Bölüm 3.3

 Tam üstünü değiştirdiği sırada kapı çaldı. "Bayan Williams, kapıyı açın lütfen." Yerel dili konuşmadıkları, Elizabeth'in hemen dikkatini çekti. Elizabeth aşağı koşarak salona girip salonun yanındaki camdan gelenlere baktı. Resmî üniformalı iki polisin ortasında takım elbiseli, orta yaşlı bir kadın duruyordu. Elizabeth kapıyı açtı. Karşısındaki kadın, "İyi günler. Elizabeth Williams?" dedi.

"Evet, benim." dedi Elizabeth şaşkın bir ifadeyle.

"Bizimle gelmeniz gerekiyor."

"Aslında," dedi Elizabeth saçıyla oynayarak, "ben de size gelmek istiyordum."

"Ne güzel, artık gelmenize gerek kalmadı."

O sırada üniformalı adamlar içeri girdiler ve evi araştırmaya başladılar.

"Bu gerekli mi?"

"Standart prosedür, siz onları boş verin ve beni takip edin." dedi kadın. Sonra arkasını dönüp yürümeye başladı. Elizabeth de sessizce kadını takip etti. Beraber bir hovercrafta bindiler, aracın pilot koltuğunda başka bir üniformalı polis oturuyordu. Üçü beraber havalandılar.

"Neler oluyor?" Elizabeth şaşkınlıkla merak arasında gidip geliyordu.

"Bir soruşturma kapsamında bilginize başvurulacak."

"Başkanın öldürülmesi ile ilgiliyse..."

"Bağlantılı." Kadın konuşmamak için diretiyordu.

"Tam olarak ne ile ilgili?"

"Merkezde detaylı bilgiyi vereceğim." dedi kadın. Ancak Elizabeth buna hiç mi hiç inanmamıştı.

On beş dakikalık uçuştan sonra kocaman bir binanın önüne iniş yaptılar. Önündeki tabelada Kuramaçau Emniyeti Genel Merkezi yazıyordu. Binaya doğru yürümeye başladılar.

"Tutuklu muyum?"

"Şimdilik değilsiniz." Kadın sorulara hâlâ cevap vermiyordu; Elizabeth korkmaya da başlamıştı.

Kadının yolculuk boyunca donuk olan yüz ifadesi devam ediyordu. Elizabeth'in önünde yürüyordu. En arkada ise aracı kullanan adam vardı. "Önünüze bakın lütfen." dedi adam. Adamın konuşması üzerine kadın da arkasını dönüp kendisini kontrol etmişti ancak aldırmadan devam etti. Yürümeye devam ettiler, üçü ana kapıdan içeri girdi. Bina oldukça gürültülüydü. Girişte, yan taraflardan üst katlara çıkan merdivenler yer alıyordu. Kapının karşı tarafında polislerin çalıştığı odacıklara bölünmüş büyük bir alan vardı. Polis memurları içeride koşuşturuyor, birbirleriyle tartışıyorlar, binaya girip çıkıyorlardı. Üçü sağ taraftan yukarı çıktılar. Köşeyi döndüklerinde uzun dar bir koridorla karşılaştılar. O günü hatırladı Elizabeth, o kanlı günü. Diğer köşeden bir akıl hastasının fırlayıp kendilerine ateş ettiğini hayal etti. Tam bu sırada koridorda ilerlerken koridorun öbür tarafından, yanındaki polislerden kurtulmaya çalışan bir adam çıktı. Elizabeth durup hafifçe gülümsedi. Arkadaki polisin ittirmesi ile tekrar yürümeye başladı. Koridorun sonunda, solda kalan beyaz kapılı bir odaya girdiler. Polis kadın "Otur!" dedi ve geldiği yerden dışarı çıktı.

On dakika beklemişti Elizabeth. Odada sadece metal bir masa ve karşılıklı duran iki sandalye vardı. Odanın tüm duvarları siyahtı. Zavallı Elizabeth odanın ortasındaki sandalyeye oturmuş, kapının karşısındaki boş bir duvara bakıyordu. Tepesinden sarkan lamba dışında ışık yoktu. İyice sıkılmıştı artık; parmaklarını hızlıca sırayla masaya vurmaya başladı. Bu sırada, "Beklettiğimiz için özür dilerim Bayan Williams." dedi içeriye giren kadın, Elizabeth'i buraya getiren kadının ta kendisiydi.

"Neden buradayım?" dedi Elizabeth, korku onu iyice sarmıştı artık.

"Görgü tanıklarına göre Başkan Carbajal ile en son konuşan sizsiniz doğru mu?"

"Evet." Elizabeth başkana suikast ile suçlandığını düşündü.

Kadın, elindeki dosyadan Elizabeth'in önüne birkaç belge attı. Elizabeth belgelere baktı, babasının diğer akademisyenlerle çekilmiş bir fotoğrafı vardı. Fotoğrafı daha önce görmemişti ama babasının yanındakileri tanıyordu.

"Neurosist. Daha önce bu ismi duydunuz mu?"

Babasının bilgisayarında bulduğu mektubu hatırladı. Hızlı düşünmeliydi. Bilgisayara göre oturum kaydı babasınındı ancak o kayıptı, içeri giren polislerin bilgisayarı inceleme olasılığı da vardı. Muhtemelen bilgisayarın kayıt dosyalarını da inceleyeceklerdi. Mektubu okuduğu, er geç belli olacaktı. Muhtemelen proje hakkında bilgileri vardı. Duymadığını söylemek aptalca olurdu.

"Duydum ancak hakkında bir şey bilmiyorum. Biyoloji ile ilgilenmiyorum ve babam evde projelerinden bahsetmez." Sonuçta yalan söylememişti.

"Ne olduğunu düşünüyorsunuz?"

"Babamın araştırmalarından biri. Babam, demişken kendisi nerede acaba?"

"Bilmiyoruz, bir de şuna bakın lütfen." dedikten sonra bir fotoğraf daha koydu masanın önüne. Tanınmaz hâle gelmiş bir erkek bedeni... Kafası da yoktu.

"Bu nedir?" dedi Elizabeth. Kusmamak için kendini zor tutuyordu, fotoğraftaki ceset çok iğrenç görünüyordu.

"Bunun cevabını senin vermeni umuyorduk, soru sormanı değil." Masadaki fotoğraflardan birini en öne koydu. Siyah, kısa saçlı; siyah tişörtlü, siyah gözlüklü kaslı bir adam.

"Tanıyor musun?" dedi kadın, öncekinden biraz daha sinirli ses tonuyla.

"Hayır." diye cevap verdi Elizabeth. Korkudan sesi de hafif titremeye başlamıştı. Kadın ise bu durum karşısında iyice sinirlenmişti.

Kadın sinirle ellerini masaya vurdu. Burnundan soluyor, gözlerini Elizabeth'e dikmiş hiç ayırmıyordu.

"Bak kızım, akıl oyunları oynamanın ne yeri ne de zamanı. Baban, adada uluslararası gizli bir askerî projede çalışıyor; bu, yıllardır takibinde olduğumuz bir proje ve ucu başkanın ölümüne kadar dayandı. Böyle devam edersen senin de başın belaya girecek. Eğer bir şey biliyorsan HEMEN ŞİMDİ SÖYLE."

"Bir oyun oynamaya çalıştığım yok," dedi Elizabeth, sesi titreyerek. Daha sonra bilgisayarda bulduğu mektup aklına gelmişti: Karşına çıkacak kişilere asla güvenme, uzun süredir tanıdıkların da dâhil.

"Bu proje hakkında ne biliyorsun?" kadın sesini iyice yükseltmişti.

"Elçiliği aramak istiyorum." dedi Elizabeth. Bu sefer biraz bağırmıştı ancak kadının yanında hâlâ süt dökmüş kedi gibiydi.

"Öyle olsun," dedi kadın. Rozeti yakasında sallanıyordu. Biraz durdu, sakinleşti ve derin bir nefes aldıktan sonra devam etti. "Pasaportunu ver!"

Elizabeth arka cebinde duran pasaportunu ona vermek için çıkardı. Tam kadına uzatacakken kadın pasaportu elinden kaptı. "Soruşturma kapsamında yurt dışına çıkışını yasaklıyoruz. Merak etme, durumun elçiliğe haber verilecek, her şey yasal."

Kadın, Elizabeth'e bir kâğıt uzattı. Kâğıtta, Kimliğine el konanlar için geçici kimlik belgesi yazıyordu. Konuşmaya devam etti.

"Polis kimlik sorarsa bunu gösterirsin." dedikten sonra kapıya doğru yöneldi. Elizabeth kâğıdı arka cebine koyarken kadın arkasını dönüp "Aradığımızda seni bulalım." dedi.

Elizabeth onaylarcasına başını salladı ve başını ellerinin arasına alıp düşünmeye başladı. Ya bu ceset babasına aitse? Siyahlarla dolaşan bu adam kim? İyice sakinleşip zavallı babasına olanları düşünmeye başladı. Bu sırada üniformalı bir polis memuru kadının girdiği kapıdan girip "Buradan Bayan Williams." dedi.

Polis kadın beyaz kapılı odadan çıktı ve hemen yanındaki odaya girdi. Dar bir koridora açılıyordu kapı. Koridoru geçip sağdaki kapıyı açtı ve içeri girdi. Yaşlı bir adam ayaklarını bir masaya atmış, elinde puro sorgunun yapıldığı odanın göründüğü camı izliyordu. Kadın adamın yanındaki sandalyeye oturdu. "Ne düşünüyorsun Vera? Sence söyledikleri doğru mu?" dedi çatlak sesli, yaşlı adam.

"Tabii ki değil, kesinlikle bir şeyler saklıyor."

"Peki, elimizde ne var?"

"Williams'ın evini aradık. Thomas Williams'ın bilgisayarının inceleyeceğiz. Ancak şifreli. Bir de tarantula var."

"Tarantula?" dedi yaşlı adam bir kaşını kaldırarak. Oldukça şaşkındı.

"Evet, Thomas'ın odasında bir tarantula bulduk."

Adam gülmeye başladı. Gülmekten purosunu bile düşürmüştü. "Evcil miydi bari?" dedi alaycı bir tavırla.

"Hayır, raporlarla göre çekmecelerden birinde, bir kutunun içinde bulunmuş. İncelemeyi yapan polislerle göz göze geldikten sonra üzerlerine atlamaya çalışmış."

"Hımm, ölü veya yaralı?"

"Örümcek dışında yok efendim."

Elizabeth binanın dışına çıkmıştı. Cutie'ye Hovercraft diye mesaj attı. Telefonu, kadından aldığı kâğıdın olduğu cebine koydu ve ellerini yan cebine sokup yürümeye başladı. Etrafa anlamsızca bakıyordu. Etrafında kimse yoktu, akşam olmuştu ve hafiften de yağmur yağıyordu. Başını öne eğdi ve yürümeye devam etti. Bir yandan yürüyor bir yandan da olayları hatırlıyor; anlamaya çalışıyordu. Bir nehrin kenarından geçiyordu. Bir bank bulup oturdu. Karşısında nehir, yüzünde yorgun bir ifade, dünden beri olan olaylara karşın tepki veremeyecek bir hâlde... Bir anda gözünün önüne Başkan Carbajal geldi. Karşısında nehrin üzerinde konuşma yapıyordu. Dün giydiği beyaz takım elbisesinin üzerinde kırmızı kravat, her zamanki gibi karizmatikti; kendinden emin ifadesiyle konuşuyordu yine. Aniden durdu başkan, kırmızı kravatını tuttu. Tuttuğu yer daha koyuydu. Daha koyu olan yer genişledi, tüm elbisesini kapladı. Bir anda kıpkırmızı olan Başkan yere düştü. Elizabeth olanları izledi o yorgun hâliyle. Başkanın düştüğü yerden başlayarak nehir de kırmızıya boyanmaya başladı. Nehrin akışı buna direnç göstermeye çalışıyordu ancak faydasızdı. Birkaç saniye içerisinde kıpkırmızı...

Elizabeth gözünü açtığında yağmur dinmişti. Eli yanağındaydı, diğer elini gözlerini ovuşturmak için kaldırdı. Uyku dinlendirmemişti onu, daha da yorgundu. Bu sıralarda hovercraftın yaklaştığını gördü. Araç indi, Elizabeth araca güçlükle binebilmişti. Cutie, "İyi misin?" diye sordu. Elizabeth'in ise konuşacak hâli yoktu. Ağzından zorla "Eve gidelim." cümlesi çıkmıştı. Hovercraft havalandı ve harekete başladı.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top