Son Nota ♫ (Part I)
Bu bölümü tamamladığımda saat 5.44, hiç uyumamış bir şekilde sizlerleyim ve bomboşum. Bende daha fazla durmasını istemedim, durursa onayıp değiştireceğimi biliyordum. Bölüm word formatında elli sayfanın üstünde arkadaşlar. Neva'nın ilk finali, son notası.
Sizden tek ricam, hislerinizi bir iki satır bile olsa yorumlara dökmeniz. Elli sayfa okuduktan sonra sadece "çok güzeldi" yorumunu okursam, bir şeyler için değmediğimi, yazdıklarımın değersiz olduğunu hissedeceğim.
Keyifli okumalar, yarım kalmayacak notalar sizin olsun. Yorumlarınızı bekliyor olacağım.
Müziğin ruhunuzu daima doldurması dileğiyle...
Bölüm Parçaları:
*Yarışma parçaları:
Chopin Nocturne No:20 in C-Sharp Minor Op.Posth
Fazıl Say Black Earth (Kara Toprak)
1. Evangelist - Whirlwind of Rubbish
NOT: Son sahnede yine Carlos Cipa-Lie With Me dinlemenizi tavsiye ederim.
4 Haziran Salı günü, hâlâ nefes alıyorum.
Aslında teorik olarak artık yeni bir gündeyiz, saat on ikiyi geçeli epey olmuştu. Yani, bu da demek oluyordu ki müzik yarışmasına sadece saatler kalmıştı. Bununla birlikte sanki hayatımın sonlanmasına da saatler kalmıştı. Ciğerlerim sancıyordu, beş gündür adamakıllı bir uyku uyuyabildim söylenemezdi ve midem iflas bayraklarını mı çekmişti bilmiyordum ama yediklerimi kabul etmediği aşikârdı. Sessizce dönüp durduğum yatağımdan bir gayret kalkarak piyanonun başına geçtim, tuş kapağını kaldırıp parmaklarımı kütlettikten sonra sandalyeme oturarak başladım son provamı yapmaya.
Beş gün, bir haftadan iki gün az ama koskoca beş gün geçmişti mezuniyetin üstünden. O gün Savaş beni öpmüştü, 30 Mayıs. Doğum günümü hâlâ daha hatırlamamıştı ama bu beni öpmemesi için bir engel olamamıştı ona. Güldüm, zihnimin boşluğu yavaş yavaş doluyordu varlığına alıştığım düşmancıl halimle. Hatta öyle bir yavaşlıkla doluyordu ki her bir anını hissediyordum geldiği zamanın, çekilecek çile değildi de yalnızlık bir tek Tanrı'ya mahsusmuş ya işte; bizimkisi de o hesaptı. Değer verdiğim insanlara öfkelenmeme sebep olduğu her saniyeyi bir şekilde sineye çekmeyi öğrenmiştim nasılsa, o da üzerime gelmeyi boynunun borcu bilmiş olmalıydı. Daha önce, yalnızlığın acıttığını söylediklerinde gülüp geçtiğim zamanlar olmuştu. Şüphesiz, bu en büyük yanılgımdı: Yalnızlık bir insanı kör ve sağır edebilirdi.
"Ben henüz ölmedim," diye seslendi zihnimin içindeki ses, kendini kast ediyordu bunu söylerken.
Ve sonra, kimsesizlik vardı, başa çıkmayı bile göze alamadığım. Çepeçevre sardığında insan ruhunu ve bedenini... Sahi, o zaman ne olurdu?
Saat sabah dörde gelirken hiç ses çıkarmadan sadece parmak ezberi yaptığım piyanomun başından kalkmış ve mutfağa geçmiştim. Büyük bir kupaya koyduğum iki kaşık Nescafe'nin üstüne sadece bir iki yudumluk sıcak su doldurarak elimdeki çay kaşıyla karıştırdım iyice. Ağır bir kokusu vardı, tadı da berbattı ama beni bir bu aklıyordu. Kupayı başıma dikip lavabonun içine bıraktıktan sonra üşenip toplamadığım için kalabalıklaşan dağınıklığımla barışık bir şekilde ayrıldım oradan.
Sessiz adımlarla koridoru ilerlerken odama geçip oturdum, yarışma akşam saat sekizde olacaktı ve ben saat on ikide evden çıkıp İlge Hoca'nın evine gidecektim. Derin bir nefes alıp yönünü pencereye çevirdiğim tekli koltuğa oturarak kollarımı göğsümde bağladım, kapadım gözlerimi biraz bile olsun dinlenmek isteyerek.
Saçlarımla oynandığını hissederken güldüm zafer kazanmış bir edayla. "Artık senin de saçların kısa, Neva. Tıpkı benim gibi."
"Uzun halinden daha çok yakıştığı için, başka anlamlar çıkarma." Umursamazca omuz silktiğimde devam etti iç çekerek: "Az kaldı, artık hiç yorulmayacaksın."
Ve belki de ölüm meleği olarak bana gönderilen, hiç tanımadığım bu Neva saçlarımı okşarken en huzurlu uykularımdan birisine öylece dalıvermiştim.
-o-
Arka cebime sıkıştırdığım telefonla bütün bedenim titrerken sıçrayarak uyanmıştım uykumdan, gözlerimi ovalayıp derin bir iç çekerek telefonu cebimden çıkardığımda saatin bir olduğunu ve İlge Hoca'nın beni aradığını gördüm. İçimden kendime küfürler ederek açtım telefonu ama İlge Hoca benden önce davranıp konuşmama izin vermedi: "Neredesin kızım sen?"
"Gece uyuyamadım hocam, sabah dörtte uyuyakalmışım koltukta," diye açıkladım hemen.
"Kapının önündeyim, çabuk topla eşyalarını hadi."
Telefonu kapadığımız da heyecanıma İlge Hoca'nın gerginliği eklenip katlana katlana bir çığ gibi düşmüşü kalbime. Düşmemek için ekstra bir çaba sarf ederek hızlı hızlı üstümü değiştirdim ve ebisemin içinde olduğu elbise çantasıyla dün akşamdan hazırladığım çantamı omzuma asarak gerekli diğer eşyalarımı alıp çıktım evden, İlge Hoca sahiden de beni kapının önünde bekliyordu. Hızlıca arabasına geçtim çantalarımı arka koltuğa bırakarak.
"Provaların tam mı," diye sordu İlge Hoca arabayı çalıştırırken, onu başımı sallayarak onayladıktan sonra önüme döndüm sessizce. "Bu halini hiç beğenmiyorum Neva, biraz silkelenip canlansan kızım? Cenazeye gitmiyoruz, belki de hayatını değiştirecek yarışmaya gidiyoruz."
Bu cümlede takılmam gereken kelimelerin hayatını değiştirecek yarışma olması gerekirken beynim bir cımbızla cenaze kısmını çekip almış, gözlerimin önüne kalın puntolu büyük harflerle sermişti. Derin bir iç çekerek gülümsedikten sonra yeniden İlge Hoca'ya döndüm: "Chopin'de biraz eksiğim vardı ama onu da tamamladım bu sabah, hiç hata yapmadan ikisini de çalabiliyorum hocam."
Bu söylediğimde gülümsemişti İlge Hoca, gerçekten rahatladığını görüyordum. Sırf daha rahat hissetmesi için devam ettim: "Eğer yarışmayı kazanırsam size bir sürprizim olacak. Yani orada beni izleyen herkes için."
"Bu yarışma her şeyden önce senin için çok önemli Neva," diye mırıldandı İlge Hoca, "Bu yarışmayı kazandığında artık sana kimse amatör olduğunu söyleyemeyecek, Paris Konservatuarı kapılarını senin için ardına kadar açacak ve sen gerçek bir piyanist olarak gerçek piyanistlerden ders alacaksın." Coşkulu sesi sonlara doğru daha da artıp kuvvetli bir vurguyla sonlandırmıştı cümlesini.
Gerçek bir piyanist olduğunda, bir piyaniste yakışır şekilde öleceksin Neva; hep istediğin gibi.
Güçlükle gülümseyip önüme döndüğümde İlge Hoca da susmuş, zaten çok sürmeden evine varmıştık. Onun evine gittiğimizde eline ulaşan bilgilere göre bana jüri üyelerini, yarışmaya katılan uluslararası çapta dereceli birkaç öğrenciyi anlatmıştı. Onu dinlemiştim, en azından kulaklarım bu görevi yapmıştı fakat söylediklerinin tek bir kelimesini bile anlamamıştı beynim. İlge Hoca bir süre sonra biraz daha dinlenmeme izin verip saat altıya yaklaşırken bana filtre kahve içirmişti kendime gelmem için, tek besin kaynağım olan kahveyi de kabul etmekte zorlanan midem şimdi için bana zorluluk çıkarmak istemiyor olacak ki; gayet sakindi.
Siyah, ip askılı ve belimden aşağıya normal bir bollukla inen; sol bacağımı elbisenin mini gözükmesini sağlayacak bir yırtmaçla açıkta bırakan uzun bir elbiseydi yarışma için kendime seçtiğim. Tam onu giyeceğim sırada İlge Hoca'nın itirazlarıyla kendi dolabından getirdiği zümrüt yeşili rengindeki elbiseyi bıraktı misafir odasındaki yatağın üstüne. "O siyah elbiseyi ikinci kısımda giy," dedi açıklama gereğinde bulunarak. Onu kırmayıp yine yere kadar uzanan, kalın askıları olan ve siyah elbisedekinden biraz farklı olarak kalçamdan itibaren eteği bollaşan elbiseyi giydim üzerime. Elbisenin arkası, sırtım, eteğin başladığı yere kadar açık geliyor ve kalçama doğru V şeklinde birleşiyordu. Hayatımda giydiğim en dekolteli elbiselerden sayılırdı bu, belki de ilk sırada bile yer alabilirdi.
Çantamdan çıkardığım, kendi saçımdan yapılma ve bir gün öncesinde maşalattırıp kürek kemiğim hizasında kalacakları şekilde kestirdiğim postişleri saçlarıma takarak makyaj için sadece bir fondöten sürdüm yüzüme. İlge Hoca o sırada elinde ten renginde bir çift topukluyla yanıma gelmişti, "Altına bunu giy, sonra elbisene uymuyorsa kendininkilerle değiştirirsin." Yine onu dinleyerek dediğini yaptım ve sol bileğime doğum günümde bana armağan ettiği bilekliği taktım, zaten Savaş'ın yüzüğünü parmağımdan çıkarmamıştım bir daha hiç.
Makyaj konusunda başka hiçbir şey yapmayıp ayaklarım ayakkabılara alışsın diye evin içinde bir süre onlarla dolaşarak vakit geçirmiştik, nihayetinde saat altı olduğunda siyah elbisemi çantasına koyup yine öyle geçmiştim arabaya İlge Hoca'yla birlikte. Arabadayken dizlerimin üzerinde piyano çalar gibi alıştırıyordum parmaklarımı tutukluluk yapmamaları, burkulmamaları için.
"Seni sonlara doğru çıkaracaklar, elimdeki listeler çok karışık bu yüzden hangisi doğru bilmiyorum," dedi İlge Hoca açıklamalarına devam ederken, "Artık sana ondan emin misin bundan emin misin diye sormayacağım çünkü emin değilsen bile şimdi için çok geç."
Gülümserken başımı sallayarak onayladım onu, "Ama zaten eminim hocam."
"Sana güveniyorum Neva, istediğinde her şeyin üstesinde gelebileceğini biliyorum." Kısa bir sessizlik aramızdaki boşluğa dolarken İlge Hoca'nın aklından ilk geçen şeyleri duymak istediğimi fark ettim aslında, "Hangi kimliği, soyadı taşıdığın önemli değil. Önemli olan kim olduğun, gerçekteki benliğin... Kim olduğunu iyi düşün; ne yapmak, nerede olmak istediğine karar ver."
"Olmak istediğim yerdeyim," dedim sessizce konuşurken, bunun üstüne İlge Hoca bir daha konuşmadı ve ben de telefonuma kaydettiğim son provaları dinlemeye başladım kulaklığımı takarak.
Bir saat kadar süren, hatta ötesine bile çıkan yolculuğun sonunda İlge Hoca arabayı bir görevliye bırakmış, birlikte içeri girmiştik isimlerimi teyit ettirerek. Saate baktığımızda yarışmaya aslında dakikalar kaldığını görmüştük. Tüm yarışmacıların toplandığı odaya öğretmenleri ya da aileleri alınmıyordu, son kez onunla vedalaşarak içeri geçtim.
"Neva Karaer?" Elinde kâğıtlar olan bir kadın bana bakıyordu göz ucuyla, başımı sallayarak onu onayladığımda eliyle boş bir sandalyeyi gösterdi ve elimdeki elbise çantasını alıp üzerine bir etiket yapıştırarak onu astı diğerlerinin yanına. Oturduğum sandalyenin önündeki masaya bir şişe suyu koyarken gülümsemişti bana, "İlk kısımda sonuncusun, son kısma kalırsan eğer ilk kısımda dereceye girip girmemene bağlı olacak sıran. Makyaj ister misin?"
Aynadaki aksime bakıp derin bir nefes alırken başımı sallayarak onayladım, nasıl olsa sonuncuydum; en azından bir şekilde vakit geçsin diye oyalanabilirdim. "İyi olur, teşekkür ederim bilgilendirme için."
"Ayla, buraya gel kızım!"
Kadın gittikten hemen birkaç saniye sonra ismi Ayla olan kız yanıma gelerek yüzümü, elbisemi ve saçlarımı inceledi. Kucağındaki çantasını masaya koyarak içini kurcalamaya başladı. "Yeşil kolay görünür ama riskli bir renk, sana turuncu-toprak tonlarında bir makyaj yapacağım." Açıklamasından anladığım tek şey makyajın tonu olmuştu, gülerek onu onayladım ama uyarmadan da edemdim: "Makyaj insanı değilim, ağır olmasın istiyorum sadece ve canlı görünmek."
Özellikle vurguladığım kısmı, canlı, havada kaparken tatlı sesiyle kıkırdadı. "Sahiden ölü balık gibi görünüyorsun..."
Ve sonra şu makyaj adı verilen boya-badana işi başladı. Ayla yüzüme bir şeyler sürüyor, daha kendi memnun kalmayıp siliyor; sonra yeniden yeni bir şeyler deniyor, yine aynı şeyler oluyor ancak bitmiyordu. Ayla'yla muhabbet ederek kaç yaşında olduğunu, ne okuduğunu öğrenmiştim ve tabii karşılıklı olarak o da benim hakkımda bir şeyler öğrenmişti. Biz muhabbet edip benim makyajımla ilgilenirken sırası gelen herkes sahneye çıkıyor, tercih ettikleri parçalar kaçar dakika ise o kadar süre boyunca sahnede kalıyordu.
"Aslında çok karizmatik bir yüzün var, köşeli ve neredeyse simetrik bile sayılır. Kolay makyaj yapmam gerek ama emin olamıyorum..."
Gözlerimi açıp gülerek aynadaki halime baktım, güzel görünüyordu. Koyu yeşille gölgelendirip içlere doğru turunculaşan ama çok dikkat çekmeyecek bir göz makyajı yapmıştı bana, eyeliner denilen zımbırtıya gerek kalmamıştı bu sayede. Şeftali tonlarındaki rujumu çok açık bulduğum için silmiş, yerine daha sadece bir ruj tercih etmiştim. Yüzümde sadece gözlerim dikkat çekiyordu böylece, tam da istediğim gibi.
"Eğer ikinci kısma kalırsam yine yanıma gelir misin Ayla?" Sorum üzerine şaşkınca bana baktığında devam ettim: "Muhabbet ederiz?"
"Neva Karaer, bekleme salonuna."
Yerimden kalkarken ona gülümsemiştim, kolunu sıvazlayarak aldığım talimata uyup bekleme solunana geçmek üzere ilerledim. Kapının önünde, beni içeri girdiğimde karşılayan görevli kadın vardı yine; elindeki kâğıda bakıp gülümsedi bana: "Nocturne No:20 in C-Sharp..."
Başımı sallayarak onayladım onu, gülmüştüm sessiz bir şekilde. "Evet, minor. Chopin."
Elindeki kalemin arkasıyla kâğıda bir iki kez vurdu, sonrasında ismimin yanına tik atıp kapıyı açtı bana. "Tamam," dedi son heceyi uzatarak. "Kolay gelsin bakalım."
İçeri girdiğimde burada biri olduğunu, içerisinin aynalar dolu bir oda olduğunu fark ettikten çok sonra fark etmiştim. Gergince derin bir nefes alıp olabildiğince aynalara bakmadan yüksek, kare şeklindeki taburede oturarak bekleyen kumral kıza odaklanmaya çalıştım. Bordo renkli elbisesi buğday teninde hoş duruyordu, önünde uzun bir yırtmacı vardı elbisesinin. Onun kim olduğunu hatırlarken, bu hatıralar zihnime güzelliklerle dolarken samimi bir tebessümle gülümsedim.
"Kelebek'ti, değil mi," diye sordum yanındaki boşluğa oturarak. Sıranın onda olduğunu biliyordum, gerginliği sanki aynadaki aksine yansımıştı; aynadan kendimi değil de onu inceliyordum bunu saklamadan.
"Evet," dedi sessizce mırıldanırken, boğazını temizleyerek ekledi bu kez daha yüksek bir sesle konuşarak: "Sen de Neva."
Bu çekingen tavrı hoşuma gittiği için kısık sesli bir kıkırtıyı serbest bıraktım özgürce havaya karışmasını dinleyerek. O ise gözlerini kapayıp derince bir nefesi solumuştu nedenini anlamadığım bir sebepten dolayı. Tam olarak kestiremiyordum ancak öğrenmeye hazır da hissetmiyordum kendimi
"Çok güzel çello çalıyorsun, Kelebek," dedim bunun yerine gülümsemeye devam ederken.
Kirpikleri kırpışarak açıldığında dağılan gerginliği tatlı bir şaşkınlık ve utançla yer değiştirmişti, makyajına rağmen kızaran burnunun ucundan anlamıştım utandığını. "Teşekkür ederim... Senin kadar başarılı değilim gerçi ben." Dudaklarını ıslatıp bir eliyle kulağının arkasına sıkıştırdı saçlarını gülümseyerek.
O an ona destek olmak isteyerek soğuk elimle kolunu sıvazladım hafif hafif. "Ben seni gördüm," diye mırıldandım isminin anonsu odayı doldururken. "Seni, müziği yaşarken gördüm."
Gülümsemesi yüzünde sabit kalmış, samimiyeti gözlerine kadar ulaşmıştı. Ayağa kalkıp perdeye doğru ilerlerken ona seslendim beni duyabileceği kadar yüksek bir sesle: "Başarılar Kelebek!"
Sonrasında o odada, önü lacivert renkli kadife bir perdeyle kapatılmış aynalı odada yalnız kalmıştım. Derin bir nefes alıp parmaklarımı birbirine kenetledim, gözlerimi aynadan uzak tutup ayaklarımın ucuna baktım sessiz sessiz. Yalnız değilsin, diyordu zihnim ama yalnızlığı benim kadar hissetmediği için rahattı bu kadar.
Güçlükle yutkunup kaçamak bir bakış attım aynaya: Yanımdaydı. Yani, hemen yanımda oturuyordum. Onun yüzü gülümsüyordu benimkinin aksine, dolan gözlerimi ondan gizlemeden ıslattım dudaklarımı. "Siyah elbise sana yakışmış," dedim sesim titriyorken.
"Sana da yakışacak, ikinci kısma geçtiğinde."
Uzanıp yüzüme düşen bir saçı kulağımın arkasına sıkıştırdığında nefesimi tutmuştum. "Üşüyorum," dedim konuşmakta güçlük çekerek. "Bu havada donuyorum."
"Ölürken üşünmezmiş ama, eh, sen normal bir insan değilsin." Sonra kıkırdama sesini duydum kulaklarımın bana bir oyun oynamadığına emin olamazken, "Baksana, kendinle konuşuyorsun Neva. Ben aslında bu odada mıyım?"
Aynadan gözlerimi çekip ona çevirdiğimde aslında orada olmadığını fark etmiş, ürkmüştüm.
"Neva Karaer."
İlk anonsu duyunca yerimden doğrulup lacivert perdeye ilerledim, alkış sesleri doldurdu sahneyi. Kelebek içeri girince onunla kısa bir baş eğmesi eşliğinde selamlaşıp sahnedeki yerimi aldım. Spot ışığı, adımladığım sahnede bana eşlik ederek piyanonun önünde durmuş ve orada sabit kalmıştı. Büyük, kuyruklu piyanoya gülümseyerek baktım; ahşabı o kadar güzeldi, o kadar parlaktı ki göz kamaştırıyordu. Gerçek sevgilime kavuşmuş gibi hissederek piyanonun önündeki koltuğa oturdum elbisemin eteğini düzelterek, ayaklarımı pedallara yerleştirip parmaklarımı önce bir dolaştırdım tuşların üstünde.
Zihnimde oluşturduğum son nota defterimin son sayfalarını açarak Chopin için dizdiğim notaları takip ederek sırayla büzün hepsini tuşlamaya başladım yavaş yavaş. Başparmağımda hissettiğim seğirmeye rağmen henüz bir yanlış yapmamıştım. Derin bir nefesle gözlerimi kapayarak bu kez kasti bir şekilde parmaklarımı titretir gibi iki tuşa bastım, gülümserken gözlerimi kapayarak başımı hafifçe geriye yasladım sanki havaya bulanan notaların barut kokusunu soluyabilirmişim gibi.
Araladığım dudaklarımdan sızan nefesim bir buhar olup piyanodan yükselen notalarla dans ediyordu kapalı çatının altında, görmüyordum ama hissediyordum, orada olduklarını biliyordum. Tıpkı yine yanımda oturan diğer beni bildiğim, hissettiğim gibi. Gözlerimi açıp sahiden yanımda olup olmadığına bakarken gülümsedim, parmakları tuşların üstünde dolaşıyordu benimkilerine eşlik ederek ama daha iyiydi, daha profesyonel görünüyordu.
"Pes mi ediyorsun?"
Başımı hafifçe iki yana sallayıp daha sert, daha hırslı bastım bu kez tuşlara; onunla girdiğim yarışta kendime pes edecek değildim. Piyanoya doğru kamburum çıkacak kadar eğilirken kaşlarımı çatarak daha erken davranıp orijinalinin dışına çıkacak olsam da onu, ellerini iter gibi hızlıca dolaştırdım parmaklarımı bütün tuşların üstünde; sağ elim boşta kaldığında arkada fon olarak kalan bu dizenin üstüne orijinal halinden ilerledim sağ elimin parmaklarıyla. Alnıma boncuk boncuk dolan ter damlalarından bazıları şakağımdan yanağıma doğru iniyor ve bu tüylerimi ürpertip sırtımın dikleşmesine sebep olmuştu.
Dudaklarımda zafer dolu bir gülümseme oluşurken notaları atlamamak için mırıldanmaya başladım sessiz sessiz. Sonlara yaklaştıkça artan ritmi ağır ağır düşürüp son noktayı koyduğumda parmağımı çekmeden basılı tuttum son notada, bir damla ter nihayetinde düşmüştü çene kemiğimi takip ederek. Bir süre yerimden kalkamamış ancak alkışları duyunca daha derin bir gülümseme eşliğinde oturduğum yerden kalkarak hafif bir eğilmekte selam vererek arkaya geçmiştim.
Ayla beni bekliyordu sandalyemin başında, onun yanına doğru ilerleyip elinde tuttuğu elbise çantamı aldım. "Hayrola," diye sordum acelesine gülerken.
"Sen kesin ikinci kısımdasın, hadi giy bunu!"
Etrafıma kısaca bir göz attığımda giyinen kişilerin de birbirlerinin cinsiyetlerini hiç umursamadan oldukları yerde giyindiklerini görünce Ayla'nın da yardımıyla yeşil elbiseyi siyahıyla değiştirmiştim. Sandalyeme oturup bir ıslak mendil alarak hızlıca makyajımı silmeye bile başlamıştım. "Sadece kırmızı bir ruj istiyorum, kirpiklerime de rimel sürsem yeter," dedim gülümserken.
"Dur," dedi üzerine yapışan telaşlı haliyle, "Kırmızı ben de kalmamış." Ve onun arkasından şaşkınca bakmama sebep olacak bir şey yapıp gitmişti.
Başımı iki yana sallayıp gülerken yüzümdeki tüm makyajı çıkararak bu kez sadece göz altlarıma kapatıcı sürmekle yetindim, hatta Ayla gelene kadar rimelimi bile sürmüştüm. Yine kâğıtlarla gelen kadın boğazını temizleyip sessizliği sağladı bir çırpıda, "Yarışmaya katılan herkese çok teşekkür ediyoruz ama prosedür gereği, jürilerin seçimleriyle belirlenen sadece on üç kişi ikinci kısma geçmeye hak kazandı."
Üzgün mırıltılar eşliğinde kadın devam etti okumaya: "İlk sırada Emre Belen yer alıyor, hemen ardından Gaye Özge Kır, Neva Karaer, Deniz Egemen, Kelebek Erdenay, Tunç Leman..."
Rahat bir nefes alıp ardıma yaslanarak önüme döndüm, isimler okunmaya devam etmiş, on üç kişi tamamlandıktan sonra geri kalanlar -aralarında ağlayanların da olduğu kalabalık grup- odayı boşaltmıştı. Ayla bulup getirdiği ruju bana verirken yüzünde mutlu bir ifade vardı, "Üçüncü olmuşsun, bence ikinci olmalıydın ama..."
Ruju silerken gülüp başımı iki yana salladım ve imasını anladığımı belli etmek için karşılık verdim sözlerine: "Umarım söylediğin gibi torpil yoktur Ayla yoksa seni şom ağızlı diye hatırlayacağım," dedim gülerken. Saçlarımı omuzlarımdan geri itip ruju masaya bırakarak ayağa kalktığımda ondan beklemediğim bir şeyi yapıp bana sarılmıştı. Kollarımı bedenine sarıp sırtını hafif hafif sıvazlarken ben de ona sarılmış sayılırdım, "Teşekkür ederim Ayla, güzel arkadaşlığın için."
"Tüm adaylar bekleme salonuna!"
Birbirimize kısaca veda edip salona doluşmuş ve Emre'den başlayan sırayı takip etmeye koyulmuştuk. Emre arpta Türk Marşı'nı çalmıştı, açıkçası kendime rakip olarak gördüğüm biriydi. Hemen ardından sahneye Gaye çıkmış, piyanoda Moonlight Sonata'yı çalmıştı. Sıra bana geldiğinde Kelebek'e göz kırparak sahnedeki yerimi aldım, tabii sahneye çıkarken alkışlanmak beklediğimin epey ötesinde olmuştu.
Piyano başındaki koltuğa otururken önce bir koltuklara bakmıştım, tanıdık yüzleri seçebilmek için. Eslem oradaydı babasıyla birlikte, En ön sıralarda Buğra'yı da görünce kalbimde bir sıkışma hissetmiştim.
"Değerli bir ölüm olacak, desene Neva?"
İrkilerek sol tarafıma baktığımda elbiselerimizin aynılığına gülümsemiştim tüm gerginliğimin yanı sıra, sırtımdan süzülen soğuk terler bana bir şeyleri çağrıştırıyordu. Sunucunun ismimi yeniden anons etmesiyle boğazımı temizledim toparlanmak isteyerek. Derin bir nefes alırken piyano tuşlarına gülümseyerek iki elimi tuşların üstüne yerleştirdim ve çok öncesinde daha ezberlediğim ilk notaları tuşladım bu hareketi üç kez tekrar ederek, hemen ardından hiç oyalanmadan sol elimi piyanonun içine uzatarak sağ elimle tuşlarına dokunduğum tellere bastırdım parmak uçlarımı sertçe ve parmaklarımı hafifçe oynattım. Bu ses kanunu daha çok andırıyordu.
Fazıl Say'ın Japonya'da verdiği konser sırasında yaptığını tekrarlamaya çalışıyordum bunu yapmanın zor olduğunu bilerek.
Sol elimi yine tuşların üzerine koyup ilk notaları tekrarladıktan sonra yeniden piyanonun iç bölmesine uzanarak bunu birkaç kez daha tekrarladım ve tamamen piyano tuşlarına, çok naif bir tonla yeni girişi yaptığımda alkış seslerini işitmişti kulağım, bunu göz ardı etmeyi deneyerek yavaş yavaş yükselen ancak naifliğini kaybetmeden ilerlettim tuşlardaki dansımı. Bu yavaşlığa hırçınlığı sert bir dokunuşla katıp parmaklarımın birbirine karışma sebebi olacak bir hıza ulaşarak siyah ve beyaz tuşlara bulaştırıyordum ruhumu.
Sahne siliniyordu gözlerimin önünden; beton bir yer, duvarlardaki büyük aynalar alıyordu koltuklarda oturan insanların yerini. Yere eğilip parmaklıkların oluşturduğu piyano görüntüsüne aldanarak yerde çaldığım Kara Toprak ve kırılan tırnaklarım, kanayan etlerim... Sanki hepsi şimdi gerçekleşiyormuş gibi gerçek, tazeydi. Gözlerimden damlayan birer damla yaşa karışan rimelle şeffaflığını yitirip bir parça olsun kararmıştı o bir damla gözyaşı. Acı dolu hırsım tüm uzuvlarıma, kaslarıma hâkim olurken ciğerlerim parçalanıyor gibi hissediyordum. Sırf bu yüzdendir ki hırçınlaştıkça hırçınlaşıp neredeyse tuşlara vurarak çalmaya başladım piyanoyu kendime engel olamayarak, ritmimi yumuşatmamın gerektiği yerde bile gaddardım kendime karşı.
Az kaldı Neva, tüm acıların dinecek...
Boğazıma kadar yükselen bakırımsı tadı yutarak geri gönderdiğimde yeniden piyano tellerine uzanmış ve ritmik bir düzende bastığım tuşların tellerine, parçalanmalarını umursamadan parmak uçlarımı bastırarak sürttüm tellere. Yine baştaki giriş kısmında yaptıklarımı tekrarlayarak piyanonun tellerinde kanun çalarak bitirdim Kara Toprak'ı.
Sessizce koltuktan kalktığımda kimseyi göremeyecek kadar kötü hissediyordum kendimi, neredeyse koşar adımlarla uzaklaştım sahneden ve arka taraftaki lavaboya geçip aynadan kendimi izlemeye başladım sırtımdan terler akıyorken soğuk soğuk. Yanaklarımı ıslatan yaşları elimin tersiyle sildim makyajımı dağıtmayı umursamadan ve derin bir nefes alıp kendimi sakinleştirmeye çalıştım kaynayıp kavrulan midem işleri kolaylaştırmıyorken. Ölüm üşütür müydü? Sanırım bunu kimse hiçbir zaman öğrenemeyecekti.
Musluğu açıp suyu soğuması için epey akıttıktan sonra yüzümü yıkadım ve akan tüm makyajı silip elimdeki peçeteleri attım çöpe. Kapı çalındığında son kez ciğerlerime doldurmaya çalıştığım nefes gitmeleri gereken yere adam gibi uğramadan burnumdan geri çıkmıştı.
"Neva?"
Kapı yeniden çalınmadan önce Ayla'nın sesi duyulmuştu, kapıyı açıp çıktım içeriden ve Ayla'ya baktım dikkatle. "Efendim?"
"Hadi, son bir kişi kaldı. Sonuçlar açıklanacak..."
Bir şey demeden sessiz adımlarla Ayla'yı takip ederken duvar kenarına yakın yürüyordum elimden geldiğince, gözlerim kararırsa destek alabileceğim bir şeylere ihtiyacım vardı. Arada bir arkasını dönüp baktı Ayla ne haldeyim diye merak ettiğinden de olsa gerek, en nihayetinde bekleme odasına geçtiğimizde son kişi de içeri girmiş ve sunucunun son anonsuyla hepimiz sahneye çıkmıştık.
"Öncelikle hepinize, tüm dinleyicilerimize, geldikleri için; sonra da bütün yarışmacılarımıza katılımlarından dolayı teşekkür ediyoruz. Katılım şartlarına göre..."
Yanımda Kelebek'in olduğunu anladığımda koluna sıkıca tutunarak ondan destek aldım dengem birden boşalınca bacaklarımdan, gözlerimi kapayıp bir elimi saçlarımın arasına geçirdim güçlükle. Kelebek'in sesi kulaklarıma doluyor ancak dedikleri bir anlam ifade edecek kıvama gelip beynime ulaşmıyordu. Nefes seslerimi daha net duyduğum bir gerçekti ki bu beni daha çok korkuyordu, ne zaman nefes seslerimi bu kadar net duysam krizin kıyısında olduğumu anlıyordum.
"Bildiğiniz gibi sadece ilk üç kişiye burs sağlanacaktı, bu yüzden öncelikle ilk üçü açıklayacağım..."
"Neva, iyi misin?"
Başımı sallayarak onayladım ekimin tersiyle boynumdaki terleri silerek, "Kan şekerim düştü herhalde. Kahvaltı etmemiştim." Bana gülümsediğini hayal meyal gördüğümde ben de ona gülümsemiştim.
"Üçüncü olan ismimiz Türk Marşı'yla Emre Belen!"
Bir alkış tufanı koptuğunda sıyrılmaya çalışarak hafifçe uzaklaştım Kelebek'ten, ağır bedenim ona da zorluk çektirmesin diye. Burnumdaki sızlamayı hissettiğimde kanayacağını da anlamış ve daha çok paniklemeye başlamıştım. Olduğum yerde olmaması gerekiyordu, buradan çıkana kadar dayanmalıydım.
"İkinci ismimiz Elgar'ın Çello Konçertosu'yla Kelebek Erdenay!"
Kelebek beklemediğim bir anda bana sarıldıktan sonra neşesine neşe katarak, koşar adımlarla ilerlemişti sunucunun yanına. Desteğim tamamen çekildiğinde yalpalar gibi olduysam da toparlamayı başarmıştım. Bir elimi boğazımda tuttum nefeslerimi böyle düzenleyebilecekmişim gibi saçma bir düşünceye kapılarak.
"Birinci ismimiz ise siz de takdir edersiniz ki Fazıl Say'ın yorumladığı Kara Toprak'ı yeniden yorumlayan Neva Karaer!"
İsmimi duyuşumun ardından çalınan ıslıklar kulaklarımı çınlatmış, ani bir baş dönmesi olarak bana geri dönmüştü. Güçlükle yutkunup savsak, sarhoşvari adımlarla ilerledim sunucuya doğru; yer mi ayaklarımın altından kayıyordu yoksa ayaklarım mı arşa tırmanıyordu, bilmiyordum. Nefes alamıyordum, yaşıyor da sayılmazdım zaten.
Hâlâ nefes alıyorsun.
Kelebek'in elimi tutmasıyla birlikte irkilerek ona baktım bulanık görüşümün kabul edeceği şekilde, gülümsüyor muydu bana?
Az sonra öleceğimi bilse yine güler miydi böyle?
"Bir şey söylemek ister misin Neva?"
Sunucunun yönelttiği soruyla damarlarımda dolaşarak bütün bedenimi tavaf eden paniğe bir de heyecan katılmıştı. Ne konuşacaktım, ne diyecektim? Zihnim durmuş ancak zaman daha da hızlı bir şekilde ilerlemeye, akmaya başlamıştı. Kelebek tarafından mikrofona doğru hafifçe itildiğimde her şey doğaçlama gelişti: Bana uzatılan mikrofonu tutup hafifçe öne eğildim ve kendimi zorlarsam olduğum yere bir kan gölü olup yığılacağım gerçeğini göz ardı ettim, konuştum sadece: "Artık babam gibi bir piyanist oldum, küçüklüğümden beri tek hayalim de buydu üstelik. Büyüdüğümde babam gibi olmak..."
Baban gibi ölmek...
"Olduğum kişiyi oluşturmamda bana yardım eden, bunda emeği geçen herkese teşekkür ediyorum; en başta da tüm teşekkürlerimi zihnime armağan ediyorum. Ve İlge Hocam, her şey sizin sayenizde." Mikrofonu sunucuya verecekken durdum, aklıma verdiğim sözüm geldi. Son bir görev... "Ben, sizlere kendi bestemi çalmak istiyorum, kıymetli zamanınızdan sadece birkaç dakikayı bestemi dinlemek için ayırabilir misiniz?"
Sunucu talimatları aldığı kimselere döndüğünde salondan yükselen onaylayıcı tezahüratlar yanan ciğerlerime su olup serpilmişti, bu koca bir orman yangınına yarım litrelik pet şişenin dibinde kalan iki damla suyu dökmekten farksızdı ancak.
Sunucu kadın yine bana döndüğünde piyanoyu işaret ederek gülümsedi, bu evet demekti.
Piyanoya doğru ilerlerken bir kez kendi ayaklarıma takılıp düşecek gibi olmuştum, bir şekilde yine ölümün kenarından dönüp soluğu mezarımın başında aldım. Özenle oturdum piyano koltuğuna, üzerimde beyaz kefenden çok çok uzak siyah bir elbise vardı. Yanağımdan akan yaşı silip parmaklarımı daha önce çok kez yaptığım gibi piyano tuşlarına yerleştirip sıra sıra, uzun uzun bastım tuşlara.
Her birine binlerce kez basmıştım bu tuşların. Her seferinde binlerce duyguyu tatmıştım. Basılan aynı notayken her zaman, bir sonraki seferinde daha bir aşka çıkmıştı melodiler. Daha bir bağlayıcı... Şimdi kendi tırmandığım zirvemden aşağı itecektim kendimi, son notayı dizecektim umutlarını öldürenler için karanlık yollara ışık olabilme umuduyla.
Titreyen parmaklarım kırılırcasına acırken gözlerimi inatla kapamıyor, karşımda duran beni son kez görmek istiyordum. Dudaklarında bu kez zafer dolu bir gülümse taşıyan oydu, benim gülüşüm tamamen notalarla doluydu. Saf acı...
Burnumdan akarak çeneme ulaşan kan damla damla dökülürken piyano tuşlarına kulaklarımdaki uğultu çoğalmış, görüşüme siyah benekler düşmeye başlamıştı. Bugün Haziran'ın beşiydi ve üşüyordum. Karların altında kalmışçasına üşüyordu bedenim, titriyordu.
Elime tersine sildiğim kanları umursamadan parmaklarımı yeniden piyanoya indireceğim sırada boğazımı yırtacak öksürüğü tuttum içimde güçlükle, nefsim kesildi.
Kaburgalarım kırılır gibi oldu, kırılan kaburgalar kalbime batıyordu. Sırtımda hissettiğim keskin acıyla döndü başım, iki büklüm olamayacak kadar gerilmiş ve sert zemine düşmüştüm. Canhıraş bir çığlık kopamadı ne yazık ki boğazımdan, nefes alamıyordum.
Üşüyordum.
Bitmemişti, tamamlayamamıştım.
Nefesim kesiliyordu, kesik kesik yaralar açılıyordu sanki göğsüme; yaşlar dökülüyordu yanaklarımdan. Gözlerimin önüne sevdiğim insanların gözleri düşüyordu.
Ben ölmüyorum, diye bağırmak istediğimde onu gördüm: Yanıma gelip elini kapadı burnuma ve kulağıma eğildi.
Öldün. Son nota yarım kaldı Neva.
Bir piyanisttim, ölüverdim kendi kollarımda. Ruhum ölüverdi ama bu kez barut kokmuyordu, yasemin kokuyordu ellerim.
Babam beni almaya gelmemişti, karanlık huzur verici değildi.
Ölüm sadece bir notaydı, koca bir acı.
-
Bölüm sorusu: Bundan sonrasında ne olacak? Fikirlerinizi okumaktan mutluluk duyacağım.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top