kanadımı kırdılar uçamadım anne ama elimden tutanım var

Kerem penceremin önünden gittiğinde saat gece biri geçiyordu. Yola oturmuş, ayaklarını uzatıp sırtını arabasına yaslamıştı ve biz sadece konuşmuştuk. En sonunda artık onu kovmak durumunda kalmıştım uyuyacağım diyerek. Kerem gitmiş, bir saat dolmadan bana mesaj atmıştı.
"Biraz daha konuşalım mı?" 
Hayatımda aldığım en güzel mesaj olabilirdi.

Bu yüzden gece bir karar alıp Emir'e mesaj attım. Ona değer verdiğimi ama bir arkadaş olarak gördüğümü söylemiş, bana kırılmamasını istemiştim. Sabah aldığım cevap ise yine Emir'den beklenilecek nitelikte, kibardı. Dürüst olduğum için teşekkür edip hayatımda arkadaş olarak bile olsa yerinin olmasını sevdiğini söylemişti. Böylece Emir defterini kapamıştım. 

Kendime itiraf etmekten biraz çekinsem ve korksam da Kerem'le birlikte vakit geçirmekten mutluydum, bunun devam etmesini istiyordum.

Dolabımı açıp elbiselerimde göz gezdirdim uzunca bir süre. İçimden bir ses bana elbisenin abartı olduğunu söylese de onu dinlemeyip çok sevdiğim askılı, siyah elbisemi aldım. Üstünde beyaz baskıyla güneş ve ay motifi işlenmişti ve bu açık ara en sevdiğim elbiseydi. Saçlarımla uğraşmak zor geldiğinden belki bunalırsam diye bileğime lastik bir toka takıp açıkta kalan boynumu ikili bir kolyeyle gizledim. Evden çıkmadan önce ayak bileğime anonimin bana aldığı ve üstümde görürse beni dansa kaldıracağını söylediği mavi bilekliği takmıştım.

Gergindim.

Kızlarla sonra buluşmak üzere sözleşmiştik ve saat ikide herkes anonimle buluşacağımı biliyordu.

Hayal ettiğim kişi, olmasını beklediğim kişi değilse ne yapacaktım? Bunu hiç düşünmemiştim. Emir'le konuşup anlaştığım gibi onu da hayatımda bir arkadaş olarak bulundurabilir miydim, bunu da bilmiyordum. Başka bir zamanda, yanında olmaktan mutlu olduğum birinin hayatımda olmadığı bir zamanda belki onu sevmeye çalışırdım ama şimdi bunu istemediğimi hissediyordum.

Elbisemi bacaklarımın altına sıkıştıra sıkıştıra motoruma binip kaskımı da takarak buluşacağımız kafeye doğru sürmeye başladım. Gerçekten gergindim ve her gergin olduğumda olduğu gibi, yine aklıma saçma sapan sorular geliyordu. Onları bile düşünmemeye çalıştım ki bu çok yorucuydu. Nihayetinde bahsettiği kafeye geldiğimde motordan inip doğruca kafeye geçtim. İçeride birkaç kişi vardı, ben de boş masalardan birine yerleşip telefonumu çıkardım. Gelen bir mesaj yoktu ama yine de boş boş oturmak istemedim.

Yanıma gelen garsona rezil olmamak için bu kez bir limonata istemiştim ama gittikçe geriliyordum.

Zaman geçiyordu, limonata bitmişti. Anonimden hâlâ bir iz yoktu. Neredeyse bir saati bir buç saate devretmek üzereyken sinirden dolmuş gözlerle hesabı kapadım ve kafenin çıkışına ilerledim. Beni bir el durdu. Kafamı kaldırıp baktığımda karşımda Bartu vardı. Kaşlarım çatıldı, kirpiklerim şaşkınlıkla çatıldı.

"Bartu?"

"Begüm sen ne iğrenç bir insansın ya! Her şeyi öğrendim, her şeyi!"

Yüzüme bir tokat yemiş gibi irkilirken kolumu onun elinden çekip bir iki adım geriledim. "Sen ne saçmalıyorsun?"

"Merve bana her şeyi anlattı. Nasıl bir oyun oynadığını, bizi nasıl ayırdığını... Midemi bulandırıyorsun ya, nasıl bu kadar düşebildin?"

Başımdan aşağı kaynar sular dökülürken şaşkınca güldüm. "Sen ne dediğini bilmiyorsun," diyebildim sinirden ellerim titremeye başlarken. "Nasıl gelip beni bunlarla suçlayabilirsin? Hem de bir bok bile bilmiyorken! Sen gidip Merve'nin sözüne inandın öyle mi?" Onu omuzlarından ittim. "Asıl sen nasıl bu kadar düşebildin!"

Koşar adımlarla oradan çıktım Gözüm motorumu bile görmedi. Yanaklarımdan aşağı dökülen yaşlarla motor kullanmaya kalkarsam bu kez ciddi bir kaza geçirirdim. Doğruca sahile koştum. İçimdeki bağırarak ağlama isteği canımı yakıyordu, aldırmamaya çalışıyordum ama canım cidden yanıyordu. 

Bacaklarımdaki yanma hissi artık tüm bedenime yayıldığında durdum. Sahildeydim, etraftaki insanlar meraklı gözlere bana bakıyordu. Yanaklarımı elimin tersiyle silip derin bir nefes aldım güçlükle. Nasıl bir oyunun içinde olduğumu bilmiyorum ama şu noktada öğrenmek bile istemiyordum.

"Begüm?"

Sesin geldiği yere artık korkarak döndüğümde bu kez karşımda pişmiş kelle gibi sırıtan Merve'yi görmüştüm. Kot şortunun cebinden telefonunu çıkardı ve ben daha ne yaptığını anlamadan yüzümde bir flash patladı. Ellerimle yüzümü kapamaya çalışmıştım ama geç kalmıştım tabii. Merve'nin kıkırtısı artarken telefonuna uzandım, tabii bu da boşa çabalamaktı.

"Sevilmeye ne kadar açsın, ezik." Benden daha uzun boylu olduğu için telefonu rahatça yukarı kaldırabiliyordu. "Biri seni sevsin diye kuduruyorsun çünkü seni daha önce kimse sevmedi! Seni kandırmak öyle kolay oldu ki..."

Gözlerim yeniden dolmaya başlarken boğazıma kocaman bir yumru oturdu. Sevilmeyi istemek, biri tarafından aşkla sevilmeyi merak etmek eziklik olamazdı. Geri çekilip gözyaşlarımın arasından güldüm. "Her şeyi en başından beri sen planladıysan eğer, benden daha ezik ve rezilsin Merve. Beni kandırdın da eline ne geçti? Bundan mutlu oluyorsan sen daha da rezilsin."

Kahkahası yeniden duyulduğunda yanaklarımı sildim hızlıca. Fakat bir el, bedenimin üstünden uzanıp Merve'nin benden uzak tutmaya çalıştığı telefonu ondan aldı. Bartu olmadığını biliyordum. Sırtıma yerleşen eli hissettiğimde tuhaf bir şekilde bu kişinin Kerem olduğunu bile anlamıştım. Ne yaptığına bakmak için kafamı kaldırdığımda Merve'nin saçma sapan bağırışmalarını kesecek bir bakış attı ona. 

"Senin bu yaptığın taciz!"

"Evet," dedi Kerem bir şeylere bakarken. "Senin yaptığın da tacizdi." Telefonu ona geri uzattığında fotoğrafımı sildiğini anlamıştım. "Daha fazla rezil olmak istemiyorsan sevgilinin yanına git ve burada olanlara dair tek bir kelime bile konuşma. Seni buna pişman ederim Merve, acımam."

Merve telefonunu cebine koyup homurdanarak uzaklaşmaya başladı. Son kez, Kerem'e bakmadan yüzümü silip derin bir nefes aldım. "Her şeyi duydun mu," diye sordum utanarak. Yüzünde gözleri hariç her bir noktaya bakmıştım.

Çenemin altına yerleştirdiği işaret parmağıyla yüzümü hafifçe kaldırarak gözlerimin içine baktı. Yüzünde bir gülümseme vardı. "Tam olarak duymadım ama tahmin ettim ne olduğunu. Utanılacak bir şey yapmadın Begüm."

Burnumun direği sızlamıştı. Başımı hafifçe iki yana salladım, yine üzerimde saçma salak bir duygusallık vardı ve buna engel olamıyordum. Ağlamaya başladığımda kollarını çoktan etrafıma sarmıştı. İtiraz etmeden başımı onun göğsüne yasladım, belinin iki yanından tişörtünü sıkıca tutmuştum. "Sevilmeyi istemek suç mu," diye sordum ağlarken. "Ben o ikisini  ayıracak bir şey yapmadım ki hem! Neden her şeyi benden biliyor?"

Saçlarımda dolaşan parmakları biraz da olsa rahatlamamı sağlıyordu. Derin bir nefes alıp bu halimden daha da utanarak yüzümü ellerimle kapadım. "Artık ağlamak istemiyorum."

Gülüş sesi duyuldu. Bileklerimi hafifçe kavrayıp yüzümden çektikten sonra bir elini benimkine sarıp beni hafifçe çekiştirdi. "Hadi, sana doğum günü hediyeni vereceğim. Ama önce gerçekten ağlamaya son vermen gerek."

"Kerem," diye mırıldandım sessizce, "Bartu senin arkadaşın?"

"Bartu benim arkadaşım değil Begüm, bunu konuşmuştuk."

Hafifçe omuz silkip sanki bunu her gün yapıyormuşuz gibi elini tuttum, yanında yürürken yanaklarımı iyice kuruladım. "Sen ne arıyorsun burada? Nereye gitsem seni orada görüyorum."

"Gerçekten gördüğünden emin değilim de neyse," derken gülmüştü. Arabasının yanına geldiğimizde sol tarafta kalan ön kapıyı açtı, torpido gözünü kurcalayıp oradan minik bir kutu alarak bana uzattı. "Bugün kızlarla burada olursun diye tahmin etmiştim aslında. O yüzden öğlen gibi geldim, sana hediyeni vermem gerekiyordu."

Kutuyu ellerime alırken gülümsemiştim, henüz açmadan onu izlemeye devam ettim. "Ben bir an gece verirsin sanmıştım."

"Dediğim gibi, annenin sezgileri beni korkutuyor."

Başımı hafifçe eğip kutuyu açtım. Kurutulmuş, maviye boyanmış minik bir deniz yıldızı vardı. Onu kutusundan çıkarmadan sevip gülerek ona baktım. "Bunlar hâlâ var mı ya," diye sordum şaşkınca. Çocukken bunlardan satanlar oluyordu, görmüştüm daha önce. Boyayıp halhal yapmıştım kendime.

"Eh... Bunu İzmir'e gittiğimde kendim çıkardım."

Yanaklarım hafifçe ısındı, gülümsemem küçülse de derinleşti. "İzmir'e gittiğinde?"

Başını hafifçe eğip onayladı beni. "Evet," diye mırıldandı o da derin bir tebessümle gülerken. "Sen Bartu'yla dans etmiştin önceki akşam."

"Hayatımdaki en büyük hataydı."

Derin bir nefes alıp gözlerini kaçırdı, gülümsemesini bastırmaya çalıştığını gizlememişti.  Kalbim resmen kulaklarımda atıyorken ben, onun yerine de kocaman gülümsüyordum ve bu, içinde bulunduğumuz anı paha biçilemez kılıyordu zihnimde. 

"Bunu şimdi yapmayacağım," dediğinde kaşlarım şaşkınlıkla çatılmıştı ve kendimi "Neyi," diye sormaktan alamamıştım. 

Yeniden elimi tutup beni açık olan kapıya doğru çekti. "Hadi, seni buradan götüreyim."

Arabaya binip, tabii ki yardımıyla, kemeri taktıktan sonra onu bekledim ve araba çalıştığında iznini alarak müzik-çaları çalıştırmıştım. Çalan şarkıya dikkat kesildiğimde Nil Karaibrahimgil'in Rüzâr şarkısı olduğunu ve birkaç gün önce bu şarkıya nasıl takıldığımı fark etmiştim. Gülümseyerek başımı koltuğa yasladım ve onu izledim. Bana bakmasa da gülümsüyordu.

"Kerem," diye mırıldandım sessizce. "İyi ki varsın."

Elini uzatıp kucağımdaki elimi kavradı ve başparmağıyla usulca tenimi sevdi. Arabayı, kırmızı ışığa yakalandığımız için durdurmuştu. Bana doğru döndü ve gözlerimin içine baktı. "Her zaman olmak isterim."





-

Begüm'ü yine süründüremedim nalet olsun.
Neyse bu haliyle güzel bence.

Ne kadar çok yoruuum o kadar erken bölüüm.

Seviliyorsunuz.



Begüm'ün elbisesi

Kerem'in hediyesi

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top