bir ve son

"Ölümümü başa sarıp duruyorum bu hikayeden nasıl ölmeden çıkarım diye. Hepsinde ölüyorum.

Nefesini dinledim.

'Seni özledim.' Sanki kulağımın arkasına yaklaşıp kısık sesle söylemiştin.

Telefonu sıkıca tuttum terleyen parmaklarımdan kaymasın diye.

'Söylemeyeceksin değil mi?'

'Hım?' dedim.

'Cevap vermeyeceksin.'

'Soru sormadın ki...'

Güldün kısık sesle. 'Sen yaramaz bir kız çocuğusun.'

Gülümsedim -keşke gülümsemenin de sesi olsaydı, duyardın beni.

'Bugün dersin var mı?'

'Evet, birazdan çıkacağım.'

'Anladım, dikkatli ol.'

'Korkma arabana bir şey yapmam.'

'Büşra... kendine dikkat et, arabaya değil.'

'Peki, ederim.'

'Görüşürüz.'

'Görüşürüz.'

Çantamı alıp anahtarlar içinde mi diye bakıyorum. Bulamıyorum. Tüm evi arıyorum ama anahtarları bulamıyorum...

Bu beni ölümümden kurtarır mı?" diyor. Karanlık olduğu için yüzünü göremiyorum. Tüm acıyı bedenine sığdırmış gibi çıkan sesi var sadece.

"Arabanın lastiği patlasa, giderken kaza yapsam, kazada ölsem ama böyle ölmesem... Bana hiç sormadın."
"Neyi?" dedim onun olduğu tarafa boynumu çok az çevirerek, bunu yaptığımı görse tedirgin olabilirdi. Karanlığa şükrettim.

"Ölümümü, nasıl öldüğümü sormadın. Umrunda değil miyim?"

Tutup sarılmak istedim ona. Senden daha fazla umursadığım kimse yok, demek istedim. Özür dilerim anne. Tavana döndüm, konuşurken ona döndüğümü anlayabilirdi. "Uyumalısın."

"Uyumalıyım. Uyanıkken kabus görmek çok kötü."

Gözümdeki damla hızla düşerken erkekler ağlamaz iç güdüsüyle silmek istedim ama anlar diye hareket etmeden bekledim.

"İlacını getireyim mi?"

"Bir işe yaramıyor."

"Kulaklığını ister misin?"

"Müzikten sıkıldım. Hem söyledikleri gibi rahatlatıcı değil. Kulağıma batan iğneler gibi hissettiriyor."

"Peki... istediğin başka bir şey var mı?"

"Benimle konuşman."

"Ben... seninle zaten konuşuyorum."

"Konuşuyorsun, milyon tane kelime söylüyorsun hiçbirinde yoksun. Eskiden ne hissetsen ne düşünsen söylerdin."

"Sen de hiçbir şey söylemezdin, şimdiyse aklındaki her şeyi söylüyorsun." dedim yadırganmanın verdiği hırçınlıkla. Pişman oldum.

"Her şeyi mi? Aklımdaki her şeyi söylediğimi mi düşünüyorsun. Aklımdaki her şeyi söylesem bırak yatağın ucuna sinip yatmayı yanımda durmazdın."

"Senden uzakta durmamı, sana bakmamamı sen söyledin."

"Ben söyledim. Keşke her söylediğimi yapsaydın."

Boğazım acıyordu. İçimde bağıra çağıra ağlamak isteyen biri vardı ama anlamasın diye nefes alırken bile sessiz olmaya çalışıyordum.

"Pişman değilsin hâlâ değil mi?"

Cevap vermedim.

"Gitmeseydin ölmezdim. Kalsaydın yaşardım."

"Keşke seninle tanışmadan önce bir dağ başında canımı verseydim."

Güldü. "Kadere inanıyordun sen."

"İnanıyorum."

"Günün sonunda kaderciler kazanıyor."

"Kaderciler?"

"Kaderciler işte, benim gibi ölüm hikayesini başa sarıp şöyle olsaydı ölmezdim demeyenler, yaşadıklarını kabullenenler."

"Kader bu değil. Bir şeyleri yapıp yapmamayı kendin seçersin."

Yine güldü. "Ben seçemedim ama."

Gülüyordu. Bir süre susup tekrar gülüyordu. Uzun süre böyle devam etti. Sonra durdu.

"Ayrılmak ister misin?"

Yatakta bana doğru döndü. Tek yapmak istediğim dönüp yüzünün ay ışığındaki haline bakmaktı. İlk defa bana doğru dönmüştü.

"Beraber miyiz ki biz?"

"Öyle değil, bu evden gitmemi ister misin?"

"Burası senin evin."

"İstersen senin olabilir."

"İstemem."

"Başka bir yerde yaşamak ister misin?"

"Sen de gelecek misin?"

"Ayrılırsak başka bir yerde yaşamak ister misin demek istedim?"

"Bugünün geleceğini biliyordum."

"Hangi günün?" dedim. Yatakta elimi eline yaklaştırdım, uzansam dokunacaktım.

"Benden vazgeçeceğin. Birisi mi var?"

"Ne, hayır! Sen ayrılmayı kabul etsen de benim hayatımda birisi olmayacak."

"Neden ayrılmaktan bahsedip duruyorsun o zaman?"

"Sana yaşadıklarını hatırlatıyorum."

"Senden başka birinin yanında kalabildiğimi gördün mü hiç? Aynı yerde yatmayı bırak aynı odada kalabildiğim başka biri var mı? Sen beni yaşadıklarımdan kurtarıyorsun."

Birkaç saniye ona doğru döndüm. Yüzü bana dönüktü ama gözleri kapalıydı.

"Her gece o günü tekrar yaşıyorsun. O yoldan gitmediğin onlarca hikaye kuruyorsun. Hikayeyi daha geriden alırsan benimle evlendiğin günden kurtulman gerek."

"Ama evlendim." dedi. Elini yüzüme koydu. Nefes alamadım.

"O yoldan gitmeseydim beni değil seni yakalacaklardı. Ben değil sen olsaydın arabada buldukları yerde öldüreceklerdi."

"Bunları nereden biliyorsun?"

"O mağarada on dokuz gün boyunca kaldım."

"Hafızanı kaybettiğini düşündü doktorlar. Neden hiçbir şey söylemedin? Seni bulduklarında neden söylemedin?"

"Sana anlatacaktım ama yoktun. Çok sonra hastanedeyken geldin. Bu kadar korkunç bir şeyse bana katlanmak, söyleyeceklerimle ilgilenmezsin diye düşündüm. Seni anlamıyorum, bana soğuk davranacağını düşündüm hastanedeyken. Hemen ayrılmak istersin diye kendimi hazırlıyordum."

"Neden ayrılacaktık ki?" dedim yüzümdeki elini tutmamak için kendimle savaşırken.

"O mağarada on dokuz gün kaldım Barış. Beni koydukları yere bir sürü demir kapıyı geçip ulaşabiliyordun. Demir kapının açılırkenki sesini hatırlıyorum. İçeri giren bazen bir kişiydi bazen birden fazla. Keşke hafızamı kaybetseydim dedikleri gibi ama ben her şeyi hatırlıyorum. Bunları yaşadığımı zaten biliyordun. Kurtardığınız bir kızdan bahsetmiştin bana, her şeyi anlatmamıştın ama her şeyi biliyordun. O kıza üzerindeki üniformayı çıkarıp giydirdiğini biliyorum, nasıl öğrendim diye sorma. Ben eski Büşra değilim, sen eski Barış'sın ve o buna dayanamaz."

"Ben eski Barış değilim." dedim. Yüzümdeki eline elimi yavaşça koydum. Geri çekilecek gibi oldu ama vazgeçti. Elini tutmama izin verdi. Avuç içini dudağıma götürüp küçük bir buse bıraktım. Titreyen parmaklarını öptüm tek tek. "Sen eski Büşra'sın. İlk gördüğümde kocaman gülümseyerek arkadaşlarımın sırtıma yapıştırdığı kağıdı gösteren kızsın. Ama ben o adam değilim."

Eline son bir öpücük kondurdum. "Sana bir şey göstereceğim, korkma tamam mı?" Cevap vermesini bekledim ama sessiz kaldı. Elini tutup dizimin üstüne koydum. Tedirgin olmaması için biraz bekleyip parmaklarını dizimden aşağı kaydırdım. Boşluğa değen parmaklarını hızla geri çekti.

"Bacağın?.."

"Mayına bastım." dedim.

"Diğeri de mi?.."

"Hayır." dedim.

Sessiz kaldı. Ardından odanın içine ağlayışıyla hızlanan nefesinin sesi doldu. "Beni... Be-... Beni ararken mi oldu?"

Cevap vermedim. Hıçkırıkları odada yankılandı. Nefes almakta zorlanmaya başladığında doğrulup onu da kaldırdım. Ona dokunduğum için çekineceğini düşünmüştüm ama farkında bile değildi. "Ben fark etmedim. Ne zamandır... yanımda yatıyorsun. Ben... Ben..."

"Şşş, tamam tamam. Bunların hiçbir önemi yok."

"O kadar bencilim ki... Her gece kendimi acındırdım saçma sapan konuştum. Hepsinde... sızlanmadan dinledin. Canın acıyor mu?" dedi elini dizimin bittiği yere koyup.

"Artık acımıyor."

"Yalan söylüyorsun."

"Yemin ederim acımıyor."

Başını omzuma yaslayıp sakinleşmesini bekledim.

"Ölmeyi seçtin benim için. Bense yaşadığım her gün seni suçlarcasına saçma sapan şeyler söyledim. Yanı başımda ne halde olduğunu bile fark etmedim bencilliğimden. Beni affetme."

"Sen beni affet olur mu?" dedim yüzünü yüzüme çevirip. "Bugün geçmişe dönsem yine bu mesleği seçerdim, yaşayacağım her şeyi bilsem bile vazgeçmezdim. Ama bu sefer bencillik yapıp seni kendi yoluma çekmezdim. Şimdi hiçbir şeyi değiştiremeyecek kadar acizim ama sen beni affet."

Parmaklarıyla yüzümdeki yaşı sildi. "Arkana yapıştırdıkları kağıtta 'Ben bir safım.' yazıyordu. O gün neden öyle yazdılar diye sormadım ama sen gerçekten safsın. Ben buna değmezdim."

"Sen dünyalara değersin."

" 'Benim dünyam sensin.' derdin."

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top