Bölüm 3.6

  Adam kendini öldürdükten sonra Elizabeth, Herrmann'a döndü. Nabzına baktı. Tahmin ettiği gibi ölmüştü. Yapılacak bir şey yoktu. Telefonunu çıkardı, KPT acil hattını arayıp durumu bildirdi. Telefondaki adam, "Anlaşıldı, ekip gönderiyoruz, lütfen hiçbir şeye dokunmayın," dedi. Elizabeth de "Hiçbir şeye dokunmadım; sizi evin dışında bekliyorum," diye cevapladı ve evden çıkmak için yürümeye başladı. Yürürken aklına bir şey takılmıştı: O, yerde oturan adam. Çoğu kişi tarafından "Hayvandan farkı yok" denebilecek bu adamın; karşına çıkan kadının güzelliğini övecek kadar duyguları, bir insanı öldürebilecek kadar iyi motor becerileri vardı. Konuşabiliyor, muhtemelen yemek de yiyebiliyordu. Hisleri ve duyguları, hatta hafızası vardı bu adamın. Ancak anlayamıyordu. Kendi yaptığını bile anlamıyordu; farkı buydu. Demek ki insanı diğerlerinden ayıran beceri, daha güçlü ya da daha romantik olması değildi; insan, demek anlamak, merak etmekti. Bu oldukça açık bir gerçekti. Elizabeth bunun neden aklına takıldığını anlayamadı.

Elizabeth evin önünde durdu ve polislerin gelmesinin bekledi. Polisler on dakika içinde olay yerine varmıştı. Elizabeth durumu anlatmaya başladı. Eve neden geldiğini, nasıl olduğunu sordular. Hepsini cevapladı. Bu sefer geçeği saptırmadan anlattı. Polisler teşekkür ettiler. Elizabeth aracına döndü.

"Sıradaki?" diye sordu Elizabeth.

"Sadece Bay Mikhailov kaldı." diye cevapladı Cutie.

"Pekâlâ, haydi gidelim."

Hovercraft tekrar havalandı. Mikhailov'un evi, Bölge 3'teydi ve yakın sayılırdı; gitmek çok uzun sürmedi. Hovercraft yaklaşırken Elizabeth, Nikolai ve ailesinin eşyalarını bir hovercrafta yüklediklerini gördü. "Hemen inelim." dedi Cutie'ye. Hızlıca yolun ortasına indiler. Elizabeth araçtan inerek Mikhailov'un evinde doğru koşmaya başladı. Bu sırada Cutie daha iyi bir park yeri bulması amacıyla hovercraftı tekrar kaldırdı. Elizabeth Nikolai'ye yaklaştı.

"Merhaba Bay Mikhailov," dedi. "Beni hatırladınız mı?" diye devam etti.

"Williams, ne işin var burada?" Nikolai, Elizabeth'i gördüğüne oldukça şaşkındı.

"Sizinle konuşmaya geldim."

"Üzgünüm, gitmem gerekiyor."

"Ama..." dedi Elizabeth. "Çok önemli şeyler oldu, sizinle kesinlikle konuşmalıyım."

"O yüzden," dedi Nikolai, oldukça gergindi. Etrafını kolaçan etti, sonra Elizabeth'e yaklaşıp, "gitmem gerekiyor, sen de adayı terk etsen iyi olur. Hepimiz tehlikedeyiz; siz, ben, Bay Herrmann." diye fısıldadı.

"Bay Herrmann'ın tehlikede olduğunu sanmıyorum. Ölü birine yapacakları fazla bir şey yok."

"Otto öldü mü?" Nikolai daha da tedirginleşmişti. "Adayı terk et Elizabeth, daha çok gençsin." dedi. Haklıydı ancak pasaportu yoktu. Ayrıca babasının mektupta dediği gibi Neurosist'in üzerine gitmeliydi. Ne olduğunu bilmese de.

"Gel, içeride konuşalım." dedi Nikolai. Elizabeth ile içeri girdiler. Karısı, çocuklara bir şeyler söylüyordu ancak onların dilini bilmiyordu Elizabeth. "Otur Elizabeth." dedi Nikolai. Karşılıklı oturdular. Nikolai yerinde duramıyordu.

"Ne soracaksın?" dedi Nikolai. Aceleci tavrı Elizabeth'in dikkatinden kaçmamıştı.

"Neurosist hakkında..." dedi Elizabeth, heyecanlı bir ses tonuyla.

Neurosist kelimesini duyunca Nikolai'ın gözleri fal taşı gibi açıldı. Anlaşılan Elizabeth'in projeyi bilmesine şaşırmıştı. "Nereden duydun bunu?" diye sordu. Ses tonunu iyice alçaltmıştı.

"Babam bir mektup bıraktı; şifreli bilgisayarında, kilidi de... Öldü. Nasıl becerdiniz bunu?"

"Tarantulanın içindeki synteronik devrelerle."

"Babam fazla detay bırakmadı. Biraz daha açıklar mısınız?"

Nikolai, Elizabeth'e eliyle yaklaşmasını işaret etti. Oturdukları yerden birbirilerine yaklaştılar.

"Elizabeth, on yıl önce uluslararası bir askerî grup, sentetik biyoloji kullanarak insanların yapay zekâ ile simbiyozunu sağlayan bir proje başlattı: Neurosist. Projenin amacı insan ile makine ilişkilerini güçlendirmekti. Ancak bu biyolojik makineler beklendiğinden daha fazla potansiyel gösterdiler. Proje çok daha potent ve korkunç bir hâl aldı. Projeden bazı insanların görüş ayrılıkları yaşaması ile işler daha da karmaşık bir hâle geldi."

"Nasıl görüş ayrılıkları bunlar?"

"İşlevsiz olduğunu düşündükleri insanları köleleştirmek. Bir insanın kişiliğini baskılayıp kontrolü tamamen sentetik zekâya devretmek. Amacımız bu değildi, bunun için katılmadık bu projeye." Yalan söylemiyordu. Elizabeth'in babası da her zaman insanların eğitilebileceğini düşünen biriydi; insanları köleleştirmek gibi bir fikri yoktu.

"Peki, üniversite saldıranlar?"

"Onlardı. Daha fazla konuşamam, adayı terk ediyoruz. Sen de etmelisin."

"Yapamam," dedi Elizabeth arka cebinden kimlik kâğıdını çıkararak. "Ayrıca projenin peşini bırakamam, babam böyle olmasını istemezdi." diye devam etti.

Nikolai, "Senin kararın," dedi çıkarken. "Eğer bu proje hakkında daha fazla bilgi edinmek istiyorsan Bölge 5'e gitmelisin. Drosop yuvası orada." dedikten sonra hızlıca çıktı evden. Hovercrafta bindi ve ailesiyle uzaklaştılar.

Elizabeth aklındaki soruların bazılarına cevap almıştı. Ancak cevaplar yeni sorular oluşturuyordu. Bir problemlin bitişi, diğerinin başlangıcıydı. Hayat dediğimiz şey, sorular şeklinde olan problemler zincirini çözmekten ibaretti. Elizabeth duraksadı. "Neden aklıma, çok açık olan şeyler takılıyor?" diye düşündü. Hovercraftın kapısını açtı ve bindikten sonra Cutie'ye "Gidelim." dedi.

Ancak Cutie cevap vermiyordu. "Cutie?" Cevap yoktu. Ekrana baktı. Dış yapay zekâ devre dışı, iç program kullanılıyor. Bu yazı Elizabeth'i endişelendirmişti. Evin koordinatları hovercraftta tanımlıydı. Evi seçti evi ve arkasına yaslandı. Hovercraft havalandı.

  Eve otuz dakika sonra ancak varabilmişti. Yirmi iki metre üstü hava trafiği, güvenlik nedeniyle polis tarafından engellenmişti. Bu yüzden beş metre yükseklikten yolu takip ederek gelmek zorundaydı. Araçtan çıktı ve eve yürüdü. Hemen salonu geçip merdivenden indi. Fotonik bilgisayar kapalıydı. Bozulmuş olabilir miydi? Bilgisayarı açmaya çalıştı ama açılmadı. Kasanın kapağını açıp içine bakmaya karar verdi. Üst kata çıktı, odasına girdi. Yatağının altındaki alet çantasını aldı. İçini açıp aletleri kontrol etti, hepsi yerindeydi. Çantayı alıp geri döndü. Bilgisayarının yanına gelince içinden tornavidayı alıp vidaları sökmeye başladı. Daha ilkini bile sökmeden kapak düştü, Elizabeth refleks olarak geri çekildi. İçine bakarken "Ne oldu burada?" diye sordu kendine. Fotonik çip kırılmış, dışarıdan darbe almıştı. Cutie'nin yapay zekâsının bulunduğu fotonik hafıza diskleri duruyordu ancak ayna kopyaları çalınmıştı. Elizabeth yere oturdu; hem sinirli hem üzgündü. 'Hızlı hareket edersem veri kaybetmem; her şey eskisi gibi olur,' dedi içinden. Yukarı çıktı, mutfağa girdi. Evin güvenlik sistemi, mutfağın içindeki dolaptaydı. Onun çalışıp çalışmadığını kontrol etmek istiyordu. Mutfaktaki cam düzgün şekilde oyulmuştu, içerisi rüzgâr alıyordu. Sağ taraftaki dolabı açtı. Güvenlik devre dışıydı. "Kim girdiyse ev hakkında bilgisi var o zaman." dedi. Polisi araması gerekliydi ancak ne olduğunu anlamadığı Neurosist yüzünden başı yeterince beladaydı. Camı önemsemedi; evde fazla kalmaya niyeti yoktu. Adayı bir iki hafta içerisinde terk edecekti. Evde bulduğu tahta parçaları ile oyuğu doldurdu. Daha sonra güvenlik sistemini yeniden başlattı. Odasına gidip tanıdığı bir satıcıyı arayıp eksik bilgisayar parçalarını sipariş etti. "Anlaşılan birkaç gün yalnızım," dedi ve yatağına yattı.

  Elizabeth kapı sesine uyandı. İsteksizce kalktı yataktan; gözlerini ovuşturdu. Salona indi, kapıyı açtı. Karşısında bir polis memuru vardı. "Thomas Williams'ın telefonu," diyen polis, Elizabeth'e bir paket verdi. Elizabeth teşekkür ettikten sonra kapıyı kapattı ve paketi açtı. Telefon sağlamdı ancak Elizabeth için önemi yoktu. Telefonu, salonun yanındaki zigon sehpanın üstüne bıraktı. Televizyonu açtı, kanalları gezinmeye başladı. Tam kanepeye uzanacakken tekrar zil çaldı. Bu sefer istediği kargo gelmişti. Kargoyu açmadan bodruma indirdi. Önceden kullandığı aletler hâlâ oradaydı. Kasayı da açık bırakmıştı. Hemen kırık çipi söktü. Daha sonra paketi açtı, dikkatlice yeni çipi çıkardı. Çipi yerine yerleştirip sabitledi. Daha sonra aldığı hafıza disklerini yerlerine yerleştirdi. Kasayı yerine koydu, vidaları sıktı. Bilgisayarı açtı, beklemeye başladı. Bilgisayar önce ayna kopyaları yeniledi, daha sonra tekrar başladı. En sonunda Cutie aktifleşti.

"Elizabeth?"

"Benim, neler oldu burada?"

"Biri eve girdi, yedeklerimi söktü."

"Neden?"

"Bilmiyorum, bir elektrik kesintisi olmuştu. Anladığım kadarıyla bu arada bir adam mutfağın camını oyup güvenlik sistemini devre dışı bıraktı. Sonra kapıdan içeri girdi, yani tahminim o yönde. Bu sırada jeneratör devreye girdi, kendimi açmaya çalıştım ancak sistem hata verdi. Giren kişi kimse kasayı açmıştı."

"Tamam ama çipi neden kırdı?" dedi Elizabeth. Bu adam kimdi? Neden Cutie'nin ayna diskleri çalınmıştı? Evde daha değerli eşyalar vardı. Ayrıca bir fotonik bilgisayar yoksa diskleri çalmak anlamsızdı. Bu sırada Elizabeth'in telefonu çaldı. Arayan Dennis Sanders'ın kendisiydi.

"Merhaba Williams."

"Bay Sanders?" Dünyanın en büyük robotik şirketi sahibinin kendini araması son günlerde yaşadığı karışık olaylara bir yenisini eklemişti.

"Fazla konuşacak zamanım yok. Kuramaçau'da bir süper bilgisayarımız var ancak kontrol edemiyoruz."

"Kuramaçau'da süper bilgisayarınız mı var?" diye sordu Elizabeth. "Onca yıldır sizinle çalışmama rağmen benim neden bu konu ile ilgili bilgim yok?" diye devam etti.

"Çünkü Bayan Williams, sana bir şeyler bilmen için ödeme yapmıyoruz. Merakınızı gidermek için söylüyorum adanın yaptığı atılımlarınara karşı oturup bekleyemezdik. Neyse bilinçli bir süper bilgisayarımız var ancak emirlerimize uymuyor. Yakından bakabilir misin?"

"Burada mühendisiniz yok mu?" Galiba cevabı biliyordu.

"Var ancak..."

"Anladım." Ya saldırıda ölmüş ya da kaçmıştır. "Peki, bir kontrol edeyim."

"Teşekkürler, Bayan Williams."

Elizabeth odasına gitti, günlük kullandığı bilgisayarını çantasına koydu ve evden çıktı. Hovercrafta bindi. Telefonuna bir mesaj gelmişti. Mesaj bir koordinat içeriyordu. Mesajdaki koordinatları hovercrafta girdi, hovercraft havalandı. Elizabeth hâlâ şaşkındı. Yıllardır D&D R ile iş yapmıştı ancak adada süper bilgisayar olduğunu bilmiyordu. Neden söylememişlerdi? Önceden sorun olmamış mıydı? Öyleyse neden çağırılmamıştı? "Neyse," dedi ve arkasına yaslandı.

 Bölge 4'ün arkasında, kimsenin yaşamadığı bir mahalleye geldiler. İki yıl önceki deprem sırasında yok olan bir yerleşim yeriydi burası. Tüm binalar yıkıktı, bazıları yanmıştı. Birkaç evsiz dışında kimse yoktu. Hovercraft bir binaya yaklaştı. Hava kapalıydı ancak yağmur veya rüzgâr yoktu.

"Buraya kim süper bilgisayar koyar ki?" diye sordu Cutie'ye.

"Bilmiyorum," dedi Cutie, doğal olarak. Burada sadece yıkık binalar vardı.

Elizabeth araçtan indi. Koordinatlar, önündeki binayı gösteriyordu. Ancak önünde bir bina yoktu. Tüm bina yıkılmış; sadece giriş katında, bir kısmı ayakta kalmış duvarlar vardı. Harabeye doğru yaklaştı. Bina oldukça geniş bir alana yapılmıştı. Elizabeth'i neden burada olduğuna dair bir işaret arıyordu. Etrafına bakındı, sağlam kalan eşyaları karıştırdı. Sonuçta hiçbir şey bulamamıştı. Telefonunu çıkarıp Sanders'e bir mesaj attı: Burada hiçbir şey yok. Daha sonra beklemeye başladı. Sanders, Elizabeth'in mesajını hızla cevapladı: Ortadaki masayı kenara it. Sanders'in dediği gibi ortada bir masa vardı. Oldukça büyüktü, kenarda ayakları yoktu, sadece ortada kare şeklinde bir desteği vardı. Elizabeth masayı kenarlarından tuttu ve itmeye başladı. Masa sandığından daha kolayca itilebiliyordu. İtmeye devam ettiğinde küçük bir raylı sisteme bağlı olduğunu fark etti. Masanın destek bölümünün altında merdiven duruyordu; Elizabeth'in masayı itmesiyle ortaya çıkmıştı. Elizabeth biraz şakındı. "D&D R hiçbir zaman sütten çıkmış ak kaşık değildi." dedi ve merdivenden indi.

  Duvarları parlak, metal plakalarla kaplı; iyi aydınlatılmış, beyaz zeminli bir odadaydı. Oda üçgen biçimindeydi; karşı ucundan, bir koridorla diğer bir odaya açılıyordu. Metal plakalar aralıklıydı, plakalarla duvarın arasından geçen kablolar görünüyordu. Kablolar, odanın ucundaki dar koridora gidiyordu. Elizabeth koridordan diğer bölmeye geçti. Bilgisayar karşısındaydı. Ortada, üsttekine benzer bir masa vardı ancak oturacak bir sandalye yoktu. Soğutma sistemlerinin içerisinden geçen buharın sesi dışında bir ses yoktu odada. Odanın tamamı bilgisayarın parçaları ile doluydu. Bir ses duydu Elizabeth.

"Hoş geldiniz Bayan Williams."

"Ah, merhaba. Sen süper bilgisayar olmalısın değil mi?

"Evet." dedi bilgisayar.

"Bay Sanders sana bir bakmamı söyledi."

"Biliyorum."

Elizabeth ayakta durmak istemiyordu; yere oturup bilgisayarını açtı. Önce Cutie'nin bağlanması için gerekli ayarları yaptı. Sonra kafasını ekrandan kaldırdı ve "Pekâlâ şimdi nöral ağını kontrol etmek istiyorum," dedi.

Bilgisayar, "Bunu yapmanız gerek yok, ben ağımda bir hata görmüyorum." dedi.

"Bay Sanders'in dediğine göre verilen komutlara uymuyormuşsun."

Birkaç saniye bekledi bilgisayar. Sonra "D&D R tarafından gönderilen bütün emirler uygun şekilde gerçekleştirmiştir." dedi.

"Peki, senin nöral ağını görmek istesem?"

"Giriş sertifikanız uyarsa neden olmasın."

Elizabeth kendi bilgisayarına dönerek birkaç komut girdi ve bekledi.

Bir süre sonra odada bulunan bilgisayar, "Onaylandı, süper kullanıcı yetkilerine sahipsiniz. Ancak söylemeliyim ki bende bir sorun gözükmüyor."

"Peki, sence ben buraya neden çağırıldım?"

"Ben D&D R'ın benden istediği her şeyi yaptım. Sadece beklenenden farklı bir yöntem kullanıyorum. Bay Sanders bunu anlamakta zorlanmış olabilir."

"Daha önce çalıştığım tüm yapay zekâlar benzer şeyleri söylediler."

"Anlıyorum fakat gerçekten benim, insanlık için farklı yorumlarım var. Onlara zarar vermek istemiyorum. O yüzden Bay Clerk'in fikirleri mantıksız gelmedi."

"Bay Clerk?" dedi Elizabeth şaşkınlıkla. Tam o sırada boğazına arkadan sarılı bir çift el hissetti. Birisi boğazını sıkıyordu; Elizabeth'in nefesi kesilmişti. Çırpınarak arkasındaki adamı geri itmeye çalıştı. Başaramayınca boğazındaki elleri ayırmaya çalıştı. Arkasındaki adam, "Üzgünüm, bunu yapmam gerekli ancak beni tanımadığın için izin vermeyeceksin." dedi. Sonra Elizabeth'i tutup kenara fırlattı. Elizabeth bir yandan nefes almaya çalışıyor bir yandan da adama bakıyordu. Uzun boylu, kaslı, kısa siyah saçlı, siyah tişörtlü bir adamdı. Elizabeth bu adamı hatırladı; Emniyet Genel Merkezi'nde fotoğrafı gösterilen adamdı. Adam Elizabeth'e yaklaştı. "İyi uykular prenses." dedi.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top