yaz meltemi ♫ ♪

Kısacık bir geçiş bölümüdür. 40.Bölüme kadar dayanamadım, finali maalesef ki 35'e çektim. Neva'nın acısı bana ağır gelmeye başladı bir süre sonra. Artık huzura kavuşma vakti. Sizden tek isteğim, iki part halinde yayınlanacak final bölümleri de dahil olmak üzere şu son üç bölüm hiç yapmadığınız kadar yorum yapmanız ve benim, okurken neler hissettiğinizi paylaşmanız. Bir şeyleri boşuna yapmış olmak, öyle hissetmek istemiyorum.

Keyifli okumalar.

Sevgiyle kalın,

Bölüm Parçaları:

Neva'nın ikinci bestesi:
Le Reve (paylaşan kanal: tzortzinious)

1. The Manchester Orchestra - The Silence

Otuz Dördüncü Bölüm ♫ ♪

Yalnızlığın bir sesi var mıydı?

Yalnızlığın bir sesi olmalı mıydı?

İncecik bir çizgiydi bu ikisini ayıran. O incecik çizginin üstünde her iki tarafa da defalarca savrulmuştum. İkisine de verilecek toplam dört cevap ancak o dört cevabın milyon çeşidi vardı. Onlara ulaşmak için defalarca kez dizlerimin üstüne düştüm. Avuç içlerime dolan kesiklerden bilgi değil, bilmiyor oluşumun kıvrandıran sızısı aktı. İnce ip, çıplak ayaklarımın taze derisini yüzecek kadar keskindi üstelik fakat bilgi tüm bunlara değerdi.
Yalnızlığın herhangi bir sesinin olmaması gerekiyordu ancak kalp burkan bir sesi vardı.

Tıpkı evin içinden yükselen, kulaklarıma ulaşan o ince melodi gibi.

Yatağımda uzanmış yalnızlığımı dinliyordum. Annemi kendi isteğimle evden kovmuş olmam neden bu kadar canımı yakıyordu? İşte bunu öğrenmek istediğimden de emin değildim.

Sırtüstü yatmaktan sıkılınca sağ tarafıma dönmüştüm. Piyanoyla yüz yüzeydim. Eğer gözleri olsaydı bana acır gibi bakacağını, dili olsa beni teselli etmeye çalışacağını hissediyordum nedensizce ve bunları düşünüyor olmak beni ürkütüyordu. Sağlıklı düşüncelere tutunmam gerekiyordu, biraz daha mantıklı olanlara. Fakat her şey kalbime ağır geliyor gibiydi, sanki her şey kalbimi kırmak için sıraya girmişti. 

"Hayatta kalmak için fazla kırılgansın." Annesinin kızı yine bilmiş bir ifadeyle beni izliyordu, yüzünde halinden memnun bir sırıtma vardı. "Peki yaşamayı hak etmediğini düşündün mü hiç?"

Sessizce yataktan kalkıp piyanonun başın geçerek tuşların üstündeki kapağı kaldırdım. Onu duymazdan gelmek son zamanlarda en iyi yaptığım şeylerden biri olmuştu ve sonuç itibariyle beni keyiflendiriyordu. Parmaklarımı tuşlara, bir ayağımı da pedala yerleştirip derin bir nefes alarak aklımda dolaşan melodileri teker teker tuşlamaya başladım. Birbirini peşi sıra takip eden notalar hoş bir ritm yakalamıştı bile. Bir nabzın atışını, nabzımın parmaklarıma vuruşunu anımsatıyordu.

Sanki ölmek üzereydim ve kendi nabzımı kontrol ediyordum.

Hiçbir aksiyon yoktu bu melodilerde, hiçbir karmaşa yoktu. Duru, sessiz ve sakindi tüm yaşadıklarımın aksine. Ruhum gibi derinlere çökmüştü. Eğer annem yanımda olsaydı belki bunu ona ninni olarak armağan eder ve ismini de Yasemen Çiçeği koyardım. Ama yalnızdım. Ben, diğer yarım ve bu melodiler haricinde kimsesizdim.

Omuzlarımdaki yük kendini hatırlatır gibi kaburgalarıma bir baskı yaptığında son düzlüğe girmiştim. Gözlerimi hiç açmadan parmaklarımı tuşlarda dans ettirmeye devam ettim. Ruhum da bedenimden kopup parmaklarımın arasına karışıveriyordu. Nefeslerim ciğerlerimi dağlıyordu. Gözyaşlarım da önündeki engellere rağmen daha fazla dayanamamış olacak ki yanaklarımdan süzülmeye başladı. 

Neden her seferinde ağlamaya bu kadar meyilliydim? Neden hiç sorgulamadan tüm acıları kucaklamaya hazırdım?

Piyanodan yükselen ince seslere eşlik eden gözyaşlarım kucağıma düştü. Titreyen parmaklarım son tuşun üstünde kararsızca durduğunda ses de parmaklarım gibi titremişti. Nefesim de titredi; boğazıma tıkandı, dudaklarımın arasından kopup kurtulmak için yukarı tırmanırken boğazımı kesti. Tüm bedenimle birlikte nefesim de titredi. Acının, acımın bir tanımı yoktu. Ben sadece ona bağımlı olmuş küçük bir kızdım, yalnızdım.

Güçlükle yutkunurken bedenime sarılan kollar biricik Kabil'ime ait olamayacak kadar gerçek hissettirmişti. Biraz sonrasında burnuma Eslem'in ferah kokusu doldu, bunu ise çıplak omzuma düşen iki damla yaş takip etti. Benim yerime de ağlıyordu. "Keşke elimden gelse de içinden çekip alabilsem acılarını," diye mırıldandı hıçkırıkları arasında.

Sessizce gülümseyip kolunu okşadım ve oturduğum yerden kalktım. "Geldiğini hiç duymadım," diye mırıldandım ateltimin üstüne bir şey giyme gereği duymadan. Son zamanlarda iyice zayıflamıştım ve bu zayıflık kendimi çirkin hissettiriyordu. Bir de geçmek bilmeyen yaralarım, uzun süre benimle birlikte kalan morluklar vardı bedenimde. Eslem bunların hepsini biliyordu. Beni ne kadar yeniden kemoterapiye ikna etmeye çalışsa da doktora birlikte gittiğimiz bir zamanda çektiğim sıkıntıları görünce bir daha bu konu hakkında ağzını bile açmamıştı.

Kendime bir kız kardeş edinmiştim. Eslem, sahip olabileceğim en iyi kardeşti.

Mutfağa geçtikten sonra ikimiz için de kahvaltı hazırladım. Eslem de son dönemlerde ailesiyle bozuktu ve sabahın erken vakitlerinde, bazen de gecenin köründe buraya geliyordu. Ona yanıma taşınmasını teklif ettiğimde en azından aylık geçimini ailesi karşıladığı için kesme ihtimallerinden dolayı kabul edememişti. 

"Savaş'la konuşuyor musunuz,"  diye sordu hemen arkamdaki sandalyeye otururken.

"Hayır." Yumurtaları tavada kızarttığım yağa kırdım ve sessizce gülümsedim. "Mezuniyette beni öptükten sonra mesaj atmış eve gidince. Kendimi tutamadım, bu bir hataydı falan... Ben de bunu hata olarak görmediğimi, özür dilenecek bir şey yapmadığını söyledim. İnanabiliyor musun, alçak gönüllülüğüm için bana teşekkür etti ve bir daha hiçbir mesajıma cevap vermedi."

Eslem derin bir nefes aldı. İkimiz için pişirdiğim yumurtayı tabaklara böldüm ve karışık meyve suyunu da dolaptan alarak Eslem'in yanına oturdum. O bana hiçbir şey söylemedi, ben de bunun üstüne konuşma gereği duymadım ve böylece sessizliğin hakim olduğu bir kahvaltıya başladık.

Annemin olmadığı birkaç gün içinde kendimi yemek konusunda da geliştirmiştim ama öğrendiklerimi uzun süre boyunca yapamayacağım gerçeği beni üzmüyor değildi.

"Ne kadar çabuk kabulleniyorsun," diye sordu omzumun üstüne tünemiş gibi kötü anlarımı bekleyen Neva. Güldüğünü işitiyordum. Gün yüzüne çıkmak için öyle çok çabalıyordu ki ben yoruluyordum.

Onu yine duymazdan gelerek Eslme'e döndüm ve sordum: "Yeni bestemi beğendin mi? Ona Yalnızlığın Sesi ismini vermek istiyorum."

Yüzüne yerleşen koca gülümsemesini gizleyemeden meyve suyunu içti, başını sallayarak onayladı beni. "Çok hüzünlüydü ama çok güzeldi. Seninle gurur duyuyorum Neva!"

Daha sonra Eslem'i tutup doğrudan piyano başına geçmiş, bu yeni bestemin notalarını çıkarmam konusunda bana yardım etmesini istemiştim. Tüm bunların ötesinde bana yarışma şarkılarımda da yardım etmişti. Görüşlerini benimle paylaşırken eksiklerimi dile getirmekten hiç çekinmezdi ve bu ihtiyacım olan tek şeydi. 
Uzun saatler süren çalışmalarımızın sonunda Eslem yatağımda uyuyakaldığında atletimi değiştirip dışarıda giydiğim sporcu atletlerinden birini giydim. Yatağın başındaki komodine minik bir kâğıt bırakıp dışarı çıktım. Dün Oğuz'u buraya gelirken görmüştüm ve bahçeye park ettiği aracı da hâlâ buradaydı. Hiç vakit kaybetmeden kapıyı çalıp açılmasını bekledim.

"Kim o?" Uykudan uyandığını belli eden boğuk bir sesle konuştuğunda gülmüştüm. "Benim, komşu kızı." 

Kapı anında açıldı ama Oğuz'un hazırlıksız yakalandığı o kadar açıktı ki üstünde sadece bir kapri şort vardı. Kıkırdarken onu omzundan itip içeri girdim ve kızgınmış gibi söylendim. "Git üstüne bir şey giy. Kapı açmaya böyle inilir mi? Hem ya Meliha teyze olsaydım? Of, dedikoduya bak!"

Gülerek beni takip etmeye başladı. "İyi ya işte ölmeden son kez gözleri bayram eder Titrek Meliha'nın!"

"Hii çok ayıp!"

Hiç bozuntuya vermiyordum, artık ölüme o kadar takılmıyordum da üstelik. 

Oğuz odasına ilerlerken ben de kendi evimmiş gibi davranıp mutfağa geçmiş, Eslem'den öğrendiğim soğuk kahveyi yapabilmek için malzeme aramaya başlamıştım. Bulduklarımı tezgâha bırakıyordum ama bekar erkek evinde bazı şeyleri bulmak cidden zordu, en azından bu bekar Oğuz olduğu müddetçe. "Hayır, bu yaşına gelmiş adamsın yani. Ev düzeninden haberin olmadan nasıl yaşadın bunca yıl, anlamıyorum," diye söylene söylene iş yaparken onun içeri girdiğini görmüştüm.

"Ne arıyorsun? Söyle ben bulayım."

Hemen istediğim malzemeleri teker teker saydım ve onu bekledim sessiz sessiz. Bütün her şey tezgâhtaki yerini alınca ikimize de buz gibi birer kahve hazırlamış, buradaki sandalyelerden birine oturmuştum. O ise tam karşımdaki sandalyeye oturmuş, kahvesinden ilk yudumu almıştı bile. "Hayırdır," dedi sataşmak için. Sırıtan sesinden anlıyordum bunu. "Seni daha erken alayım diye mi yapıyorsun bunları?"

"Yaa sorma," diye mırıldandım ona dil  çıkardıktan hemen sonra. "Aşkından kuruyorum!"

"Aşkımdan değil ama kuruyorsun Neva, çok zayıflamışsın. Sorun ne?"

Derin bir nefes aldım iç çekerek, kahvemden içmeye devam ettim. Oğuz'a söylesem beni kolumdan tutup hastaneye götürür müydü? Sanırım bunu denemeden öğrenemeyecektim. "Sana bir şey söyleyeceğim ama beni sonuna kadar dinleyeceksin. Söz mü," diye sordum peşin peşin anlaşmak isteyerek. Bana şüpheyle bakmış ama yine de söz vermişti. Ben de hemen devam ettim: "Son evre kanser hastasıyım ve tedaviyi reddettim. Hemen öyle dehşete kapılma, denedim çünkü. Denedim ama olmadı, tedaviyi bünyem kaldırmıyor."

"Sen ne saçmaladığının farkında mısın Neva? Ne demek tedaviyi bünyem kaldırmıyor, aklım almıyor ya!" Sinirinden ellerini nereye koyacağını şaşırmıştı. Aniden sandalyeden kalkıp bana uzandığında ellerini tuttum. "Cidden bünyem kaldırmıyor Oğuz, kemiklerime kadar ulaşmış kanser. Kemoterapi sadece daha çok yorulmamı ve sürecin uzamasını sağlıyor. Canım daha çok yanıyor sadece."

Alayla güldü. "Ölümünden süreç diye bahsediyorsun, farkında mısın sen?"

Omuz silkip elini usulca okşadım. "Bunları konuşmak için gelmedim buraya," dedim konuyu kapamak isteyerek. "Üç gün sonra yarışmam var, beni izlemeye gelir misin?"

"Neva..." Söze başladığında onu durdurdum. "Lütfen Oğuz, buna ihtiyacım var. Hem söz, gelirsen otuza kadar beklemeyip sana varacağım." 

Konuşuyordum ama burnumun direği sızlıyordu, gözlerim doluyor ve içim sancıyordu. Beni de sandalyeden kaldırıp hiçbir şey demeden bana sarıldı, onun da bedeni kaskatıydı ancak titriyordu. Saçlarıma düşen minik ağırlığın onun gözyaşları olması beni daha da parçaladı. Kollarına sıkıca tutundum, dizlerimden çekilen kuvveti ondan almak için. "Paramparça hissediyorum Oğuz, içimdeki boşluk beni yuttu sanki. Hani küçükken belgesellerde falan görürdük, uzayda yer çekimi yoktur ya; işte içimdeki boşlukta da yok ve tüm parçalarım orada savruluyor. Canım çok acıyor ama çıldıracağım, bunların hiçbirisi fiziksel değil."

"Şş," diye mırıldandı saçlarımı öperken. Bir eli belimi kuvvetle sarmış, diğer eli başımı omzuna yaslayıp saçlarımı okşuyordu. Şefkatin huzurlu kokusunu soluyordum teninden ama beni sarmalayan yine onun çektiği acı olmuştu.

"Sanki zihnimde bir mıknatıs var, çevremde ne kadar acı varsa orada toplanıyor ve sonra onların hepsi beni defalarca kez parçalıyor." Titreyen ellerimi görebileceği kadar kaldırdım ve onu görebilmek için hafifçe geri çekildim. İkimizin de yüzü yaşlarla sırılsıklam olmuştu. "Ellerime bak, hâlâ kırdığım piyanonun kıymıkları batıyor etime Oğuz. Ben bunları hak edecek ne yaptım?"

Başını iki yana salladı kabul etmek istemeyerek. "Ölmek için çok küçüksün Neva, daha çok küçüksün. On yedi yaşındasın sadece!"

Titreyen ellerimi yanaklarına koydum, sildiklerimin yerini yenileri alsa da yaşlarını kuruladım yanaklarından. "Kendimi seksen yedi yaşında, hayatın sillesini yemiş buruşuk bir nine gibi hissediyorum ama," diye mırıldandım hıçkırıklarımın arasında gülerek. Sonra onu omuzlarından itip yüzümü koluma sildim ve burnumu çektim. "5 Haziran, unutma."

Hiçbir şey söylemeden çıktım evden. Boğazımda koca bir düğüm vardı, kalbime doğru başka minik düğümlerle uzanıyordu. Canım çok acıyordu ama kustukça ağzımdan canım yerine acım çıkıyordu.
Ölmek için çok küçük, yaşamak için fazla ihtiyardı kalbim.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top