüphe tohumlarının bedenini harekete geçirmesine izin verdi.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top